Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-1: Karadeniz ve Marmara Harekatları
Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları öncesindeki coğrafi
konumunu göz önüne aldığımızda Deniz Kuvvetlerinin harekat alanı denildiğinde; Karadeniz
ve Ege Denizi akla gelmektedir. Osmanlı Devletine düşman olan balkan devletlerinin
coğrafi şartları bu iki alanla birlikte Bulgarların Şarköy mıntıkasından Marmara’ya
sarkmaları neticesinde, Marmara’nın da hareket alanı haline gelmesine, öte
yandan Yunan Deniz Kuvvetlerini Ege adalarını işgali ile Ege Denizine hakim
olması, bunun üzerine Osmanlıların, Yunanistan kıyılarındaki ikmali sabote
etmeye yönelik Hamidiye kruvazörünün “Akıncı Harekatı” neticesinde bu
defa Adriyatik’i, Orta ve Doğu Akdeniz’i de hatta Kızıldeniz’i de harekat alanı
haline gelmesi gibi sürprizlerle dolu yeni harekat alanları yaratmıştır.
Osmanlı Donanmasının yukarıda belirtilen bölgelerde savaş boyunca yürüttüğü
harekatlar denize kıyısı olan bir devletin donanmasına ne kadar önem vermesi
gerektiğini gösteren ve ibretle incelenmesi gereken hadiselerle doludur. Bu
bağlamda, Balkan Savaşı öncesi Osmanlı Donanması ve düşman donanmalarında
yaşanan ıslahat çalışmalarıyla birlikte yapısal durumlarını inceleme, Osmanlı Ordusunun
yönetimsel yapısı sonucu oluşan karışıklığın donanmaya yansıması, harekat
planlama safhaları ve harekatları teferruatlı olarak 3 bölüm halinde siz
saygıdeğer okuyuculara sunmayı planlamaktayım.
İlk yazımız olan bu yayında, Osmanlı
donanmasının Balkan Savaşları öncesinde gerçekleştirmeye çalıştığı ıslahat
programı ile birlikte Balkan Savaşları’nın hemen arifesinde Donanmanın durumuna
değinip, Osmanlı Donanmasının karşısında bulunan Bulgar Donanmasını yüzeysel
olarak inceleyeceğiz. Yazının ilerleyen safhalarında ise Balkan Savaşı boyunca Osmanlı
Donanması ile Bulgar Donanmasının gerçekleştirdiği harekatları teferruatlı
olarak sizlere aktarmaya çalışacağım.
İkinci yazımızda ise Yunanistan’ın, Balkan
Harbi sırasında Ege Denizinde bulunan Adaları işgal sürecini inceleyip, Osmanlı
Donanmasının gerçekleştirdiği ‘’Adalar Harekatı’’ kapsamında iki Donanma
arasında gerçekleşen ‘’Mondros Deniz Muharebesi’’ ile ‘’İmroz Deniz
Muharebesi’’ anlatarak bu muharebeler sonucunda Osmanlı Devleti’nin Ege Denizinde
tüm hakimiyeti kaybetme sürecini inceleyeceğiz.
Üçüncü ve son yazımızda ise Yunanistan’ın
Ege Denizinde ki hakimiyetine karşılık girişilen harekatlar neticesinde, Adriyatik,
Orta ve Doğu Akdeniz ile Kızıldeniz’i de harekat alanı haline getiren Hamidiye
Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği “Akıncı Harekatı” işlenecek olup; bu harekat
sonrası doktrinsel olarak ufak bir inceleme yaparak seriyi tamamlamayı
planlamaktayım.
Balkan Savaşlarında Osmanlı donanmasını
incelemeden önce Balkanların bu savaştan önceki durumunu irdelemekte fayda var.
Böylelikle Balkanların geçmişine yüzeysel olarak bakarak savaşın çıkış
noktasının anlaşılabilirliğini daha arttırmak gerekmektedir.
Fransız İhtilali ile Avrupa’da yayılmaya
başlayan ‘’milliyetçilik’’ hareketleri ve sanayi alanında yaşanan hızlı
değişimler etnik gruplardan oluşan imparatorluklar için dağılma sürecinin
habercisi olmuştu. 18. yüzyılın sonlarına doğru ekonomik ve askeri açıdan
zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu başta Rusya olmak üzere büyük devletlerin
kışkırtmasıyla topraklarındaki etnik grupların bağımsızlık talepleriyle karşı
karşıya kaldı. Balkanlarda ilk harekete geçen millet Sırplar oldu. 1804
yılında başlayan isyanda Rusya’dan beklediği desteği alamayan Sırplar, 1816’da
Sırbistan Prensliği kurulması talepleri Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul
edilince kısmen yatıştılar. Mora Yarımadası’nda 1821 yılında başlayan
Yunan isyanı ise daha tehlikeliydi ve Rum denizciler sayesinde denizlere ve
adalara da taşındı. İsyan Mısır’ın desteği ile 1827 yılında
bastırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve ekonomik olarak iyice
zayıfladığı görüldü. İsyana başlangıçta tarafsız kalan İngiltere ve Fransa,
Rusya’nın bağımsız Yunanistan fikrini tek başına sahiplenmesini istemeyerek
sonradan destek oldu. (bkz. Yunan İsyanı) 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda
imzalanan Edirne Antlaşması ile bağımsız Yunanistan ve özerk Sırbistan
Osmanlı İmparatorluğu’na kabul ettirildi. Yunan isyanından yarım asır sonra
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ardından imzalanan Berlin Antlaşması ile
bağımsız Sırbistan, Romanya ve Karadağ kuruldu. Bahse konu antlaşma
Bulgaristan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir prenslik haline getirdi.
Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanır
kazanmaz kendilerine tarihi miras olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında kazanım elde etmek için hazırlanmaya başladılar.
20. Yüzyıl başlarında, Osmanlı Devleti’nin kara
kuvvetlerinin yanında deniz kuvvetlerinin de caydırıcılığını kaybetmesi ile
iştahları kabaran ve büyümek hırsı içinde olan Balkan Devletleri, büyük devletlerin
de teşvikiyle Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bahane arıyorlardı. Bu arada Osmanlı
Devleti’nin Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşmasını değerlendirmek isteyen Balkan
Devletleri, 1912 yaz ayları başından itibaren; Makedonya ve Trakya’da ıslahat
yapılması ve buraları kendi koruyuculukları altına almak üzere, bazı isteklerle
harekete geçtiler. Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleri aracılığı ile yaptıkları
girişimler Makedonya’da havanın daha da gerginleşmesine neden oldu.
Balkan savaşı öncesinde Osmanlı birlikleri her türlü
tedbirden uzak bir anlayışla, İngiliz ve Rus baskıları sonucu harpten önce 120 Tabur
terhis etmiş ve Rumeli’deki tek güvenlik unsuru da yok edilerek Devletin geleceği
özellikle Balkan topraklarında çok büyük bir tehlikeye atılmıştı. Balkan Savaşı’nın
patlak verdiğinde Osmanlı Devleti peş peşe yaptığı affedilmez hatalarla, zaten
yetersiz olan savaş gücünü azaltırken, Balkan Devletleri ise giderek hızlanan
bir şekilde siyasi ve askeri ittifaklarla güç birliği oluşturmuşlardır.
Türk birliklerinin normal olarak savunmaya geçip bir an evvel
seferberliğini tamamlaması gerekirken, hatta bu konuda Türk Kurmay heyetinden
üst makamlara ulaştırılan; seferberliğin tamamlanmasına kadar, savaşın
ertelenmesi, düşmanın oyalanması tavsiyesine rağmen Başkomutan Vekili Nazım
Paşa’nın zamansız taarruz kararı ile başlattığı savaşta Osmanlı Ordusu,
birçok cephede birden savaşmak zorunda kalmış, baskın tarzında gelişen Balkan Devletlerine
ait Orduların taarruzlarını durduramamıştı. Bu muharebe neticesinde, Osmanlı
Devleti’nin elinde bulunan büyük topraklar kısa bir sürede elden çıkmış, ancak,
Edirne ve Yanya gibi merkezlerden savunma savaşları
yapılabilmişti.
Nazım Paşa |
Balkan savaşı esnasında donanmanın Karadeniz’de kuvvetli
bir filo oluşturulması planlanmıştı. Bu kurulan Donanma vasıtası ile hem Bulgar
limanlarının ablukası yapılacak hem de Bulgar kıyılarındaki stratejik noktalar
bombalanacaktı. Bu arada mümkün olursa Bulgar Donanmasının imhası, gerektiğinde
de Bulgar kıyılarına çıkarma yapma hazırlıkları oluşturulacaktı. Özellikle de
ablukanın hedefi olarak Bulgarlara denizden gelmekte olan askeri nakliyat
kesilerek, Bulgarların savaş gücü kırılacaktı. Bu şekilde Osmanlı Donanması’nın
bir kısmı Karadeniz’de görevlendirilirken, ana kuvvetler ise Çanakkale’de tutulacaktı.
Osmanlı Devleti’nin kuvvetli bir donanma oluşturma fikri ise Sultan Abdülaziz
döneminden itibaren hayata geçirilmeye başlanmıştı. Ancak donanmanın modernizasyonu,
yanlış planlama ile birlikte modernizasyon için getirilen uzmanların bilinçli
şekilde yanlış yaklaşımları sonucu istenilen seviyede olmamıştır. Abdülaziz
sonrası tahta oturan 2. Abdülhamit döneminde ise ilk ayaklanmaların donanma
tarafından organize edilmesi sebebiyle donanma atıl olarak bırakılmıştır. Bu
bağlamda yazının ana konusuna geçmeden önce Osmanlı Donanmasında yaşanan
modernizasyon ve Balkan Harbi öncesi donanmanın durumunu detaylı olarak
incelemekte fayda var.
DONANMANIN MODERNİZASYON SÜRECİ VE SAVAŞ ÖNCESİ
DONANMANIN DURUMU
Osmanlı donanması Sultan Abdülaziz
dönemine kadar yaşadığı felaketler neticesinde, denizlerde ki hakimiyetini
kaybederek bir Kale Donanması haline dönüşmüştü. Sultan Abdülaziz
döneminde ise donanmaya büyük bir modernizasyon yapılmaya başlanmış ve bu
modernizasyon kapsamında çeşitli yabancı uzmanlar bu modernizasyonun başına geçirilmişti.
