Achsenmächte Deutschland, Österreich-Ungarn, Osmanisches Reich und Bulgarien. Postkarte: Wikimedia Commons

Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları öncesindeki coğrafi konumunu göz önüne aldığımızda Deniz Kuvvetlerinin harekat alanı denildiğinde; Karadeniz ve Ege Denizi akla gelmektedir. Osmanlı Devletine düşman olan balkan devletlerinin coğrafi şartları bu iki alanla birlikte Bulgarların Şarköy mıntıkasından Marmara’ya sarkmaları neticesinde, Marmara’nın da hareket alanı haline gelmesine, öte yandan Yunan Deniz Kuvvetlerini Ege adalarını işgali ile Ege Denizine hakim olması, bunun üzerine Osmanlıların, Yunanistan kıyılarındaki ikmali sabote etmeye yönelik Hamidiye kruvazörünün “Akıncı Harekatı” neticesinde bu defa Adriyatik’i, Orta ve Doğu Akdeniz’i de hatta Kızıldeniz’i de harekat alanı haline gelmesi gibi sürprizlerle dolu yeni harekat alanları yaratmıştır. Osmanlı Donanmasının yukarıda belirtilen bölgelerde savaş boyunca yürüttüğü harekatlar denize kıyısı olan bir devletin donanmasına ne kadar önem vermesi gerektiğini gösteren ve ibretle incelenmesi gereken hadiselerle doludur. Bu bağlamda, Balkan Savaşı öncesi Osmanlı Donanması ve düşman donanmalarında yaşanan ıslahat çalışmalarıyla birlikte yapısal durumlarını inceleme, Osmanlı Ordusunun yönetimsel yapısı sonucu oluşan karışıklığın donanmaya yansıması, harekat planlama safhaları ve harekatları teferruatlı olarak 3 bölüm halinde siz saygıdeğer okuyuculara sunmayı planlamaktayım.

İlk yazımız olan bu yayında, Osmanlı donanmasının Balkan Savaşları öncesinde gerçekleştirmeye çalıştığı ıslahat programı ile birlikte Balkan Savaşları’nın hemen arifesinde Donanmanın durumuna değinip, Osmanlı Donanmasının karşısında bulunan Bulgar Donanmasını yüzeysel olarak inceleyeceğiz. Yazının ilerleyen safhalarında ise Balkan Savaşı boyunca Osmanlı Donanması ile Bulgar Donanmasının gerçekleştirdiği harekatları teferruatlı olarak sizlere aktarmaya çalışacağım.

İkinci yazımızda ise Yunanistan’ın, Balkan Harbi sırasında Ege Denizinde bulunan Adaları işgal sürecini inceleyip, Osmanlı Donanmasının gerçekleştirdiği ‘’Adalar Harekatı’’ kapsamında iki Donanma arasında gerçekleşen ‘’Mondros Deniz Muharebesi’’ ile ‘’İmroz Deniz Muharebesi’’ anlatarak bu muharebeler sonucunda Osmanlı Devleti’nin Ege Denizinde tüm hakimiyeti kaybetme sürecini inceleyeceğiz.

Üçüncü ve son yazımızda ise Yunanistan’ın Ege Denizinde ki hakimiyetine karşılık girişilen harekatlar neticesinde, Adriyatik, Orta ve Doğu Akdeniz ile Kızıldeniz’i de harekat alanı haline getiren Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği “Akıncı Harekatı” işlenecek olup; bu harekat sonrası doktrinsel olarak ufak bir inceleme yaparak seriyi tamamlamayı planlamaktayım.

Balkan Savaşlarında Osmanlı donanmasını incelemeden önce Balkanların bu savaştan önceki durumunu irdelemekte fayda var. Böylelikle Balkanların geçmişine yüzeysel olarak bakarak savaşın çıkış noktasının anlaşılabilirliğini daha arttırmak gerekmektedir.

Fransız İhtilali ile Avrupa’da yayılmaya başlayan ‘’milliyetçilik’’ hareketleri ve sanayi alanında yaşanan hızlı değişimler etnik gruplardan oluşan imparatorluklar için dağılma sürecinin habercisi olmuştu. 18. yüzyılın sonlarına doğru ekonomik ve askeri açıdan zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu başta Rusya olmak üzere büyük devletlerin kışkırtmasıyla topraklarındaki etnik grupların bağımsızlık talepleriyle karşı karşıya kaldı. Balkanlarda ilk harekete geçen millet Sırplar oldu. 1804 yılında başlayan isyanda Rusya’dan beklediği desteği alamayan Sırplar, 1816’da Sırbistan Prensliği kurulması talepleri Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilince kısmen yatıştılar. Mora Yarımadası’nda 1821 yılında başlayan Yunan isyanı ise daha tehlikeliydi ve Rum denizciler sayesinde denizlere ve adalara da taşındı. İsyan Mısır’ın desteği ile 1827 yılında bastırıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve ekonomik olarak iyice zayıfladığı görüldü. İsyana başlangıçta tarafsız kalan İngiltere ve Fransa, Rusya’nın bağımsız Yunanistan fikrini tek başına sahiplenmesini istemeyerek sonradan destek oldu. (bkz. Yunan İsyanı) 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Antlaşması ile bağımsız Yunanistan ve özerk Sırbistan Osmanlı İmparatorluğu’na kabul ettirildi. Yunan isyanından yarım asır sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ardından imzalanan Berlin Antlaşması ile bağımsız Sırbistan, Romanya ve Karadağ kuruldu. Bahse konu antlaşma Bulgaristan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı özerk bir prenslik haline getirdi. Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz kendilerine tarihi miras olarak gördükleri Osmanlı İmparatorluğu topraklarında kazanım elde etmek için hazırlanmaya başladılar.

20. Yüzyıl başlarında, Osmanlı Devleti’nin kara kuvvetlerinin yanında deniz kuvvetlerinin de caydırıcılığını kaybetmesi ile iştahları kabaran ve büyümek hırsı içinde olan Balkan Devletleri, büyük devletlerin de teşvikiyle Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bahane arıyorlardı. Bu arada Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşmasını değerlendirmek isteyen Balkan Devletleri, 1912 yaz ayları başından itibaren; Makedonya ve Trakya’da ıslahat yapılması ve buraları kendi koruyuculukları altına almak üzere, bazı isteklerle harekete geçtiler. Sırp, Bulgar ve Yunan çeteleri aracılığı ile yaptıkları girişimler Makedonya’da havanın daha da gerginleşmesine neden oldu.


Neticede, balkanlardaki Osmanlı egemenliğine son vermek ve bunun için Türklere karşı birlikte savaş yapmak düşüncesi ile aralarındaki çekişmeleri bir tarafa bırakan Balkan Devletleri, Bulgaristan’ın çevresinde toplanarak Balkan Birliğini meydana getirdi. Osmanlı Devleti’nin hazırlıksız yakalandığı Balkan Savaşı’ndan önce Devlet yönetiminde ciddi değişiklikler olduğu gibi ordu da peş peşe yaşanan isyanlarla, Meşrutiyetin ilanı ve korunması çabalarıyla çok yıpranmıştı. Bilhassa genç komutanlar asli vazifelerinin dışında ordunun ve memleketin ıslahına ilgi gösteriyordu. 31 Mart vakasından sonra (13 Nisan 1909) komutanların kemikleşmiş bir vaziyette “ittihatçı”, “itilafçı” ve “halaskaran-kurtarıcı” şeklinde gruplaşması, çoğu makamlara genç kurmaylarla emir subaylarının hakim olması, ordudaki tahribatı arttırmıştı.

Balkan savaşı öncesinde Osmanlı birlikleri her türlü tedbirden uzak bir anlayışla, İngiliz ve Rus baskıları sonucu harpten önce 120 Tabur terhis etmiş ve Rumeli’deki tek güvenlik unsuru da yok edilerek Devletin geleceği özellikle Balkan topraklarında çok büyük bir tehlikeye atılmıştı. Balkan Savaşı’nın patlak verdiğinde Osmanlı Devleti peş peşe yaptığı affedilmez hatalarla, zaten yetersiz olan savaş gücünü azaltırken, Balkan Devletleri ise giderek hızlanan bir şekilde siyasi ve askeri ittifaklarla güç birliği oluşturmuşlardır.

Türk birliklerinin normal olarak savunmaya geçip bir an evvel seferberliğini tamamlaması gerekirken, hatta bu konuda Türk Kurmay heyetinden üst makamlara ulaştırılan; seferberliğin tamamlanmasına kadar, savaşın ertelenmesi, düşmanın oyalanması tavsiyesine rağmen Başkomutan Vekili Nazım Paşa’nın zamansız taarruz kararı ile başlattığı savaşta Osmanlı Ordusu, birçok cephede birden savaşmak zorunda kalmış, baskın tarzında gelişen Balkan Devletlerine ait Orduların taarruzlarını durduramamıştı. Bu muharebe neticesinde, Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan büyük topraklar kısa bir sürede elden çıkmış, ancak, Edirne ve Yanya gibi merkezlerden savunma savaşları yapılabilmişti.

Nazım Paşa
Bu başarısızlıklarla birlikte Türk ordusunda, panik çıkmış ve askerler arasında firarlar görülmeye başlamıştı. Bu olumsuzluklarla birlikte, 24 Ekim 1912’de Bulgarlar Edirne’ye saldırıp şehri kuşatmışlar, diğer yandan Lüleburgaz’a çekilen Türk birliklerine saldırılarını sürdüren Bulgarlar, 28 Ekim 1912 ile 2 Kasım 1912 tarihleri arasında saldırılarını sürdürerek Türk birliklerini bu hatta da bozguna uğratmışlar ve Türk birlikleri geri çekilirken yağışlı ve soğuk hava ile yol yetersizliği nedeniyle arkalarında önemli miktarda malzeme terk etmek zorunda kalmıştı. Kara savaşları bu şekilde olumsuz devam ederken, coğrafi mevki itibariyle tartışılmaz şekilde bir ‘’deniz imparatorluğu’’ olan Osmanlı Devleti’nin Deniz Kuvvetleri’ne de savaş sırasında önemli görevler verildiğini ve donanmanın bu görevleri elinden gelebildiğince icra etmeye çalıştığı aşikardır.

