1 Mayıs 1977 ''Kanlı 1 Mayıs''
Ancak bu dönemde sol örgütler arasında da bir ideolojik ayrışma ve hizipleşme yaşanıyor, bunun sonucu olarak da cinayetler yaşanıyordu. Aslında daha önce başlayan bu ayrışmalar hızlanarak ve çoğalarak devam ediyordu. Önceki dönemlerde bu örgütler yan yana kulvarlarda faaliyetlerine devam ederken 1970’in ortalarından itibaren sol örgütler kendi içerisinde bölünmeye başlamıştı. Örneğin Çin yanlıları Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği gibi örgütlenmelere, Sovyet yanlıları Türkiye İşçi Partisi (TİP), Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibi örgütlere bölünmüştü. Bu örgütlerin içinden çıkıp vurucu timler şeklini almış örgütlerde bulunmaktaydı. Bu örgütlere en iyi örnek ise Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) gösterilebilir. Siyasi gruplar tabi ki bu anılanlardan ibaret değildi. Kürtler de yukarıdaki grup ve sendikaların bir bölümünde yer almakla birlikte, KAWA gibi kendi bağımsız Kürt siyasi hareketlerini oluşturmuştu. 1977 yılına gelindiğinde sol artık bir şey üzerinde uzlaşabilir olmaktan çıkmıştı. Çünkü birbiriyle kanlı bıçaklı olan bir sürü grup vardı. Ayrıca aynı görüşte olan örgütler daha yakın rakip oldukları için belki daha da fazla kanlı bıçaklı durumdaydı. Sonuç olarak Sovyet yanlılarının artık oldukça net hegemonya kurduğu DİSK’in içerisine, özellikle Çin'i temsil eden hiçbir grubu almamak gibi bir hedefi de vardı.
Sol örgütler her ne kadar kendi içerisinde bölünmüş olsa da erken seçim öncesinde 1 Mayıs İşçi Bayramında dev bir gövde gösterisi yapmaya kararlıydı. Bu gövde gösterisinin bayraktarlığını yapan DİSK, ülkedeki sol gruplar ile görüşerek ''Gelin milliyetçi cephe’nin işini taksimde bitirelim.'' demişti. Ancak yukarıda da zikrettiğimiz gibi o dönemde sol partiler ve örgütler arasındaki ideolojik ve siyasi rekabet alabildiğine yükselmişti. Son yıllarda birbirleriyle her yöntemle mücadele içinde olan pek çok sol grup aynı alanda olaysız bir şekilde nasıl bir araya gelecekti? Mitingin düzenleyicisi DİSK içindeki etkin TKP kanadı, "Maocu" diye nitelenen grupları Taksim'e sokmamaya kararlıydı. Çünkü gazeteler ‘’DİSK ve Maocu gruplar arasında çatışma bekleniyor!’’ gibi başlıklar atılmaya başlanmıştı. Aslında provokasyon daha mitingin afişleri asılırken başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne sürülmüştü.
İşte bu olaylardan ötürü DİSK'in o dönemdeki genel sekreteri ve 1 Mayıs 1977 mitingi tertip komitesi başkanı olan Mehmet Karaca bazı sol örgütlerin alana alınmaması kararını ve nedenlerini şöyle anlatmıştır:
"''1 Mayıs'ı DİSK organize ediyor, DİSK'in talepleri bunlardır. Sizin de talepleriniz olabilir, bunları yine kendi belirlediğiniz çerçevelerde söyleyebilirsiniz ama eğer DİSK'in mitingini bozacak bir eyleminiz olursa biz buna da müsaade etmeyiz’’ dedik. Aslında miting sırasında buna büyük ölçüde uyuldu. Fakat bu Aydınlık, Halkın Sesi gibi yayın organlarının etrafında toplananlar, buna uymayacaklarını söylediler. Biz bu beyanlardan dolayı bu grupları miting alanına almak istemedik. Çünkü olay çıkmasın, bir provokasyona meydan vermeyelim diye işçileri iş kollarına göre ayırarak her sendikanın nerede toplanacağını belirledik."
