Ajax Operasyonu ve 1953 İran Darbesi
![]() |
Petrol üretimi yapan ülkeler üzerinde hakim
ve söz sahibi olmanın günümüzde olduğu kadar yakın tarihimizde de dünyaya
egemen güçler tarafından ne kadar mühim bir mesele olduğunu Amerika ve İngiltere’nin,
İran üzerinde gerçekleştirdiği ‘’Ajax
Operasyonu’’ ile daha iyi anlayabiliriz. Ajax örtülü operasyonu İran’ın
başında bulunan başbakan Muhammed Musaddık’ın iktidardan düşürülmesi için
gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla İran siyasi tarihinde en kritik dönemeçlerden
biri Muhammed Musaddık’ın başbakan olduğu dönem olduğu yadsınamaz bir gerçek
olarak karşımıza çıkmaktadır. 1940’lı yıllarda İran’da siyasi manada bir
milliyetçi dalga süregelmekteydi. Bu siyasi dalga 1940’ların sonunda Milli
Cephenin kurulması ile sonuçlanmıştır. Bu siyasi dalga neticesinde, toplumun farklı
kesimleri Musaddık’ın liderliği altında Milli
Cephe içerisinde bir araya gelmiştir. Milli Cephe’nin kampanyası ile
birlikte 1951 yılında İran
petrolleri millileştirilmiş ve Musaddık Başbakan olmuştur. Musaddık ve hareketi
CIA-MI6 tarafından 1953’te düzenlenen
darbeye kadar İran siyasetinde etkili bir rol oynamıştır. 1953 Darbesi / Ajax Operasyonu
olayını daha iyi anlayabilmek adına 1951-1953 arasında İran’da gelişen hem iç hem
de dış siyasi süreçleri analiz etmek önemlidir. Son olarak bu dönemin analizi İran
toplumunun yabancı güçler karşısındaki kuşkuculuğunu, düşmanlığını ve 1979
Devrimi sürecini daha iyi kavrayabilmemizi sağlayacaktır.
MUSADDIK
İKTİDARI ÖNCESİ İRAN’IN SİYASİ DURUMU
![]() |
1920 SENESİNDE MUSADDIK VALİLİK GÖREVİNDEYKEN |
![]() |
Rıza Şah Pehlevi |
|
Muhammed Rıza Şah Pehlevi
|
1941’deki Şah değişimi ile Muhammed Rıza
Pehlevi’nin babası Rıza Şah yerine iktidara gelmesi siyasal alandaki muhalefeti
yeniden canlandırdı. Tahta çıktığında ülkesi işgal altında olan Muhammed Rıza Şah
henüz sağlam bir iktidar yapısı kurmuş değildi. Bu nedenle iktidarını çeşitli
çevrelerin desteği için paylaşmak durumundaydı. Bu ortamda Şah’ın baskısı altında
kalan gruplar yeniden gün yüzüne çıkıyordu. Şah’ın iktidarı paylaştığı
gruplar ise Ulema, aşiret liderleri, toprak sahiplerinden oluşuyordu. Bunların
yanında işçi sınıfının çıkarlarını savunan henüz yeni doğmuş Tudeh Partisi ve 1905 İran Meşrutiyet Devrimi’nin taşıyıcısı olan meşrutiyetçi
liberallerde bulunuyordu. Bu dönemde Rıza Şah’ın halkın isteklerine daha
ılımlı yaklaşması bekleniyordu. Çünkü ülke stratejik öneme sahipti ve petrol
yataklarından ötürü ciddi bir zenginliğe sahipti. Ancak bu dönemde ülke dış güçlerin
etkisi altındaydı. Aslında İran monarşisi ülkeye İngilizler tarafından
getirilmiş ve güç Şah’a verilmişti. Bu nedenle ulusalcıların İran üzerinde
kontrolü ele geçirebilmeleri için öncelikle monarşiyi devirmeleri gerekiyordu.
Bununla birlikte dış güçler çeşitli çevrelerle işbirliği yaparak ülke içerisindeki
etkinliklerini devam ettirmek istiyordu. Örneğin İngiltere, monarşi, aşiret ve
toprak sahipleri arasındaki ittifakı teşvik ederken, Sovyetler Birliği, Tudeh
Partisi’nin çalışmalarını destekliyordu. ABD ise silahlı kuvvetler ile temas
kurmak konusunda çaba göstermekteydi. Bu durum ise İran monarşisinin zayıf
noktasını oluşturuyordu. Çünkü büyük güçlerin İran üzerindeki bu mücadelesi İran
halkını derinden etkilemekteydi. Bununla birlikte aynı dönemde İran’daki hükümetlerin
kısa süreli olması hoşnutsuzluğu arttırıyordu. 1941-1951 arası İran’daki hükümetlerin
ayakta kalma ortalaması yalnızca 7 ay
idi. Zayıf parlamento desteği ve hükümeti kuran meclis grupları arasındaki
ittifakların kaygan bir zemine sahip olması böyle bir sonucu beraberinde
getirmekteydi. Bundan dolayı ülkede herhangi bir kriz ortaya çıktığında hükümetin
dağılması gündeme geliyor ve neredeyse her zamanda gerçekleşiyordu. Tudeh’in
1940’ların sonundaki gerilemesi, 1950’li yılların başlarında İran’da ortaya
çıkan milliyetçi harekete fırsat yarattı. Hareketin başında 1906 meşrutiyet
devriminden beri ulusal politikada öne çıkmış isimlerden Muhammed Musaddık vardı.
Musaddık, Parlamento üyesi, bölge valisi ve Rıza Şah tarafından istifaya
zorlanmadan önce kabinede bakan olarak görev yapmıştı.
![]() |
TUDEH PARTİSİ'NİN AMBLEMİ |
Musaddık, iç ilişkilerde katı bir anayasacı olarak biliniyordu.
Ayrıca Şah’ın saltanat sürmek yerine ülkenin tıpkı Belçika ve İngiltere’deki
muadilleri gibi, yönetmesi gerektiğini savunuyordu. Silahlı kuvvetlerin
kontrolünü elinde tuttuğu, böylelikle anayasa hukukunun ilkelerini olduğu kadar
ruhunu da zedelediği, parlamento seçimlerine müdahale etmek amacıyla orduyu
kullandığı ve asıl sahiplerine iade edileceğine söz verilmiş hanedanlık
arazilerinin denetimini yeniden eline aldığı için genç Şah’ı topa tutmaktan
geri kalmayan Musaddık, seçimlere hile karıştığı gerekçesiyle 1949 kurucu meclisinin meşruiyetini de
sorguluyordu. Aynı zamanda seçim yasasında ordunun sandıkların çevresinde boy
göstermesini yasaklayan, seçim kurullarının bağımsızlığını güvence altına alan
ve başta Tahran olmak üzere mecliste şehirlere daha çok sandalye ayrılmasını
sağlayan esaslı değişiklikler yapılmasından yanaydı. Hatta okuryazar
olmayanların oy haklarının kaldırılması gerektiğini bile savunuyordu. Çünkü
Musaddık’a göre;
“Toprak oligarşisinin
değişmeyen iktidarını zayıflatmanın en iyi yolu bu olacaktı.” Düsturu
esastı.
1953
DARBESİ’NİN NEDENİ: ANGLO-IRANİAN OİL COMPANY
Musaddık, Geleneksel politikacıların “olumlu denge” ve büyük
devletlere “taviz verme” gibi yanlış politikalarıyla İran’ın varlığını
tehlikeye attıklarını ileri sürüyordu.
Musaddık “Böyle bir
politika başka devletlerin de eşit ayrıcalıklar talep etmelerine yol açarak
ulusal egemenliği tehlikeye sokacaktır.” diyerek diğer politikacıları da
uyarmaktan geri kalmamıştı.
Bu nedenle 1919 İngiliz-İran
Antlaşmasını ve hem Amerika hem de Sovyetlerle yapılan 1945-1946 petrol pazarlıklarını kınamıştı. Aynı gerekçelerle
petrolün devletleştirilmesi davasına sarılarak hükümetin Anglo-Iranian Oil Company’ye (AIOC) el koyması gerektiğini iddia ediyordu.
Musaddık, İran’ın kendi petrol kaynaklarının üretiminde, satışında ve
ihracatında tam denetimi elinde bulundurma hakkının vazgeçilmez olduğunda ısrarcıydı.
İngiliz petrol devi
Anglo-Iranian Petrol Company (AIOC) İran’da dünyanın en büyük petrol
rafinerisine sahipti. Bu şirket İran’da sahip olduğu petrol yatakları ile dünyanın
ikinci en büyük ham petrol ihracatçısıydı. Ayrıca şirket dönemin üçüncü en büyük petrol
rezervini elinde bulunduruyordu. İran’daki petroller AIOC’un yıllık karının %75’ini oluşturuyordu. Bu karların çoğu
şirketin İngiltere’deki hissedarlarına aktarılıyor ve aynı zamanda Irak, Endonezya ve Kuveyt’teki
yatırımlara harcanıyordu. Diğer yandan İngiliz donanmasının petrol ihtiyacının %85’i AIOC tarafından karşılanmaktaydı.
Dolayısıyla AIOC o dönemde gerek İngilizler için gerekse İranlılar için büyük
bir anlam ifade etmekteydi. Bununla birlikte Abadan’da bulunan petrol
sahalarında çalışan İranlı halk sefalet içerisinde yaşarken, diğer yanda
İngiliz çalışanlar lüks bir hayat sürüyordu. Anglo-Iranian Petrol Company
şirketi bünyesinde çalışan Perviz Mina
o dönemi şu şekilde anlatmaktadır;
‘’Bir şeyler
almak için şehre giderdim. Şirket tarafından işletilen otobüs hattındaki
durakta yazın ortasında 50 derecelik sıcakta yarım saat otobüsün gelmesini
beklerdik. Ama o sırada bir sürü otobüs gelirdi. Ancak bu otobüslerin üzerinde
kırmızı bir şerit bulunmaktaydı. Bu otobüsler yalnızca İngiliz çalışanların
binebileceği otobüslerdi. Bizim bu otobüslere binmemiz yasaktı. Biz sadece İranlıları
taşıyan köhne ve eski otobüslere binebiliyorduk. Abadan’da İngiliz çalışanların
gittiği meşhur bir kulüp vardı. Kulübün kapısında ‘’köpekler ve İranlılar giremez.’’ Diye bir tabela bulunuyordu.’’