Dolayısıyla, Balkan Harbinden önce Sultan Abdülaziz’in donanmaya değer veren
son padişah olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu değer verme hususunu
Abdülaziz’in tahta çıkmasından iki yıl sonra Devlet bütçesinin dörtte
birinden fazlasını donanmaya ayırmış olması ile kanıtlıyabiliriz. Sultan
Abdülaziz devrinde ayrılan bu ödenek desteği ile 15 zırhlı, 11
kruvazör, 40 torpidobot, 7 gambot ve 57 yardımcı
gemiden müteşekkil bir donanma meydana getirilmişti. Ancak oluşturulan bu
muazzam donanma 2. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürütülünce Osmanlı Devleti donanmasız
bir Deniz İmparatorluğuna dönüştü.2. Abdülhamit devrinde yetişmiş tecrübeli
subaylar donanmadan uzaklaştırılmış, yerlerine gelenlere de gemilerde çalışma
ve kendilerini geliştirme fırsatı verilmemiştir. 2. Abdülhamit döneminde Haliç’te
bağlı donanma gemilerinin bacalarından duman çıkarması ve silahlı eğitimler
yapması bile yasaklanmıştı.
2. Meşrutiyetin ilanından sonra
donanmanın ıslahı kapsamında getirtilen İngiliz uzmanlar tarafından yapılan
incelemelerde Osmanlı donanmasının dünyadaki teknolojik gelişmelerden
habersiz köhnemiş bir merkezi örgüt, tekne sayısı olarak çok olsa da caydırıcılığını
kaybetmiş bir donanma, bu donanmayı onarabilme yetisini büyük ölçüde kaybetmiş
tersane ve nitelik olarak yetersiz personelden oluştuğu değerlendirilmişti.
İngiliz genel siyaseti Rusların sıcak
denizlere ulaşmasını istemediği gibi Akdeniz’de güçlü bir Osmanlı donanması da
istemiyordu. Osmanlı donanmasının ıslahı ile görevlendirilmiş İngiliz Amiral
Douglas Gamble’ın donanmayı muharip olarak yenilemekten ziyade şekilciliğe
önem verdiği yukarıda zikredilen yaklaşımdan dolayı yadsınamaz bir gerçek olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu esnada Osmanlı İmparatorluğu ile silahlanma yarışına
girmiş olan Yunanistan denizlerin önemini anlamış ve burada mutlak hakimiyet
sağlamak için donanmasının gelişimine öncelik vermişti. Oysa Osmanlı hükümeti
donanmaya mı demiryollarına mı öncelik verme tartışmaları içinde zaman
kaybetmiş ve hem denizciliğe hem de donanmaya önem vermediğini Bahriye Nazırlarını
1909 ile 1911 yılları arasında dokuz kez değiştirerek göstermişti. 1897
Osmanlı-Yunan Savaşı her ne kadar kara ordusunun gücü sayesinde kısa sürede
kazanılmış olsa da Osmanlı donanmasının Haliç’ten zar zor çıkarak ancak
Çanakkale’ye ulaşabilmesi ve burada da boğaz toplarının gölgesine sığınmaktan
öteye gidememesi yenilenmeye olan ihtiyacı ortaya koymuştu. Marmara Denizine büyük
sıkıntılar içinde çıkan donanma bilgisiz ve deneyimsiz personeline bir de
fırtına eklenince nizam halinde intikali dahi başaramamıştı
.
Bahse konu savaştan sonra Bahriye
Nezareti 1897-1898 yılları arasında yaptığı çalışma ile bir ıslahat programı
hazırladı. Ancak bu planın temeli büyük tonajda gemi satın alınmasına dayandığı
ve Osmanlı maliyesinin de bunu destekleyecek gücü olmadığından kabul edilmedi.
Revize edilen yeni program iyi tahkim edilen üslerinden çıkılarak hızla düşman
deniz ulaşımına saldırma stratejisine dayandırıldı. Bu görev için de 2
zırhlı, 2 kruvazör ve 15 torpidobottan oluşacak bir donanma
planlandı. İlaveten Mesudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlıları da
onarılacaktı.
Planın uygulama
safhasında 1875 yılında İngiltere’de inşa edilmiş Mesudiye İtalya’ya, 1868
yılında Fransa’da inşa edilmiş Asar-ı Tevfik Almanya’ya tadilat için
gönderildi. Yapılan tadilat sonucu eklenen üst yapılarının ağırlığı gemilerin
seyir yarıçaplarının azalmasına neden oldu. Dövme demirden yapılmış zırhları
değiştirilmeyen gemiler yeni tip mermiler karşısında dayanıksızdı ve bu
özelliklerinden dolayı açık deniz harekatlarında yetersiz kalacaklardı. Oluşturulacak
donanmanın merkez gemileri olması için Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve
İtalya’da bulunan tersanelere birer adet kruvazör sipariş edildi. Amerika
Birleşik Devletleri’nden Mecidiye, İngiltere’den Hamidiye 1904
senesinde teslim alındığı halde İtalya taksitlerin düzenli ödenmediği
bahanesiyle Drama isimli kruvazörü teslim etmedi. İlerleyen tarihlerde Bu
kruvazör Trablusgarp Savaşı’nda Osmanlı Devletine karşı ‘’Libia’’ adıyla
İtalyan donanmasına hizmet edecekti. Diğer iki kruvazörden Hamidiye iyi
seviyede teslim alınmışken, Mecidiye kazanlarının omurgasına fazla yakın
yerleştirildiği için tam kapasite kömür ikmali yaptığında tehlikeli derecede
yalpa yapıyordu.
Libia Kruvazörü |
Torpido kruvazörü ihtiyacı için Almanya’ya
adları Berk-i Satvet ve Peyk-i Şevket olacak iki gemi sipariş
edildi. Bu sınıf gemiler torpidobot avcısı olarak dizayn edilmiş, ancak
istenilen sürati yapamadıkları için seri üretime geçilmemişti. Osmanlı
Bahriye uzmanları yine de gövdelerine göre büyük toplarından faydalanılarak çok
maksatlı kullanılabileceğini düşündüğü gemileri satın aldı. Bu noktada Berk-i
Satvet ve Peyk-i Şevket torpido kruvazörleri ile ilgili ufak bir anekdot
eklemek isterim. Bu iki geminin torunları olarak görebileceğimiz 2 gemiye Cumhuriyet
döneminde de aynı isimler verilmiştir. Aynı isimde olan bu iki gemi Cumhuriyet kurulduktan
sonra üretilen ilk ve tek milli savaş gemileridir ve bu özelliklerini yakın
zamana kadar (Milgem projesi) korumuşlardır. Amerikan ‘’Claud Jones’’
sınıfı refakat destroyeri baz alınarak 1967 senesinde kızağa konulan ve 1972
senesinde Türk donanmasına katılan TCG Berk (D-358) ve TCG Peyk (D-359)
destroyerlerinin isimleri yukarıda ismi geçen iki gemiden gelmektedir. Bu iki
%100 yerli ve milli geminin kısa hikayesini okumanız için buraya linkini bırakıyorum. (Link) Konumuza dönecek olursak; aynı dönemde torpidobot filotillası için de Fransız
ve İtalyan tersaneleri ile anlaşıldı. İtalyan’dan 11 adet torpidobot teslim
alınırken, Fransız’dan da 4 adet torpidobot satın alındı.
20. yüzyılın ilk yıllarında yeniden
başlayan yenilenme hareketinde imparatorluk bütçesi hedeflenen atılımı
desteklemekte yetersiz kalınca 19 Temmuz 1909 tarihinde kurulan ‘’Donanma
Cemiyeti’’ devreye girdi. Donanma cemiyeti 18 Mayıs 1910 tarihinde
Alman tersanelerinden Yadigâr-ı Millet, Gayret-i Vataniye, Muavenet-i
Milliye ve Numune-i Hamiyet isimli muhripleri satın alarak Osmanlı
donanmasına hediye etti. Oysa orduları güçlü yapan sahip oldukları silahtan çok
onu etkili şekilde kullanabilen personeldi. Osmanlı İmparatorluğu donanması
hakkında İngiliz temsilcisi O’Beirne tarafından 30 Ağustos 1910
tarihinde Sir Edward Grey’e gönderilen raporda ‘‘Türk donanması şimdilik Rus
donanmasına eşit olamaz. Gemileri kullanacak subay ve askeri bile yok’’
diyerek personel yetersizliği vurgulanmıştı.(bkz. İngiliz Gizli BelgelerindeTürkiye) Alınan gemilerin tonaj ve silah bakımından açık denizlerde hakimiyet
elde etmeye yeterli olmadığı ortadaydı.
Donanma materyal olarak yenilenmeye
çalışırken personel ve teşkilat reformu açısından da yapılan girişimler
sonucunda 1908 yılı sonlarına doğru İngiltere’den Amiral Douglas Gamble ve beş
kişiden oluşan bir ıslahat heyeti getirildi. Heyete verilen görevler; donanma
programı hazırlamak, eldeki mevcudu onarmak, tersaneyi düzenlemek ve personel
yetiştirmekti. Hazırladığı programı kabul ettiremeyen Amiral Gamble istifa
ederek ülkesine döndü. Yerine 3 Şubat 1910 tarihinde Amiral Hugh Pigot Williams
gönderildi. Donanma ıslahat hareketlerinin yanında komutanın da İngilizlere
bırakılmasından rahatsızlık duyan Albay Ramiz Bey, Bahriye Nezareti’ne
donanmanın bir yabancı emrinde bulunmasının sakıncalarını anlatan bir rapor
gönderdi.
Amiral Hugh Pigot Williams |
Donanmalar ülkelerinin bütçelerinin
elverdiği ölçüde yeni silahlara hızla ulaşabilirler. Ancak yetişmiş insan gücü
temini o kadar hızlı gerçekleşemez. Donanmanın ıslahı için Osmanlı
topraklarında bulunan İngiliz Amiral Williams ayrılırken denizci erlerin tamamına
yakınının okuma-yazma bilmediği ve bu yüzden teknik eğitimler konusunda
zorluklar yaşandığını belirtmişti. Yetişmiş denizci personelin önemini iyi
kavramış olan Alman İmparatoru deniz subaylarına hitaben;
‘’Bir denizci devletin
denizci yetiştirebilmesi, bir büyük donanma teşkil etmesinden daha zordur.