Dönenim Halkın Kurtuluşu grubunun etkin isimlerinden Ahmet Sami Belek o günlerdeki tavırlarını şu şekilde anlatmıştır:
"Anti Sovyet yanlısı grupları almayacağız dediler. O zaman biz de, ‘’1 Mayıs kimsenin tekelinde, kimsenin ipoteğinde değildir. Taksim de kimsenin ipoteğinde değildir. O gün işçi sınıfının bayramı, biz de çıkarız oraya…’’ dedik. Bir yandan da görüşmeler yapılıyordu. Mesela Halkın Kurtuluşu'nun Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) yöneticileriyle DİSK'in o günkü sendika yöneticileri birkaç kez bu konuyla ilgili görüştüler. Onlar ‘’biz anti-Sovyet yanlısı sloganları attırmayız.’’ diyorlar. E şimdi, bu zaten gelmeyin demek. Yani benim o sloganı atmamam mümkün değildi."
Çelişki ve gerginlik yalnızca "Sovyetçi" - "Maocu" gruplar arasında değildi. Birbirlerine yakın iki siyasi grup olan DEV-YOL ve Kurtuluş arasında da o tarihlerde yoğun çatışmalar yaşanmış, yaşamlarını yitirenler olmuştu. Ancak bu iki grup kendi önlemlerini alarak herhangi bir karşılaşma ve çatışmanın önlemini almayı seçmişti. Alınan bu karara göre DEV-YOL Beşiktaş-Dolmabahçe üzerinden, Kurtuluş ise Saraçhane-Tarlabaşı üzerinden alana geleceklerdi.
Aynı tarihlerde sağ örgütlere yakınlığı bilinen gazeteler de bazı kışkırtıcı yayınlar yapmaya başlamıştı. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu Gazetesi
“Sol 1 Mayıs’ta halkı galeyana getirmek istiyor…” şeklinde manşet atmıştı.
25 Nisan'da ise Halkın Kurtuluşu Örgütünün yayın organı;
''Meydanlarda toplanacağımız, kızıl bayraklara sarınacağımız. Bayramımız yaklaşıyor.'' şeklinde yayın yaparak sempatizanlarını taksim meydanına çağırıyordu.
30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinde ise;
‘’DİSK ve Maocu gruplar arasında çatışma bekleniyor.’’ şeklinde manşet atılmıştı.
1 Mayıs gününün Tercüman gazetesinde ise
”Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama kanlar akacak. Bu çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır…” şeklinde yazılar çıkmıştı.
Saat 13.00’dan itibaren gruplar dalga dalga Taksim’e doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Gruplar içerisinde bayraklar açılmış, sloganlar atılıyor, şarkı ile türküler söyleniyor ve işçisinden öğrencisine kortejler halinde sol akın akın meydanı doldurmaya başlamıştı. Kimsenin beklemediği kadar fazla bir katılım vardı. Artık insan selinden dolayı kortejlerin ucu bucağı görünmez olmuş ve meydanda adım atacak yer kalmamıştı. Tabi ki bu kadar kalabalığın içerisinde bazı tartışmalarda olmuyor değildi. Örneğin alana sokulmak istenmeyen DEV-GENÇ'liler 50.000 kişilik bir grup halinde zorla güvenlik kordonunu yardılar ve meydana giriş yaptılar. İşte böyle bir ortamda birkaç saatlik gecikmeyle konuşmasına başlayan DİSK genel başkanı Kemal Türkler sözlerini bitirmek üzereyken Tarlabaşı civarında bulunan gruplar arasında itişmeler başladı. Bu itişmelerin arasında önce bir el silah sesi duyuldu. Ardından 2-3 el daha ateş edildi. İşte bu andan itibaren binlerce insan aniden panikledi. Kimse silahın nereden, kim tarafından ve kime karşı atıldığını