Balkan savaşı esnasında donanmanın Karadeniz’de kuvvetli bir filo oluşturulması planlanmıştı. Bu kurulan Donanma vasıtası ile hem Bulgar limanlarının ablukası yapılacak hem de Bulgar kıyılarındaki stratejik noktalar bombalanacaktı. Bu arada mümkün olursa Bulgar Donanmasının imhası, gerektiğinde de Bulgar kıyılarına çıkarma yapma hazırlıkları oluşturulacaktı. Özellikle de ablukanın hedefi olarak Bulgarlara denizden gelmekte olan askeri nakliyat kesilerek, Bulgarların savaş gücü kırılacaktı. Bu şekilde Osmanlı Donanması’nın bir kısmı Karadeniz’de görevlendirilirken, ana kuvvetler ise Çanakkale’de tutulacaktı. Osmanlı Devleti’nin kuvvetli bir donanma oluşturma fikri ise Sultan Abdülaziz döneminden itibaren hayata geçirilmeye başlanmıştı. Ancak donanmanın modernizasyonu, yanlış planlama ile birlikte modernizasyon için getirilen uzmanların bilinçli şekilde yanlış yaklaşımları sonucu istenilen seviyede olmamıştır. Abdülaziz sonrası tahta oturan 2. Abdülhamit döneminde ise ilk ayaklanmaların donanma tarafından organize edilmesi sebebiyle donanma atıl olarak bırakılmıştır. Bu bağlamda yazının ana konusuna geçmeden önce Osmanlı Donanmasında yaşanan modernizasyon ve Balkan Harbi öncesi donanmanın durumunu detaylı olarak incelemekte fayda var.


DONANMANIN MODERNİZASYON SÜRECİ VE SAVAŞ ÖNCESİ DONANMANIN DURUMU


Osmanlı donanması Sultan Abdülaziz dönemine kadar yaşadığı felaketler neticesinde, denizlerde ki hakimiyetini kaybederek bir Kale Donanması haline dönüşmüştü. Sultan Abdülaziz döneminde ise donanmaya büyük bir modernizasyon yapılmaya başlanmış ve bu modernizasyon kapsamında çeşitli yabancı uzmanlar bu modernizasyonun başına geçirilmişti. Dolayısıyla, Balkan Harbinden önce Sultan Abdülaziz’in donanmaya değer veren son padişah olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu değer verme hususunu Abdülaziz’in tahta çıkmasından iki yıl sonra Devlet bütçesinin dörtte birinden fazlasını donanmaya ayırmış olması ile kanıtlıyabiliriz. Sultan Abdülaziz devrinde ayrılan bu ödenek desteği ile 15 zırhlı, 11 kruvazör, 40 torpidobot, 7 gambot ve 57 yardımcı gemiden müteşekkil bir donanma meydana getirilmişti. Ancak oluşturulan bu muazzam donanma 2. Abdülhamit tarafından Haliç’te çürütülünce Osmanlı Devleti donanmasız bir Deniz İmparatorluğuna dönüştü.2. Abdülhamit devrinde yetişmiş tecrübeli subaylar donanmadan uzaklaştırılmış, yerlerine gelenlere de gemilerde çalışma ve kendilerini geliştirme fırsatı verilmemiştir. 2. Abdülhamit döneminde Haliç’te bağlı donanma gemilerinin bacalarından duman çıkarması ve silahlı eğitimler yapması bile yasaklanmıştı.

2. Meşrutiyetin ilanından sonra donanmanın ıslahı kapsamında getirtilen İngiliz uzmanlar tarafından yapılan incelemelerde Osmanlı donanmasının dünyadaki teknolojik gelişmelerden habersiz köhnemiş bir merkezi örgüt, tekne sayısı olarak çok olsa da caydırıcılığını kaybetmiş bir donanma, bu donanmayı onarabilme yetisini büyük ölçüde kaybetmiş tersane ve nitelik olarak yetersiz personelden oluştuğu değerlendirilmişti.

İngiliz genel siyaseti Rusların sıcak denizlere ulaşmasını istemediği gibi Akdeniz’de güçlü bir Osmanlı donanması da istemiyordu. Osmanlı donanmasının ıslahı ile görevlendirilmiş İngiliz Amiral Douglas Gamble’ın donanmayı muharip olarak yenilemekten ziyade şekilciliğe önem verdiği yukarıda zikredilen yaklaşımdan dolayı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu esnada Osmanlı İmparatorluğu ile silahlanma yarışına girmiş olan Yunanistan denizlerin önemini anlamış ve burada mutlak hakimiyet sağlamak için donanmasının gelişimine öncelik vermişti. Oysa Osmanlı hükümeti donanmaya mı demiryollarına mı öncelik verme tartışmaları içinde zaman kaybetmiş ve hem denizciliğe hem de donanmaya önem vermediğini Bahriye Nazırlarını 1909 ile 1911 yılları arasında dokuz kez değiştirerek göstermişti. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı her ne kadar kara ordusunun gücü sayesinde kısa sürede kazanılmış olsa da Osmanlı donanmasının Haliç’ten zar zor çıkarak ancak Çanakkale’ye ulaşabilmesi ve burada da boğaz toplarının gölgesine sığınmaktan öteye gidememesi yenilenmeye olan ihtiyacı ortaya koymuştu. Marmara Denizine büyük sıkıntılar içinde çıkan donanma bilgisiz ve deneyimsiz personeline bir de fırtına eklenince nizam halinde intikali dahi başaramamıştı
.
Bahse konu savaştan sonra Bahriye Nezareti 1897-1898 yılları arasında yaptığı çalışma ile bir ıslahat programı hazırladı. Ancak bu planın temeli büyük tonajda gemi satın alınmasına dayandığı ve Osmanlı maliyesinin de bunu destekleyecek gücü olmadığından kabul edilmedi. Revize edilen yeni program iyi tahkim edilen üslerinden çıkılarak hızla düşman deniz ulaşımına saldırma stratejisine dayandırıldı. Bu görev için de 2 zırhlı, 2 kruvazör ve 15 torpidobottan oluşacak bir donanma planlandı. İlaveten Mesudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlıları da onarılacaktı.

Planın uygulama safhasında 1875 yılında İngiltere’de inşa edilmiş Mesudiye İtalya’ya, 1868 yılında Fransa’da inşa edilmiş Asar-ı Tevfik Almanya’ya tadilat için gönderildi. Yapılan tadilat sonucu eklenen üst yapılarının ağırlığı gemilerin seyir yarıçaplarının azalmasına neden oldu. Dövme demirden yapılmış zırhları değiştirilmeyen gemiler yeni tip mermiler karşısında dayanıksızdı ve bu özelliklerinden dolayı açık deniz harekatlarında yetersiz kalacaklardı. Oluşturulacak donanmanın merkez gemileri olması için Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve İtalya’da bulunan tersanelere birer adet kruvazör sipariş edildi. Amerika Birleşik Devletleri’nden Mecidiye, İngiltere’den Hamidiye 1904 senesinde teslim alındığı halde İtalya taksitlerin düzenli ödenmediği bahanesiyle Drama isimli kruvazörü teslim etmedi. İlerleyen tarihlerde Bu kruvazör Trablusgarp Savaşı’nda Osmanlı Devletine karşı ‘’Libia’’ adıyla İtalyan donanmasına hizmet edecekti. Diğer iki kruvazörden Hamidiye iyi seviyede teslim alınmışken, Mecidiye kazanlarının omurgasına fazla yakın yerleştirildiği için tam kapasite kömür ikmali yaptığında tehlikeli derecede yalpa yapıyordu.

Libia Kruvazörü
Torpido kruvazörü ihtiyacı için Almanya’ya adları Berk-i Satvet ve Peyk-i Şevket olacak iki gemi sipariş edildi. Bu sınıf gemiler torpidobot avcısı olarak dizayn edilmiş, ancak istenilen sürati yapamadıkları için seri üretime geçilmemişti. Osmanlı Bahriye uzmanları yine de gövdelerine göre büyük toplarından faydalanılarak çok maksatlı kullanılabileceğini düşündüğü gemileri satın aldı. Bu noktada Berk-i Satvet ve Peyk-i Şevket torpido kruvazörleri ile ilgili ufak bir anekdot eklemek isterim. Bu iki geminin torunları olarak görebileceğimiz 2 gemiye Cumhuriyet döneminde de aynı isimler verilmiştir. Aynı isimde olan bu iki gemi Cumhuriyet kurulduktan sonra üretilen ilk ve tek milli savaş gemileridir ve bu özelliklerini yakın zamana kadar (Milgem projesi) korumuşlardır. Amerikan ‘’Claud Jones’’ sınıfı refakat destroyeri baz alınarak 1967 senesinde kızağa konulan ve 1972 senesinde Türk donanmasına katılan TCG Berk (D-358) ve TCG Peyk (D-359) destroyerlerinin isimleri yukarıda ismi geçen iki gemiden gelmektedir. Bu iki %100 yerli ve milli geminin kısa hikayesini okumanız için buraya linkini bırakıyorum. (Link) Konumuza dönecek olursak; aynı dönemde torpidobot filotillası için de Fransız ve İtalyan tersaneleri ile anlaşıldı. İtalyan’dan 11 adet torpidobot teslim alınırken, Fransız’dan da 4 adet torpidobot satın alındı.

20. yüzyılın ilk yıllarında yeniden başlayan yenilenme hareketinde imparatorluk bütçesi hedeflenen atılımı desteklemekte yetersiz kalınca 19 Temmuz 1909 tarihinde kurulan ‘’Donanma Cemiyeti’’ devreye girdi. Donanma cemiyeti 18 Mayıs 1910 tarihinde Alman tersanelerinden Yadigâr-ı Millet, Gayret-i Vataniye, Muavenet-i Milliye ve Numune-i Hamiyet isimli muhripleri satın alarak Osmanlı donanmasına hediye etti. Oysa orduları güçlü yapan sahip oldukları silahtan çok onu etkili şekilde kullanabilen personeldi. Osmanlı İmparatorluğu donanması hakkında İngiliz temsilcisi O’Beirne tarafından 30 Ağustos 1910 tarihinde Sir Edward Grey’e gönderilen raporda ‘‘Türk donanması şimdilik Rus donanmasına eşit olamaz. Gemileri kullanacak subay ve askeri bile yok’’ diyerek personel yetersizliği vurgulanmıştı.(bkz. İngiliz Gizli BelgelerindeTürkiye) Alınan gemilerin tonaj ve silah bakımından açık denizlerde hakimiyet elde etmeye yeterli olmadığı ortadaydı.