Çünkü bir devlet gerek gördüğünde birkaç donanma kurabilir. Fakat kendisine
lazım gelen binlerce denizciyi satın alamaz. Bunun için önce denizci eğitimine
öncelik verelim’’
diyerek güçlü donanmaya sahip olmanın en önemli şartını vurgulamıştır.
Amiral Williams’ın istifasından sonra
ıslah heyetine 6 Haziran 1912 tarihinde Amiral Arthur Limpus atandı.
Görüldüğü üzere meşrutiyetin ilanından Balkan Savaşı’na kadar geçen süre
içerisinde donanma İngiliz amirallerine emanet edilmişti. (Osmanlı donanmasında
İngiliz ıslah heyetinin çalışmaları ile ilgili bölümü kısa tutmayı yeğledim.)
Bu konuyla ilgili ayrı bir yazı hazırlama gerekliliğini buraya not ederek
konumuza devam edelim.
Amiral Arthur Limpus |
2. Meşrutiyetin ilanından sonra orduda
ve dolayısıyla donanmada başlatılan yenilenme hareketi Trablusgarp Savaşı
nedeniyle yarım kalmış, savaş öncesi Osmanlı tersaneleri gemi inşa
yeteneklerini kaybetmiş ve küçük onarım tezgahlarına dönmüş olduğundan Batılı
ülkelerin bünyesinden bulunan tersanelere modernizasyon ve onarım için
gönderilen gemiler ödenek yokluğundan haciz edilerek geri verilmemişti.
Balkan harbi başlangıcında eski ve yıpranmış gemilerden
oluşan Osmanlı Donanması uzun bir ilgisizlik devresinden sonra bir filiz gibi
yeniden derlenip toparlanacağı sırada çıkan Trablusgarp savaşında “her an
harekete hazır” olarak bir yıl boyunca Çanakkale Boğazı’nda hazır
bekletilmesi donanmadaki daha önceki mevcut eksikliklerine yenilerinin
eklenmesine ve oldukça yıpranmasına sebep olmuştur. Kusurları hızla gidermek en
büyük görev olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle donanmaya yeterlilik
kazandırmak mümkün olamamıştır. Bu gibi nedenlerden Trablusgarp Savaşı’nın
yaralarını sarmaya fırsat bulamadan karşı karşıya kaldığı Balkan Savaşı’na
Osmanlı Devleti gibi donanması da hazırlıksız yakalanmıştı.
Bunun karşılığında Osmanlı Donanmasındaki tadilat
programına ve diğer hamlelere daima anında karşılık olarak aradaki dengeyi
muhafaza etmeye çalışan Yunanlılar, eski gemilerini İngiliz ve Alman fabrikalarında
süratle onartmışlar, yeni gemiler almalarının yanında donanma kadrolarını da
iyi yetiştirmek amacıyla Fransız uzmanlardan oluşan “ıslahat heyetleri”
sayesinde personellerinin kalitesini her geçen gün daha çok arttırarak, deniz
güçlerine ayrı bir üstünlük kazandırmışlardır. Osmanlı donanmasının
ıslahında görev alan İngilizlerin daha çok şekle yönelik, oyalayıcı talim ve
terbiye ile vakit geçirdikleri dönemde Yunanlılar da daha sonra İngiliz ıslah heyetlerine
görev vermişler, en son savaş tekniklerine, bilgilerine, becerilerine ve
taarruzi bir anlayışa sahip deniz personeline kavuşmuşlardır.
1908’deki 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı
Devleti’nden tamamen kopan Bulgaristan ise, süratle kendi çaplarının üzerinde
olacak şekilde silahlanmaya başlamıştı. Diğer taraftan 1909’dan itibaren de kendilerine
karşı Osmanlı Devleti’nden bekledikleri muhtemel bir müdahaleye karşı özellikle
“savunma ağırlıklı“ bir donanma inşasına yer vermişler, bilhassa Osmanlılara
yönelik hazırlandıklarından dolayı, tıpkı karacı komutanlarını Rus uzmanlarına
eğittirdikleri gibi, deniz subaylarını da yine Rus deniz uzmanlarınca eğitime
tabi tutmuşlar hatta üst düzeydeki önemli görevlere bizzat Rus komutanlar
atamışlardı. Dolayısıyla balkan savaşlarında Osmanlı Donanması ile Bulgar
Donanmasının karşılaşmasını iki farklı ekolün karşılaşması olarak
değerlendirebiliriz. Bir tarafta Tam olarak istenilen seviyede eğitimler
vermemiş olsalar da Osmanlı Donanmasının eğitimini üstlenen ‘’İngiliz Ekolü’’
varken diğer tarafta Slav olmaları hasebiyle Bulgar Donanmasının eğitimini
üstlenen ‘’Rus Ekolü’’ bulunuyordu. Bu bağlamda, dönemin Bulgaristan
donanmasının savaş öncesi yapılanması ve elindeki gücü yüzeysel olsa dahi
değerlendirmek gerekir.
BULGARİSTAN DONANMASI
Balkan Savaşı öncesinde Bulgar Deniz
Kuvvetleri nicelik ve nitelik olarak yetersizdi. Bunun bilinciyle Donanma
yetkilileri Rus Islahat Heyetinin önerisiyle denizde tamamen savunmaya dönük
bir harekat olan ‘’mayın harbini’’ esas aldı. Yapılan bu savaş
planları ve teşkilat yapısı değerlendirildiğinde ana harekat hedeflerinin
kıyıların korunması, tali harekat hedeflerinin ise fırsat bulunduğunda olası
ablukayı yarmak ve Osmanlı Donanmasına zayiat verdirmek olması gerektiğine
kanaat getirilmiştir.
Donanmalarının zayıflığından dolayı
Osmanlı İmparatorluğu’nun deniz yolu ile Rumeli’yi takviye edeceğini öngören
Bulgar devlet adamları Yunanistan’ı ittifaka dahil ederek aynı zamanda kendi
karasularındaki baskıyı da zayıflatmayı hedeflemişti. İngiliz askeri
yetkilileri tarafından hükümetlerine gönderilen raporlarda Bulgarların bu
baskıyı azaltabilmek için Rusya ile destek içeren gizli bir anlaşma yaptıkları
da belirtilmişti.
Bulgar donanması Rus Islah heyetinin
tavsiyesi üzerine ‘’Karadeniz Filosu’’ ve ‘’Tuna Tümeni’’ olarak
iki kısım halinde teşkilatlandırıldı. Karadeniz Filosu Varna’yı, Tuna Tümeni
ise Rusçuk’u üs olarak kullanacaktı. Bulgar Donanmasının en önemli unsuru
olarak kabul edilen Karadeniz Filosu teşkilatındaki Nadejda Torpido
Gambotu modernizasyon için Rusya’ya gönderilmişti. Gemiye bu modernizasyon
kapsamında kazanları yenilenmiş ve gemiye iki adet de 38 cm çapında torpido
kovanı eklenmişti. Bahse konu gemi bir ay süren bakım onarımından sonra 5
Ekim 1912 günü Varna Limanı’na döndü.
Nadejda Torpido Gambotu |
Bulgar Donanmasının Karadeniz Filosunun bünyesinde
Nadejda Torpido Gambotu dışında Draçki, Simeli, Sitroki ve Letyaşti Torpidobotları
bulunuyordu. Ancak
Karadeniz
Filosundaki bu gemilerde 12 torpido kovanı bulunmasına rağmen Bulgarların
elinde sadece 10 adet 45 cm’lik torpido mevcuttu. Ayrıca karadaki kovanlardan
atılabilen 5 adet 38 cm torpido ile 348 mayına sahip olan Bulgar deniz
kuvvetleri 52 subay, 2.835 erat olmak üzere toplam 2.887
kişiden oluşmaktaydı.
Bulgaristan donanmasının sayıca yok
denecek kadar küçük olması ve savunmaya odaklı yapısı nedeniyle birkaç münferit
olay dışında Karadeniz’de donanmalar arası bir mücadele yaşanmamıştır. Bu
bağlamda, savaş boyunca Osmanlı donanmasının Karadeniz harekat alanında
bulundurduğu deniz gücü dikkate alındığında orantısız güç israfına gittiği
değerlendirilebilir.
SAVAŞ ÖNCESİ GELİŞMELER
Osmanlı kara kuvvetlerinin seferberlik
nakliyatı için savaştan önce Harbiye ve Bahriye Nezaretleri arasında ortak bir
plan yapılmamıştı. Bu sebeple her şey savaşa çok yakın günlerde ve gündelik
düşünülmüştür. Osmanlı hükümeti savaştan önce Almanya’dan silah
ve cephane ısmarlamıştı. Savaş başlayınca özellikle Ege Denizi’ndeki ulaşım
tehlikeye girince, silahların Köstence üzerinden getirilmesi
düşünülmüştür. Bu bakımdan, Bulgar karasularından geçmesi gereken bu nakliyatın
donanma tarafından korunması gerekmişti. Bu nedenle Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin
savaştan önce ilk deniz harekatı; “Akdeniz” adlı yolcu gemisinin boğaza
gelişini himaye etmek amacıyla, dört muhribin yaptığı bir keşif olmuştur. Daha
sonra nakliye gemisi ihtiyacının kısa sürede karşılanabilmesi amacıyla 31 Ocak
1912 tarihli bir savaş ganimeti “Ganaim-i Bahriye Kanunu” çıkarılmış
ve Osmanlı sularında bulunan 70–80 kadar Yunan ticaret gemisinin müsaderesine
karar verilmiştir ve bu dönemde müsadere edilen gemilerin tamamının tonajı 18.050
olmuştur.
KARADENİZ HAREKATI
Karadeniz askeri nakliyat için sahip
olduğu iki hat ile Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusunun lojistik açıdan desteklenmesi
için önemliydi. Bahse konu hatlardan ilki 180 mil uzunluğundaki Köstence-İstanbul,
diğeri ise 600 mil uzunluğundaki Trabzon-İstanbul hattıydı.
Köstence-İstanbul hattının Varna önlerinden geçmesi ve Bulgar donanması
tarafından tehdit edilmesi ihtimali nedeniyle askeri önlemlerin alınmasını
gerekli kılıyordu.