Yukarıda gördüğümüz gibi İranlı rafineri
çalışanlarının uğradığı bu ayrımcılık bize aynı dönemlerde ABD’nin siyahi
vatandaşlarına uyguladığı ayrımcılığı pek ala hatırlatmaktadır. İran gibi derin
bir kültürü ve yüksek bir milli bilinci olan ülkede halkın yukarıda zikredilen
şekilde bir ayrımcılık ile karşı karşıya kalması batılı devletlere karşı
ileride yaşanacak düşmanlığın temellerinin nereden geldiğini de göstermektedir.
Bununla birlikte yaşanan bu ayrımcılık siyasi manada Şah’ın ilerleyen dönemde halkın
gözünden ve gönlünden düşüşünün de etkenlerinden birisidir. Bu yaşanan olaya
Şah, Musaddık gibi yaklaşmış olsaydı, belki tarih başka şekilde yazılmış
olacaktı. Ancak her daim dediğimiz
gibi maalesef tarih öyle olsaydılar ile
veya böyle yapsaydılar ile yazılmıyor.
AIOC Şirketi
İran ile daha evvel yapılan antlaşmalar sayesinde bu ayrıcalığa ve güce ulaşmıştı.
1933 Petrol Antlaşması ile İran yönetimi
AIOC’un yıllık gelirlerinin yalnızca %17’sini
elde etmişti. 1940’lı yılların sonlarına doğru bu durum tartışılmaktaydı. Bu
konuda yürütülen gizli pazarlıklarda İngilizler İran’ın kardaki payını %24’e çıkararak bir ek antlaşma yapmayı
teklif etmişti. 1949 yılında Şah’ın İngilizler lehine yapılan antlaşmayı
kamuoyuna açıklaması ve seçimlere müdahale etmesi İran’da yeni gelişmeler
yaşanmasına sebep oldu. Musaddık’a göre İran halkı İngilizlerin kendilerini
sömürdükleri konusunda son derece haklıydı ve önlerinde bir örnek vardı. Bu
örnek ise 1944’te Suudi Arabistan’a giren Arap-Amerikan
Petrol Şirketi (ARAMCO) petrolün
yüzde 50’sinin çıkarıldığı ülkeye, yüzde 50’sinin ise rafineriyi kuran şirkete
ait olduğu şekilde adil bir anlaşma olmuştu. Oysa Anglo-İran Petrol Şirketi, İran’a
petrol gelirlerinden çok az bir pay veriyordu. 1912 ile 1933 yılları arasında AIOC
200 milyon İngiliz Sterlini kâr elde
ederken; İran hükümetine yalnızca 16
milyon Sterlin ödenti (royalty) vermişti. Bu duruma öfkelenen muhalefet
ortak bir çatı altında bir araya geldi. Musaddık’ın fiili lider olarak ön plana
çıktığı Milli Cephe Hareketi bu şekilde
kuruldu. Hem İngiltere’ye hem Şah’a karşı kampanya yürüten Musaddık, Milli Cephe’yi (Cebbe-i Milli) kurarak
orta sınıf partileriyle derneklerini geniş bir yelpazede harekete geçirdi. Bu
nedenle Musaddık’ın yalnızca petrol şirketiyle İngiliz İmparatorluğu’nu değil,
aynı zamanda Şah’ı ve onun silahlı kuvvetler üzerinde devam eden kontrolünü
tehdit eden çift taraflı bir kılıç diye görülmesine şaşmamak gerekir.
![]() |
Milli Cephe tabanı çoğunlukla kentli orta ve alt sınıflara
dayanan bir hareketti. Ancak bu hareket Şah ve İngiliz İmparatorluğu’na karşı
kurulmuş geniş tabanlı gevşek bir koalisyondu. İran Partisi, Ulusal Parti, Emekçiler
Partisi, Tahran Pazar Ticareti Derneği cephe içerisinde yer alan en önemli örgütler
olarak öne çıktılar. Musaddık ve hareketi geleneksel ‘’Pazar’’ ile bağlantısı olan ulemadan da önemli bir destek sağlamaktaydı.
Ulema içerisinde dönemin en önemli siyasi figürlerinden Ayetullah Abdülkasım Kaşani bu desteğin başını çekmekteydi. Kaşani
dışında mecliste de yer alan Şemsettin Quanatabadi,
Ahmed Safai, Bekir Celil Musavi bu hareketi destekleyen isimlerdi. Ayrıca Ebu Fazıl Zencani ve kardeşi Rıza Zencani de meclis dışında hareketi
destekleyen din adamları arasında yer alıyordu. Ancak Ulemanın genel tutumuna
bakıldığında bu dönemde siyasetten uzak bir tavır sergilediği ifade
edilmektedir.
![]() |
Ayetullah Abdülkasım Kaşani |
Milli Cephe, siyasi kampanyasının temeline İngiliz
kontrolündeki AIOC’u yerleştirmişti. Şirket hisselerinin çoğu İngilizlerin
elinde bulunuyordu. İranlılar açısından bu şirket ülkedeki İngiliz nüfuzunun açık
bir örneğini oluşturmaktaydı. Milli Cephe ve Musaddık bu petrol şirketini İngilizlerin
İran’daki kolu olarak damgalayarak petrol sanayisinin millileştirilmesini talep
etmeye başladılar. Ardından kamuoyunu ikna etmek adına çeşitli gösteriler düzenlediler.
Ayrıca Ulema vaazlar aracılığıyla bunun İslami bir mücadele olduğunu yayarak
Milli Cephe’ye destek çağrısında bulundu. Aynı dönemde Milli Cephe mecliste
mevcut temsilcileri ile bu meseleyi gündeme getirdi. Diğer yandan bu dönemde
Irak ve Suudi Arabistan petrolleri konusunda yaşanan gelişmeler de İran’ı da
etkiliyordu. Suudi yetkililer ABD petrol şirketi ARAMCO ile karın %50-50 bölüşülmesi
hususunda bir antlaşma yapmışlardı. Böylece 1949’da 38 milyon dolar
olan Suudi Arabistan’ın yıllık petrol geliri 1950’de 111,7 milyon dolara
çıkmıştı. Ayrıca İngiliz şirketinin karşı çıkmasına rağmen Irak hükümeti ile de
yeni bir kar paylaşım antlaşması imzalanmıştı. Bu gelişmelerden etkilenen Musaddık’ın
Başkanı olduğu Petrol Komitesi de yeni bir petrol antlaşması konusunda çalışmalarını
hızlandırdı.
![]() |
Milli Cephe Amblemi |
MİLLİ CEPHE
HÜKÜMETİ VE İRAN PETROLLERİNİN MİLLİLEŞTİRİLMESİ
![]() | ||||
Haj Ali Razmara
|
Oluşan bu atmosferde millileştirme tasarısı 15 Mart 1951’de meclise getirildi. Yapılan açık oylama sonucu tasarı oybirliği ile kabul edildi, yasalaştı ve İran petrol sanayisi millileştirildi. İran’ın bütün kentlerinde halk tarafından zafer havası içinde kutlanan bu olay, İran’ın despotizme ve kolonyal tahakküme başkaldırısının zaferi olarak İran tarihine geçti. 20 Mart günü Şah, Hüseyin Ala’yı Başbakan olarak atadı. Ala, parlamento desteği olan milliyetçi, ılımlı ve Batı yanlısı bir devlet adamı olarak bilinmekteydi. Hızlı bir şekilde kabinesini meclise sundu. Meclis petrol konusundaki kararın hemen uygulanmasını ve AIOC’un petrol endüstrisindeki varlıklarının hükümete devredilmesini istiyordu. Bu konuda yapılan baskılara daha fazla dayanamayan Ala, 28 Nisan 1951’de istifasını verdi. Hemen ardından Muhammed Musaddık meclis tarafından halihazırdaki 100 vekilin 79’unun onayını alarak Başbakanlığa aday gösterildi. Meclis dışındaki Ayetullah Kaşani, Musaddık’a desteğini kamuoyuna açıkladı. Milli Cephe ve Kaşani taraftarları Musaddık’a destek vermek adına sokakları doldurdular. Sürecin sonunda 30 Nisan 1951’de Şah, Musaddık’ı Başbakan olarak atamak durumunda kaldı. Böylece İran’da Milli Cephe’nin kampanyası başarıya ulaştı ve Musaddık İran Başbakanı olarak göreve başladı.
![]() |
MUSADDIK BAŞBAKANLIK KONUTUNDA ÇALIŞIRKEN |
Musaddık çoğu zaman “İngiliz düşmanı” olarak nitelense de, aslında 19. Yüzyılın İngiliz liberal parlamenter hükümetinin hayranıydı. Demokrasiye ve sekülerizme yürekten inanan bir insandı. Kendisi aristokrat bir aileden gelmesine rağmen, Musaddık’ı destekleyenlerin çoğu orta sınıftı. Seçkin Mustavfilerle Feth Ali Şah’ın baş veziri ünlü Muhsin Aştiyani’nin birinci göbekten torunu olan Musaddık, ayrıca kan ve evlilik bağıyla daha nice ayanla akrabaydı. Orta sınıf tarzı bir yaşam sürdüğü için “dürüst ve namuslu” olmakla ün salmıştı. Es-sultani unvanını kullanmaktan kaçınıyor, onun yerine Avrupa’da yaptığı lisansüstü öğrenimle ilişkili olarak doktor diye hitap edilmesini tercih ediyordu. Çağdaşları arasında yüksek eğitim görmüş kimselerden doktor ya da mühendis diye söz etme alışkanlığı vardı. Başbakan seçildikten sonra da Musaddık kendisine ekselansları diye hitap edilmesine karşı çıktı. İngiltere büyükelçiliğine göre bu tavrı onun demagog, mantıksız ve öngörülemez yanlarının kanıtıydı. İranlılarsa onun diğer ileri gelenlerden farklı olduğunun bir kez daha doğrulandığını düşündüler.
Petrolün millileştirilmesi yasası parlamento
onayından geçtikten sonra Musaddık kabinesini oluşturdu ve Milli cephedeki
arkadaşlarını kilit bakanlıklara ve parlamento komisyonlarına yerleştirdi. Musaddık
liderliğindeki yeni hükümet programında iki ana husus amaç olarak belirlenmişti.