Donanma materyal olarak yenilenmeye çalışırken personel ve teşkilat reformu açısından da yapılan girişimler sonucunda 1908 yılı sonlarına doğru İngiltere’den Amiral Douglas Gamble ve beş kişiden oluşan bir ıslahat heyeti getirildi. Heyete verilen görevler; donanma programı hazırlamak, eldeki mevcudu onarmak, tersaneyi düzenlemek ve personel yetiştirmekti. Hazırladığı programı kabul ettiremeyen Amiral Gamble istifa ederek ülkesine döndü. Yerine 3 Şubat 1910 tarihinde Amiral Hugh Pigot Williams gönderildi. Donanma ıslahat hareketlerinin yanında komutanın da İngilizlere bırakılmasından rahatsızlık duyan Albay Ramiz Bey, Bahriye Nezareti’ne donanmanın bir yabancı emrinde bulunmasının sakıncalarını anlatan bir rapor gönderdi.
File:HPWilliams.jpg
Amiral Hugh Pigot Williams
Bahse konu rapor ile yabancı danışmanların durumunu ortaya koyan Albay Ramiz olmasına rağmen kendisine bu görev verilmeyerek 2 Ocak 1911 tarihinde Donanma Komutan Vekilliğine Albay Tahir Burak Bey tayin edildi. Albay Tahir Burak Bey göreve geldiğinde yetenekli ve otoriter bir komutan olarak donanmaya İngilizlerden daha fazla nitelik kazandırdı. Özellikle İngiliz danışmanlarca ertelenen atış ve savaş eğitimlerine ağırlık vermesi takdire şayandı. Haberi ülkesinde izindeyken öğrenen Amiral Williams geri dönmeyerek istifasını yolladı.

Donanmalar ülkelerinin bütçelerinin elverdiği ölçüde yeni silahlara hızla ulaşabilirler. Ancak yetişmiş insan gücü temini o kadar hızlı gerçekleşemez. Donanmanın ıslahı için Osmanlı topraklarında bulunan İngiliz Amiral Williams ayrılırken denizci erlerin tamamına yakınının okuma-yazma bilmediği ve bu yüzden teknik eğitimler konusunda zorluklar yaşandığını belirtmişti. Yetişmiş denizci personelin önemini iyi kavramış olan Alman İmparatoru deniz subaylarına hitaben;

‘’Bir denizci devletin denizci yetiştirebilmesi, bir büyük donanma teşkil etmesinden daha zordur. Çünkü bir devlet gerek gördüğünde birkaç donanma kurabilir. Fakat kendisine lazım gelen binlerce denizciyi satın alamaz. Bunun için önce denizci eğitimine öncelik verelim’’ diyerek güçlü donanmaya sahip olmanın en önemli şartını vurgulamıştır.

Amiral Williams’ın istifasından sonra ıslah heyetine 6 Haziran 1912 tarihinde Amiral Arthur Limpus atandı. Görüldüğü üzere meşrutiyetin ilanından Balkan Savaşı’na kadar geçen süre içerisinde donanma İngiliz amirallerine emanet edilmişti. (Osmanlı donanmasında İngiliz ıslah heyetinin çalışmaları ile ilgili bölümü kısa tutmayı yeğledim.) Bu konuyla ilgili ayrı bir yazı hazırlama gerekliliğini buraya not ederek konumuza devam edelim.

Amiral Arthur Limpus
2. Meşrutiyetin ilanından sonra orduda ve dolayısıyla donanmada başlatılan yenilenme hareketi Trablusgarp Savaşı nedeniyle yarım kalmış, savaş öncesi Osmanlı tersaneleri gemi inşa yeteneklerini kaybetmiş ve küçük onarım tezgahlarına dönmüş olduğundan Batılı ülkelerin bünyesinden bulunan tersanelere modernizasyon ve onarım için gönderilen gemiler ödenek yokluğundan haciz edilerek geri verilmemişti.

Balkan harbi başlangıcında eski ve yıpranmış gemilerden oluşan Osmanlı Donanması uzun bir ilgisizlik devresinden sonra bir filiz gibi yeniden derlenip toparlanacağı sırada çıkan Trablusgarp savaşında “her an harekete hazır” olarak bir yıl boyunca Çanakkale Boğazı’nda hazır bekletilmesi donanmadaki daha önceki mevcut eksikliklerine yenilerinin eklenmesine ve oldukça yıpranmasına sebep olmuştur. Kusurları hızla gidermek en büyük görev olmasına rağmen, çeşitli nedenlerle donanmaya yeterlilik kazandırmak mümkün olamamıştır. Bu gibi nedenlerden Trablusgarp Savaşı’nın yaralarını sarmaya fırsat bulamadan karşı karşıya kaldığı Balkan Savaşı’na Osmanlı Devleti gibi donanması da hazırlıksız yakalanmıştı.

Bunun karşılığında Osmanlı Donanmasındaki tadilat programına ve diğer hamlelere daima anında karşılık olarak aradaki dengeyi muhafaza etmeye çalışan Yunanlılar, eski gemilerini İngiliz ve Alman fabrikalarında süratle onartmışlar, yeni gemiler almalarının yanında donanma kadrolarını da iyi yetiştirmek amacıyla Fransız uzmanlardan oluşan “ıslahat heyetleri” sayesinde personellerinin kalitesini her geçen gün daha çok arttırarak, deniz güçlerine ayrı bir üstünlük kazandırmışlardır. Osmanlı donanmasının ıslahında görev alan İngilizlerin daha çok şekle yönelik, oyalayıcı talim ve terbiye ile vakit geçirdikleri dönemde Yunanlılar da daha sonra İngiliz ıslah heyetlerine görev vermişler, en son savaş tekniklerine, bilgilerine, becerilerine ve taarruzi bir anlayışa sahip deniz personeline kavuşmuşlardır.

1908’deki 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Osmanlı Devleti’nden tamamen kopan Bulgaristan ise, süratle kendi çaplarının üzerinde olacak şekilde silahlanmaya başlamıştı. Diğer taraftan 1909’dan itibaren de kendilerine karşı Osmanlı Devleti’nden bekledikleri muhtemel bir müdahaleye karşı özellikle “savunma ağırlıklı“ bir donanma inşasına yer vermişler, bilhassa Osmanlılara yönelik hazırlandıklarından dolayı, tıpkı karacı komutanlarını Rus uzmanlarına eğittirdikleri gibi, deniz subaylarını da yine Rus deniz uzmanlarınca eğitime tabi tutmuşlar hatta üst düzeydeki önemli görevlere bizzat Rus komutanlar atamışlardı. Dolayısıyla balkan savaşlarında Osmanlı Donanması ile Bulgar Donanmasının karşılaşmasını iki farklı ekolün karşılaşması olarak değerlendirebiliriz. Bir tarafta Tam olarak istenilen seviyede eğitimler vermemiş olsalar da Osmanlı Donanmasının eğitimini üstlenen ‘’İngiliz Ekolü’’ varken diğer tarafta Slav olmaları hasebiyle Bulgar Donanmasının eğitimini üstlenen ‘’Rus Ekolü’’ bulunuyordu. Bu bağlamda, dönemin Bulgaristan donanmasının savaş öncesi yapılanması ve elindeki gücü yüzeysel olsa dahi değerlendirmek gerekir.


BULGARİSTAN DONANMASI


Balkan Savaşı öncesinde Bulgar Deniz Kuvvetleri nicelik ve nitelik olarak yetersizdi. Bunun bilinciyle Donanma yetkilileri Rus Islahat Heyetinin önerisiyle denizde tamamen savunmaya dönük bir harekat olan ‘’mayın harbini’’ esas aldı. Yapılan bu savaş planları ve teşkilat yapısı değerlendirildiğinde ana harekat hedeflerinin kıyıların korunması, tali harekat hedeflerinin ise fırsat bulunduğunda olası ablukayı yarmak ve Osmanlı Donanmasına zayiat verdirmek olması gerektiğine kanaat getirilmiştir.

Donanmalarının zayıflığından dolayı Osmanlı İmparatorluğu’nun deniz yolu ile Rumeli’yi takviye edeceğini öngören Bulgar devlet adamları Yunanistan’ı ittifaka dahil ederek aynı zamanda kendi karasularındaki baskıyı da zayıflatmayı hedeflemişti. İngiliz askeri yetkilileri tarafından hükümetlerine gönderilen raporlarda Bulgarların bu baskıyı azaltabilmek için Rusya ile destek içeren gizli bir anlaşma yaptıkları da belirtilmişti.

Bulgar donanması Rus Islah heyetinin tavsiyesi üzerine ‘’Karadeniz Filosu’’ ve ‘’Tuna Tümeni’’ olarak iki kısım halinde teşkilatlandırıldı. Karadeniz Filosu Varna’yı, Tuna Tümeni ise Rusçuk’u üs olarak kullanacaktı. Bulgar Donanmasının en önemli unsuru olarak kabul edilen Karadeniz Filosu teşkilatındaki Nadejda Torpido Gambotu modernizasyon için Rusya’ya gönderilmişti. Gemiye bu modernizasyon kapsamında kazanları yenilenmiş ve gemiye iki adet de 38 cm çapında torpido kovanı eklenmişti. Bahse konu gemi bir ay süren bakım onarımından sonra 5 Ekim 1912 günü Varna Limanı’na döndü.

Nadejda Torpido Gambotu
Bulgar Donanmasının Karadeniz Filosunun bünyesinde Nadejda Torpido Gambotu dışında DraçkiSimeliSitroki ve Letyaşti Torpidobotları bulunuyordu. Ancak Karadeniz Filosundaki bu gemilerde 12 torpido kovanı bulunmasına rağmen Bulgarların elinde sadece 10 adet 45 cm’lik torpido mevcuttu. Ayrıca karadaki kovanlardan atılabilen 5 adet 38 cm torpido ile 348 mayına sahip olan Bulgar deniz kuvvetleri 52 subay, 2.835 erat olmak üzere toplam 2.887 kişiden oluşmaktaydı.

Bulgaristan donanmasının sayıca yok denecek kadar küçük olması ve savunmaya odaklı yapısı nedeniyle birkaç münferit olay dışında Karadeniz’de donanmalar arası bir mücadele yaşanmamıştır. Bu bağlamda, savaş boyunca Osmanlı donanmasının Karadeniz harekat alanında bulundurduğu deniz gücü dikkate alındığında orantısız güç israfına gittiği değerlendirilebilir.

SAVAŞ ÖNCESİ GELİŞMELER

Osmanlı kara kuvvetlerinin seferberlik nakliyatı için savaştan önce Harbiye ve Bahriye Nezaretleri arasında ortak bir plan yapılmamıştı. Bu sebeple her şey savaşa çok yakın günlerde ve gündelik düşünülmüştür. Osmanlı hükümeti savaştan önce Almanya’dan silah ve cephane ısmarlamıştı. Savaş başlayınca özellikle Ege Denizi’ndeki ulaşım tehlikeye girince, silahların Köstence üzerinden getirilmesi düşünülmüştür. Bu bakımdan, Bulgar karasularından geçmesi gereken bu nakliyatın donanma tarafından korunması gerekmişti. Bu nedenle Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin savaştan önce ilk deniz harekatı; “Akdeniz” adlı yolcu gemisinin boğaza gelişini himaye etmek amacıyla, dört muhribin yaptığı bir keşif olmuştur. Daha sonra nakliye gemisi ihtiyacının kısa sürede karşılanabilmesi amacıyla 31 Ocak 1912 tarihli bir savaş ganimeti “Ganaim-i Bahriye Kanunu” çıkarılmış ve Osmanlı sularında bulunan 70–80 kadar Yunan ticaret gemisinin müsaderesine karar verilmiştir ve bu dönemde müsadere edilen gemilerin tamamının tonajı 18.050 olmuştur.