Mahmut Muhtar Paşa |
Osmanlı Bahriye Nezareti Eylül 1912
tarihinde Burgaz Konsolosu tarafından iletilen bir rapor aldı. Raporda
Bulgarların Rusya’dan bir adet kruvazör ve on adet torpidobot aldığı
belirtiliyordu. Oysa gerçekte kruvazör diye rapor edilen onarım maksadıyla
gönderilen Nadejda torpido gambotu, yeni denilen on torpidobot ise gerçek
sayıları altı olan eski torpidobotlardı. Alınan bu yanlış istihbarat gelecekte
Osmanlı donanmasının Karadeniz’e gereğinden fazla kuvvet ayırmasına neden
olacaktı. Savaş yaklaşırken 1912 yılının Eylül ayı içerisinde Bahriye
Nazırı Mahmut Muhtar Paşa, Daire Başkanlarından oluşan Bahriye
Encümeni’ni topladı. Yapılan toplantıda ilk olarak Osmanlı Donanmasının bölgesel
deniz hakimiyetini sağlamak ve askeri nakliyatı korumak için Karadeniz’de harekat
icra etmesi gerektiği kararlaştırıldı. Bu karar bile Bahriye ileri gelenlerinin
Donanmaya duydukları güvensizliği ortaya koymak için yeterlidir. Çünkü
donanmaya güven duyulsaydı Ege Denizi’ne sevk edilerek deniz hakimiyetini
ele geçirmesi ve ‘’Batı Ordusu’nun’’ desteklenmesi öncelikli görevi olarak
belirlenmesi gerekirdi. Bu görev icra edilirken arta kalan gemilerden kurulu
küçük bir filo da Karadeniz’de askeri nakliyatın güvenliğini sağlayabilirdi.
Bu güvensizliğin temelinde ise Donanmanın atıl olarak bekletildiği dönemde ve
yabancı ıslahat subaylarının raporlarında personelin eğitimi ile ilgili
yetersizliklere vurgu yapılması yatıyordu. Bununla birlikte Bahriye Nazırı
dahil tüm subayların gözünün önünde Trablusgarp savaşı sırasında donanmanın
acziyetini gösteren büyük bir örnek bulunması bu kararların doğru şekilde
alınmasına engel olacak hususlardı.
Yadigâr-ı Millet |
Numune-i Hamiyet |
Bahriye Encümeni kararları doğrultusunda
denizci kurmay subaylar tarafından 1 Ekim 1912 tarihinde Karadeniz Harekatı
ile ilgili basit bir plan hazırlanarak Bahriye Nezareti’ne sunuldu. Bu plan 8
Ekim tarihinde 21 maddelik bir talimnameye çevrilerek Donanma Komutanlığına
gönderildi. Plana göre savaş ilanından önce birinci grup gemiler Hamidiye,
Yadigâr-ı Millet ve Numune-i Hamiyet; ikinci grup gemiler Berk-i
Satvet, Muavenet-i Milliye ve Taşoz, üçüncü grup gemiler ise Zuhaf,
Nevşehir, Sultanhisar ve Sivrihisar olarak teşkilatlanması
planlanmıştı. Beykoz’da üslenecek donanma gemilerinden birinci ve ikinci
gruplar Varna ile Burgaz limanlarını gözetlerken üçüncü grup Şile-Karaburun
arasındaki boğaz yaklaşma sularını kontrol altında tutacaktı. Karadeniz’de
sevkiyat olduğu günlerde birinci ve ikinci gruptan uygun muhripler tarafından
nakliye himaye edilecek, kıyı istihkamları ile muharebe edilmeyecek, fırsat
bulunduğunda Bulgar donanması imha edilecekti.
Berk-i Satvet |
Muavenet-i Milliye |
Başkomutanlık Vekaleti 6 Ekim 1912 tarihinde Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey’e forsunu ve karargahını Mesudiye zırhlısına taşıyıp Turgut Reis ve Barbaros zırhlılarını da Karadeniz görev kuvvetini takviye maksadıyla Büyükdere önlerine göndermesini emretti. (Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin Zırhlıları ile ilgili daha detaylı bilgilere şu iki yazıdan ulaşabilirsiniz. (Turgut Reis Zırhlısı)-(Barbaros Hayrettin Zırhlısı) Bu durum karşısında donanmanın neredeyse tamamının Karadeniz’de görevlendirilmiş olması nedeniyle Donanma Komutan Vekili de Büyükdere’ye gelerek Barbaros zırhlısına forsunu toka ettirdi ve Karadeniz görev kuvvetinin komutasını bizzat üstüne aldı.
Başkomutanlık Vekaleti 16 Ekim 1912
gece saat 22.00’da savaşa yönelik ilk emrini verdi ve Varna-Burgaz
arasındaki irtibatın kesilerek rastlanılan düşman savaş gemilerinin
batırılmasını istedi. Birkaç saat sonra gönderdiği ikinci emirle ilk emri
revize eden Başkomutanlık Vekaleti, Varna ve Burgaz Liman tahkimatlarının
imhasını emretti.
Bu arada Başkomutanlığın acele ederek, görüşünü de almadan
Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’na “Bulgar kıyılarına abluka konacağı,
vaziyetin ilgili tarafsız devletlere duyurulması” bildirilmiş, bu arada
uygulanmak istenen Bulgar deniz ablukası uluslararası bir takım problemlere
sebep olmuştu. Osmanlının aldığı bu abluka kararına önce Ruslar bir savaşa
sebep olabileceğinden bahsederek, daha sonrada Fransızlar ve İngilizler özellikle
Varna limanının hem müstahkem mevki, hem de ticaret limanı oluşu hatırlatılarak
protesto etmeleri ve gözdağı vermeleri üzerine konu “Bulgar kıyılarının
gözaltında tutulması“ şeklinde değiştirilmişti.
Hamidiye ve Mecidiye Kruvazörleri Görev Öncesi Limanda Demirliyken |
18 Ekim’de donanma komutan Vekili
Albay Tahir Burak komutasında donanmaya bağlı gemiler Bulgarlar üzerine hareket
etti. Donanmanın intikal rotası Bulgar kıyılarına çok yakın seçilmişti. Bu
yüzden kıyıdaki gözcüler tarafından tespit edilmeleri zor olmadı ve
gelişlerinden Varna İstihkam Komutanlığı haberdar edildi. 19 Ekim saat 03.00’da
donanma unsurları Varna Limanı güneyinde bulunan Galata Burnu’nu yaklaştı.
Bombardıman için sabahı bekleyen görev kuvvetinin erken saatlerde liman ağzında
iki adet Bulgar torpidobotu tespit etmesi üzerine Donanma Komutan Vekili
tarafından Taşoz ve Muavenet-i Milliye muhripleri derhal
üzerlerine sevk edildi. Torpidobotlar muhripleri görür görmez liman içine
çekildiler. Varna istihkamlarının bombardımanı saat 07.30’da başladı.
Yaklaşık 30 dakika süren bombardımanda Bulgarların liman yakınlarına mayın
döşeyeceği tahminiyle kıyıya yaklaşmayan gemilerin açtığı bu ateşler etkili
olamamıştı. Öte yandan kıyıdan yapılan Bulgar ateşi de etkisiz kalmıştı. Donanma
Komutan Vekili sonuç alabilmek için saat 10.00’da Turgut Reis’e kıyıya yaklaşmasını
emretti. Eksingrad istikametinde kıyıya yaklaşan Turgut Reis sahile 400 metre
mesafede altı yeşil üstü mavi boyalı bir şamandıra tespit etti. Bu şamandırayı mayın
olarak değerlendiren gemi komutanı geri çekilme emri vererek açıkta bulunan
Barbaros ile buluşmak için yol almıştı. Geceyi Varna açıklarında geçiren
filodan Muavenet-i Milliye muhribi kömür ikmali için İstanbul’a gönderildi. 20
Ekim saat 05.52’de Hamidiye el koyduğu Çar Ferdinand silahlı yatı
ile birlikte filoya katıldı. Savaş ganimeti olan Çar Ferdinand yatı, kömür
ikmali için İstanbul’a giden Turgut Reis’in yedeğine verildi. Kıyıya yakın rota
takip edildiği için Bulgar sahillerine icra edilen bu ilk bombardıman baskın
özelliği taşımamıştı.
Savaş ihtimali arttığından beri Bahriye
Nezareti ve Donanma Vekaleti devamlı gemilerin onarıma ihtiyacı olduğundan
bahsediyordu. Başkomutanlık Vekaleti zırhlıların derhal onarıma alınması konulu
emrini 19 Ekim’de gönderdi. Zırhlıların ayrılmasından sonra oluşan yeni görev
kuvveti Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri ile Yadigâr-ı Millet,
Taşoz ve Basra muhriplerinden oluşacaktı.
Mecidiye Kruvazörü |
Saat 13.15’te Saint George Burnu
önlerine ulaşan filoda Hamidiye karaya 10 kilometre mesafeden ateş açtı. Ancak
sahil bataryaları cevap vermeyince yerleri tespit edilemediği için saat 14.00’da
ateş kesildi. Saat 15.05’de gemilerin bombardımanı esnasında liman
ağzına gelmiş torpidobotlar Osmanlı filosuna uzak mesafeden ateşe başladı.
Sahil bataryaları da muharebeye katılınca yerlerini belli etmiş oldu. Bunun
üzerine saat 16.00’ya kadar filo tarafından ateş baskısı altına
alındılar. Osmanlı filosu ateş kestiğinde bazı bataryalar, elektrik tesisleri
ve fener kulesi hasar almıştı.
Varna ve Kavarna Bombardımanını Gösteren Kroki |
Hamidiye kruvazörü bombardımana devam ederken İstanbul’dan gelen bir telgraf üzerine Mecidiye’yi bırakarak Köstence’ye doğru nakliye gemilerine refakat etmek için yol almaya başladı. Bu görevini icra ettikten sonra Hamidiye Kruvazörü yeniden Burgaz Limanı’nı gözlemlemeye yöneldi. Osmanlı savaş gemileri, 23 Ekim 1912’de yeniden toplanarak Varna önlerine geldi ve şehri bombaladı. Varna, Bulgarlar açısından önemli bir liman olduğu için Osmanlı Bahriyesinin abluka planlarında önemli yer tutuyordu. Bu yüzden liman hem abluka altında tutulmalı hem de devamlı taciz ateşi ile birlikte bombalanmalıydı.
24 Ekim günü Mecidiye saat 14.00’da
Varna önlerinde güneyli rotada seyrederken yine 10 kilometre mesafeden Bulgar
sahil bataryalarına ateşe başladı. Yirmi dakika sonra Bulgar bataryasının
karşılık vermesi üzerine kuzey rotasına döndü ve sahilden biraz uzaklaşarak 12
kilometre mesafeden hücuma ateşine devam etti. Bu taarruz sonucu Galata
Feneri’nin üst kısmı ile Bulgar sahil bataryasının bir bölümü tahrip edilmişti.