İlki petrolün millileştirilmesi yasasını uygulamaya geçirmek ve buradan sağlanacak
gelirle ekonomiyi canlandırmaktı. İkincisi ise parlamento ve belediye seçimlerine
yönelik bir seçim yasası reformu gerçekleştirmekti. Musaddık hükümeti ilk
olarak petrolün millileştirilmesi meselesine odaklandı. Bu doğrultuda Ulusal
İran Petrol Şirketi (NIOC) kuruldu ve AIOC ile görüşmeler başladı. Petrol üzerindeki
kontrolün İngiliz petrol şirketinden uzlaşı yoluyla alınıp yeni kurulan milli şirketine
devredilmesi amaçlanmaktaydı. Musaddık’a göre, AIOC İngiltere’nin İran’ın iç
işlerine karışmasının bir aracıydı. İran siyasetinin yozlaşmasına ve İran halkının
fakirleşmesine neden oluyordu. Dolayısıyla petrolün millileştirilmesi bir anlamda
İran milletinin yeniden doğuşu anlamına gelecek bir adımdı. Bu nedenle Musaddık
hükümeti petrolün millileştirilmesi yasasının herhangi bir değişiklik yapılmadan
tamamen kabul edilmesini pazarlık sürecinde talep etmekteydi. Petrolün millileştirilmesi
yasasının geri döndürülemez olduğunu belirten Musaddık, bu konuda tavizsiz ve
sert bir tavır takınıyordu. İngiltere ise ancak petrol üretim süreçlerindeki
kontrolünün devam edeceği bir millileştirmeyi kabul edebileceğini vurguluyordu.
Sonuçta taraflar arasında yapılan ilk müzakerede anlaşma zemini bulunamadı.
Sonrasında ABD devreye girerek Musaddık hükümeti ile anlaşmak üzere Averell Harriman’ı görevlendirdi.
Harriman ile yapılan müzakereler sonrası iyimser bir havanın oluşması ile İngiltere
de sürece dahil edildi. 1951’in Ağustos
ayında İngiliz yetkililer Tahran’a geldiler. İngilizler burada yapılan müzakerelerde
petrolden elde edilen karın ancak yarısını verebileceklerini, bundan fazlasını
ise veremeyeceklerini ilettiler. ABD yetkilileri de bu görüşü destekledi.
Bununla birlikte İngilizlerin öne sürdüğü bir şart daha vardı. Petrol üretim süreçlerinin
tamamından sorumlu olacak kişinin bir İngiliz yönetici olmasını talep ettiler.
Millileştirme yasasına uymayan bu talep kabul görmeyince görüşmeler tıkandı ve
taraflar arası müzakereler başarısızlık ile sonuçlandı. Uzlaşma yoluyla
petrol sanayinin milli kuruluşa devri gerçekleşmeyince Eylül ayına gelindiğinde Musaddık yeni bir hamle yaptı. İngiliz
petrol şirketinin sahip olduğu petrol kuyuları ve boru hattıyla birlikte NIOC
kurumuna devredilmesi adına talimat verdi. Kararın ardından İngiltere İran’daki
petrol şirketinin tüm personelini tahliye etti. Ayrıca İran’a hammadde ve
materyal ihracatını keserek ülkeye ambargo uygulamaya başladı. İran hükümeti
petrol üretimini devam ettirecek eğitimli teknisyen ve mühendislere sahipti. Dolayısıyla
personellerin tahliyesi çok büyük bir sorun yaratmadı. Ancak ülke petrolüne
uygulanan ambargo, daha sonraki süreçte diğer bazı Avrupa ülkelerinin de buna
katılmasıyla, İran ekonomisine zarar veren bir unsur halini alacaktı. Öte
yandan İngilizler tarafından Eylül ayında askeri caydırıcılık adına da çeşitli
adımlar atıldı. Bölgede bulunan Mauritius adlı İngiliz Kruvazörün yanına 4
Destroyer daha gönderildi. Ardından bu gemiler Abadan yakınlarında atış talimi gerçekleştirdiler. Bununla birlikte
bölgedeki İngiliz Kara ve Hava Kuvvetleri de güçlendirildi. Bununla birlikte İngiliz
hükümeti konuyu Birleşmiş Milletlere taşıdı. Ulusal güvenlik Konseyi’nin karşısına
çıkan Musaddık, uluslararası alanda davasını savunarak İran’ın kendi doğal
kaynakları üzerinde denetim hakkı olduğunu vurguladı ve İngiltere’yi
yıkıcılıkla suçlayarak diplomatik ilişkileri kopardı. Diplomatik
ilişkilerin tamamen kopmasıyla başta büyükelçilik olmak üzere ülkesindeki bütün
temsilciliklerini kapattı. Buna misilleme olarak İngiltere, İran’ın bütün
alacaklarını dondurdu ve Basra Körfezindeki donanmasını takviye etmeye devam
etti. Kısaca 1951 yılının sonunda Musaddık kendini İngiltere ile İran arasında
patlak vermiş krizin ortasında bulmuştu.
![]() |
Averell Harriman |
Musaddık ülkeye döndükten sonra yaptığı çalışmaları
parlamentoya sunarak meclis ve senatodan güvenoyu aldı. Bu noktada konunun
uluslararası bir boyut kazanmasının Musaddık’ı iç politikada güçlendiren bir
durum olduğunu söylemek gerekmektedir. Konunun uluslararası kurumlarda ele alınması
Musaddık’a davasını dünyaya duyurması için önemli bir fırsat sağlamıştı. Bu
durum İngiliz karşıtlığının da etkisiyle İran petrollerine yönelik ilgiyi arttırmıştı.
Musaddık’ın muhaliflerine göre ise bu durum Musaddık’ın İran petrolünü yabancı
bir güç karşısında millileştiren bir kahraman olarak resmedilmesine sebep olmuştu.
Aynı zamanda meselenin uluslararası alanda milli bir meseleye dönüşmesiyle kendisine
yönelik muhalefeti imkansız hale getirmişti. Diğer yandan Musaddık’ın
uluslararası kurumlardaki bu çalışmalarının kendisinin TIME Dergisi tarafından
yılın devlet adamı olarak seçilmesini sağladığını da söylemeden geçmemek lazım.
Dolayısıyla İngiltere’nin petrol meselesini uluslararası alana taşımasının
konuyu kendisi açısından daha da karmaşık hale getirdiği ve Musaddık’ı güçlendirerek
popülaritesini ülke dışına da taşıdığı ifade edilebilir.
Burada bir parantez açarak İran’da Musaddık
iktidarına yönelik ABD’nin tutumundan da söz etmeden geçmemek gerekiyor. Musaddık
iktidarının ilk döneminde ABD yönetimi Britanya’dan farklı bir tutum takınmıştır.
Truman yönetimindeki ABD, Britanya’nın İran’a yönelik askeri bir operasyon
yapmasını engellemeye çalışıyordu. Ayrıca ABD, Britanya ile birlikte Musaddık’ın
devrilmesi adına bir çalışma yürütmeyi reddetmişti. Truman yönetimi bu dönemde
Musaddık meselesini Soğuk Savaş
atmosferi çerçevesinde değerlendirerek İran’a karşı yapılacak agresif bir
hareketin ülkeyi Sovyetler Birliğine yaklaştırabileceğini düşünüyordu. (Bkz. Soğuk Savaş) İran’ın ‘’İkinci Çin’’ olabileceği
endişesini taşıyan Truman yönetiminin İran politikası Musaddık hükümetine
destek vermek ve petrol sorununu diplomasiyle çözüme kavuşturmak olmuştur. Amerikalı
yetkililer bu politikalarından dolayı zaman zaman İngilizlerle tartışmalar da
yaşamışlardır. İngilizler, İran’da derin kökleri olan bir milliyetçilik
olmadığını, Musaddık’a destek verilmesinin sadece kendisinin iktidardan düşmesini
geciktireceğini ve Musaddık hükümeti düştüğünde yerine komünist bir yönetimin
gelmeyeceğini söyleyerek Amerikalıları ikna etmeye çalışmışlardır. Truman yönetimi
ise bu itirazları kabul etmemiş, Musaddık’a yönelik politikasını devam ettirmiştir.
![]() |
1952 yılına gelindiğinde Şah ile Musaddık
arasındaki sorunlar da artmaktaydı. Musaddık’ın monarşiyi ve toprak ağalarını
zayıflatmak üzere seçim yasasında reform yapma girişimiyle hız kazanmıştı. Reformu
çıkaramayınca, şehir merkezlerindeki oylama sona erip de parlamentoda yeterli
çoğunluğu sağlayacak kadar milletvekili seçilir seçilmez 16. Meclis’in seçimleri Musaddık tarafından durduruldu. Hemen
arkasından Musaddık başbakan olarak kabinenin diğer üyelerini olduğu gibi,
savaş bakanını da atama yetkisinin anayasa kapsamında kendinde olduğunu ileri
sürerek şaha meydan okudu. Şah için Savaş Bakanını atamak önemliydi. Çünkü
ordunun kontrolü Savaş Bakanı üzerinden gerçekleştiriliyordu. Musaddık ise Şah’ın
bu bakanlık sayesinde hakim olduğu ordu aracılığıyla seçimlere tesir ettiğini
ileri sürüyordu. Ordunun Şah’ın denetiminde olması ilk kez ciddi şekilde
tehlike altındaydı. Neticede Şah, Musaddık’ın bu talebine rıza göstermeyince Musaddık
17 Temmuz 1952’de istifa etti.
![]() |
Musaddık istifasından sonra Bir radyo
yayınında menfur güçlerin petrolün devletleştirilmesini
engellemesini önlemek adına silahlı kuvvetleri denetimi altında tutması
gerektiğini savundu. Bu radyo programından sonra halk sokaklara
döküldü. İlk olarak Abadan’daki petrol alanlarında çalışan petrol işçileri
tepki gösterdiler ve işlerini bırakıp protesto başlattılar. 19 Temmuz’da, Tahran’da bir protesto gösterisi
düzenlendi. Ancak asıl etkili olan eylem 21
Temmuz’da Milli Cephe’nin liderliğinde gerçekleştirilen gösterilerdi. Bu
eylemler sırasında İran ordusu ile sivil vatandaşlar arasında kanlı olaylar yaşandı.