anlayamamıştı. Belki de gruplar arasında bir çatışma gerçekleşiyordu? İşte Kanlı 1 Mayıs o anda başlamıştı. Yüzbinlerce insan canını kurtaracak bir yer aramaya başladı ve bu insanlar ölümcül bir panik içerisindeydiler. Bu kargaşada yere düşen eziliyor ve bir daha kalkamıyordu. Meydanda bulunan bazı katılımcılarda siper alıp açılan ateşin geçmesini bekliyordu. Aslında ilk iki silah sesi adeta bir sinyaldi. Çünkü bu iki ateşten hemen sonra 4 ayrı yerden bir yaylım ateşi başlamıştı. İlk anda Sular İdaresi’nin üstünden gelen kurşunlar paniği daha da arttırdı. Bu yoğun ateş ile birlikte İntercontinental Oteli tarafından da silahlar ateşlenmeye başladı. Buradaki ateşlenen kurşunların hedefinde ise DİSK yöneticilerinin bulunduğu platform vardı. Ateş devam ederken sendika yöneticileri başkan Kemal Türkler'i aşağı indirerek olası bir kurşun isabetinden kurtarmıştı. Bu sırada meydandaki kalabalık ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Çünkü kimse olanlara bir anlam veremiyordu. Tam bu kargaşa içerisinde meydana nereden çıktığı tam anlaşılamayan beyaz renkli bir otomobil girdi ve insanların arasına daldı. Bunlar yetmezmiş gibi sahneye birde panzerler çıkmıştı ve bu panzerler kalabalığın paniğini arttıracak şekilde su sıkmaya başlamışlardı. Bir diğer yandan bu panzerler hem sis bombası hem de ses bombalarını atıyorlardı. Taksim artık tanınmayacak bir duruma gelmişti. Taksimin hemen hemen her yanından gelen ateş oradaki topluluğu Kazancı Yokuşuna yönlendiriyor gibi duruyordu. Aslında başka kaçacak yerde yoktu. Dolayısıyla topluluk can havliyle kurtuluşu bulacakları Kazancı Yokuşuna doğru birbirlerini ezerek akmaya başladı. Bu kalabalık aynı anda yine beklenmeyen bir durumla karşılaştı. Kazancı Yokuşu zaten dar bir sokaktı; birde yokuşun ortalarına doğru yolu kapatacak şekilde bir kamyonet konulmuştu. Kalabalığın burada yapabileceği hiçbir şey yoktu. Çünkü can havliyle kaçan insanlar arkadan halen gelmekteydi ve önde olanlar sıkışmaya başlamıştı. Bu yüzden Kanlı 1 Mayıs’ta çoğu ölüm kazancı yokuşunda sıkışan insanlardan dolayı gerçekleşmişti. Bu korkunç olay aslında 15-20 dakikayı aşmamıştı. Seslerin kesilerek herkes dağıldıktan sonra koskoca taksim alanı bir savaş alanı gibiydi. Bayraklar, slogan dolu pankartlar ve insanların bırakıp kaçtığı eşyalar etrafa dağılmış, herkes yaralılara yardım etmeye çalışıyordu ve alan ölüm sessizliğine bürünmüştü. Gerçekleşen olaydan sonra geriye 34 ölü ve 126 yaralı kalmıştı. Olay sonrası ölenlerin cesetleri bir araya toplandı, kimlikleri belirlendi ve sessizce morglara gönderildi. Bahsi geçen 34 ölünün 28’i kazancı yokuşunda ezilme veya havasızlıktan, 1 kişi panzer altında kaldığı için ve 5 kişi kurşun yarası ile ölmüştü. Böylelikle Kanlı 1 Mayıs sona erdi ve gerçekleşen kanlı tiyatro son buldu.
“Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” başlığı ile olayı manşetten veriyordu.
Sol örgütlere yakınlığı ile bilinen Politika Gazetesi ise
“O bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. 1 Mayıs alanı saldırıya uğradı...” Şeklinde yayın yapacaktı.