GÖSTERİ ÇIKARMASI
HAREKATI VE DOĞU ORDUSUNA DESTEK HAREKATLARI
Kara savaşlarının yoğunlaşması ve Doğu Ordusu’nun üzerindeki
Bulgar baskılarını hafifletmesi amacıyla Türk Başkomutanlığı, Bulgarların dikkatini
önemsiz bölgelere çekmek, kuvvetlerini bölerek savaş planlarını bozmak amacıyla
28 Ekim 1912’de alınan kararla Bulgarların Süzebolu-Burgaz kıyılarına
bir gösteri çıkarması planlanmış, fakat bu harekatta Kara Kuvvetlerinin kullanılmaması
ve gemilerin bombardıman yapmayışı bu harekatı gözlemlemeden başka bir fayda
getirmemiştir.
Kasım 1912 tarihinde Başkomutanlık Vekaleti’nden
donanmaya ‘‘Düşmanın ordumuzun sol kanadını tehdit edebileceğinden derhal
Silivri ve Marmara Ereğlisi önlerine gelerek çekilmeyi koruma altına alınız’’
emri verildi. Ancak müşterek harekat esnasında mutlak ihtiyaç olan koordinasyon
için herhangi bir çalışma yapılmamıştı. Çıkarma esnasında görülen şiddetli
fırtına nedeniyle zorlukla kıyıya çıkabilen birlikler 3 Kasım 1912’deki
direktifle koruma görevinden ayrılan Barbaros zırhlısı ve Numune-i Hamiyet muhribinin
ayrılması nedeniyle askerlerin karaya çıkarılmasını engelledi. Midye’ye
çıkartılan birliklerin, 4 Kasım 1912’den itibaren donanmanın korunmasında Terkos
Gölü bölgesine çekilmesi istenmiştir. Sonuç olarak; yeterli olmayan nakliye
gemileri, savaş gemileri, iyi eğitilmemiş personel ve denenmemiş kara-deniz
işbirliği gibi sorunlarla başarısız olmuştur.
Bu noktada Osmanlı Ordusunda bulunan
planlama eksikliğine değinmekte fayda var. Öncelikle, Osmanlı ordusunun savaş
planlarında çekilme durumunda uygulanacak ricat tarzları belirtilmemişti.
Beklenmedik şekilde çözülen ve bozgun halinde geri çekilen ordu ortaya yeni bir
ihtiyaç çıkardı. Bu konu önemli idi, çünkü bu savaşta Anadolu ile Rumeli kopuk
kalmıştı. Çeşitli ihmallerle sahipsiz, savunmasız bırakılan Rumeli’ye
Anadolu’da var olan insan ve malzeme kaynaklarının ulaştırılması söz konusu
idi. Bununla birlikte bu yardımı, güvenlikle yürütmek ve desteklemek gibi çok
çok önemli yan unsurlarla tamamlamak gerekiyordu. Yani açıkçası bütün bunların
yükü “deniz gücüne” bindiriliyordu. Bu bakımdan genellikle bir kara
savaşı olarak bilinen balkan harbinde, en önemli stratejik unsur deniz ve deniz
kuvvetleri olarak karşımıza çıkmaktadır, bir başka ifade ile Boğazlar ve
Marmara Denizi özellikle Ege Denizi göz önüne alındığında, Bulgarların
Trakya’yı İşgali ile demiryolu-karayolu hatlarının kapanması üzerine mecburen
bütün dikkatler, denizlere çevrilmişti. Öncelikle bu strateji vakitlice tespit
edilebilseydi, buna dayalı olarak ihtiyacı karşılayacak miktarda nakliye ve
savaş gemisi tedarik edilseydi, Anadolu’dan Rumeli’ye söz konusu yardım daha
rahat gerçekleştirilebilirdi.
Konumuza dönecek olursak;
.
Tekirdağ’da 7 Kasım gününe kadar sakin devam eden
gözlem görevi o gün tepelerde düşmanın görülmesi üzerine hareketlendi. Asar-ı
Tevfik zırhlısının düşmanın öncüsü olduğu değerlendirilen bu gurubu top
atışı ile dağıtmasına rağmen inatçı Bulgar piyadesi şehre iyice sokularak teslimini
istedi. Kömür ikmali yapması gereken Asar-ı Tevfik durumu Donanma Komutan
Vekiline bildirdi. Raporu alan Donanma Komutan Vekili, Mesudiye ve Hamidiye
ile birlikte Tekirdağ önlerine desteğe gönderdi. Gemilerin gelmesinden sonra 8
Kasım sabahı Asar-ı Tevfik kömür ikmali için İstanbul’a hareket ederek görevi
Mesudiye ve Hamidiye zırhlılarına bıraktı.
Bahriye Encümeni 9 Kasım’da toplantı yaptı. Yapılan durum
değerlendirmesi neticesinde Ege Denizi hakimiyetini almanın mutlak gereklilik
olduğu kararına varıldı. Böylece nakliyat yolları sekteye uğrayacak olan Bulgar
Ordusu ile Çatalca önündeki mücadelenin daha kolay olacağı düşünülmüştü. Ancak
encümen üyelerinin kararı değerlendirildiğinde kara cephesinin kritik durumu ve
Donanmanın yıpranmış gemilerinin hesaba katılmadığına kanaat getirilmişti. Bu
karar uygulanarak ana kuvvet Ege Denizi’ne çıkarılsa geride kalan gemilerin
ordunun kanatlarını destekleyebilecek teknik kapasitelerinin olmadığı
görülecekti.
Çatalca hattının tehlikeli durumuna
rağmen Başkomutanlık Vekaleti sağlıklı muhakeme sonucu olmayan bu tavsiye
kararına bel bağlayarak Donanma Komutanlığına birbiri ile çelişen dört emri
birbiri ardına verdi. 10 Kasım’da verdiği ilk emir ‘‘Akdeniz Boğazının
muhafazası ve Yunan Filosunun tecavüzü daha ziyade önemli olduğundan,
donanmanın bu maksadı temin etmek üzere hareket etmesi uygundur’’
şeklindeydi. 10 Kasım tarihli ikinci emirde ‘‘Donanmanın ifa edeceği
vazifelerden başlıcası Karadeniz’deki askeri nakliyatı temin ve ordunun
Karadeniz ve Marmara Denizi’ne dayanan cenahlarını himaye etmek olup, bunları
tamamıyla icradan sonra düşman donanma ve sahilinin tahribi konusunda yetki
sahibisiniz’’ deniliyordu. 11 Kasım tarihli üçüncü emir ‘‘Ana kuvveti
teşkil eden gemilerden bir tanesinin bile Marmara veya Karadeniz’de bırakılması
caiz değildir. Ordunun yanlarını kıymeti olmayan gemiler korusun. Hemen Ege
Denizi’ne hareket ediniz’’ şeklindeydi. 11 Kasım tarihli dördüncü ve son
emir ise ‘‘Yarın harbin başlaması muhtemel olduğundan, ordunun yanlarına
müfrez gemilerin hemen gönderilmesi, harp gemilerinden bazılarının
noksanlarından dolayı ana kuvvetle birlikte Akdeniz’e hareketi geri kalmış ise
bunların da bir an evvel Akdeniz’e yollanması’’ olmuştu. Görüldüğü üzere
Başkomutanlık Vekâleti donanmadan nerede ve nasıl faydalanacağı konusunda
kararsızdı.
Donanma Komutan Vekili ordunun
kanatlarını desteklemesi için verilen emrin icrası esnasında yaptığı durum
değerlendirmesini Başkomutanlık Vekaletine bildirdi. Raporunda çekilen ordunun
artçı bırakması ve bu artçıların da düşmanla temasta kalarak, hareket tarzını
ve kuvvet büyüklüğünü tespite çalışması gerektiğini ama duruma bakılırsa
ordumuzun bu konuya dikkat etmediğini belirtiyordu. Raporda ilaveten düşman
tehdidi altındaki her kasaba ve şehrin önüne gemi görevlendirmesi yapmanın
mümkün olmadığını belirterek ordunun terk ettiği Tekirdağ, Silivri
ve Marmara Ereğlisi’nde bulunan hükümet yetkililerinin ve halkın
tahliyesi için nakliye gemileri gönderilmesini istiyordu. Başkomutanlık Vekaleti
11 Kasım’da kara harekatının tüm gerekliliklerinin yapıldığını ve bu konuda
Donanma Komutan Vekilinin fikrine ihtiyaç olmadığını belirten nezaketsiz bir
cevap vermekle yetindi.
Bu arada, Mesudiye 10 Kasım günü
açtığı ateşle Tekirdağ civarında bir Bulgar topçu bataryasını imha etti.
Mesudiye şehri savunan askerlerin talebi üzerine cephanelerinin bitmek üzere
olduğunu 3. Kolordu komutanına aktarması için Donanma Komutan Vekiline
bildirdi. Aldığı cevapta mesajın ilgili yerlere iletileceği; ancak cevap ve
destek gelene kadar gemide bulunan hafif silah cephanesinin sahile çıkarılarak
şehri savunan askerlere dağıtılması emrini aldı.
Barbaros Zırhlısı, 11 Kasım’da
Silivri’deki hükümet görevlileri ve gözetleme postası erlerini alarak
Büyükçekmece’ye getirdi. Tekirdağ’da bulunan son birlikler ise 12 Kasım’da
İstanbul’a nakledilmesiyle burada görevi kalmayan Mesudiye, Başkomutanlık Vekaletinin
emriyle Büyükçekmece önlerindeki Barbaros’a katıldı.
İlerleyen düşman birliklerinin Terkos
yakınlarına gelmesi nedeniyle buraya kuvvet ayırma ihtiyacı duyuldu ve Turgut Reis
zırhlısı oluşturulmaya çalışılan ana kuvvetten ayrılarak bölgeye gönderildi. 13
Kasım günü Başkomutan Vekili donanmaya en sert mesajlarından birini gönderdi ‘’Ege
Denizi’ne çıkınız, bu son ihtardır.’’ Görülüyor ki Başkomutan Vekili
donanmayı nerede kullanacağı konusunda bir türlü karar veremiyordu.