Açılan ateş sonucu 30 kadar insan
hayatını kaybetti. Halkın Musaddık’a verdiği desteği anlayan Şah, bununla başa
çıkamayacağını gördü. Milli Cephe yetkilileri ile görüşen Şah, Musaddık’ı
yeniden Başbakanlığa getirdiğini açıkladı. Musaddık kısa süre içerisinde
Savaş Bakanını da kendisinin belirlediği bir kabine oluşturdu. Meclis ve Senato
tarafından onaylanan bu kabine 26 Temmuz’da
Şah’a sunuldu. Neticede Musaddık süreci büyük bir destek alarak başarıyla
atlatmış oldu. Temmuz 1952’deki Şah-Musaddık
krizi sırasında Musaddık’ın galip çıkmasının çeşitli sebepleri vardır. Şah’ın
hadiseleri önlemekteki başarısızlığı ve kararsızlığı bu sebeplerden bir
tanesidir. Ancak temel sebep Musaddık’a verilen toplumsal destektir. Musaddık
liderliğindeki Milli Cephe’nin hegemonyasının, bu cephenin üyelerinin bağlılıklarının
ve göstermiş oldukları azmin sürecin başarıya ulaşmasında etkili olduğu ifade
edilmektedir. Ayrıca Musaddık’a çeşitli yönlerden muhalefet eden Tudeh Partisi’nin de bu süreçte
kendisini desteklemesi sürecin başarıya ulaşmasında etkili olmuştur. Temmuz
1952 protestoları bir anlamda monarşi karşıtlığı üzerinden geliştirilen güçlü
bir tepki olarak görülebilir. Üç gün süren genel grevlerin ve dökülen kanın
ardından, şah geri adım atmak zorunda kaldı. Bütün bu yaşananlar 30 tır (21 Temmuz) krizi diye bilinir.
![]() |
30 TIR (21 TEMMUZ) KRİZİNDEN BİR FOTOĞRAF |
Temmuz 1952 Olayları sonrası yeni kabinesini
kuran ve Başbakanlık görevine yeniden İktidara gelen Musaddık ilk olarak 30 tır
gününü ‘‘Milli Şehitler” ve “Milli Ayaklanma” günü ilan etti.
Ayrıca Musaddık, hızlı bir şekilde reform hareketine girişmek arzusundaydı. Bu
amaçla hükümeti kurduktan birkaç gün sonra meclisten bir talepte bulundu. Bu
talebinde Altı ay süreyle geçerli
olmak üzere yasama yetkilerinin kendisine verilmesini istedi. Bunu reformları hızlı
bir biçimde gerçekleştirmek amacıyla istediğini belirtmekteydi. Elbette Musaddık’ın
bu talebine ilişkin çeşitli eleştiriler getirildi. Ancak nihayetinde, 6 Ağustos’ta Meclis Musaddık’a
6 ay süreyle, ama geçici olmak kaydıyla yasama yetkilerini vermeyi kabul etti.
Ardından 11 Ağustos’ta Senato bu
kararı onayladı. Böylece 9 maddelik
programı uygulamak amacıyla altı aylık bir süre için geçerli olmak üzere Senato
ve Meclis Musaddık’a bağlanmış oldu.
Bahsi geçen dokuz maddelik program kapsamında
birçok alanda geniş çaplı reformlar yapılması planlanıyordu. Program kapsamında
belediye ve meclis seçimleri için seçim reformu, finansal konularda yapılacak düzenlemelerle
bütçenin revize edilmesi, üretim artışını sağlamayı ve işsizliği önlemeyi amaçlayan
ekonomik reform, millileştirilmiş petrol kaynaklarının çıkarılması noktasında
gerekli yasal düzenlemeler yapılması hedeflenmişti. Ayrıca köylerde yerel
konseylerin kurulması, yargı reformu, basın reformu, kamu kurumlarında (sivil,
askeri, yargısal) düzenlemeler de bu program dahilindeydi. Son olarak eğitim,
kamu sağlığı ve iletişim alanında da gerekli reformları yapmak amaçlanmıştı
Musaddık’a geniş yetkiler veren yasa Batı basınından
ciddi eleştiriler almaktaydı. Örneğin New York Times’ta çıkan bir haberde
Musaddık’a yönelik; ’’Hitler taktikleri uygulayarak bir darbe yürürlüğe
koymak’’ suçlaması dile getiriliyordu. Musaddık bu eleştirilere karşı
içeride birliği sağlamak amacıyla bu yasayı istediğini söyleyerek cevap
vermekteydi.
Sonuçta yasama ve yürütme yetkilerini elde
etmiş olan Başbakan Musaddık hızlı bir biçimde reform sürecini başlattı. Kasım
ayında çıkarılan kararnameler ile hükümetin toprak reformu politikası yürürlüğe
girdi. Buna göre tarım arazilerinden toprak sahiplerinin elde ettiği gelirin %20’si kesilecekti. Bu %20’nin, %10’u toprağı ekip biçen köylülere
verilecek, %10’u ise kırsal alanlara
yönelik geliştirme ve işbirliği fonuna devredilecekti. Kırsal konseylerin
idaresi altında olan bu fon, kırsal alanda yapılacak geliştirmeler amacıyla
kullanılacaktı. Diğer yandan toprak sahiplerinin köylülerden mevcut yasanın üzerinde
herhangi bir aidat ya da hizmet talep etmesi yasaklanmaktaydı. Bununla
birlikte köy kalkındırma programı ve sulama amaçlı baraj projeleri başlatıldı.
Yargı alanında da çeşitli düzenlemeler gerçekleştirildi. Askeri mahkemelerinin
yetkileri askeri alandaki meseleler ile sınırlandırılırken, özel mahkemeler ise
tamamen kaldırıldı. Temyiz Mahkemesi feshedilerek yeniden yapılandırıldı. Benzer şekilde
Disiplin Mahkemesi de feshedildi ve yeniden yapılandırıldı. Diğer yandan yargıçların
istihdamı konusunda da kritik bir reform gerçekleştirildi.
Bu dönemde yapılan bir diğer reform seçim
yasası üzerine oldu. Seçim reformu ile vekil sayısı 136’dan 172’ye çıkarıldı.
Oylama süresi bir gün ile sınırlandırıldı. Oy kullanmak için okuryazar olma şartı
getirildi. Kadınlara belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı tanındı. Bütün bu düzenlemeler
mecliste tartışmalara ve hükümete yönelik eleştirilere neden oldu. Eğitim alanında
üniversitelerin özerkliği konusunda bir düzenleme gerçekleştirildi. 1934 yılında
Tahran Üniversitesi’ne verilen ancak yürürlüğe girmeyen bir özerklik söz
konusuydu. Musaddık yetkilerini de kullanarak çıkardığı kararname ile Tahran
Üniversitesi’ne finansal özerkliğini verdi.
Kritik reformlardan birisi de orduya yönelik gerçekleştirilen
reformlardı. Savaş Bakanlığının adı Savunma Bakanlığı olarak değiştirildi. Musaddık,
mecliste savunma silahları satın alacağına dair ant içti ve Genelkurmay
Başkanını tayin etti. Askeri bütçe %15
oranında kısıtlandı ve ordudaki 15.000
kişi jandarmaya kaydırıldı. Ordudan 15’i general olmak üzere toplamda 136 subay tasfiye edildi. Ordudaki terfi
süreçlerini incelemek ve ordunun silah satın alma antlaşmalarındaki yolsuzlukları
araştırmak amacıyla komisyonlar kuruldu. Diğer taraftan gizli servis bütçesinde
de ciddi oranda bir kesinti yapıldı. Bu reformların yanında Musaddık yönetimi sarayın
etkisini azaltmak adına da çeşitli adımlar atıyordu. Sarayın bütçesinin azaltılması,
Şah’ın yabancı büyükelçiler ile görüşmesinin yasaklanması, Saray ile ilgili
bakanlığa Şah karşıtı bir ismin getirilmesi, Şah’a ait arazilere el konulması
ve Şah’a yakın yardım kuruluşlarının denetime tabi tutulması yapılan çalışmalar
arasındaydı. Yine şahın siyasal açıdan etkin olan kız kardeşi Prenses
Eşref Pehlevi’yi sürgüne gitmeye zorladı, sarayı “rüşvet,
ihanet ve casusluk batağı” olarak kınayan gazetelerin kapatılmasına karşı
çıktı. Böylece Musaddık hem İngiltere’yi
hem de Şah’ı karşısına almış oldu.
![]() |
Prenses Eşref Pehlevi |
Sonuçta Şah’ın iktidarının sınırlandırılması
ile Saray’ın, orduda yapılan tasfiyeler bir kısım subayların, toprak reformları
ile toprak sahiplerinin çıkarları zarar görmüştü. Bu adımlar yerleşik çıkar çevrelerine
yönelik atılan adımlardı. Dolayısıyla bu adımların içeride ayrıcalıklı seçkinlerin
Musaddık’a yönelik düşmanlığını arttırdığını söylemek mümkündür. Diğer yandan
ekonomik ambargo dolayısıyla gerçekleşen ülkedeki işsizlik ve enflasyon artışı
hükümeti zor durumda bırakıyordu. Bunun üzerine hükümetin fiyatları düşürmek adına
piyasaya müdahale etmesi geleneksel İran
Pazarı’nı kızdırdı. Ayrıca yapılan bazı reformların laik yönü (kadınlara
oy hakkı verilmesi gibi) Milli Cephedeki Ulemayı rahatsız etmekteydi.
