"Savaşa yazgılı olan ve yegane sanat olarak bakan Romalılar, bütün ruhlarını ve düşüncelerini bu sanatı mükemmelleştirmeye adamıştır. Vegetius, Romalılara "lejyon" kavramını şüphesiz bir tanrının esinlendiğini söyler. Romalılar lejyon askerlerine diğer bütün milletlerinkinden daha güçlü ve ağır saldırı ve savunma silahları vermenin şart olduğunu düşünmüştür. Ancak savaşta ağır bir birliğin yapması mümkün olmayan işler olduğundan, Romalılar lejyonun mücadeleyi başlatmak üzere önce çıkabilecek, gerektiğinde geri çekilebilecek hafif bir bölük içermesini; buna ek olarak lejyonda firarilerin peşine düşüp zaferi tamamlamak üzere süvari sınıfı, okçular ve sapancılar olmasını; lejyonun beraberinde getirdiği her türlü savaş araç gereçiyle müdafaa edilmesini ve her defasında, Vegetius'un tabiriyle bir tür müstahkem mevki gibi siper kazmasını istemiştir.

Bu askerlerin diğer insanlarınkinden daha ağır silahlar kullanabilmeleri için, kendilerini insandan öte bir hale sokmaları gerekmiştir. Bunu, güçlerini artıran sürekli bir çalışmayla ve onlara, aslında sahip olduğumuz gücün yerinde kullanımından başka bir şey olmayan ustalığı kazandıran egzersizlerle başarmışlardır. Bugün ordularımızın, askerlerin ölçüsüzce çalıştırılması yüzünden çok güç kaybettiğini düşünüyoruz. Oysa Romalılar kendilerini muazzam bir çalışma ile muhafaza etmişlerdir. Bunu Romalıların çabalarının sürekli olmasına bağlıyorum. Oysa bizim askerlerimiz hep aşırı çalışmadan aşırı aylaklığa geçiş yapmaktadır. Bu ise, onları mahvetmenin en kesin yoludur. Bu aşamada yazarların bize Romalı askerlerin eğitimiyle ilgili neler söylediklerini aktarmam gerek. Onları asker yürüyüşüne, yani beş saatte yirmi, bazen yirmi dört mil yol katetmeye alıştırıyorlar, bu yürüyüşler sırasında onlara altmış libre ağırlık taşıtıyorlardı. Silahla koşabilecek ve sıçrayabilecek şekilde çalıştırıyorlardı. Askerler bu egzersiz sırasında normal silahlarının iki katı ağırlığında kılıçlar, mızraklar ve oklar kullanıyorlardı. Ve bu egzersizler daimi idi.



Askeri eğitim ordugaha sınırlı değildi. Şehirde yurttaşların egzersiz yapmak üzere gittiği bir yer vardı(Campus Martius). İdmandan sonra yüzmeye alışmak, üstlerindeki tozu ve teri temizlemek için yurttaşlar kendilerini Tiber Nehri'ne atıyordu. Bizler bugün vücut egzersizleriyle ilgili doğru bir düşünceye sahip değiliz. Kendini bu egzersizlere fazla kaptıran bir erkeği, bu egzersizlerin sırf eğlence amacı gütmesinden dolayı hakir görüyoruz. Oysa eskilerde dansa varıncaya dek her şey askerlik sanatının bir parçasıydı. Hatta aramızda, savaş silahlarımızın kullanımına fazla özen gösteren biri gülünç hale gelmiştir, zira teke tek dövüş adeti ortadan kalktığından beri eskrime kavgacıların veya ödleklerin ilmi olarak bakılmaktadır.

Homeros'u genelde kahramanlarının fiziksel gücünü, ustalığını veya atikliğini övdüğü için eleştirenler, Pompeius'u "kendi yaşındaki erkekler kadar koşabildiği, sıçrayabildiği ve ağırlık taşıyabildiği" için öven Sallustius'u hayli gülünç bulacaklardır.

Romalılar ne zaman kendilerini tehlikede hissetse veya bazı kayıpları telafi etmek istese, askeri disiplini pekiştirmek onlarda sabit bir uygulama olmuştur. Kendileri kadar savaşa alışık Latinlerle mi savaşacaklar? Manlius komuta gücünü artırmaya özen göstermiş ve emirlere karşı gelerek galibiyet kazanan oğlunu öldürmüştür. Numantia'da mağlup mu oldular? Scipio Aemilianus onları yumuşatan her şeyi derhal ellerinden almıştır(ordunun bütün yük hayvanlarını satmış ve bütün askerlere otuz gün boyunca buğday ve kazık taşıtmıştır). Roma lejyonları Numidya'da boyunduruk altına mı girdi? Metellus onların eski prensiplerine dönmelerini sağlar sağlamaz bu utancı temizlemiştir. Marius, Cimbri ve Tötonları yenmek için işe ırmak yataklarını değiştirmekle başlamıştır. Sulla, Mithridates'e karşı savaşmaktan korkan askerlerini o kadar sıkı çalıştırmıştır ki, askerler çektikleri cefanın son bulması için ondan kendilerini savaşa yollamasını talep etmişlerdir.