14 Kasım’da sağ kanat komutanından
düşmanla temasın sağlandığı fakat Donanma desteği olmazsa ordusunun harekatının
tehlikeye düşeceği, sol kanat komutanından da elindeki bazı birlikleri Donanmanın
varlığına güvenerek başka cephelere kaydırdığını, bu nedenle bölgesinden
muhakkak uzun menzilli topları olan bir gemi bulunması gerekliliğini belirten
raporları Başkomutanlık Vekaletine ulaştı. Bu raporlar Başkomutan Vekilinin
kararsızlığına son verdi. Başkomutanlık Vekaleti tarafından Donanma unsurları ikiye
ayrıldı. Donanma Komutan Vekili emrinde Barbaros, Asar-ı Tevfik
ve yedi muhrip sol yanda, Donanma Komutan Vekili Yardımcısı emrinde olmak üzere
Turgut Reis, Mesudiye ve Mecidiye sağ yanda
görevlendirildi.
15 Kasım’da Turgut Reis ve Mesudiye
karadaki gözcüler tarafından verilen geri besleme bilgileri ışığında Bulgar
hatlarını ağır bombardımana tuttu. Ateş desteği altında ilerleyen piyadelerimiz
bazı mevzileri ele geçirdi. Sol kanatta ise Barbaros atışlarına devam ederken
Hamidiye, faaliyetleri teftişe gelen Bahriye Nazırı Salih Hulusi Paşa’yı da
alarak Silivri-Marmara Ereğlisi arasında gözlem ve bombardıman harekatı
icra etti. 16 Kasım’da Başkomutanlık Vekaleti, Mesudiye’yi Büyükçekmece’ye
çağırdı. Mecidiye de kömür ikmali için İstanbul’a döndüğünden sağ kanatta bir
tek Turgut Reis zırhlısı kaldı. Turgut Reis öğleden önce Tarfa Köyü,
öğleden sonra Celep Köyü’ndeki düşman mevzilerini bombardıman etti. Buna
rağmen Sağ kanat Komutanı, Bahriye Nezaretine ‘’Sağ yan donanma ile himaye
edilmezse felaket muhakkaktır’’ mesajı iletildi. Bahriye Nezareti derhal
Mesudiye’yi buraya sevk etti. Bu hareketi yetkisine karşı saygısızlık olarak
kabul eden Başkomutan Vekilinin emriyle Mesudiye geri döndürüldü ve karışıklığa
sebep olan sağ yan komutanı görevden alındı.
Salih Hulusi Paşa |
17 Kasım’da neticeyi belirleyen zorlu
mücadelelerde donanma kanat komutanlarının istekleri doğrultusunda hareket
etti. Düşman saat 03.00’da ateşe başladı. Sol kanatta Ömer Yaver Paşa
savaşa tüm gücüyle girdiğini belirterek Çatalca-Papazburgaz arasındaki
sahanın donanma tarafından baskı altına alınmasını istedi. Donanma Komutan Vekili
emrindeki unsurlar ile 15 kilometrekarelik bir alanı etki altına alarak bir iki
Bulgar bataryasını imha etti ve Papazburgaz Köyü’nü yaktı. Ömer Yaver
Paşa bugünkü atışları ‘’Atılan mermiler bilhassa düşmanın maneviyatına tesir
etmektedir’’ diye değerlendirmişti. Sağ kanatta ise 17 Kasım günkü
muharebelere katılan Turgut Reis, Celep Köyü’ne ana bataryaları ile 17
adet mermi attıktan sonra geldiği Ormanlı Köyü’ne de yine ana
bataryalarla ile 6 mermi atarak desteğe devam etti.
18 Kasım’da zayıflayan Bulgar hücumları
karşısında sağ kanatta desteğe devam eden donanma unsurları sol kanatta havanın
sisli olması nedeniyle harekat icra edemedi. Bulgar hücumlarının kesin olarak
Çatalca hattında kırıldığının ortaya çıkması üzerine Osmanlı Sultanı 5. Mehmet
Reşad aşağıdaki telgraf ile ordu ve donanmayı kutladı. Görülüyor ki Osmanlı
Sultanı bozgun halinde Çatalca hattına çekilen ve bir ara İstanbul’un bile
tehlikeyi hissettiği ortamda elde edilen bu savunma merkezli başarıdan oldukça
memnun olmuştu.
HAMİDİYE KRUVAZÖRÜNÜN
VURULMASI
Balkan Savaşlarında önemli ve ders alınması gereken bir
olay olarak Hamidiye Kruvazörü ile Yarhisar Muhribi ve Berk-i Efşan
Torpidobotunun katıldığı “ticaret gemilerini himaye ve mümkün olduğu
takdirde Bulgar Torpidobotlarını yok etmek” amacıyla aldıkları görev
sırasında, Hamidiye Kruvazörü’nün 21 Kasım akşamı Bulgar gemilerinin kıskacına
girmesi üzerine muharebeye başlaması, Yarhisar ve Berk-i Efşan torpidobotu’nun bu
muharebe sırasında ateşlenen top ateşini görmesine rağmen yardıma gelmemesi
üzerine harekatın başarısız olmasına ve hamidiye Kruvazörü’nün bu muharebe
sırasında torpido isabeti alarak yaralanması sonucu yaşanan başarısızlıktı. Bu olay
neticesinde, Osmanlı Donanması ile mukayese edilemeyecek düzeyde olan Bulgar
Donanması karşısında başarısızlık bir hayli düşündürücüdür. Bu arada gerçekleştirilen
harekatta Osmanlı Donanmasında, düşman muhriplerinin gece hücumlarının nasıl savuşturulacağına
dair bir talimname olmamasından dolayı Hamidiye Kruvazörü kendi inisiyatifi ile
hareket etmiştir.
Bu olayın detaylarına girecek olursak;
Başkomutanlık Vekaleti 18 Kasım’da Hamidiye,
Yarhisar ve Basra Torpidobotlarını Varna’yı gözetlemekle görevlendirildi. Görev
kuvveti boğazdan çıkarken Basra muhribi bir mavnayla çarpışınca yerini Berk-i
Efşan Torpidobotuna bıraktı. Başkomutanlık Vekaleti 20 Kasım gece yarısı gemilerin
emredilen mevkilerde bulunmasını ve kesinlikle mevkilerini terk etmemesini
istedi. Ayrıca emirde bölgesinde düşmana rastlayan gemi derhal muharebeye
girişeceği belirtilmiş ve bu durumu da kırmızı fişek atarak diğer gemilere
bildirecekti. Yarhisar emredilen mevkiini saat 21.30’da alırken Berk-i Efşan
tam gece yarısı mevkiine ulaşmıştı.
20 Kasım gece yarısı Osmanlı askeri
nakliyat kollarına ait gemilerin Köstence’ye ulaştığı haberini alan Varna
Müstahkem Mevkii Komutanı emrindeki Bulgar Karadeniz Filosunu Köstence-İstanbul
hattı üzerinde bu nakliye kollarına rastlayabileceği ve zayiat verdirebileceği
düşüncesiyle liman ağzına sevk etti. Şumnu ve Hareberi onarımda olduğundan
göreve Draçki, Simeli, Sitroki ve Letyaşti Torpidobotları
katılacaktı.
Draçki Torpidobotu ve Mürettebatı |
Günümüzde Müze olarak Bulgarlar Tarafından Muhafaza Edilmiş Draçki Torpidobotu (Bizim de Feyz Almamız Gereken Bir Sorunu İşaret Ediyor.) |
Hamidiye 21 Kasım gece yarısı Varna
önlerine geldiğinde Bulgar torpidobotları da liman ağzında bulunuyordu. Saat 00.40
civarında Varna’nın 15 mil kuzeyine gelindiğinde köprü üstünde vardiyadaki
personel geminin sol ön tarafında karartılar gördüğünü rapor etti. Hamidiye bir
adet kırmızı işaret fişeği attı. Onu teşhis etmek için yaklaşan torpidobotlar
bunun üzerine düşman olduğunu anlayarak sürat arttırdılar. İşarete cevap
alamayan Hamidiye gelenlerin düşman olduğunu değerlendirerek pruvasını o yöne
çevirerek torpido hücumundan sakınmak istedi. Aynı anda topçu ateşine de
başladı. Ancak geminin yerini belli etmemek için ışıldak kullanmaması topçu
atışının başarısını etkiledi.
Bulgar torpidobotları Hamidiye’yi görür
görmez iki gruba ayrıldı ve kıskaca alma harekatına başladı. Sancak
tarafta bulunan Letyaşti, torpidosunu ilk ateşleyen torpidobot oldu.
Hamidiye iskele alabanda manevrası ile torpidodan kurtulmayı başardı. Ancak bu
manevra onu Draçki’nin hedefi haline getirdi. Hamidiye’nin kendisine yan
göstermek üzere olduğunu fark eden Draçki komutanı torpidosunu ateşledi ve torpido
sol taraftan Hamidiye’ye isabet etti. Bu isabet üzerine Hızla su alan
Hamidiye’nin ön tarafı top seviyesine kadar sulara gömüldü. Geminin aldığı
hasar şekli olarak düzensiz olmakla beraber 7,3x14 metre büyüklükte ve
oldukça ciddiydi. (Kaynak) Topçu ateşinin başlamasını müteakip Hamidiye’deki gözcüler
tarafından bir torpidobotun yandığı bir diğerinin de batmak üzere olduğu rapor
edilmişti. Ancak savaş sonunda bu raporların gerçeği yansıtmadığı
anlaşılacaktı.
Taarruzdan sonra komuta gemisi olan
Letyaşti Kilvator iskelesine sığındı. Draçki, Simeli ve Sitroki ise
Hamidiye’den uzaklaştı. Üç torpidobot saat 01.16’da Berk-i Efşan
ile karşılaştı. Torpidobotlar ile yaşanan bu ikinci muharebenin sesleri Varna
Limanı’ndan bile duyulmuştu. Varna Müstahkem Mevkii Komutanı, elindeki en
önemli unsuru muharebe alanına sürme kararıyla Nadejda Torpidobotuna limandan
çıkarak muharebeye katılma emrini verdi. Ancak Nadejda komutanı mayınlı sahadan
gece şartlarında geçemeyeceğini belirterek emri uygulamayı reddetti. Saat 02.00’da
ikinci muharebe de son bulmuş ve düşman torpidobotları gözden kaybolmuştu.