Sol görüşlü Halkın Birliği Gazetesi ise manşetten;
''Taksim katliamının sorumluları faşist Milliyetçi Cephe ve revizyonistlerdir.'' başlığı ile diğer solcu grupları suçluyordu.
Türkiye'nin en kara günlerinden birisi olan böyle kanlı bir olayı diğer gazetelerde manşetten haber veriyordu.
"''1 Mayıs'ı DİSK organize ediyor, DİSK'in talepleri bunlardır. Sizin de talepleriniz olabilir, bunları yine kendi belirlediğiniz çerçevelerde söyleyebilirsiniz ama eğer DİSK'in mitingini bozacak bir eyleminiz olursa biz buna da müsaade etmeyiz’’ dedik. Aslında miting sırasında buna büyük ölçüde uyuldu. Fakat bu Aydınlık, Halkın Sesi gibi yayın organlarının etrafında toplananlar, buna uymayacaklarını söylediler. Biz bu beyanlardan dolayı bu grupları miting alanına almak istemedik. Çünkü olay çıkmasın, bir provokasyona meydan vermeyelim diye işçileri iş kollarına göre ayırarak her sendikanın nerede toplanacağını belirledik."
Dönenim Halkın Kurtuluşu grubunun etkin isimlerinden Ahmet Sami Belek o günlerdeki tavırlarını şu şekilde anlatmıştır:
"Anti Sovyet yanlısı grupları almayacağız dediler. O zaman biz de, ‘’1 Mayıs kimsenin tekelinde, kimsenin ipoteğinde değildir. Taksim de kimsenin ipoteğinde değildir. O gün işçi sınıfının bayramı, biz de çıkarız oraya…’’ dedik. Bir yandan da görüşmeler yapılıyordu. Mesela Halkın Kurtuluşu'nun Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) yöneticileriyle DİSK'in o günkü sendika yöneticileri birkaç kez bu konuyla ilgili görüştüler. Onlar ‘’biz anti-Sovyet yanlısı sloganları attırmayız.’’ diyorlar. E şimdi, bu zaten gelmeyin demek. Yani benim o sloganı atmamam mümkün değildi."
Çelişki ve gerginlik yalnızca "Sovyetçi" - "Maocu" gruplar arasında değildi. Birbirlerine yakın iki siyasi grup olan DEV-YOL ve Kurtuluş arasında da o tarihlerde yoğun çatışmalar yaşanmış, yaşamlarını yitirenler olmuştu. Ancak bu iki grup kendi önlemlerini alarak herhangi bir karşılaşma ve çatışmanın önlemini almayı seçmişti. Alınan bu karara göre DEV-YOL Beşiktaş-Dolmabahçe üzerinden, Kurtuluş ise Saraçhane-Tarlabaşı üzerinden alana geleceklerdi.
Aynı tarihlerde sağ örgütlere yakınlığı bilinen gazeteler de bazı kışkırtıcı yayınlar yapmaya başlamıştı. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu Gazetesi
“Sol 1 Mayıs’ta halkı galeyana getirmek istiyor…” şeklinde manşet atmıştı.
25 Nisan'da ise Halkın Kurtuluşu Örgütünün yayın organı;
''Meydanlarda toplanacağımız, kızıl bayraklara sarınacağımız. Bayramımız yaklaşıyor.'' şeklinde yayın yaparak sempatizanlarını taksim meydanına çağırıyordu.
‘’DİSK ve Maocu gruplar arasında çatışma bekleniyor.’’ şeklinde manşet atılmıştı.
1 Mayıs gününün Tercüman gazetesinde ise
”Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama kanlar akacak. Bu çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır…” şeklinde yazılar çıkmıştı.