Nihayetinde yaşanan bu gelişmeler Milli Cephe içerisindeki geleneksel (Ulema-Pazar)
ve modern orta sınıfın arasının açılmasına sebep oldu. Yaşanan ayrışmalar
Musaddık’ın 6 ay geçici süreyle kendisine verilen yetkileri uzatmak istemesiyle
gün yüzüne çıktı. 8 Ocak 1953’te
Musaddık kendisine verilen olağanüstü yetkilerin 1 yıl süreyle uzatılmasını
meclisten talep etti. Aralarında Musaddık’ın destekçilerinin de olduğu çok sayıda vekil bu isteğe karşı çıktı. Ayrıca
Ayetullah Kaşani’nin başını çektiği Ulema ve bunun yanında geleneksel Tahran
Pazarı da bu talebi kabul etmediler. Kaşani bu
geniş yetkilerin diktatörlük anlamına geleceğini, anayasaya aykırı olduğunu
vurguladı ve İran’a gerçek demokrasinin ancak şeriatın hakkıyla
uygulanmasıyla gelebileceğini belirtti. Ulema’dan bir başka isim ise hükümetin
bakanlarını Kremlin’e çalışan ateistler olmakla suçlayarak değiştirilmelerini
talep etti. Ancak bütün bu itirazlara rağmen tasarı 13 Ocak’ta meclisten geçti. Sonuç ise Musaddık’a olan desteğin
azalması oldu. Yaşanan bu hadise sonrası Milli Cephe’de büyüyen çatlak ile
birlikte vekillerin bir kısmı Cephe’den ayrılarak İslami Fraksiyon adıyla yeni bir grup kurdular. Musaddık, Milli Cephe
içerisindeki geleneksel ve modern kanadın mücadelesinde seçimini modern çizgiden
yana yapmıştı. Böylece geleneksel çizginin temsilciliğini yürüten üç grubun
desteğini kaybetmiş oldu. Bu gruplar ise Müslüman
Savaşçılar Toplumu, Fedayin-i İslam
ve Emekçiler Partisi idi. Musaddık’ın
elinde sadece modern çizgideki İran
Partisi, Ulusal Parti ve Üçüncü Kuvvet adlı grup kalmıştı. Dolayısıyla
yaşanan bu bölünme Musaddık’ı mecliste zayıflattı ve Musaddık’ın alt sınıflardaki
desteğini kaybetmesine yol açtı.
ADIM ADIM
1953 İRAN DARBESİNE
1952 Temmuz Olayları sonrası Batı ile İran
ilişkilerinde de önemli gelişmeler yaşandı. İngiltere ile mevcut gerginlik
devam etmekteydi. Musaddık yönetiminin kararıyla Ekim ayında İngiltere ile diplomatik ilişkiler tamamen kesildi ve
ardından ülkedeki İngiliz Elçilikleri kapatıldı. Bu noktada ABD’de Truman yönetimi
devreye girerek Musaddık’ı ikna edebilmek adına son bir adım attı. Ekim ayının
sonunda Birleşmiş Milletler toplantısı için ABD’ye giden Başbakan Musaddık
burada toplantı öncesinde Amerikalı yetkililer ile görüştü. Başkan Truman ve diğer
üst düzey yetkililer tarafından sıcak karşılanan Musaddık’a son bir teklif
sunuldu. Amerikalılar İran petrolü için yapmış oldukları yeni planı Musaddık’a
ilettiler. Plana göre, çeşitli petrol şirketlerinin bir araya gelmesiyle oluşan
bir konsorsiyum aracılığıyla NIOC’dan petrol alınacak ve piyasalara aktarılacaktı.
Bir başka deyişle, İran petrolleri
konusunda bir ortaklık teklif ediliyordu. Ancak 1952’nin sonlarında
Musaddık, ABD’nin bu teklifini reddetti. Özü aynı olan benzeri bir teklif darbe
sonrası 1954 yılında Şah yönetimi tarafından kabul edilecekti.
1953’ün başından itibaren İran’da iç
siyasette yaşanan gelişmelerin darbe amaçlayanların elini güçlendirdiği söylenebilir.
Yukarıda sözü edilen Ocak 1953’te
Musaddık’ın olağanüstü yetkilerini arttırmak istemesi ve devamında Milli Cephe
koalisyonunda yaşanan çözülmeler sonrası içeride gerginlik giderek artmıştır. Şubat ayında gerginliği arttıran
olaylar yaşandı. General Fazlullah
Zahidi, ordudaki bazı subaylar ile temasa geçerek darbe hazırlığı yapmaktaydı.
Hatta ABD yetkililerine, oğlu Ardeşir
Zahidi aracılığıyla darbe yapmak üzere olduklarını iletti ve yeni kabine
konusundaki planlarını paylaştı. Bu sıralarda Ebu Kasım liderliğindeki bir grup Bahtiyari Aşireti üyesi ve Emekli
Subaylar Organizasyonu üyeleri Huzistan’daki
askeri birliğe saldırı gerçekleştirdiler. Saldırı sonucu çok sayıda kayıp yaşandı.
Musaddık yönetimi Zahidi ve diğerlerini tutuklayarak buna karşılık verdi.
Tam bu noktada Şah’ın yurtdışı gezisine çıkacağını duyurması gerginliği daha da
arttırdı. Kaşani ve Musaddık karşıtları tarafından organize edilen büyük bir
grup kalabalık ve Zahidi yanlısı subaylar Şah’ın Sarayında toplanarak Musaddık’ın
uzaklaştırılması talebiyle onun evine yürüdüler. Bu sırada Musaddık yanlısı
kalabalık ile karşılaştılar. Burada şiddetli çatışmalar ve olaylar yaşandı. Ardından
Musaddık kendisine sadık subaylar ve güvenlik güçleri ile olayları bastırdı ve
düzeni sağladı. Şah ülkeden ayrılma kararını geri aldı. General Zahidi’nin
tutukluluğu ise uzun sürmedi ve henüz 1 ayı geçmeden serbest bırakıldı. Zahidi’ye
yönelik alınan bu kararın sebeplerine dair çeşitli görüşler ileri sürülmektedir.
Meclis Başkanı Kaşani’nin yardımıyla kurtulduğunu ifade edenler olduğu gibi, hükümetin
muhaliflere jest yapmak adına bu ismi serbest bıraktığını söyleyenler de
mevcuttur. Her ne olursa olsun alınan
bu karar sonraki süreçte Musaddık’ın kaderini etkileyen kritik bir adım olmuştur.
![]() |
General Fazlullah Zahidi |
Ardeşir Zahidi |
1953 İran darbesi genellikle İran’ın uluslararası komünizmden
kurtulması için CIA ile ortaklaşa yürütülen bir girişim olarak gösterilmiştir.
Oysa uluslararası petrol kartelini kurtarmak adına İngilizlerle Amerikalıların
ortak çabasıdır. Kriz boyunca başlıca konu petrol üretiminin, dağıtımının ve
satışının kim tarafından yapılacağıydı. Kamuya yapılan açıklamalarda “kontrol” sözcüğünden özenle kaçınılmış
olsa da, gerek Londra gerek Washington’da yayımlanan gizli raporlardaki geçerli
terim buydu. Londra açısından AIOC, İran’da dünyanın en büyük petrol
rafinerisine sahip olmanın yanı sıra, ham petrolün ikinci büyük ihracatçısı ve
dünyanın üçüncü büyük petrol rezervlerini elinde tutan bir kurumdu. Ayrıca İngiltere
hazinesine 24 milyon Sterlinlik vergi
ve 92 milyon Sterlin karşılığında
dövizle katkıda bulunuyor, İngiliz donanmasının yakıt ihtiyacının yüzde 85’ini karşılıyor ve ALOC’nin dünya
çapındaki yıllık karının yüzde 75’ini
getiriyordu. Hoş, bunun çoğu Kuveyt,
Irak ve Endonezya’daki petrol arama çalışmalarına ve İngiltere’deki
hissedarlara gidiyordu. Washington açısından (bana göre Londra için de öyle)
İran’ın kontrolünün pek çok bakımdan yıkıcı sonuçları olabilirdi. Yalnızca İngilizlere
karşı doğrudan yapılan bir hamle olmakla kalmazdı. İpleri tümüyle İran’ın eline
verirdi. Bu da özellikle Endonezya, Venezuela ve Irak’a emsal teşkil ederek
onları aynısını yapmaya kışkırtabilir, böylelikle uluslararası petrol
piyasasını batılı petrol şirketlerinin denetiminden alarak petrol üreten
ülkelere kaydırabilirdi. Dolayısıyla
batılı şirketlerin yanında Amerikan şirketleri de tehlikeye girer, aynı zamanda
ABD kadar İngiltere hükümeti de zarar görürdü.
İngilizlerle Amerikalıların çıkarları ve stratejileri,
zamanlama ve taktikleri kadar farklılık göstermiyordu. İngilizler en
başından beri kararlılıkla ve ısrarla Musaddık’ın kontrol meselesinde asla ödün
vermeyeceğini söylerken, Amerikalılar İran’ın kağıt üstünde devletleştirilmiş
sanayisini koruyacağı, fakat uygulamada sanayi işletmesini AIOC ve batılı diğer
şirketlerden oluşan bir konsorsiyuma devredeceği bir “uzlaşmaya” ikna etmek ya da oyuna getirmek için türlü yolları denemekten
geri durmuyordu. Musaddık’la başa çıkmanın tek yolunun onu devirmek
olduğunu savunan İngilizlerin görüşünün Washington tarafından kabul edilmesi 1952 Kasım ayına kadar sürdü. ABD’nin
tutum değişikliğinin temel nedeni 1952 Kasım ayında yapılan ABD başkanlık
seçimlerini Dwight Eisenhower’ın kazanmasıydı.
Çünkü bir önceki başkan Harry Truman,
Kore Savaşı ve Mc Charty’cilik yüzünden yeterince yıpranmış, başarısız bir
darbe girişimi ile İran ile bağların tamamen kopması riskini göze alamamıştı.
Yeni başkanın beyin takımı, Musaddık konusunda Londra ile
aynı görüşü paylaşıyordu. Özellikle de Eisenhower’ın Dışişleri Bakanı olarak
kabineye alacağı John Foster Dulles ve
CIA’nin başına getireceği Allen Dulles
İngilizlerle tamamen paralel fikirlere sahipti.
Dwight Eisenhower daha yemin etmemişti ki, Tahran’dan kovulan
MI6 ajanı Monthy Woodhouse elinde
bir dosyayla Washington’a geldi. Bu sefer Amerikalıları hiç ilgilendirmeyen ‘’petrol sorunu’’ üzerinde konuşmadı.
Sıkı bir antikomünist olan Einsenhower’ın yakın çalışma arkadaşlarına Musaddık’ın
eğer devrilmezse İran’ın ekseninin Sovyetler Birliği’ne doğru kayacağını,
komünist Tudeh Partisi’nin ordudaki adamlarıyla her an darbe yapabileceğini
anlattı. Oysa gerçekte asıl sorun
komünizm falan değildi. Çünkü Sovyetler Birliği, 1953 Şubat ayında ölen Stalin’in
ardından kendi sorunlarıyla boğuşuyordu.