Publius Nasica hiç gerekmediği halde askerlerine bir donanma inşa ettirmiştir. Nitekim Romalılar düşmandan çok aylaklıktan korkmuştur. Aulus Gellius, Romalılarda herhangi bir kabahat işlemiş askerlerin kanını akıtma adetinin nedenlerini anlamamıştır. Asıl maksat, bir askerin temel niteliği güç olduğuna göre, onu zayıflatmaktan ziyade alçaltmaktı.

Böyle dayanıklı hale getirilen erkekler genelde sağlıklıydı. Eski yazarların eserlerinde, onca farklı iklimde savaşmış Roma ordularının hastalıktan kırıldığına hiç şahit olmayız. Oysa bugün bir sefer sırasında hiç çarpışmadan tabir caizse eriyip giden ordulara neredeyse hep rastlanmaktadır.



Bizde firarlara sık sık rastlanır, zira askerler her milletin en aşağı tabakasına mensuptur ve bu noktada hiçbir millet bir diğerinden avantajlı değildir. Romalılarda ise firarlara nadir rastlanırdı. Bu kadar gururlu, kibirli, başkalarına hükmettiğinden emin bir halka mensup askerler, kendilerini birer Romalı olmaktan çıkaracak kadar alçalmayı akıllarından dahi geçiremezlerdi.



Romalıların orduları kalabalık olmadığından, geçim sağlamak kolaydı. Komutanları onları daha iyi tanıyabiliyor, hataları ve disiplin ihlallerini daha kolay tespit edebiliyorlardı.

Yaptıkları egzersizlerden aldıkları güç, inşa etmiş oldukları harikulade yollar onlari uzun ve hızlı yürüyüşler yapabilecek hale getiriyordu. Beklenmedik anlarda ortaya çıkmaları insanların kanını donduruyordu. Bilhassa kötü bir sonuçtan sonra, düşmanlarının zaferin etkisiyle rehavete kapıldığı anlarda boy gösteriyorlardı.

Bugünkü muharebelerimizde birey salt kalabalığın gücüne bel bağlamaktadır. Oysa düşmanlarından daha sağlam ve daha savaşkan olan Romalıların her biri, daima kendisine bel bağlardı. Romalı asker doğal olarak cesarete, yani kendi gücünün bilincinde olma meziyetine sahipti.

Romalıların birlikleri daima en disiplinli birlikler olduğundan, en talihsiz muharebede dahi bir yerlerde tekrar bir araya gelmemeleri veya düşman saflarında karmaşa çıkmaması güçtü. Nitekim tarihçelerde Roma birliklerinin sürekli olarak düşmanların sayısı veya şevki nedeniyle başta yenilse de sonuçta daima zafere ulaştığı görülür.



Romalıların dikkat ettiği ana unsur, düşmanlarının hangi konuda kendilerinden üstün olabileceğini tespit etmek ve kendi açıklarını derhal telafi etmekti. Romalılar, Etrüsklerden aldıkları gladyatör gösterileri sayesinde kan ve açık yara görmeye alışmışlardı.

Galyalıların keskin kılıçları ve Pirus'un filleri, Romalıları ancak bir kez şaşırtmıştır. Süvari sınıfının güçsüzlüğünü, önce coşkuya gem vurmaması için atların dizginlerini devre dışı bırakarak, ardından hafif piyadeler kadar telafi etmişlerdir.

İspanyol kılıcıyla tanıştıkları anda kendi kılıçlarından vazgeçmişlerdir. Gemi kılavuzlarının ilmini, Polybius'un tasvir ettiği bir icatla bertaraf etmişlerdir. Özetle, Josephus'un dediği gibi, savaş Romalılar için bir tefekkür, barış ise bir egzersiz olmuştur.

Şayet herhangi bir millet tabiatı veya prensipleri itibarıyla belli bir avantaja sahipse, Romalılar derhal bu özelliği benimsemiştir. Numidya atlarına, Girit okçularına, Balear sapancılarına ve Rodos gemilerine sahip olmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

Kısacası hiçbir millet savaşa Romalılar kadar ihtiyatla hazırlanmamış ve onlar kadar yüreklice savaşmamıştır."



-Romalıların Yücelik ve Çöküşünün Nedenleri Üzerine Düşünceler, Montesquieu

0 Yorumlar