Hamidiye komutanı saat 02.00’da telsiz irtibatı olan ve Köstence
Limanı’na seyreden Berk-i Satvet’e Varna’ya doğru yönelmesini ve yaralı Bulgar
torpidobotlarını bularak imha etmesini bildirdi. Berk-i Satvet Torpidobotu 10
mil bu yönde devam ederek saat 03.00 civarında nedensizce rotasını güney
doğuya çevirdi ve saat 03.30’da Berk-i Efşan ile buluşarak Kalegra
Burnunun 3 mil doğusuna kadar refakat ettikten sonra saat 09.00’da
rotasını tekrar Köstence Limanı’na çevirdi.
Hamidiye komutanı saat 02.30’da vermesi
gereken kritik kararı vermek zorunda kaldı. Aldığı isabet sonucu ön ambarları, cephaneliği,
ateşçi erlerin kaldığı koğuşu ile kömürlükleri su almış ve ‘’A’’ tareti atış
yapamayacak konuma gelmişti. Ayrıca kazan dairesine sızan sulardan dolayı
geminin hızını bir hayli düşmüştü. Bu durumda gemi komutanının rotasını boğaza
çevirmekten başka çaresi kalmamıştı. Personel tüm tulumbaları kullanarak gemiye
dolan deniz suyunu boşaltmaya çalışıyordu. Ayrıca ‘’a’’ taretine ait cephanenin
bulunduğu bölme kapatılmış, kıçtaki tatlı su sarnıçları deniz suyu ile
doldurularak geminin önünün sulara gömülmesi yavaşlatılmaya çalışılıyordu. Bu
kararla birlikte gemi komutanı Turgut Reis’i telsiz ile yardıma çağırmış,
Mecidiye ile kuvvetli bir römorkörün gönderilmesini de Bahriye Nezaretinden
talep etmişti.
Karaburun işaret istasyonu gözle temas
kurduğu Hamidiye’nin pozisyonundan gemide bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı
ve durumu Başkomutanlık Vekaletine rapor etti. Hamidiye’ye ilk ulaşan Turgut Reis
oldu ve suyu boşaltabilmek için hemen asker takviyesi sağladı. Takviye için
alınan otuz asker boğaz girişine kadar Hamidiye personeli ile birlikte tüm
gücüyle çalıştı. Ardından Mecidiye ve İntibah römorkörü de gruba katıldı.
Yapabileceği bir yardım bulunmaması üzerine Mecidiye, Bulgar Donanmasını bulup
imha etmek için Varna önlerine yöneldi. Saat 19.00’da iki römorkör daha
yaralı gemiyi karşıladı. Refakatçileri eşliğinde boğaza ulaşan Hamidiye 22
Kasım 1912 günü Haliç’e onarım için alındı.
Bu muharebe sırasında O gece şehit olan Ordulu
Selim oğlu Ömer, Rizeli Mehmet oğlu Recep, Hayfalı Hüseyin oğlu
Abdurrahman, Priştineli Emin oğlu Tevfik, Haymanalı Abdülaziz
oğlu Fehmi, Erdekli Hakkı oğlu Hüseyin, Vakfıkebirli Ahmet oğlu
Bekir ve Antalyalı Osman oğlu Osman, Osmanlı donanmasının isimsiz
kahramanları arasındaki yerlerini alarak şehit mertebesi ile ebediyete intikal
etmiştir.
BARIŞ GÖRÜŞMELERİ ESNASINDA YAPILAN HAREKATLAR
Başkomutanlık Vekaleti 21 Kasım gecesi
donanmaya iki müfreze kurmasını bunlardan birinin Varna’yı gözetlerken
diğerinin Köstence’ye gönderilmesini emretti. 22 Kasım’da Gayret-i
Vataniye Köstence’ye, Muavenet-i Milliye Varna’ya sevk edildi.
Havanın fırtınalı olması nedeniyle her iki gemi geri dönerken 23 Kasım’da
Mecidiye Varna’ya hareket etti. Muhripler geri döndüğü için Mecidiye yükleme
yapan gemileri koruması için Köstence önlerine gönderilmek istendiyse de telsiz
haberleşmesi olmadığı için emir iletilemedi. 27 Kasım’da yüklemesi biten
gemileri Gayret-i Vataniye ve Muavenet-i Milliye muhripleri karşıladı. Varna
önlerinde Mecidiye kruvazörü bulunmasına rağmen Başkomutanlık Vekaleti Turgut Reis
zırhlısını da konvoyu karşılamaya gönderdi. Konvoy ve Mecidiye 28 Kasım’da
İstanbul’a döndü.
Gayret-i Vataniye |
25 Kasım’da donanma ateşkes görüşmeleri
yapıldığı için düşman taciz etmedikçe karaya ateş açmaması konusunda ikaz
edildi. Ateşkes görüşmeleri belki karaya ateşi yasaklamıştı; ama bu donanma
gemilerinin denizlerdeki faaliyetlerini durdurmadı. Marmara Denizi’nde
çetelerle ve asker kaçakları ile mücadele, Karadeniz de ise gözetleme ve askeri
nakliyeyi himaye görevleri devam ediyordu. Donanma ana kuvvetinin
Çanakkale’ye gitmek üzere ayrılması nedeniyle bahse konu görevleri icra için
teknik olarak çok zayıf gemiler bırakılmıştı. Özellikle Karadeniz Müfrezesine
ayrılan gemiler bu mevsimde uzun mesafeli seyirlere uygun değildi.
Bezm-i Alem, Berk-i Efşan ve Berk-i
Satvet Karadeniz Müfrezesi olarak 3 Aralık 1912 tarihinde
Büyükçekmece’den hareket etti. Görevleri Karadeniz’de bulunan nakliye kollarına
refakat etmekti. Karadeniz Müfrezesine ait gemiler nakliye kollarının ulaşacağı
emniyetli sulara kadar refakat ettikten sonra 5 Aralık’ta Boğaza geri
döndüler. 9 Aralık’ta Bezm-i Alem ve Berk-i Satvet yine konvoy refakati
için 10 Aralık’ta Köstence’ye ulaştı. Burada yüklemenin tamamlanamaması
üzerine bir gün liman dışında beklediler ve 12 Aralık’ta her nakliye
koluna refakat ederek boğaza döndüler.
Başkomutanlık Vekaleti tarafından 10
Aralık’ta Marmara Müfrezesi Komutanlığına Gelibolu’dan alacağı askerleri
Şarköy’e çıkararak buradaki çeteleri dağıtmasını ve her ne olursa olsun
işgal altındaki Marmara kıyılarına tarafsız da olsa malzeme ve insan naklini
engellemesi emredildi.
Bu görevi
Marmara Müfrezesi Komutanlığı, Zuhaf’a verdi. Zuhaf, Gelibolu’dan aldığı 250
kişilik birliği 11 Aralık 1912 tarihinde Şarköy’e çıkardı. Çıkarma
esnasında çete mensupları ile yaşanan sert muharebeler bu cepheye takviye
ihtiyacı doğurmuştu. Bu nedenle onarımdan yeni çıkan NurulBahir desteğe
gönderildi.
2 Ocak 1913 tarihinde
Başkomutanlık Vekaleti Bulgaristan’ın Tuna yolu ile Rusya’dan destek alacağı
istihbaratını aldığı için Karadeniz Müfrezesi Komutanlığına gözlem görevi
verdi. Komutanlığın elinde bulunan gemilerin bu kış mevsiminde Boğazdan böylesi
bir mesafeye gitmek için uygun olmadığını bildiren mesajına cevaben Bahriye Nezareti
görevin önemine binaen Müfreze Komutanı’nın bizzat görevi komuta etmesi istendi.
Bu emir üzerine Müfreze Komutanı 6 Ocak’ta ‘’daha önceki görevlere de
bizzat katıldığını’’ belirtip, bu göreve de Bezm-i Alem’in dipte takılı
kalan demirinin kurtulmasını müteakip katılacağı cevabını verdi. Bu gerçekleşen karşılıklı mesajlaşmalar
Başkomutanlık Vekaleti’nin savaşın başından beri Donanmayı komuta eden komutanlarla
sağlıklı bir ilişki kuramadığını gösteriyordu.
30 Ocak 1913 tarihinde hastalanan Karadeniz
Müfrezesi Komutanı istifa edince yerine yeni bir komutan ‘’Komutan Vekili’’ olarak
atandı. Bu değişiklikten sonra Bezm-i Alem yeni komutan kumandasında 1 Şubat’ta
yeni nakliye kollarına refakat etmek için Köstence’ye hareket etti ve refakat
ettiği gemilerle birlikte 3 Şubat’ta boğaza geri döndü. 4 Şubat’ta
savaşın ikinci evresi başladığında Bahriye Nezaretinin tavsiyesi üzerine
Karadeniz Müfrezesi Asar-ı Tevfik, Taşoz ve Musul ile
takviye edildi.
Bu sırada Donanma Vekâletinde de görev değişimi yaşanmıştı. 4 Şubat 1913 tarihinde Çanakkale’ye gelerek ikinci kez Donanma Komutan Vekilliği görevini teslim alan Albay Tahir Burak Bey ilk iş olarak eldeki gemilerin topları hakkında rapor hazırladı. Bu rapor Başkomutan Vekili tarafından kabul edilmeyerek yabancı uzmanlardan oluşan heyete ikinci bir kontrol yaptırıldı, sonuçta gemilerin toplarının sağlam olduğuna kanaat getirildi.
2. BALKAN SAVAŞI
ESNASINDA YAŞANAN GELİŞMELER
Barış görüşmeleri sona erip savaşın
ikinci evresinin başladığı 4 Şubat 1913 günü Mürefte önlerinde
bulunan Zuhaf o gün yaklaşık 3.000 kişiden ve bir bataryadan
oluşan Bulgarlara ateş açtı. Bulgarlar da karadan karşı atışlarla cevap verdiği
muharebe sonucunda düşmana zayiat verdirse de daha fazla dayanamayacağını
anlayan Zuhaf saat 12.00’de 19 memur ve jandarma birliğini alarak
Mürefte’den ayrıldı. Sonuçta akşam saatlerinde Bulgarlar Mürefte’ye girdi.
Şarköy’e doğru ilerlemeye devam eden Bulgar piyadesi kasaba önlerinde bulunan Berk-i
Satvet ve Nurulbahir’in açtığı ateş ile durduruldu. Düşmanın
kasabaya girme ihtimali karşında karada bulunan memurlar gemilere alındı. Gece
boyunca muharebe devam etti. Sabah olduğunda Mesudiye’de bu gruba katıldı.