1 Mayıs kutlamaları ile ilgili yukarıda zikredilen gelişmeler yaşanırken DİSK olası provokasyonları önlemek için 20.000 sopalı işçiyi düzeni sağlamak için görevlendirdi. Planlama yapılırken hangi grubun hangi güzergahı izleyerek meydana ulaşacağı ve alanın neresinde duracağı daha önceden kararlaştırıldı. Ancak asıl dikkatleri çekmeyen sabahın alacakaranlığında aynı meydanın farklı noktalarına, kimsenin tanımadığı bazı kişilerin yerleşmeye başlamasıydı. Bunların bir bölümü taksimin göbeğindeki İntercontinental Oteli’nin 213, 510 ve 713 numaralı odalarına yerleşmişti. Aynı gün olan olayları soruşturmak için görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Muhittin Cenkdağ'ın verdiği beyanatlarda;
''Olaydan bir gün önce İntercontinental resmi olarak kapatılıyor. Ancak uçakla bir sürü yabancı uyruklu insanlar Yeşilköy’e gelerek, olay gecesi otele yerleşiyorlar. Ancak bu kişiler otel kayıtlarında maalesef yok, ama bu kişilerin otelde bulundukları görgü tanıklarının ifadeleriyle sabit...'' demiştir.
Bu kişilerin yerleştiği odalardan alanın her tarafı görünebiliyordu. Diğer bir grup ise Sheraton Otel'in çatısına çıkmıştı. Bazıları ise Sular İdaresi’nin duvarında konuşlanmıştı. Alanda görevli hiç kimse bunun nedenini sorgulamamıştı. Bu kişilerin kimlikleri ise hiçbir zaman belirlenemedi. Meydandaki seyyar ekiplerde erkenden yerlerini almıştı. Artık kanlı oyunun sergileneceği sahne hazırdı ve oyuncularını bekliyordu.
''Olaydan bir gün önce İntercontinental resmi olarak kapatılıyor. Ancak uçakla bir sürü yabancı uyruklu insanlar Yeşilköy’e gelerek, olay gecesi otele yerleşiyorlar. Ancak bu kişiler otel kayıtlarında maalesef yok, ama bu kişilerin otelde bulundukları görgü tanıklarının ifadeleriyle sabit...'' demiştir.
Bu kişilerin yerleştiği odalardan alanın her tarafı görünebiliyordu. Diğer bir grup ise Sheraton Otel'in çatısına çıkmıştı. Bazıları ise Sular İdaresi’nin duvarında konuşlanmıştı. Alanda görevli hiç kimse bunun nedenini sorgulamamıştı. Bu kişilerin kimlikleri ise hiçbir zaman belirlenemedi. Meydandaki seyyar ekiplerde erkenden yerlerini almıştı. Artık kanlı oyunun sergileneceği sahne hazırdı ve oyuncularını bekliyordu.
Ertesi gün basın, beklendiği gibi sol içi çatışmayı öne çıkartıyor ve Günaydın Gazetesi;
“Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” başlığı ile olayı manşetten veriyordu.
Sol örgütlere yakınlığı ile bilinen Politika Gazetesi ise
“O bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. 1 Mayıs alanı saldırıya uğradı...” Şeklinde yayın yapacaktı.
Sol görüşlü Halkın Birliği Gazetesi ise manşetten;
''Taksim katliamının sorumluları faşist Milliyetçi Cephe ve revizyonistlerdir.'' başlığı ile diğer solcu grupları suçluyordu.
Türkiye'nin en kara günlerinden birisi olan böyle kanlı bir olayı diğer gazetelerde manşetten haber veriyordu.
''Bir toplumsal olayın içerisine bir takım provokatörlerin girmesi ve bunların olayı provoke etmeleriyle birlikte bu olayı sabote etmeleri sonucu bu olay karşısında da polisin aciz kalması... Maalesef yaşanan bu 1 Mayıs olayı Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük provokasyonlarından birisidir.'' olarak nitelendiriyorlardı.