KARADENİZ HAREKATI


Karadeniz askeri nakliyat için sahip olduğu iki hat ile Balkan Savaşı’nda Osmanlı ordusunun lojistik açıdan desteklenmesi için önemliydi. Bahse konu hatlardan ilki 180 mil uzunluğundaki Köstence-İstanbul, diğeri ise 600 mil uzunluğundaki Trabzon-İstanbul hattıydı. Köstence-İstanbul hattının Varna önlerinden geçmesi ve Bulgar donanması tarafından tehdit edilmesi ihtimali nedeniyle askeri önlemlerin alınmasını gerekli kılıyordu.

Mahmut Muhtar Paşa
Osmanlı Bahriye Nezareti Eylül 1912 tarihinde Burgaz Konsolosu tarafından iletilen bir rapor aldı. Raporda Bulgarların Rusya’dan bir adet kruvazör ve on adet torpidobot aldığı belirtiliyordu. Oysa gerçekte kruvazör diye rapor edilen onarım maksadıyla gönderilen Nadejda torpido gambotu, yeni denilen on torpidobot ise gerçek sayıları altı olan eski torpidobotlardı. Alınan bu yanlış istihbarat gelecekte Osmanlı donanmasının Karadeniz’e gereğinden fazla kuvvet ayırmasına neden olacaktı. Savaş yaklaşırken 1912 yılının Eylül ayı içerisinde Bahriye Nazırı Mahmut Muhtar Paşa, Daire Başkanlarından oluşan Bahriye Encümeni’ni topladı. Yapılan toplantıda ilk olarak Osmanlı Donanmasının bölgesel deniz hakimiyetini sağlamak ve askeri nakliyatı korumak için Karadeniz’de harekat icra etmesi gerektiği kararlaştırıldı. Bu karar bile Bahriye ileri gelenlerinin Donanmaya duydukları güvensizliği ortaya koymak için yeterlidir. Çünkü donanmaya güven duyulsaydı Ege Denizi’ne sevk edilerek deniz hakimiyetini ele geçirmesi ve ‘’Batı Ordusu’nun’’ desteklenmesi öncelikli görevi olarak belirlenmesi gerekirdi. Bu görev icra edilirken arta kalan gemilerden kurulu küçük bir filo da Karadeniz’de askeri nakliyatın güvenliğini sağlayabilirdi. Bu güvensizliğin temelinde ise Donanmanın atıl olarak bekletildiği dönemde ve yabancı ıslahat subaylarının raporlarında personelin eğitimi ile ilgili yetersizliklere vurgu yapılması yatıyordu. Bununla birlikte Bahriye Nazırı dahil tüm subayların gözünün önünde Trablusgarp savaşı sırasında donanmanın acziyetini gösteren büyük bir örnek bulunması bu kararların doğru şekilde alınmasına engel olacak hususlardı.

Yadigâr-ı Millet
Numune-i Hamiyet Nedir?
Numune-i Hamiyet
Bahriye Encümeni kararları doğrultusunda denizci kurmay subaylar tarafından 1 Ekim 1912 tarihinde Karadeniz Harekatı ile ilgili basit bir plan hazırlanarak Bahriye Nezareti’ne sunuldu. Bu plan 8 Ekim tarihinde 21 maddelik bir talimnameye çevrilerek Donanma Komutanlığına gönderildi. Plana göre savaş ilanından önce birinci grup gemiler Hamidiye, Yadigâr-ı Millet ve Numune-i Hamiyet; ikinci grup gemiler Berk-i Satvet, Muavenet-i Milliye ve Taşoz, üçüncü grup gemiler ise Zuhaf, Nevşehir, Sultanhisar ve Sivrihisar olarak teşkilatlanması planlanmıştı. Beykoz’da üslenecek donanma gemilerinden birinci ve ikinci gruplar Varna ile Burgaz limanlarını gözetlerken üçüncü grup Şile-Karaburun arasındaki boğaz yaklaşma sularını kontrol altında tutacaktı. Karadeniz’de sevkiyat olduğu günlerde birinci ve ikinci gruptan uygun muhripler tarafından nakliye himaye edilecek, kıyı istihkamları ile muharebe edilmeyecek, fırsat bulunduğunda Bulgar donanması imha edilecekti.

Berk-i Satvet
Muavenet-i Milliye

Başkomutanlık Vekaleti 6 Ekim 1912 tarihinde Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey’e forsunu ve karargahını Mesudiye zırhlısına taşıyıp Turgut Reis ve Barbaros zırhlılarını da Karadeniz görev kuvvetini takviye maksadıyla Büyükdere önlerine göndermesini emretti. (Turgut Reis ve Barbaros Hayreddin Zırhlıları ile ilgili daha detaylı bilgilere şu iki yazıdan ulaşabilirsiniz. (Turgut Reis Zırhlısı)-(Barbaros Hayrettin Zırhlısı) Bu durum karşısında donanmanın neredeyse tamamının Karadeniz’de görevlendirilmiş olması nedeniyle Donanma Komutan Vekili de Büyükdere’ye gelerek Barbaros zırhlısına forsunu toka ettirdi ve Karadeniz görev kuvvetinin komutasını bizzat üstüne aldı.

Başkomutanlık Vekaleti 16 Ekim 1912 gece saat 22.00’da savaşa yönelik ilk emrini verdi ve Varna-Burgaz arasındaki irtibatın kesilerek rastlanılan düşman savaş gemilerinin batırılmasını istedi. Birkaç saat sonra gönderdiği ikinci emirle ilk emri revize eden Başkomutanlık Vekaleti, Varna ve Burgaz Liman tahkimatlarının imhasını emretti.

Bu arada Başkomutanlığın acele ederek, görüşünü de almadan Osmanlı Dışişleri Bakanlığı’na “Bulgar kıyılarına abluka konacağı, vaziyetin ilgili tarafsız devletlere duyurulması” bildirilmiş, bu arada uygulanmak istenen Bulgar deniz ablukası uluslararası bir takım problemlere sebep olmuştu. Osmanlının aldığı bu abluka kararına önce Ruslar bir savaşa sebep olabileceğinden bahsederek, daha sonrada Fransızlar ve İngilizler özellikle Varna limanının hem müstahkem mevki, hem de ticaret limanı oluşu hatırlatılarak protesto etmeleri ve gözdağı vermeleri üzerine konu “Bulgar kıyılarının gözaltında tutulması“ şeklinde değiştirilmişti.

Hamidiye vMecidiye Kruvazörleri Görev Öncesi Limanda Demirliyken

18 Ekim’de donanma komutan Vekili Albay Tahir Burak komutasında donanmaya bağlı gemiler Bulgarlar üzerine hareket etti. Donanmanın intikal rotası Bulgar kıyılarına çok yakın seçilmişti. Bu yüzden kıyıdaki gözcüler tarafından tespit edilmeleri zor olmadı ve gelişlerinden Varna İstihkam Komutanlığı haberdar edildi. 19 Ekim saat 03.00’da donanma unsurları Varna Limanı güneyinde bulunan Galata Burnu’nu yaklaştı. Bombardıman için sabahı bekleyen görev kuvvetinin erken saatlerde liman ağzında iki adet Bulgar torpidobotu tespit etmesi üzerine Donanma Komutan Vekili tarafından Taşoz ve Muavenet-i Milliye muhripleri derhal üzerlerine sevk edildi. Torpidobotlar muhripleri görür görmez liman içine çekildiler. Varna istihkamlarının bombardımanı saat 07.30’da başladı. Yaklaşık 30 dakika süren bombardımanda Bulgarların liman yakınlarına mayın döşeyeceği tahminiyle kıyıya yaklaşmayan gemilerin açtığı bu ateşler etkili olamamıştı. Öte yandan kıyıdan yapılan Bulgar ateşi de etkisiz kalmıştı. Donanma Komutan Vekili sonuç alabilmek için saat 10.00’da Turgut Reis’e kıyıya yaklaşmasını emretti. Eksingrad istikametinde kıyıya yaklaşan Turgut Reis sahile 400 metre mesafede altı yeşil üstü mavi boyalı bir şamandıra tespit etti. Bu şamandırayı mayın olarak değerlendiren gemi komutanı geri çekilme emri vererek açıkta bulunan Barbaros ile buluşmak için yol almıştı. Geceyi Varna açıklarında geçiren filodan Muavenet-i Milliye muhribi kömür ikmali için İstanbul’a gönderildi. 20 Ekim saat 05.52’de Hamidiye el koyduğu Çar Ferdinand silahlı yatı ile birlikte filoya katıldı. Savaş ganimeti olan Çar Ferdinand yatı, kömür ikmali için İstanbul’a giden Turgut Reis’in yedeğine verildi. Kıyıya yakın rota takip edildiği için Bulgar sahillerine icra edilen bu ilk bombardıman baskın özelliği taşımamıştı.

Savaş ihtimali arttığından beri Bahriye Nezareti ve Donanma Vekaleti devamlı gemilerin onarıma ihtiyacı olduğundan bahsediyordu. Başkomutanlık Vekaleti zırhlıların derhal onarıma alınması konulu emrini 19 Ekim’de gönderdi. Zırhlıların ayrılmasından sonra oluşan yeni görev kuvveti Hamidiye ve Mecidiye kruvazörleri ile Yadigâr-ı Millet, Taşoz ve Basra muhriplerinden oluşacaktı.

Mecidiye Kruvazörü
21 Ekim’de Mesudiye ve Asar-ı Tevfik zırhlıları tersanede onarıma alınırken Barbaros ve Turgut Reis saat 07.30’da Büyükdere önlerine demirlemişti. Aynı günün sabahı Kavarna önlerine gelen Hamidiye saat 06.30’da iskelenin 1300 metre açığına demirledi. Şehrin teslimini istemek üzere ‘’parlamenter Flaması’’ çekili olarak sahile filikasını gönderdi. Filika kıyıya 200 metre kadar yaklaştığında yoğun bir tüfek ateşiyle karşılaştı. Personelini korumak için Hamidiye Kruvazörü de şehrin birkaç noktasını top atışına tuttu ve saat 09.40’da Kavarna önlerinden ayrıldı. Hamidiye’nin gelişi Bulgar gözcüler tarafından yanlış değerlendirilmiş ve Varna İstihkam Komutanlığına ‘‘Türkler Kavarna’ya çıkarma yaptı’’ şeklinde rapor edilmişti.