Bulgar piyadesi sabah saat 09.30’da şiddetli bir taarruz başlattı. Saat 14.30’da
Gelibolu’dan gelen Zuhaf da bu ateşe katıldı. Gemilerin yoğun ateşi karşısında
ağır kayıplar verse de 5 Şubat saat 18.30’da Bulgar piyadesi Şarköy’e
girdi.
Muharebelerin ikinci safhasıyla birlikte
Başkomutanlık Vekaleti Karadeniz kıyılarına bir çıkarma yaparak Bulgarların
dikkatini dağıtmayı planlamıştı. Bu maksatla çıkarma bölgesi olarak Podima
seçildi. 6 Şubat 1913 günü küçük bir birlik Berk-i Efşan’a ve Draç’a
bindirildi.
Saat 23.00’da
Podima önlerine gelindi. Ama savaşın genelinde görüleceği üzere donanma
gemilerinin ışıldak zaafiyeti çıkarmanın gece yapılmasına engel oldu. 7
Şubat sabahı sahile yaklaşan gemiler birliği karaya çıkarmaya başladı. Aynı anda
evlerden şiddetli tüfek ateşiyle karşılandılar. Saat 07.00’de karaya
çıkan bu birlik şiddetli ateşe rağmen Podima’yı işgal etmeyi başardı. Bu
ilerleme esnasında gemi topları ile düşman üzerine yapılan baskı atışlarının
çok faydası olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Podima işgal edildikten sonra
birlik Karacaköy istikametine doğru ilerlemeye başladı. Ancak bu birlik köye
varamadan sayıca kendilerinden çok daha kalabalık Bulgar kuvvetleri ile
karşılaştı ve girdiği şiddetli çatışma sonucu 1 şehit, 12 yaralı vererek geri
çekilmek zorunda kaldı. Torpidobotlarımızın ateş desteği altında gemilere
alınan geri kalan birlik askerleri ile birlikte gemilerimiz, çıkarmadan beş
saat kadar sonra Podima önlerinden ayrıldı. Bu çıkarma harekatı sırasında Berk-i
Efşan 40 adet, Draç ise 20 adet top atışı yapmıştı.
ŞARKÖY ÇIKARMASI
Daha barış görüşmeleri devam ederken
İstanbul’da Osmanlı Erkan-ı Harbiyesinde muharebeler yeniden başladığında
düşman üzerinde sürpriz etkisi yapacak planlar hazırlanmıştı. Bunlardan birisi
ve en önemlisi de ‘’Şarköy Çıkarması’’ idi. Çıkarma yeni teşkil
edilen 10. Kolordu tarafından icra edilirken aynı anda Gelibolu’da bulunan
Mürettep Kolordu tarafından Bolayır hattına hücumla desteklenecekti. Bu
plan dahilinde çıkarmanın denizden korunması görevi de Donanma unsurlarına
verilmişti.
Bu harekatın
planlamasında 10. Kolordu Kurmay Başkanı Enver Bey (Enver Paşa) yer almıştı.
7 Şubat 1913 akşamı Başkomutanlık
Vekaleti, Donanma Komutanlık Vekaletine gönderdiği emirde 10. Kolordu’nun 8
Şubat sabahı Şarköy ve İnceburun arasına çıkarma yapacağını, Donanmanın
da bu harekatı desteklemek için gece yarısından itibaren 10. Kolordu Komutanı’nın
emrine gireceğini bildirildi. Plana
göre bu hareket Mürettep Kolordu ve 10. Kolordu tarafından eş zamanlı olarak
uygulanılacaktı. Destek harekatı kapsamında Donanma Komutan Vekili komutasında Barbaros,
Turgut Reis, Mecidiye, Demirhisar, Yarhisar ve Sultanhisar
gemileri 8 Şubat sabah saat 05.10’da Şarköy önlerine ulaştı. Ancak
çıkarma mevkiinde 10. Kolordu karargahını taşıyan vapurundan başka gemi yoktu.
Saat 10.00’da çıkarma birliklerini taşıyan gemiler göründüğünde 10.
Kolordu komutanı ve karargahı Barbaros’a geçmişti.
Sultanhisar |
Barbaros Zırhlısı |
Turgut Reis |
KARADENİZ’DE Kİ SON
HAREKATLAR VE SAVAŞIN SONA ERMESİ
Osmanlı donanması Marmara Denizi’nde
olduğu gibi Karadeniz’de de desteğe devam ediyordu. Bu maksatla Asar-ı
Tevfik 8 Şubat’ta Darboğaz’da sağ kanat komutanı ile buluşarak
kendisinden elle çizilmiş bir kroki aldı. Bu krokiye istinaden
yapılan atışların Osmanlı askerleri üzerine düştüğü anlaşılınca o gün için
atışlara son verildi. 9 Şubat 1913 günü saat 08.00’da sağ
kanat komutanı bizzat Asar-ı Tevfik’e geldi ve kıyıya mümkün olan en yakın
mesafeden seyredilmesini istedi. Saat 12,45 civarında gemide bir
sarsıntı meydana geldi. Yapılan incelemede geminin sahilden 1550 metre mesafede
ve haritalarda gözükmeyen bir kayanın üstünde karaya oturduğu anlaşıldı. Gemi
Komutanı kendi imkanları ile kurtulabilmek için geri manevra yapsa da bir
saatlik çabaları sonuç vermedi. Kendi imkanları ile kurtulamayacağı anlaşılan
gemiden sahile bir filika gönderilerek durum İstanbul’a rapor edildi.
Asar-ı Tevfik |
Bu talihsiz olaya
rağmen Karadeniz Müfrezesi emrine verilen gemiler ile savaşın sonuna kadar
Köstence’den yapılan fakat giderek azalan nakliyatı korumak, Bulgar sahillerini
ve Çatalca önlerinde bulunan düşman ordusunun sol kanadını gözlemleme
görevlerini imkanlar dahilinde sürdürdü.
Donanma 24-29 Mart 1913 tarihli
muharebelerde de orduya ciddi destek verdi. 1 Nisan’dan itibaren
karadaki savaş mevzii muharebesine döndü. Başkomutanlık Vekaleti 14 Nisan
1913 tarihinde Bulgar sahillerinden tacize uğranılmadıkça ateş açılmamasını
donanmaya emretti. Bunun üzerine donanma ileri üs olarak kullandığı
Çanakkale’ye 16 Nisan’da dönerek 27 Eylül 1913 tarihine kadar burada
kaldı ve savaşın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra yani 4 Ekim 1913
tarihinde gemiler bakım onarım için Haliç’e gönderildi.
SONUÇ
Osmanlı Donanması, Balkan Savaşı’nda
Karadeniz askeri nakliyatını koruma görevini savaşın sonuna kadar herhangi bir
engellemeye ve kayba fırsat vermeden başarı ile icra etti. Bunun yanında başta Varna
olmak üzere Bulgar kıyılarını ablukaya alma ve zaman zaman bombardıman etme
görevleri de icra etti. Fakat bu harekatlarda oldukça zayıf olan Bulgar Donanmasına
karşı gereğinden fazla güç kullanıldı. Onun yerine muhriplerden
oluşturulacak Filotillalar tercih edilseydi bu maksatla Karadeniz’de kullanılan
Zırhlılar da deniz hakimiyetini sağlamak için Ege Denizi’ne çıkabilirdi.
Böylece Ege Denizi’ne zamanında açılan Osmanlı Donanması Yunan Donanması tarafından
adeta hiç direnişle karşılaşmadan ‘’Adaların İşgal’’ edilmesini
önleyebilir, Batı cephesine lojistik destek sağlayabilir ve deniz
muharebelerine daha elverişli ortamda girerek savaşın seyrini değiştirebilirdi.
Karadeniz’de Osmanlı Donanması adına yaşanan en talihsiz olay 21 Kasım 1912
gece yarısı Hamidiye kruvazörünün karşılaştığı dört küçük Bulgar torpidobotuyla
giriştiği muharebede aldığı torpido yarasıydı. Burada dikkat çeken husus gemi
komutanları tarafından harekat esasları belirlenmesine rağmen Hamidiye Kruvazörünün
muharebede yalnız bırakılmasıdır. Osmanlı Donanması, Karadeniz ve Marmara
Denizi’nde çeşitli mevkilerden sağladığı ateş desteğiyle ordunun çekilmesi
esnasında Bulgar Ordusu ile arasına mesafe koymasını sağlamış, kıyı şeridindeki
şehirlerin Bulgar işgalinden önce tahliye edilmesini sağlayarak olası kayıpları
azaltmıştır. Çatalca Muharebesi’nde özellikle 17-18 Kasım 1912 günlerinde
uzun menzilli top atışlarıyla ordu kanatlarına ateş desteği sağlamış bu da düşman
üzerinde maddi ve manevi çöküntü yaratmıştı. Yaptığı isabetli atışlar ayrıca Osmanlı
ordusuna moral vermiş ve cephedeki komuta kademesi tarafından sık sık tebrik edilmiştir.
Savaşın ikinci evresinde Osmanlı Donanması 8 Şubat 1913 tarihindeki Şarköy
Çıkarmasında, Mondros Deniz Muharebesi’nin yaralarını tam olarak saramadan
harekat alanında zamanında bulunmuş karaya çıkarılan askerleri toplarıyla
koruma altına almıştır. Ancak başta koordinasyon eksikliği olmak üzere ‘’Amfibi
Harekat’’ için eğitimsiz ordunun çıkarma harekatında başarısız olması
neticesinde karaya çıkarılan birliklerin minimum zayiatla geri alınmasını
sağlamıştır.
Büyük denizci Kaptan-ı Derya Barbaros
Hayrettin Paşa’nın dediği gibi ‘‘Denizlere hakim olan karalara hakim olur’’
sözünden yola çıkarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti
tüm kurumlarında olduğu gibi donanmasında da çağı yakalama hatta geçmeyi
hedeflemiştir. Bunun için de gemilerdeki yenileme hareketinden daha hızlı bir
şekilde denizci personel yetiştirme hedefine yönelmiş ve var olan okullarda eğitim
kalitesini arttırmıştır. Günümüzde Donanmanın ihtiyaç duyduğu insan kaynağı Deniz
Harp Okulu ile Astsubay Meslek Yüksek Okulları’ndan sağlanmaktadır.
0 Yorumlar