Olaylar sırasında kolluk kuvveti görevini üstlenen polis teşkilatının resmi açıklaması ise ''halkın paniğe kapıldığı'' şeklindeydi. Oysa dönemin polis müdürlerinden Recep Ordulu'ya göre paniğe kapılan sadece halk değildi. Kolluk kuvvetlerinin de paniklediğini şu sözlerle açıkça dile getirmiştir;
''Kolluk kuvvetleri arasında kimin ne yaptığı belli değildi. Panzerleri kontrol eden müdür tarafından panzerlerin meydana girmesi için emir verildi. Panzerlerin ise tek yaptığı şey paniği arttırıp ölü sayısını arttırmaktan başka bir şey değildi.''
Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise,
“Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi.” diye açıklama yapmıştı.
Kısaca Şükran Ketenci’ye göre 1 Mayıs olaylarının arkasında Amerika vardı. Amerikan yönetimi Türkiye’yi karıştırarak bir askeri darbeye doğru ülkeyi sürüklemek istiyordu. Ancak bu iddiaların gerçekliği de hiçbir zaman kanıtlanamadı.
Bu olay en çok CHP’yi sarstı ve seçimlere kısa bir süre kala karşılaşılan bu olayın anlamını çözmek için özel komisyonlar oluşturuldu. Ancak oluşturulan bu komisyonlarda herhangi bir sonuç alınamadı. Ancak CHP lideri Bülent Ecevit yapılan açıklamalar ve komisyonların yaptığı çalışmaların sonuçsuz kalmasından tatmin olmamıştı. Bu işin peşini de bırakmaya niyetli değildi. Bunun için cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün makamına çıktı. Ecevit'e göre kanlı 1 Mayıs olaylarının arkasında Kontrgerilla yani Özel Harp Dairesi olabilirdi. (Bkz. Kontrgerilla Yapılanması Üzerine...) Ecevit, Cumhurbaşkanına bu şüphelerini hem anlattı hem de yazılı bir metin verdi. Bu görüşmeden sonra Ecevit, İzmir mitinginde de bu konuyu ilk defa halka açıkladı. Başbakan Süleyman Demirel ise CHP liderinin bu yaklaşımını hayal mahsulü görüyor ve şiddetle reddediyordu. Demirel'e göre yapılan tüm tahkikatlara rağmen devlet veya ordunun içerisinde böyle bir örgütün olmadığı aşikardı. Demirel, ordunun bir Özel Harp Dairesi olduğunu kabul ediyordu. Ancak bu birimin kesinlikle Kontrgerilla gibi bir yapılanma barındıramayacağını iddia ediyordu. Kısaca Demirel, Kontrgerilla isimli yapılanmanın hayalden ibaret olduğunu söylüyordu. Ancak Ecevit'in kendine göre haklı nedenleri yok değildi. 1977 yılının Nisan ve Mayıs ayları boyunca Ecevit yaşamının en zor ve tehlikeli günlerini geçirmişti. Çünkü miting için gittiği şehirlerde tam 3 kez ölümle burun buruna gelmişti. Ecevit'e karşı ilk saldırı Niksar'da gerçekleştirilmişti. Ecevit miting için gittiği Niksar'a gece yarısı varmıştı. Ancak yolda konvoyda bulunan araçlara ateş açılmış ve araçların camları kırılmıştı. Gece otele vardıklarında sabaha kadar herkes istim üstünde uyumuş ve ertesi gün meydanda yapacağı konuşmaya gittiğinde tehdit havasının büyük olmasından ötürü meydan neredeyse boştu. Ecevit ise konuşmasını resmen boş meydana yapmıştı.
Ecevit'e karşı gerçekleştirilen ikinci saldırı ise Şirhan'da gerçekleşmişti. Bu kez meydan kalabalıktı, ama kalabalığın arasında kahverengi çarşaflı bir sürü kadın bulunmaktaydı. Bu kadınlar Ecevit konuşmaya başladıktan hemen sonra Ecevit'e taş atmaya başladı. Ecevit ise konuşmasını tamamlayamadan otobüsle şehri terk etti. Bu olayın hemen ertesi günü Erzincan'a gitti. Son saldırı ise 21 Mayıs günü İzmir Çiğli Havaalanında yaşandı ve tam anlamıyla Bülent Ecevit'e karşı düzenlenmiş bir silahlı saldırıydı. Özel bir silahla atılabilen bir kurşun Mehmet İsvan'ın araya girmesiyle Bülent Ecevit'e isabet etmesi engellenmişti.