Saat 13.15’te Saint George Burnu önlerine ulaşan filoda Hamidiye karaya 10 kilometre mesafeden ateş açtı. Ancak sahil bataryaları cevap vermeyince yerleri tespit edilemediği için saat 14.00’da ateş kesildi. Saat 15.05’de gemilerin bombardımanı esnasında liman ağzına gelmiş torpidobotlar Osmanlı filosuna uzak mesafeden ateşe başladı. Sahil bataryaları da muharebeye katılınca yerlerini belli etmiş oldu. Bunun üzerine saat 16.00’ya kadar filo tarafından ateş baskısı altına alındılar. Osmanlı filosu ateş kestiğinde bazı bataryalar, elektrik tesisleri ve fener kulesi hasar almıştı.

Varna ve Kavarna Bombardımanını Gösteren Kroki

Hamidiye kruvazörü bombardımana devam ederken İstanbul’dan gelen bir telgraf üzerine Mecidiye’yi bırakarak Köstence’ye doğru nakliye gemilerine refakat etmek için yol almaya başladı. Bu görevini icra ettikten sonra Hamidiye Kruvazörü yeniden Burgaz Limanı’nı gözlemlemeye yöneldi. Osmanlı savaş gemileri, 23 Ekim 1912’de yeniden toplanarak Varna önlerine geldi ve şehri bombaladı. Varna, Bulgarlar açısından önemli bir liman olduğu için Osmanlı Bahriyesinin abluka planlarında önemli yer tutuyordu. Bu yüzden liman hem abluka altında tutulmalı hem de devamlı taciz ateşi ile birlikte bombalanmalıydı.

24 Ekim günü Mecidiye saat 14.00’da Varna önlerinde güneyli rotada seyrederken yine 10 kilometre mesafeden Bulgar sahil bataryalarına ateşe başladı. Yirmi dakika sonra Bulgar bataryasının karşılık vermesi üzerine kuzey rotasına döndü ve sahilden biraz uzaklaşarak 12 kilometre mesafeden hücuma ateşine devam etti. Bu taarruz sonucu Galata Feneri’nin üst kısmı ile Bulgar sahil bataryasının bir bölümü tahrip edilmişti.


GÖSTERİ ÇIKARMASI HAREKATI VE DOĞU ORDUSUNA DESTEK HAREKATLARI


Kara savaşlarının yoğunlaşması ve Doğu Ordusu’nun üzerindeki Bulgar baskılarını hafifletmesi amacıyla Türk Başkomutanlığı, Bulgarların dikkatini önemsiz bölgelere çekmek, kuvvetlerini bölerek savaş planlarını bozmak amacıyla 28 Ekim 1912’de alınan kararla Bulgarların Süzebolu-Burgaz kıyılarına bir gösteri çıkarması planlanmış, fakat bu harekatta Kara Kuvvetlerinin kullanılmaması ve gemilerin bombardıman yapmayışı bu harekatı gözlemlemeden başka bir fayda getirmemiştir.

Resim

Bu arada, Osmanlı Kara orduları Kırklareli Muharebesi’ni kaybetmiş ve Lüleburgaz-Pınarhisar hattına çekilmiş ve 29 Ekim 1912’de Lüleburgaz Savaşları başlamıştı. Asker sayısının azlığına, Cephane noksanlığı da eklenince Osmanlı Cephesinin takviyesi gerekti ve Donanmanın da bu nakliyeyi koruması istendi. Bunun üzerine Karadeniz’den İstanbul’a getirilecek birliklerin, karadan muhtemel bir gecikme olabileceğinden, deniz yoluyla doğrudan Midye’ye çıkarılması düşünüldü. Görev alacak gemileri Başkomutanlık bizzat belirledi: göreve katılacak gemiler Mecidiye kruvazörü ve Yarhisar muhribi olacaktı. Gemiler 29 Ekim 1912 günü Midye Limanı’na geldiler. Mecidiye komutanı Yarhisar muhribini karakol için liman ağzına gönderdi ve takviye getiren nakliye gemilerin limana yüklerini indirmek için yardım etti. 31 Ekim 1912’de başbakanlık, Trabzon-Samsun kıyılarından Trakya’ya aktarılacak askerlerin kara çarpışmalarına hayati ölçüde katkıda bulunacağını, bu işi çok süratli yapmalarını Bahriye Nezareti’ne bildirdi. Fakat eldeki gerek ticaret gemileri gerekse savaş gemileri çok yetersizdi. 1 Kasım’da yeni takviyeler için Midye’ye gelen gelen gemileri Barbaros ve Numune-i Hamiyet karşıladı. Çünkü Mecidiye ve Yarhisar görevi artık bu gemilere devretmişti. Yeni gelen takviye gemilerinden karaya 4800 subay ve er, 600 hayvan indirildi.


Kasım 1912 tarihinde Başkomutanlık Vekaleti’nden donanmaya ‘‘Düşmanın ordumuzun sol kanadını tehdit edebileceğinden derhal Silivri ve Marmara Ereğlisi önlerine gelerek çekilmeyi koruma altına alınız’’ emri verildi. Ancak müşterek harekat esnasında mutlak ihtiyaç olan koordinasyon için herhangi bir çalışma yapılmamıştı. Çıkarma esnasında görülen şiddetli fırtına nedeniyle zorlukla kıyıya çıkabilen birlikler 3 Kasım 1912’deki direktifle koruma görevinden ayrılan Barbaros zırhlısı ve Numune-i Hamiyet muhribinin ayrılması nedeniyle askerlerin karaya çıkarılmasını engelledi. Midye’ye çıkartılan birliklerin, 4 Kasım 1912’den itibaren donanmanın korunmasında Terkos Gölü bölgesine çekilmesi istenmiştir. Sonuç olarak; yeterli olmayan nakliye gemileri, savaş gemileri, iyi eğitilmemiş personel ve denenmemiş kara-deniz işbirliği gibi sorunlarla başarısız olmuştur.

Bu noktada Osmanlı Ordusunda bulunan planlama eksikliğine değinmekte fayda var. Öncelikle, Osmanlı ordusunun savaş planlarında çekilme durumunda uygulanacak ricat tarzları belirtilmemişti. Beklenmedik şekilde çözülen ve bozgun halinde geri çekilen ordu ortaya yeni bir ihtiyaç çıkardı. Bu konu önemli idi, çünkü bu savaşta Anadolu ile Rumeli kopuk kalmıştı. Çeşitli ihmallerle sahipsiz, savunmasız bırakılan Rumeli’ye Anadolu’da var olan insan ve malzeme kaynaklarının ulaştırılması söz konusu idi. Bununla birlikte bu yardımı, güvenlikle yürütmek ve desteklemek gibi çok çok önemli yan unsurlarla tamamlamak gerekiyordu. Yani açıkçası bütün bunların yükü “deniz gücüne” bindiriliyordu. Bu bakımdan genellikle bir kara savaşı olarak bilinen balkan harbinde, en önemli stratejik unsur deniz ve deniz kuvvetleri olarak karşımıza çıkmaktadır, bir başka ifade ile Boğazlar ve Marmara Denizi özellikle Ege Denizi göz önüne alındığında, Bulgarların Trakya’yı İşgali ile demiryolu-karayolu hatlarının kapanması üzerine mecburen bütün dikkatler, denizlere çevrilmişti. Öncelikle bu strateji vakitlice tespit edilebilseydi, buna dayalı olarak ihtiyacı karşılayacak miktarda nakliye ve savaş gemisi tedarik edilseydi, Anadolu’dan Rumeli’ye söz konusu yardım daha rahat gerçekleştirilebilirdi.

Konumuza dönecek olursak;
.
Tekirdağ’da 7 Kasım gününe kadar sakin devam eden gözlem görevi o gün tepelerde düşmanın görülmesi üzerine hareketlendi. Asar-ı Tevfik zırhlısının düşmanın öncüsü olduğu değerlendirilen bu gurubu top atışı ile dağıtmasına rağmen inatçı Bulgar piyadesi şehre iyice sokularak teslimini istedi. Kömür ikmali yapması gereken Asar-ı Tevfik durumu Donanma Komutan Vekiline bildirdi. Raporu alan Donanma Komutan Vekili, Mesudiye ve Hamidiye ile birlikte Tekirdağ önlerine desteğe gönderdi. Gemilerin gelmesinden sonra 8 Kasım sabahı Asar-ı Tevfik kömür ikmali için İstanbul’a hareket ederek görevi Mesudiye ve Hamidiye zırhlılarına bıraktı.

Bahriye Encümeni 9 Kasım’da toplantı yaptı. Yapılan durum değerlendirmesi neticesinde Ege Denizi hakimiyetini almanın mutlak gereklilik olduğu kararına varıldı. Böylece nakliyat yolları sekteye uğrayacak olan Bulgar Ordusu ile Çatalca önündeki mücadelenin daha kolay olacağı düşünülmüştü. Ancak encümen üyelerinin kararı değerlendirildiğinde kara cephesinin kritik durumu ve Donanmanın yıpranmış gemilerinin hesaba katılmadığına kanaat getirilmişti. Bu karar uygulanarak ana kuvvet Ege Denizi’ne çıkarılsa geride kalan gemilerin ordunun kanatlarını destekleyebilecek teknik kapasitelerinin olmadığı görülecekti.

Çatalca hattının tehlikeli durumuna rağmen Başkomutanlık Vekaleti sağlıklı muhakeme sonucu olmayan bu tavsiye kararına bel bağlayarak Donanma Komutanlığına birbiri ile çelişen dört emri birbiri ardına verdi. 10 Kasım’da verdiği ilk emir ‘‘Akdeniz Boğazının muhafazası ve Yunan Filosunun tecavüzü daha ziyade önemli olduğundan, donanmanın bu maksadı temin etmek üzere hareket etmesi uygundur’’ şeklindeydi. 10 Kasım tarihli ikinci emirde ‘‘Donanmanın ifa edeceği vazifelerden başlıcası Karadeniz’deki askeri nakliyatı temin ve ordunun Karadeniz ve Marmara Denizi’ne dayanan cenahlarını himaye etmek olup, bunları tamamıyla icradan sonra düşman donanma ve sahilinin tahribi konusunda yetki sahibisiniz’’ deniliyordu. 11 Kasım tarihli üçüncü emir ‘‘Ana kuvveti teşkil eden gemilerden bir tanesinin bile Marmara veya Karadeniz’de bırakılması caiz değildir. Ordunun yanlarını kıymeti olmayan gemiler korusun. Hemen Ege Denizi’ne hareket ediniz’’ şeklindeydi. 11 Kasım tarihli dördüncü ve son emir ise ‘‘Yarın harbin başlaması muhtemel olduğundan, ordunun yanlarına müfrez gemilerin hemen gönderilmesi, harp gemilerinden bazılarının noksanlarından dolayı ana kuvvetle birlikte Akdeniz’e hareketi geri kalmış ise bunların da bir an evvel Akdeniz’e yollanması’’ olmuştu. Görüldüğü üzere Başkomutanlık Vekâleti donanmadan nerede ve nasıl faydalanacağı konusunda kararsızdı.