Başkan Eisenhower bir süre sonra Musaddık’ın devrilmesi
gerektiğine ikna olmuştu. Ajax Operasyonunu gerçekleştirmek için Tahran’daki
CIA merkezine 1 milyon dolar mali
yardım gönderildi ve darbenin başrol oyuncusu olarak General Zahidi belirlendi.
![]() |
Monthy Woodhouse |
AJAX
OPERASYONU’NUN HAZIRLIK EVRESİ
Nisan ayının sonunda CIA ve MI6 ajanları darbe hazırlıkları
için Kıbrıs’ın Lefkoşa kentinde bir araya geldi. Yıllar sonra adının “Ajax Operasyonu” (resmi adıyla TP-AJAX) olduğu ortaya çıkacak bu darbe
planını uygulamaya koyacak isim oldukça tanınan birisiydi: Theodere
Roosevelt’in torunu da olan CIA Ortadoğu Direktörü Kermit Roosevelt.
![]() |
Kermit Roosevelt |
Her iki istihbarat da plana en kuvvetli
kaynaklarını dahil etmişti, İngilizlerin İran içerisinde eskiye dayanan ve
kapsamlı istihbarat ağları bulunmaktaydı. Bazıları otuz yıldan fazla süredir
aralıklı olarak İran’da çalışmış Farsça bilen uzmanları vardı. İngilizlerin İran’da
askeri kuvvetler içerisinde resmi olmayan bağlantıları da vardı. General Hasan Arfa, Tuğgeneral Timur Bahtiyar, Albay Hidayetullah Gilanşah ve
hepsinden öte uzun yıllar Askeri İstihbarat Şefi olarak görev yapan Albay Hasan Akhavi bu isimler arasındaydı.
Akhavi gibi bir ismin İngilizlere yakın olması İngilizlerin ordu ve subaylar
ile ilgili bilgilere sahip olmasını kolaylaştırmaktaydı. Diğer yandan Amerikalılar
da masaya kendi geniş büyükelçilik olanaklarını koydular. İran ordusunda ABD’li
123 askeri danışman bulunmaktaydı.
Bu danışmanlar yakın tarihte ABD’de eğitim görmüş çoğu tank komutanı olan genç
subaylar ve Tahran Pazarlarında, özellikle de Zurhane diye bilinen spor salonlarında kurulmuş gizli istihbarat
ağları oluşturmuştu. İngiliz ve Amerikalıların İran’da ordu haricindeki alanlarda
da çok sayıda işbirlikçisi vardı. Bürokrasi, siyaset ve saraya yakın çevrelerdeki
dostları işlerini kolaylaştırmaktaydı. Bununla birlikte CIA’nın İran’da darbe öncesi
sürecin hazırlanmasında BEDAMN kod
adlı operasyonları oldukça kritikti. Bu operasyonlar çerçevesinde geniş çaplı
propaganda faaliyetleri yapılmış ve ülke karışıklığa itilmeye çalışılmıştı. İngilizler
ise zaten bu kampanyayı daha önceden başlatmışlardı. Musaddık’a yönelik olumsuz
bir propaganda faaliyeti yürütmekteydiler. Bu çerçevede BBC’deki Farsça programların sayısı arttırılmış ve önde gelen İngiliz-Amerikan
gazetelerine Musaddık yönetimine ilişkin çok sayıda olumsuz makale yerleştirilmişti.
Bütün bu çalışmaların Musaddık yönetiminin itibarsızlaştırılmasına ve darbeye
giden sürecin hazırlanmasına ciddi oranda katkıda bulunduğu da yadsınamaz bir
gerçektir. Ayrıca Yıllar içerisinde MI6 siyasal eğilimleri, aile ilişkileri,
meslekte izledikleri yol ve kişisel zaaflarıyla birlikte ordu içerisinde “kim kimdir” konusunda kapsamlı bir
istihbarat toplamıştı. CIA bu tür bilgiler toplamaya tenezzül etmemişti,
oysa böyle bir çalışmanın paha biçilmez olduğu belliydi.
Operasyonu yönetecek Kermit
Roosevelt, Temmuz başında Beyrut üzerinden, Suriye ve Irak çöllerini aşarak
İran’a ulaştı ve Tahran’da darbe hazırlıklarını yöneteceği villaya yerleşti.
Onun varlığından İranlı yöneticilerin haberi yoktu. Birlikte çalıştığı Amerikalılar
tarafından bile James Lockridge adıyla
tanınıyordu.
Aslında darbenin kağıt üstündeki başı General Fazlullah Zahidi geleceğin başbakanı olmak üzere erken
tarihli istifasını imzalayana dek, Şah’ın aklı bu plana yatmış sayılmazdı. Şah,
Musaddık’ın yerine yeni bir potansiyel tehlike olabilecek bir general getirmek
niyetinde değildi. Şah Muhammed Rıza, böyle bir kumpasın içine girmeyecek
kadar çekingen ve korkaktı. Şahın ikna edilmesi gerekiyordu.
İlk denemeyi Musaddık tarafından sürgüne
gönderilen Prenses Eşref yaptı.
Gizlice ülkeye getirilen Prenses Eşref ne kadar dil döktüyse de şahı ikna
etmeyi başaramadı. Sıra Kermit Roosevelt’in bizzat gidip şahı ikna etmesiydi.
Roosevelt, Şah’ın gönderdiği bir arabanın arka koltuğunda bir battaniyenin
arkasına saklanarak gece saraya girdi. Şahı Washington’un darbeyi, yapacağı
geniş mali yardımla, durumu kurtaran bir petrol antlaşmasıyla ve monarşiyi
koruyacağı güvencesiyle destekleyeceğine ikna etmeyi başardı. CIA görevlisi
Roosevelt’in Şah’ı ikna etmesi ve Musaddık’ın azli konusunda kendisinden bir
ferman temin edilmesiyle darbe için son hazırlıklar tamamlanmış oldu.
1 Temmuzda İngiltere Başbakanı Churchill, 11 Temmuz’da da ABD
Başkanı Eisenhower’ın darbe planına onay vermesiyle Ajax Operasyonu başladı. Ancak
daha evvel yapılması planlanan darbe çeşitli sebeplerden dolayı 15 Ağustos gecesine ertelendi.
AJAX
OPERASYONU VE MUHAMMED MUSADDIK’IN DEVRİLMESİ
Ajax Operasyonu’nun ilk adımı 15 Ağustos 1953’te atıldı. Şah Rıza
Pehlevi uzun zamandır yetkilerini hükümete bırakmak konusunda kendisini
zorlayan Musaddık’ı görevinden aldığını ve ömür boyu ev hapsine mahkum ettiğini
açıkladı. Fakat Musaddık kendisini teslim almaya gelen Şah’ın Muhafız Alayı
Komutanı Albay Nasıri’yi ve
beraberindeki askerleri tutuklatmış, Musaddık yanlıları da İran sokaklarına
dökülerek eyleme başlamıştı. Sokak çatışmalarında yüzlerce insan ölmüş ve
durumun kontrolden çıkması üzerine Şah Roma’ya kaçmak zorunda kalmıştı.
Aslında hükümetin darbenin haberini daha önceden alması sebebiyle darbe bir şekilde
bastırılmıştı. Muhbirin kim ya da kimler olduğu hiçbir zaman tespit edilemese
de darbenin planlanan tarihte yapılamamasının böyle bir sonuca yol açtığı düşünülmektedir.
Neticede Musaddık hükümeti 16 Ağustos
gününde darbeyi bastırdı ve görünürde kontrolü sağlamayı başardı.
![]() |
Darbe girişimi sonrası Musaddık'ın Halk tarafından karşılanması |
Ancak darbeciler tam anlamıyla vazgeçmiş değildi.
Yeni bir darbe girişimi için subayları ikna etmeye çalıştılar. Kısa süre içerisinde
başkentteki küçük askeri birlikleri teker teker ziyaret ederek komutanları para
ve terfi karşılığında darbe girişimine destek vermeye ikna ettiler. Bu süreçte
darbenin baş aktörü General Zahidi ise saklanmaktaydı. Aynı sırada
sokaklarda tam bir kargaşa hakimdi. Darbenin bastırılması ve Şah’ın kaçmasıyla
Tudeh Partisi destekçileri sokaklara döküldüler. Cumhuriyet talebinde bulunarak
kraliyete ait heykelleri yıktılar. Bazı bölgelerde belediye binalarını ele geçirdiler.
Musaddık bu noktada hayati bir karar
aldı ve ordu ile polisi sokakları temizlemek üzere görevlendirdi. Bu karar
hem Tudeh’in hükümetten uzaklaşmasına yol açtı hem de askerin tekrardan sokağa
inmesine neden oldu.
Bu olaylar ışığında Darbenin başarısız olduğu aşikardı. 18 Ağustos 1953 tarihinde CIA merkezinden
İran’daki istasyon şefine gönderilen belgede şöyle yazıyordu:
“Operasyon denendi ve başarısız oldu. ABD’nin rolünü ortaya çıkaracak
herhangi bir Musaddık karşıtı operasyona katılmamalıyız. Musaddık’a karşı
yürütülen operasyon sona erdirilmelidir.”
Fakat Kermit Roosevelt daha son kozunu oynamadığını
düşündüğünden bu emri görmezden geldi. Musaddık’ın en büyük hatası ise darbenin
bastırıldığını düşündüğü için daha fazla kan dökülmemesi adına taraftarlarını
sokaklardan çekilmeye davet etmesi oldu.
![]() |
Şah yanlısı göstericiler |
28 Mordad (19 Ağustos) Ajax Operasyonu’nun ikinci
aşaması başladı. Olasılıkla Şah yanlısı Ayetullah
Behbehani ve Ayetullah Kaşani
gibi vaizlerin kışkırtmasıyla, pazardaki spor salonlarında toplanan kalabalığın
çıkardığı gürültü eşliğinde 32 sherman
tankı Tahran’ın şehir merkezine girerek kilit noktaları sardı ve Musaddık’ın
eviyle ana radyo istasyonunu koruyan üç
tankla üç saat sürecek çatışmadan sonra Zahidi, Şah tarafından atanmış
meşru yeni başbakan ilan edildi. Gözlemcilere göre, beş yüz kişilik “güruh” sivil giysiler içindeki iki bin
kadar askeri personelin de katılmasıyla daha büyük bir kalabalık gibi
gösterilmişti. Bu kritik süreçte Musaddık’ın güvenlik güçlerini Tudeh’in üzerine
sürmesinin kendisinin yalnızlaşmasına neden olduğu ileri sürülmektedir.