Olaylar sırasında kolluk kuvveti görevini üstlenen polis teşkilatının resmi açıklaması ise ''halkın paniğe kapıldığı'' şeklindeydi. Oysa dönemin polis müdürlerinden Recep Ordulu'ya göre paniğe kapılan sadece halk değildi. Kolluk kuvvetlerinin de paniklediğini şu sözlerle açıkça dile getirmiştir;
''Kolluk kuvvetleri arasında kimin ne yaptığı belli değildi. Panzerleri kontrol eden müdür tarafından panzerlerin meydana girmesi için emir verildi. Panzerlerin ise tek yaptığı şey paniği arttırıp ölü sayısını arttırmaktan başka bir şey değildi.''
Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise,
“Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi.” diye açıklama yapmıştı.
Kısaca Şükran Ketenci’ye göre 1 Mayıs olaylarının arkasında Amerika vardı. Amerikan yönetimi Türkiye’yi karıştırarak bir askeri darbeye doğru ülkeyi sürüklemek istiyordu. Ancak bu iddiaların gerçekliği de hiçbir zaman kanıtlanamadı.
Bu olay en çok CHP’yi sarstı ve seçimlere kısa bir süre kala karşılaşılan bu olayın anlamını çözmek için özel komisyonlar oluşturuldu. Ancak oluşturulan bu komisyonlarda herhangi bir sonuç alınamadı. Ancak CHP lideri Bülent Ecevit yapılan açıklamalar ve komisyonların yaptığı çalışmaların sonuçsuz kalmasından tatmin olmamıştı. Bu işin peşini de bırakmaya niyetli değildi. Bunun için cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün makamına çıktı. Ecevit'e göre kanlı 1 Mayıs olaylarının arkasında Kontrgerilla yani Özel Harp Dairesi olabilirdi. (Bkz. Kontrgerilla Yapılanması Üzerine...) Ecevit, Cumhurbaşkanına bu şüphelerini hem anlattı hem de yazılı bir metin verdi. Bu görüşmeden sonra Ecevit, İzmir mitinginde de bu konuyu ilk defa halka açıkladı. Başbakan Süleyman Demirel ise CHP liderinin bu yaklaşımını hayal mahsulü görüyor ve şiddetle reddediyordu. Demirel'e göre yapılan tüm tahkikatlara rağmen devlet veya ordunun içerisinde böyle bir örgütün olmadığı aşikardı. Demirel, ordunun bir Özel Harp Dairesi olduğunu kabul ediyordu. Ancak bu birimin kesinlikle Kontrgerilla gibi bir yapılanma barındıramayacağını iddia ediyordu. Kısaca Demirel, Kontrgerilla isimli yapılanmanın hayalden ibaret olduğunu söylüyordu. Ancak Ecevit'in kendine göre haklı nedenleri yok değildi. 1977 yılının Nisan ve Mayıs ayları boyunca Ecevit yaşamının en zor ve tehlikeli günlerini geçirmişti. Çünkü miting için gittiği şehirlerde tam 3 kez ölümle burun buruna gelmişti. Ecevit'e karşı ilk saldırı Niksar'da gerçekleştirilmişti. Ecevit miting için gittiği Niksar'a gece yarısı varmıştı. Ancak yolda konvoyda bulunan araçlara ateş açılmış ve araçların camları kırılmıştı. Gece otele vardıklarında sabaha kadar herkes istim üstünde uyumuş ve ertesi gün meydanda yapacağı konuşmaya gittiğinde tehdit havasının büyük olmasından ötürü meydan neredeyse boştu. Ecevit ise konuşmasını resmen boş meydana yapmıştı.