Donanma Komutan Vekili ordunun kanatlarını desteklemesi için verilen emrin icrası esnasında yaptığı durum değerlendirmesini Başkomutanlık Vekaletine bildirdi. Raporunda çekilen ordunun artçı bırakması ve bu artçıların da düşmanla temasta kalarak, hareket tarzını ve kuvvet büyüklüğünü tespite çalışması gerektiğini ama duruma bakılırsa ordumuzun bu konuya dikkat etmediğini belirtiyordu. Raporda ilaveten düşman tehdidi altındaki her kasaba ve şehrin önüne gemi görevlendirmesi yapmanın mümkün olmadığını belirterek ordunun terk ettiği Tekirdağ, Silivri ve Marmara Ereğlisi’nde bulunan hükümet yetkililerinin ve halkın tahliyesi için nakliye gemileri gönderilmesini istiyordu. Başkomutanlık Vekaleti 11 Kasım’da kara harekatının tüm gerekliliklerinin yapıldığını ve bu konuda Donanma Komutan Vekilinin fikrine ihtiyaç olmadığını belirten nezaketsiz bir cevap vermekle yetindi.

Bu arada, Mesudiye 10 Kasım günü açtığı ateşle Tekirdağ civarında bir Bulgar topçu bataryasını imha etti. Mesudiye şehri savunan askerlerin talebi üzerine cephanelerinin bitmek üzere olduğunu 3. Kolordu komutanına aktarması için Donanma Komutan Vekiline bildirdi. Aldığı cevapta mesajın ilgili yerlere iletileceği; ancak cevap ve destek gelene kadar gemide bulunan hafif silah cephanesinin sahile çıkarılarak şehri savunan askerlere dağıtılması emrini aldı.


Barbaros Zırhlısı, 11 Kasım’da Silivri’deki hükümet görevlileri ve gözetleme postası erlerini alarak Büyükçekmece’ye getirdi. Tekirdağ’da bulunan son birlikler ise 12 Kasım’da İstanbul’a nakledilmesiyle burada görevi kalmayan Mesudiye, Başkomutanlık Vekaletinin emriyle Büyükçekmece önlerindeki Barbaros’a katıldı.

İlerleyen düşman birliklerinin Terkos yakınlarına gelmesi nedeniyle buraya kuvvet ayırma ihtiyacı duyuldu ve Turgut Reis zırhlısı oluşturulmaya çalışılan ana kuvvetten ayrılarak bölgeye gönderildi. 13 Kasım günü Başkomutan Vekili donanmaya en sert mesajlarından birini gönderdi ‘’Ege Denizi’ne çıkınız, bu son ihtardır.’’ Görülüyor ki Başkomutan Vekili donanmayı nerede kullanacağı konusunda bir türlü karar veremiyordu.


14 Kasım’da sağ kanat komutanından düşmanla temasın sağlandığı fakat Donanma desteği olmazsa ordusunun harekatının tehlikeye düşeceği, sol kanat komutanından da elindeki bazı birlikleri Donanmanın varlığına güvenerek başka cephelere kaydırdığını, bu nedenle bölgesinden muhakkak uzun menzilli topları olan bir gemi bulunması gerekliliğini belirten raporları Başkomutanlık Vekaletine ulaştı. Bu raporlar Başkomutan Vekilinin kararsızlığına son verdi. Başkomutanlık Vekaleti tarafından Donanma unsurları ikiye ayrıldı. Donanma Komutan Vekili emrinde Barbaros, Asar-ı Tevfik ve yedi muhrip sol yanda, Donanma Komutan Vekili Yardımcısı emrinde olmak üzere Turgut Reis, Mesudiye ve Mecidiye sağ yanda görevlendirildi.


15 Kasım’da Turgut Reis ve Mesudiye karadaki gözcüler tarafından verilen geri besleme bilgileri ışığında Bulgar hatlarını ağır bombardımana tuttu. Ateş desteği altında ilerleyen piyadelerimiz bazı mevzileri ele geçirdi. Sol kanatta ise Barbaros atışlarına devam ederken Hamidiye, faaliyetleri teftişe gelen Bahriye Nazırı Salih Hulusi Paşa’yı da alarak Silivri-Marmara Ereğlisi arasında gözlem ve bombardıman harekatı icra etti. 16 Kasım’da Başkomutanlık Vekaleti, Mesudiye’yi Büyükçekmece’ye çağırdı. Mecidiye de kömür ikmali için İstanbul’a döndüğünden sağ kanatta bir tek Turgut Reis zırhlısı kaldı. Turgut Reis öğleden önce Tarfa Köyü, öğleden sonra Celep Köyü’ndeki düşman mevzilerini bombardıman etti. Buna rağmen Sağ kanat Komutanı, Bahriye Nezaretine ‘’Sağ yan donanma ile himaye edilmezse felaket muhakkaktır’’ mesajı iletildi. Bahriye Nezareti derhal Mesudiye’yi buraya sevk etti. Bu hareketi yetkisine karşı saygısızlık olarak kabul eden Başkomutan Vekilinin emriyle Mesudiye geri döndürüldü ve karışıklığa sebep olan sağ yan komutanı görevden alındı.

Salih Hulusi Paşa
17 Kasım’da neticeyi belirleyen zorlu mücadelelerde donanma kanat komutanlarının istekleri doğrultusunda hareket etti. Düşman saat 03.00’da ateşe başladı. Sol kanatta Ömer Yaver Paşa savaşa tüm gücüyle girdiğini belirterek Çatalca-Papazburgaz arasındaki sahanın donanma tarafından baskı altına alınmasını istedi. Donanma Komutan Vekili emrindeki unsurlar ile 15 kilometrekarelik bir alanı etki altına alarak bir iki Bulgar bataryasını imha etti ve Papazburgaz Köyü’nü yaktı. Ömer Yaver Paşa bugünkü atışları ‘’Atılan mermiler bilhassa düşmanın maneviyatına tesir etmektedir’’ diye değerlendirmişti. Sağ kanatta ise 17 Kasım günkü muharebelere katılan Turgut Reis, Celep Köyü’ne ana bataryaları ile 17 adet mermi attıktan sonra geldiği Ormanlı Köyü’ne de yine ana bataryalarla ile 6 mermi atarak desteğe devam etti.


18 Kasım’da zayıflayan Bulgar hücumları karşısında sağ kanatta desteğe devam eden donanma unsurları sol kanatta havanın sisli olması nedeniyle harekat icra edemedi. Bulgar hücumlarının kesin olarak Çatalca hattında kırıldığının ortaya çıkması üzerine Osmanlı Sultanı 5. Mehmet Reşad aşağıdaki telgraf ile ordu ve donanmayı kutladı. Görülüyor ki Osmanlı Sultanı bozgun halinde Çatalca hattına çekilen ve bir ara İstanbul’un bile tehlikeyi hissettiği ortamda elde edilen bu savunma merkezli başarıdan oldukça memnun olmuştu.


HAMİDİYE KRUVAZÖRÜNÜN VURULMASI


Balkan Savaşlarında önemli ve ders alınması gereken bir olay olarak Hamidiye Kruvazörü ile Yarhisar Muhribi ve Berk-i Efşan Torpidobotunun katıldığı “ticaret gemilerini himaye ve mümkün olduğu takdirde Bulgar Torpidobotlarını yok etmek” amacıyla aldıkları görev sırasında, Hamidiye Kruvazörü’nün 21 Kasım akşamı Bulgar gemilerinin kıskacına girmesi üzerine muharebeye başlaması, Yarhisar ve Berk-i Efşan torpidobotu’nun bu muharebe sırasında ateşlenen top ateşini görmesine rağmen yardıma gelmemesi üzerine harekatın başarısız olmasına ve hamidiye Kruvazörü’nün bu muharebe sırasında torpido isabeti alarak yaralanması sonucu yaşanan başarısızlıktı. Bu olay neticesinde, Osmanlı Donanması ile mukayese edilemeyecek düzeyde olan Bulgar Donanması karşısında başarısızlık bir hayli düşündürücüdür. Bu arada gerçekleştirilen harekatta Osmanlı Donanmasında, düşman muhriplerinin gece hücumlarının nasıl savuşturulacağına dair bir talimname olmamasından dolayı Hamidiye Kruvazörü kendi inisiyatifi ile hareket etmiştir.

Bu olayın detaylarına girecek olursak;

Başkomutanlık Vekaleti 18 Kasım’da Hamidiye, Yarhisar ve Basra Torpidobotlarını Varna’yı gözetlemekle görevlendirildi. Görev kuvveti boğazdan çıkarken Basra muhribi bir mavnayla çarpışınca yerini Berk-i Efşan Torpidobotuna bıraktı. Başkomutanlık Vekaleti 20 Kasım gece yarısı gemilerin emredilen mevkilerde bulunmasını ve kesinlikle mevkilerini terk etmemesini istedi. Ayrıca emirde bölgesinde düşmana rastlayan gemi derhal muharebeye girişeceği belirtilmiş ve bu durumu da kırmızı fişek atarak diğer gemilere bildirecekti. Yarhisar emredilen mevkiini saat 21.30’da alırken Berk-i Efşan tam gece yarısı mevkiine ulaşmıştı.


20 Kasım gece yarısı Osmanlı askeri nakliyat kollarına ait gemilerin Köstence’ye ulaştığı haberini alan Varna Müstahkem Mevkii Komutanı emrindeki Bulgar Karadeniz Filosunu Köstence-İstanbul hattı üzerinde bu nakliye kollarına rastlayabileceği ve zayiat verdirebileceği düşüncesiyle liman ağzına sevk etti. Şumnu ve Hareberi onarımda olduğundan göreve Draçki, Simeli, Sitroki ve Letyaşti Torpidobotları katılacaktı.

Draçki Torpidobotu ve Mürettebatı
Günümüzde Müze olarak Bulgarlar Tarafından Muhafaza Edilmiş Draçki Torpidobotu (Bizim de Feyz Almamız Gereken Bir Sorunu İşaret Ediyor.) 

Hamidiye 21 Kasım gece yarısı Varna önlerine geldiğinde Bulgar torpidobotları da liman ağzında bulunuyordu. Saat 00.40 civarında Varna’nın 15 mil kuzeyine gelindiğinde köprü üstünde vardiyadaki personel geminin sol ön tarafında karartılar gördüğünü rapor etti. Hamidiye bir adet kırmızı işaret fişeği attı. Onu teşhis etmek için yaklaşan torpidobotlar bunun üzerine düşman olduğunu anlayarak sürat arttırdılar. İşarete cevap alamayan Hamidiye gelenlerin düşman olduğunu değerlendirerek pruvasını o yöne çevirerek torpido hücumundan sakınmak istedi. Aynı anda topçu ateşine de başladı. Ancak geminin yerini belli etmemek için ışıldak kullanmaması topçu atışının başarısını etkiledi.