Geleneksel Pazarın bir bölümü ve Ulema ile zaten arası açıktı. Bu nedenle bu
kesimlerin 19 Ağustos’ta darbe girişimi
başladığında darbeye desteklerini açıkladıkları ifade edilmektedir. Tudeh
Partisi her ne kadar darbeye destek olmasa da yukarıda ifade edilen gelişmeler
sonrası takipçilerini Musaddık’a destek için sokağa davet etmemiştir. Milli
Cephe’de yer almamasına rağmen Musaddık dönemindeki kritik anlarda hükümetin
yanında yer alan Tudeh Partisinin de Musaddık’tan uzaklaşmasıyla darbenin başarıya
ulaşmasının önünde hiçbir engel kalmamıştır.
Dolayısıyla Sokaklarda Musaddık yanlıları da kalmadığından karşı koyacak kimse
yoktu. Nihayetinde darbe gerçekleşmiş, ülke dışına çıkmış olan Şah geri
dönmüştü.
![]() |
Darbe gerçekleştikten sonra Musaddık askeri
mahkemede "vatana ihanet"
suçlamasıyla yargılanıp üç yıl hapis cezası almasına ve sonra ömür boyu ev
hapsinde gözetim altında tutulmasına karar verildi. Musaddık, üç yıl hapiste
kaldı, sonrasında da kendi köyü Ahmadabad'da ev hapsine tutulmaya başladı ve 1967 yılında göz hapsindeyken yaşamını
yitirdi.
![]() |
Musaddık Makeme Salonunda |
Bu noktada, 15 Temmuz darbe girişimi bastırıldıktan sonra
halkı günlerce sokaklarda kalmaya devam etmesini söyleyen Tayyip Erdoğan’ın tarihten
bir ders almış olduğunu söylemek pek tabi mümkündür.
1953 darbesi derin ve kalıcı bir miras bıraktı. Şah, Musaddık’ı
yok etmişti, ama onun birçok yönden diğer büyük çağdaş ulusal kahramanları, Gandhi, Nasır ve Sukamo’yu andıran
gizemli gücü bir daha onun yakasına bırakmayacaktı. Darbe, monarşinin
meşruiyetini ciddi anlamda sarsmıştı, hele de cumhuriyetçiliğin alıp başını
gittiği bir çağda. Bu darbe Şah’ı İngilizlerle, Anglo-Iranian Oil Company ve
emperyalist güçlerle özdeşleştirmişti. Aynı zamanda ordu da aynı emperyalist
güçlerle, özellikle CIA ve MI6 ile bir tutulmaktaydı. Amerikalılar da İngiltere’nin
fırçasıyla karalanmıştı; İranlıların gözünde başlıca emperyalist güç artık
yalnızca İngiltere değildi, onunla işbirliği yapan Amerika’da düşmandı. Halkın
yüreğine ekilen bu tohumlarda ileride meyvesini verecekti.
Darbe, Milli Cepheyi ve Tudeh Partisini mahvetmişti. İkisi de
toplu tutuklanmalar, örgütlerinin yıkılması, hatta liderlerinin idam
edilmesiyle karşı karşıyaydı. Bu yıkım, sonunda dinci hareketin doğmasına zemin
oluşturdu. Diğer bir deyişle, darbe milliyetçilik, sosyalizm ve liberalizmin
yerine islam “köktendinciliğinin”
konmasına yardım etmişti. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, tarafsızlık ve
sosyalizm çağında Pehlevi monarşisi ayrılmaz ve kaçınılmaz bir biçimde
emperyalizm, çokuluslu kapitalizm ve batıyla yakınlaşma anlamına geliyordu.
Nitekim 1979 İran İslam Devrimi’nin asıl köklerinin 1953 yılına uzandığı pekala
görülebilir.
AJAX
OPERASYONU SONRASI YAŞANAN GELİŞMELER
1953 Darbesi birçok sonucu beraberinde
getirmiştir. Bunlardan birisi İran petrolleri konusunda yapılan yeni düzenlemelerdir.
Yeni İran hükümeti ile petrol şirketleri arasında yapılan pazarlıklar 1954 yılında
tamamlandı. Antlaşma NIOC ile İran
Konsorsiyumu olarak da bilinen yeni kurulmuş İran Petrolleri Katılım Şirketi (Iranian Oil Participants Ltd.)
arasında yapıldı. Bu antlaşmaya göre kağıt üzerinde İran petrollerinin asıl
sahibi AIOC idi. Ancak bu petrollerin
işletilmesi ve uluslararası piyasalara aktarılması noktasında söz sahibi olan
kesim İran Konsorsiyumuydu. Konsorsiyum hisselerinde İngiliz, Amerikan, Fransız
ve Hollandalı petrol şirketleri belli oranlarda pay sahibiydi. Anlaşmaya göre
Amerikan Gulf Oil, Socony Vacuum, Socal,
Standard Oil of New Jersey ve Texaco
konsorsiyumu %40’lık paya; İngiliz British Petrol %40’lık paya; İngiltere
– Hollanda ortak konsorsiyumu olan Royal
Dutch Shell %14 paya ve Fransız CFP
%6’lık paya sahipti. Bununla birlikte petrolden elde edilecek karın %50-50 bölüşülmesi hususunda karar
verildi. Ayrıca taraflar imtiyaz ile ilgili sonradan oluşabilecek sorunların
uluslararası hakem yoluyla çözüleceği konusunda anlaşmaya vardılar.
1953 Darbesinin bir diğer sonucu İran üzerinde
bıraktığı ciddi mirastır. Bu miras daha sonraki süreçte yaşanan siyasi gelişmeleri
etkilemiştir. Darbe ile birlikte İran halkının gözünde Şah ve emperyalist güçler
arasında bir bağ kuruldu. Bir başka deyişle, Şah demek artık CIA ve MI6 demekti. Benzeri şekilde İran
ordusunun da bu güçler ile birlikte hareket ettiği düşüncesi yerleşti. Diğer
yandan İran’da mevcut olan İngiliz karşıtlığının yanına ABD karşıtlığı da
eklendi. Darbe öncesinde İranlılar, ABD’ye derin bir hayranlık duymaktaydı.
Darbeden sonra ise bu hayranlık yerini hayal kırıklığına ve ardından düşmanlığa
bıraktı. Siyasi meşruiyetini yitiren İran Şahı, ABD’ye yanaşarak iktidarını
koruma çabası içerisine girdi. Bununla birlikte Şah bir daha benzeri bir olay
yaşamamak adına içeride sertlik yanlısı politikalar izledi. İlk iş olarak tüm
devlet gücüyle kendisine karşı hareket eden Milli Cephe ve Tudeh’e saldırdı. İki
hareketin de örgütlenmesi dağıtıldı, liderleri ve üyeleri tutuklandı. Musaddık
ve en yakın bakanları bu isimler arasındaydı. İlk aşamada 1200 kadar Tudeh’li
tutuklanırken, bu sayı 1954’te 4000’e ulaşmıştı. Aynı dönemde orduda görev
yapan 520 Tudeh’li de tutuklandı. Darbenin bu hareketlere yönelik baskısının
1979 Devriminin karakterini belirlediği söylenebilir. Seküler hareketlerin
tasfiyesi sonrası siyasal alanda yalnızca İslamcılar kaldı. Şah’a karşı en
güçlü muhalif olarak Ayetullah Ruhullah
Humeyni ve taraftarları ön plana çıktı.
Aslında darbe öncesinde Şah-Ulema arasında
bir bağ kurulmuştu. Kum Ulemasının önde gelen isimlerinden Ayetullah Burucerdi, Şah’ın krallığının korunması hususunda
kendisine iyi dileklerini iletti. Şah buna Müslümanların iyiliği için çalışacağı
cevabını verdi. Bir başka önde gelen isim Ayetullah
Behbehani ise Tahran Pazarının ve tüccarların sorun çıkarmamak adına ikna
edilmesi noktasında önemli rol oynadı. Darbe sonrasında Musaddık yönetimine sadık
kalan din adamları olsa da bunlar azınlıkta kaldılar. Ancak bu işbirliği daha
sonraki süreçte Şah’ın politikaları ile birlikte bozulacak, Ulema devrim öncesi
en güçlü muhalif unsur olarak ön plana çıkacaktı.
SONUÇ
Musaddık dönemi İran
siyasetinde oldukça kritik bir dönemdir. 1951-1953 yılları arasında yaşanan
gelişmeler 1979 İran Devrimi’nin bir provası olarak görülebilir. Tıpkı 1979’da
olduğu gibi, 1951’de de Şah ve Batı karşıtlığı üzerinden İran halkı bir araya
gelmiştir.
Musaddık liderliğinde toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelmesi ile kısa
vadede İran adına ciddi kazanımlar elde edilmiştir. İran petrolleri millileştirilmiş,
Şah başta olmak üzere İran’daki yerleşik seçkinler karşısında önemli başarılar
kazanılmıştır. Ancak ilerleyen süreçte 1979 Devriminde olduğu gibi bir araya
gelen gruplar arasında bir güç mücadelesi baş göstermiştir. Reformların niteliği
konusunda bu grupların uzlaşamamasına uluslararası ambargo sebebiyle yaşanan
ekonomik kötü gidişatın da eklenmesiyle Musaddık’a verilen destek zayıflamıştır.
Başta Ayetullah Kaşani olmak üzere Ulemanın çoğunluğunun desteğini kaybeden
Musaddık hükümeti zaman içerisinde yalnızlaşmıştır. İran’da oldukça güçlü olan
ve 1979 Devrimi sürecinde Şah’ın devrilmesinde
başrolü oynayan Ulema’nın Musaddık’a desteğini çekmesi Başbakanın durumunu
zorlaştırmıştır. Bütün bu gelişmeler 1953 yılı itibariyle hazırlığına başlanan
CIA-MI6 Operasyonunun başarıya ulaşmasında ciddi rol oynamıştır. Neticede 19 Ağustos 1953 tarihinde Ajax
Operasyonunun başarıya ulaşması ile birlikte İran’da Musaddık dönemi sona ermiştir.