Bu olaydan 1 hafta dahi geçmeden yeni bir suikast girişimi bu defa başbakan Süleyman Demirel'in ihbar mektubu ile ortaya çıktı. Demirel, Ecevit'in taksim meydanında düzenleyeceği miting sırasında Sheraton Otelinden uzun namlulu silahla saldırıya uğrayacağını bildirmişti.
CHP lideri Bülent Ecevit ise radyoya çıkarak bir çağrıda bulundu. Bu çağrıda;
CHP lideri Bülent Ecevit ise radyoya çıkarak bir çağrıda bulundu. Bu çağrıda;
''Hiç bir İstanbulludan düzenlenecek miting için Taksim’e gelmelerini bekleme hakkını kendimde görmüyorum. Ama ben ve eşim Taksim’de otobüsün üzerinde olacağız.'' dedi.
Miting günü polis bu kez olağanüstü bir güvenlik önlemi almıştı. Her çatıda ve balkonda bir görevli bulunuyordu. Polis ise miting alanına giren her bir kişiyi üst aramasından geçiriyordu. Ecevit İstanbullulara ''gelmeyin'' demişti; ama İstanbullular Taksim'i yüzbinlerce kişiyle doldurmuştu. CHP’nin seçim öncesindeki en kalabalık mitingi taksim meydanında gerçekleştiriliyordu.
Sonuç olarak 1 Mayıs'ı kim planlamış olursa olsun bir bakıma amacına varmıştı. Zira sol bu olayla birlikte daha da fazla bölünmeye başladı. Bunun sonucu olarak da kendi aralarında ki çatışmalarda artmaya başladı. Asıl önemlisi ardı ardına gelen suikast girişimleri ve terör halkı korkuttu. Dolayısıyla sol örgütler dalga dalga geri çekilmeye başladı. Malatya, Çorum ile Kahramanmaraş’da yaşanan olaylar, suikastlar ve bunlarla beraber terör olaylarının artmasının ardından Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesine son hızla gitmeye başladı. Kısaca 1 Mayıs 1977 tarihinde yaşanan olaylar Türk siyasi tarihi ve yakın geçmişimizin kırılma noktasını oluşturdu. Bu olaydan sonra anarşi ve ekonomik buhranın artması ordunun 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koymasına zemin hazırladı.
Miting günü polis bu kez olağanüstü bir güvenlik önlemi almıştı. Her çatıda ve balkonda bir görevli bulunuyordu. Polis ise miting alanına giren her bir kişiyi üst aramasından geçiriyordu. Ecevit İstanbullulara ''gelmeyin'' demişti; ama İstanbullular Taksim'i yüzbinlerce kişiyle doldurmuştu. CHP’nin seçim öncesindeki en kalabalık mitingi taksim meydanında gerçekleştiriliyordu.
Sonuç olarak 1 Mayıs'ı kim planlamış olursa olsun bir bakıma amacına varmıştı. Zira sol bu olayla birlikte daha da fazla bölünmeye başladı. Bunun sonucu olarak da kendi aralarında ki çatışmalarda artmaya başladı. Asıl önemlisi ardı ardına gelen suikast girişimleri ve terör halkı korkuttu. Dolayısıyla sol örgütler dalga dalga geri çekilmeye başladı. Malatya, Çorum ile Kahramanmaraş’da yaşanan olaylar, suikastlar ve bunlarla beraber terör olaylarının artmasının ardından Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesine son hızla gitmeye başladı. Kısaca 1 Mayıs 1977 tarihinde yaşanan olaylar Türk siyasi tarihi ve yakın geçmişimizin kırılma noktasını oluşturdu. Bu olaydan sonra anarşi ve ekonomik buhranın artması ordunun 12 Eylül 1980 tarihinde yönetime el koymasına zemin hazırladı.
0 Yorumlar