Bulgar torpidobotları Hamidiye’yi görür görmez iki gruba ayrıldı ve kıskaca alma harekatına başladı. Sancak tarafta bulunan Letyaşti, torpidosunu ilk ateşleyen torpidobot oldu. Hamidiye iskele alabanda manevrası ile torpidodan kurtulmayı başardı. Ancak bu manevra onu Draçki’nin hedefi haline getirdi. Hamidiye’nin kendisine yan göstermek üzere olduğunu fark eden Draçki komutanı torpidosunu ateşledi ve torpido sol taraftan Hamidiye’ye isabet etti. Bu isabet üzerine Hızla su alan Hamidiye’nin ön tarafı top seviyesine kadar sulara gömüldü. Geminin aldığı hasar şekli olarak düzensiz olmakla beraber 7,3x14 metre büyüklükte ve oldukça ciddiydi. (Kaynak) Topçu ateşinin başlamasını müteakip Hamidiye’deki gözcüler tarafından bir torpidobotun yandığı bir diğerinin de batmak üzere olduğu rapor edilmişti. Ancak savaş sonunda bu raporların gerçeği yansıtmadığı anlaşılacaktı. 

Reward Card

Taarruzdan sonra komuta gemisi olan Letyaşti Kilvator iskelesine sığındı. Draçki, Simeli ve Sitroki ise Hamidiye’den uzaklaştı. Üç torpidobot saat 01.16’da Berk-i Efşan ile karşılaştı. Torpidobotlar ile yaşanan bu ikinci muharebenin sesleri Varna Limanı’ndan bile duyulmuştu. Varna Müstahkem Mevkii Komutanı, elindeki en önemli unsuru muharebe alanına sürme kararıyla Nadejda Torpidobotuna limandan çıkarak muharebeye katılma emrini verdi. Ancak Nadejda komutanı mayınlı sahadan gece şartlarında geçemeyeceğini belirterek emri uygulamayı reddetti. Saat 02.00’da ikinci muharebe de son bulmuş ve düşman torpidobotları gözden kaybolmuştu. Hamidiye komutanı saat 02.00’da telsiz irtibatı olan ve Köstence Limanı’na seyreden Berk-i Satvet’e Varna’ya doğru yönelmesini ve yaralı Bulgar torpidobotlarını bularak imha etmesini bildirdi. Berk-i Satvet Torpidobotu 10 mil bu yönde devam ederek saat 03.00 civarında nedensizce rotasını güney doğuya çevirdi ve saat 03.30’da Berk-i Efşan ile buluşarak Kalegra Burnunun 3 mil doğusuna kadar refakat ettikten sonra saat 09.00’da rotasını tekrar Köstence Limanı’na çevirdi.

Hamidiye komutanı saat 02.30’da vermesi gereken kritik kararı vermek zorunda kaldı. Aldığı isabet sonucu ön ambarları, cephaneliği, ateşçi erlerin kaldığı koğuşu ile kömürlükleri su almış ve ‘’A’’ tareti atış yapamayacak konuma gelmişti. Ayrıca kazan dairesine sızan sulardan dolayı geminin hızını bir hayli düşmüştü. Bu durumda gemi komutanının rotasını boğaza çevirmekten başka çaresi kalmamıştı. Personel tüm tulumbaları kullanarak gemiye dolan deniz suyunu boşaltmaya çalışıyordu. Ayrıca ‘’a’’ taretine ait cephanenin bulunduğu bölme kapatılmış, kıçtaki tatlı su sarnıçları deniz suyu ile doldurularak geminin önünün sulara gömülmesi yavaşlatılmaya çalışılıyordu. Bu kararla birlikte gemi komutanı Turgut Reis’i telsiz ile yardıma çağırmış, Mecidiye ile kuvvetli bir römorkörün gönderilmesini de Bahriye Nezaretinden talep etmişti.

Karaburun işaret istasyonu gözle temas kurduğu Hamidiye’nin pozisyonundan gemide bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı ve durumu Başkomutanlık Vekaletine rapor etti. Hamidiye’ye ilk ulaşan Turgut Reis oldu ve suyu boşaltabilmek için hemen asker takviyesi sağladı. Takviye için alınan otuz asker boğaz girişine kadar Hamidiye personeli ile birlikte tüm gücüyle çalıştı. Ardından Mecidiye ve İntibah römorkörü de gruba katıldı. Yapabileceği bir yardım bulunmaması üzerine Mecidiye, Bulgar Donanmasını bulup imha etmek için Varna önlerine yöneldi. Saat 19.00’da iki römorkör daha yaralı gemiyi karşıladı. Refakatçileri eşliğinde boğaza ulaşan Hamidiye 22 Kasım 1912 günü Haliç’e onarım için alındı. 


Bu muharebe sırasında O gece şehit olan Ordulu Selim oğlu Ömer, Rizeli Mehmet oğlu Recep, Hayfalı Hüseyin oğlu Abdurrahman, Priştineli Emin oğlu Tevfik, Haymanalı Abdülaziz oğlu Fehmi, Erdekli Hakkı oğlu Hüseyin, Vakfıkebirli Ahmet oğlu Bekir ve Antalyalı Osman oğlu Osman, Osmanlı donanmasının isimsiz kahramanları arasındaki yerlerini alarak şehit mertebesi ile ebediyete intikal etmiştir.


BARIŞ GÖRÜŞMELERİ ESNASINDA YAPILAN HAREKATLAR


Başkomutanlık Vekaleti 21 Kasım gecesi donanmaya iki müfreze kurmasını bunlardan birinin Varna’yı gözetlerken diğerinin Köstence’ye gönderilmesini emretti. 22 Kasım’da Gayret-i Vataniye Köstence’ye, Muavenet-i Milliye Varna’ya sevk edildi. Havanın fırtınalı olması nedeniyle her iki gemi geri dönerken 23 Kasım’da Mecidiye Varna’ya hareket etti. Muhripler geri döndüğü için Mecidiye yükleme yapan gemileri koruması için Köstence önlerine gönderilmek istendiyse de telsiz haberleşmesi olmadığı için emir iletilemedi. 27 Kasım’da yüklemesi biten gemileri Gayret-i Vataniye ve Muavenet-i Milliye muhripleri karşıladı. Varna önlerinde Mecidiye kruvazörü bulunmasına rağmen Başkomutanlık Vekaleti Turgut Reis zırhlısını da konvoyu karşılamaya gönderdi. Konvoy ve Mecidiye 28 Kasım’da İstanbul’a döndü.

Gayret-i Vataniye
25 Kasım’da donanma ateşkes görüşmeleri yapıldığı için düşman taciz etmedikçe karaya ateş açmaması konusunda ikaz edildi. Ateşkes görüşmeleri belki karaya ateşi yasaklamıştı; ama bu donanma gemilerinin denizlerdeki faaliyetlerini durdurmadı. Marmara Denizi’nde çetelerle ve asker kaçakları ile mücadele, Karadeniz de ise gözetleme ve askeri nakliyeyi himaye görevleri devam ediyordu. Donanma ana kuvvetinin Çanakkale’ye gitmek üzere ayrılması nedeniyle bahse konu görevleri icra için teknik olarak çok zayıf gemiler bırakılmıştı. Özellikle Karadeniz Müfrezesine ayrılan gemiler bu mevsimde uzun mesafeli seyirlere uygun değildi.

Bezm-i Alem, Berk-i Efşan ve Berk-i Satvet Karadeniz Müfrezesi olarak 3 Aralık 1912 tarihinde Büyükçekmece’den hareket etti. Görevleri Karadeniz’de bulunan nakliye kollarına refakat etmekti. Karadeniz Müfrezesine ait gemiler nakliye kollarının ulaşacağı emniyetli sulara kadar refakat ettikten sonra 5 Aralık’ta Boğaza geri döndüler. 9 Aralık’ta Bezm-i Alem ve Berk-i Satvet yine konvoy refakati için 10 Aralık’ta Köstence’ye ulaştı. Burada yüklemenin tamamlanamaması üzerine bir gün liman dışında beklediler ve 12 Aralık’ta her nakliye koluna refakat ederek boğaza döndüler.

Başkomutanlık Vekaleti tarafından 10 Aralık’ta Marmara Müfrezesi Komutanlığına Gelibolu’dan alacağı askerleri Şarköy’e çıkararak buradaki çeteleri dağıtmasını ve her ne olursa olsun işgal altındaki Marmara kıyılarına tarafsız da olsa malzeme ve insan naklini engellemesi emredildi. Bu görevi Marmara Müfrezesi Komutanlığı, Zuhaf’a verdi. Zuhaf, Gelibolu’dan aldığı 250 kişilik birliği 11 Aralık 1912 tarihinde Şarköy’e çıkardı. Çıkarma esnasında çete mensupları ile yaşanan sert muharebeler bu cepheye takviye ihtiyacı doğurmuştu. Bu nedenle onarımdan yeni çıkan NurulBahir desteğe gönderildi.

2 Ocak 1913 tarihinde Başkomutanlık Vekaleti Bulgaristan’ın Tuna yolu ile Rusya’dan destek alacağı istihbaratını aldığı için Karadeniz Müfrezesi Komutanlığına gözlem görevi verdi. Komutanlığın elinde bulunan gemilerin bu kış mevsiminde Boğazdan böylesi bir mesafeye gitmek için uygun olmadığını bildiren mesajına cevaben Bahriye Nezareti görevin önemine binaen Müfreze Komutanı’nın bizzat görevi komuta etmesi istendi. Bu emir üzerine Müfreze Komutanı 6 Ocak’ta ‘’daha önceki görevlere de bizzat katıldığını’’ belirtip, bu göreve de Bezm-i Alem’in dipte takılı kalan demirinin kurtulmasını müteakip katılacağı cevabını verdi. Bu gerçekleşen karşılıklı mesajlaşmalar Başkomutanlık Vekaleti’nin savaşın başından beri Donanmayı komuta eden komutanlarla sağlıklı bir ilişki kuramadığını gösteriyordu.

30 Ocak 1913 tarihinde hastalanan Karadeniz Müfrezesi Komutanı istifa edince yerine yeni bir komutan ‘’Komutan Vekili’’ olarak atandı. Bu değişiklikten sonra Bezm-i Alem yeni komutan kumandasında 1 Şubat’ta yeni nakliye kollarına refakat etmek için Köstence’ye hareket etti ve refakat ettiği gemilerle birlikte 3 Şubat’ta boğaza geri döndü. 4 Şubat’ta savaşın ikinci evresi başladığında Bahriye Nezaretinin tavsiyesi üzerine Karadeniz Müfrezesi Asar-ı Tevfik, Taşoz ve Musul ile takviye edildi.