Diğer yandan 1953 Darbesi sonrası Şah Muhammed Rıza iktidarını kuvvetlendirmiş
ve 1979 İran Devrimine kadar sürecek olan baskıcı-diktatöryel yapıyı inşa etmiştir.
ABD başta olmak üzere Batılı güçler de Şah’ın bu otoriter yönetimine her türlü
desteği vermeyi ihmal etmemiştir. 1953 Darbesi’nin İran siyasetindeki bir diğer
sonucu Şah’a muhalefette ön planda olan milliyetçi, liberal ve sosyalist
grupların zayıflamasıdır. Darbe ve sonrasında bu kesimlerin aldıkları büyük
hasar sonucu siyasal alanda Şah’a muhalif en güçlü aktör olarak Ulema’nın kaldığı
ifade edilebilir. Bu durum Ulema’nın 1979
Devrimi’nde merkezde yer almasını ve devrim sonrasındaki iktidar mücadelesini
kazanmasını kolaylaştırmıştır.
Bu konuyu ülkemizin yakın tarihte yaşadığı
olaylarla da karşılaştırmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Çünkü hem 1960-1970
döneminde hem de 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yaşanan olaylar 1953 İran
darbesiyle sanki karbon kağıdından çıkmışçasına benzerlik gösterdiği yadsınamaz
bir gerçek görüşündeyim. Her ne kadar ülkemizde ulema sınıfı veya aşiret/toprak
sahipleri yönetim üzerinde fazla nüfuza sahip olmasa da İran’ın 1953 senesinde
yaşadığı sıkıntılar ve bunun sonucu olarak mevcut iktidarın darbe sonucu
iktidardan uzaklaştırılması Türkiye’nin 1960 ve 1970’li yıllarda yaşadığı
darbeler, muhıtıralar ve ekonomik sıkıntılarla bana göre paralellik göstermektedir.
Örneğin Bülent Ecevit’in başkanlığı sırasında gerçekleştirilen Kıbrıs Barış
Harekatı sonrası İran’a uygulanan ambargo gibi Türkiye’ye de ambargo uygulanmış
ve bunun neticesi olarak, ülke içerisinde hem ekonomik istikrarsızlık
katlanılamaz hale gelmiş, hem de anarşinin önü alınamamıştır. Bununla birlikte Musaddık’ın
kurmuş olduğu birlik (Milli Cephe) 1970’li yıllarda ülkemizde kurulan
‘’Milliyetçi Cephe’’ hükümetleri ile isim olarak benzerlik göstermekle birlikte
varoluş nedenleri tamamen birbirinden farklıdır. Açıkçası Türkiye’nin 1970’li
yıllarda yaşadığı süreçlerin ele alınması ve analiz edilmesi, bu yazımda ele
aldığımız konuyu daha iyi anlayabilmemizi sağlayacaktır. Dolayısıyla bu konu
içerisine Türkiye’nin 70’li yıllarını ele alacağımız bir yazıyı bu yazı
içerisine not ederek ileride ele almak en doğru karar olacak gibi duruyor. (bkz. 70'li Yıllarda Türkiye'de Yaşanan Gelişmeler ve Darbeye Giden Süreç)
AMERİKA'DAN
YILLAR SONRA GELEN İTİRAFLAR
Amerika Birleşik devletleri Darbenin gerçekleştirildiği
dönemde CIA veya başka devlet kurumlarının bu darbede parmağı olduğu konusunu
defalarca yalanlamıştı.
CIA'de çalışan bir tarihçi tarafından konuyla
ilgili 1970'lerin ortalarında hazırlanan kurum içi rapor, 1981'de yayımlanmış
ancak büyük bir kısmı gizli tutulmuştu. Raporun gizli tutulan kısımları
arasında darbeyi anlatan "Gizli
Eylem" başlıklı 3. Bölüm de yer alıyordu.
ABD'de eski Dışişleri Bakanlarından Madeleine Albright’da, Musaddık'a karşı
yapılan darbedeki sorumluluklarını 2000 yılında itiraf etmişti.
04-06-2009 tarihinde İslam alemine hitaben
Kahire'de konuşan başkan Obama,
"Soğuk
savaş döneminde ABD, demokratik yolla iktidara gelmiş bir İran hükümetinin
devrilmesinde rol oynamıştı." demiştir.
Daha önce operasyona katılan Amerikan ve İngiliz
ajanlarının konuyla ilgili kitaplar yazmasına, iki Amerikan başkanının (Bill
Clinton ve Barack Obama) da ABD'nin darbedeki rolünü kamuoyu önünde kabul
etmesine karşın, CIA herhangi bir resmi bir açıklama yapmamıştı.
Ancak, 19 ağustos 2013 tarihinde Ulusal Güvenlik Arşivi'nin internet sitesinde Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası çerçevesinde yayımlanan belgelerde,
Ancak, 19 ağustos 2013 tarihinde Ulusal Güvenlik Arşivi'nin internet sitesinde Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası çerçevesinde yayımlanan belgelerde,
"Musaddık
ve liderliğini yaptığı Ulusal Cephe Partisi hükümetinin devrilmesine yol açan
askeri darbe, ABD dış politikası çerçevesinde CIA emriyle düzenlendiğini…"
resmen ortaya konmuş oldu.
Belgede "İran'ı Sovyet saldırısına açık bırakmanın ABD'yi TPAJAX'ı planlamak ve uygulamak zorunda bıraktı" ifadesi de yer alıyordu. CIA, hemen her aşamasında yerel işbirlikçilerin rol aldığı hükümeti devirme komplosu için “TPAJAX” kod adını kullanıldığına da yer verilmişti.
Belgede "İran'ı Sovyet saldırısına açık bırakmanın ABD'yi TPAJAX'ı planlamak ve uygulamak zorunda bıraktı" ifadesi de yer alıyordu. CIA, hemen her aşamasında yerel işbirlikçilerin rol aldığı hükümeti devirme komplosu için “TPAJAX” kod adını kullanıldığına da yer verilmişti.
Amerika’nın bu itirafını bir günah çıkartmak
mı yoksa itiraf olarak mı algılamamız gerektiğini okuyuculara bırakmak daha
faydalı olacak gibi duruyor. Sonuç olarak gerçekleştirilen bu operasyonla Amerika,
İran konusunda kendi topuğuna sıkmış ve 1979 devriminden sonra günümüze kadar
çözülemeyen ve iyice kör düğüm olmuş bir Amerika/İran ilişkisi ile karşı
karşıya kalmıştır. İran şuanda gördüğümüz gibi ne kadar ambargolarla karşı
karşıya kalırsa kalsın geçmişte tohumu atılan ve 1979 senesinde yeşererek
çiçeklerini veren emperyalist güçlere karşı nefretini her daim taze tutmakta ve
bir ağaç gibi bu nefreti de büyütmektedir. Bu nefreti ortadan kaldırmak bir
yana iyice körükleyenler ise sorunun çözümünden yana olmadıklarını da her daim
ortaya koymaktadır.
![]() |
Musaddık bilinmeze doğru yol alırken gerisinde emperyalist Amerika ile İngiltere'ye karşı savaş açmış bir ülke bıraktı ve bu savaş günümüzde giderek kızışmaya devam ediyor. Bakalım bu savaşı kim kazanacak ve tarih nasıl yazacak... |
7 Yorumlar
oldukça emek harcanmış, yazılar çok güzel ancak tema -şablon- kesinlikle değişmeli.
YanıtlaSilgüzel sözleriniz için teşekkür ederim. Tema ve şablon ile ilgili önerilerinizi seve seve dinlemek isterim. eksiklerimizi siz sevgili okuyucuların önerileri ile gidermiş oluruz.
Silyazılar çeşitli başlıklar altında toplanırsa erişim açısından daha iyi olur, arka plan rengi göz yormayan bir renk seçilebilir.
SilÇok güzel bir yazı, teşekkürler
YanıtlaSilEllerinize sağlık, oldukça öğretici bir yazı olmuş. Paralellikler gerçekten de gözardı edilecek cinsden değil. Tek eleştirim siyah arka plan üzerine beyaz harfler özellikle gece okumayı biraz yorucu hale getirmiş bence.
YanıtlaSilİlgi ile okudum.. kişisel yorumların okuyucuya bırakıldığı çok aydınlatıcı bir yazı olmuş..
YanıtlaSilgenellikle tarih dönem ya da konu bölümlerine ayrılıp işleniyor..ilgisi ve takibi olan kişi konuları birbirine ekleyip bütün oluşturabiliyor ama bu konulara uzak genç nesil çabuk sıkılıp birbirine bağlamadan okumayı bırakabiliyor.. Bende tarihi kronolojik olarak birbirine bağlanmış
açıklayıcı roman gibi okumayı seviyorum..böyle parça parça okumak anlam bütünlüğünü sanki kaybettiriyor..mesela bu yıllarda iran da bu olaylar olurken dünya hangi olaylar içinde aynı anda öğrenmek istiyorum.... ama dönüp tek tek bakmaya çalışsam çok zaman kaybı oluyor ve bütünlük kayboluyor..isterim ki 2.dünya savaşından itibaren yeni bir şekle bürünen dünyayı adım adım okuyayım..o yüzden kendim böyle kıymetli yazıları birbiri ile bağdaştırıp bir bütün çıkarmaya çalışıyorum.. diğer yazılarınızı da ilgiyle okuyacağım
Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Sizin görüşlerinize katılmak ile birlikte blog sayfa yapısından ve etiketlemelerde yaşayacağımız sıkıntı sizin isteğinizi bir bakıma engelliyor. Ana sayfanın sağ kısmına bakacak olursanız; dönemsel olarak bazı ayrımlar yapmaya çalıştık. Ancak burada tarihsel ayrımla birlikte coğrafi ayrımı çok başaramadık. çünkü işlenecek konu olarak yelpaze çok geniş. Bunu da tek tek ayıklamak ve konu etmekte haliyle imkansız. Sizin de dediğiniz gibi yeni neslin hızlı tüketim ile görsel etkileşime olan düşkünlüğü yazıların okunabilirliğini bir hayli azaltıyor. Ayrıca görsel olarak öğrendikleri bazı konular manipulasyon içerdiği için yanlış bilgilendirilebiliyorlar. Maalesef bunun önüne geçemiyoruz.
Sil