Bu sırada Donanma Vekâletinde de görev değişimi yaşanmıştı. 4 Şubat 1913 tarihinde Çanakkale’ye gelerek ikinci kez Donanma Komutan Vekilliği görevini teslim alan Albay Tahir Burak Bey ilk iş olarak eldeki gemilerin topları hakkında rapor hazırladı. Bu rapor Başkomutan Vekili tarafından kabul edilmeyerek yabancı uzmanlardan oluşan heyete ikinci bir kontrol yaptırıldı, sonuçta gemilerin toplarının sağlam olduğuna kanaat getirildi.


2. BALKAN SAVAŞI ESNASINDA YAŞANAN GELİŞMELER


Barış görüşmeleri sona erip savaşın ikinci evresinin başladığı 4 Şubat 1913 günü Mürefte önlerinde bulunan Zuhaf o gün yaklaşık 3.000 kişiden ve bir bataryadan oluşan Bulgarlara ateş açtı. Bulgarlar da karadan karşı atışlarla cevap verdiği muharebe sonucunda düşmana zayiat verdirse de daha fazla dayanamayacağını anlayan Zuhaf saat 12.00’de 19 memur ve jandarma birliğini alarak Mürefte’den ayrıldı. Sonuçta akşam saatlerinde Bulgarlar Mürefte’ye girdi. Şarköy’e doğru ilerlemeye devam eden Bulgar piyadesi kasaba önlerinde bulunan Berk-i Satvet ve Nurulbahir’in açtığı ateş ile durduruldu. Düşmanın kasabaya girme ihtimali karşında karada bulunan memurlar gemilere alındı. Gece boyunca muharebe devam etti. Sabah olduğunda Mesudiye’de bu gruba katıldı. Bulgar piyadesi sabah saat 09.30’da şiddetli bir taarruz başlattı. Saat 14.30’da Gelibolu’dan gelen Zuhaf da bu ateşe katıldı. Gemilerin yoğun ateşi karşısında ağır kayıplar verse de 5 Şubat saat 18.30’da Bulgar piyadesi Şarköy’e girdi.

Muharebelerin ikinci safhasıyla birlikte Başkomutanlık Vekaleti Karadeniz kıyılarına bir çıkarma yaparak Bulgarların dikkatini dağıtmayı planlamıştı. Bu maksatla çıkarma bölgesi olarak Podima seçildi. 6 Şubat 1913 günü küçük bir birlik Berk-i Efşan’a ve Draç’a bindirildi. Saat 23.00’da Podima önlerine gelindi. Ama savaşın genelinde görüleceği üzere donanma gemilerinin ışıldak zaafiyeti çıkarmanın gece yapılmasına engel oldu. 7 Şubat sabahı sahile yaklaşan gemiler birliği karaya çıkarmaya başladı. Aynı anda evlerden şiddetli tüfek ateşiyle karşılandılar. Saat 07.00’de karaya çıkan bu birlik şiddetli ateşe rağmen Podima’yı işgal etmeyi başardı. Bu ilerleme esnasında gemi topları ile düşman üzerine yapılan baskı atışlarının çok faydası olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Podima işgal edildikten sonra birlik Karacaköy istikametine doğru ilerlemeye başladı. Ancak bu birlik köye varamadan sayıca kendilerinden çok daha kalabalık Bulgar kuvvetleri ile karşılaştı ve girdiği şiddetli çatışma sonucu 1 şehit, 12 yaralı vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Torpidobotlarımızın ateş desteği altında gemilere alınan geri kalan birlik askerleri ile birlikte gemilerimiz, çıkarmadan beş saat kadar sonra Podima önlerinden ayrıldı. Bu çıkarma harekatı sırasında Berk-i Efşan 40 adet, Draç ise 20 adet top atışı yapmıştı.


ŞARKÖY ÇIKARMASI


Daha barış görüşmeleri devam ederken İstanbul’da Osmanlı Erkan-ı Harbiyesinde muharebeler yeniden başladığında düşman üzerinde sürpriz etkisi yapacak planlar hazırlanmıştı. Bunlardan birisi ve en önemlisi de ‘’Şarköy Çıkarması’’ idi. Çıkarma yeni teşkil edilen 10. Kolordu tarafından icra edilirken aynı anda Gelibolu’da bulunan Mürettep Kolordu tarafından Bolayır hattına hücumla desteklenecekti. Bu plan dahilinde çıkarmanın denizden korunması görevi de Donanma unsurlarına verilmişti. Bu harekatın planlamasında 10. Kolordu Kurmay Başkanı Enver Bey (Enver Paşa) yer almıştı.


7 Şubat 1913 akşamı Başkomutanlık Vekaleti, Donanma Komutanlık Vekaletine gönderdiği emirde 10. Kolordu’nun 8 Şubat sabahı Şarköy ve İnceburun arasına çıkarma yapacağını, Donanmanın da bu harekatı desteklemek için gece yarısından itibaren 10. Kolordu Komutanı’nın emrine gireceğini bildirildi. Plana göre bu hareket Mürettep Kolordu ve 10. Kolordu tarafından eş zamanlı olarak uygulanılacaktı. Destek harekatı kapsamında Donanma Komutan Vekili komutasında Barbaros, Turgut Reis, Mecidiye, Demirhisar, Yarhisar ve Sultanhisar gemileri 8 Şubat sabah saat 05.10’da Şarköy önlerine ulaştı. Ancak çıkarma mevkiinde 10. Kolordu karargahını taşıyan vapurundan başka gemi yoktu. Saat 10.00’da çıkarma birliklerini taşıyan gemiler göründüğünde 10. Kolordu komutanı ve karargahı Barbaros’a geçmişti.


Sultanhisar
Barbaros Zırhlısı
Turgut Reis
Karaya Barbaros 80, Turgut Reis 40 er çıkardı. Bunlar çıkarma için kıyı başı tutmakla görevlendirilmişti. Çıkarma elverişsiz şartlarda devam etti. Mürettep Kolordu planlı saatte taarruza geçmesine rağmen çıkarma birlikleri geciktiğinden üstün düşman karşısında kalmıştı. Mürettep Kolordu verdiği ağır kayıpların etkisiyle 8 Şubat akşam saatlerinde geri çekilmeye başladı. 9 Şubat’ta 10. Kolordu Kurmay Başkanı, Mürettep Kolordu Karargahına gitti ve ertesi gün taarruzun yenilenmesinde ısrar etti. Ancak Başkomutanlık her iki kuvvetinden de aldığı raporları değerlendirerek 10. Kolorduya geri çekilme emrini saat 23.00’da verdi. 10 Şubat sabahı donanma gemileri çekilme harekatını desteklemek için saat 07.00’de ateşe başladı. Üstün düşmana karşı duran artçılar ve donanmanın ateş desteği sayesinde Osmanlı birlikleri 11 Şubat saat 04.00’da tamamen geri çekilmişti. Donanma saat 06.30’da bölgeden ayrılarak saat 12.30’da Gelibolu’ya demirledi. (Şarköy Çıkartması ve Bolayır Muharebeleri ile ilgili daha detaylı bilgi için (Link) 13 Şubat’ta Çanakkale Nara Burnu önlerindeki ileri üs bölgesine ulaşan donanma Mondros Deniz Muharebesi’nin yaralarını tam olarak saramamış olsa da müşterek harekatta üzerine düşeni yapmıştı.


KARADENİZ’DE Kİ SON HAREKATLAR VE SAVAŞIN SONA ERMESİ


Osmanlı donanması Marmara Denizi’nde olduğu gibi Karadeniz’de de desteğe devam ediyordu. Bu maksatla Asar-ı Tevfik 8 Şubat’ta Darboğaz’da sağ kanat komutanı ile buluşarak kendisinden elle çizilmiş bir kroki aldı. Bu krokiye istinaden yapılan atışların Osmanlı askerleri üzerine düştüğü anlaşılınca o gün için atışlara son verildi. 9 Şubat 1913 günü saat 08.00’da sağ kanat komutanı bizzat Asar-ı Tevfik’e geldi ve kıyıya mümkün olan en yakın mesafeden seyredilmesini istedi. Saat 12,45 civarında gemide bir sarsıntı meydana geldi. Yapılan incelemede geminin sahilden 1550 metre mesafede ve haritalarda gözükmeyen bir kayanın üstünde karaya oturduğu anlaşıldı. Gemi Komutanı kendi imkanları ile kurtulabilmek için geri manevra yapsa da bir saatlik çabaları sonuç vermedi. Kendi imkanları ile kurtulamayacağı anlaşılan gemiden sahile bir filika gönderilerek durum İstanbul’a rapor edildi.

Asar-ı Tevfik
10 Şubat’ta Basra ve Taşoz, Asar-ı Tevfik zırhlısının yanına gelerek olası Bulgar hücumlarından korumak için yakın mesafeden emniyet seyrine başladılar. Akşam saatlerine doğru kurtarma gemisi de kaza yerine ulaştı. Bu sıralarda Asar-ı Tevfik su almaya başlamıştı ve kendi çabasıyla suyu boşaltmaya çalışırken diğer yandan da cephane, kömür ve kıymetli eşyalarını kurtarma gemisine aktarıyordu. 12 Şubat sabahından itibaren artan rüzgar ile denizin kabarması ve arızalanan tulumbalar suyun tahliyesini imkansız hale getirdi ve 13 Şubat 1913 tarihinde Asar-ı Tevfik sulara gömüldü. Sulara gömülmeden hemen öncesinde denizcilerin meşakkatli çalışmaları neticesinde cephanesini, küçük ve orta toplarının namlularını, büyük toplarının da kamalarını kurtarma gemilerine taşımayı başardı.


Bu talihsiz olaya rağmen Karadeniz Müfrezesi emrine verilen gemiler ile savaşın sonuna kadar Köstence’den yapılan fakat giderek azalan nakliyatı korumak, Bulgar sahillerini ve Çatalca önlerinde bulunan düşman ordusunun sol kanadını gözlemleme görevlerini imkanlar dahilinde sürdürdü.


Donanma 24-29 Mart 1913 tarihli muharebelerde de orduya ciddi destek verdi. 1 Nisan’dan itibaren karadaki savaş mevzii muharebesine döndü. Başkomutanlık Vekaleti 14 Nisan 1913 tarihinde Bulgar sahillerinden tacize uğranılmadıkça ateş açılmamasını donanmaya emretti. Bunun üzerine donanma ileri üs olarak kullandığı Çanakkale’ye 16 Nisan’da dönerek 27 Eylül 1913 tarihine kadar burada kaldı ve savaşın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra yani 4 Ekim 1913 tarihinde gemiler bakım onarım için Haliç’e gönderildi.


SONUÇ


Osmanlı Donanması, Balkan Savaşı’nda Karadeniz askeri nakliyatını koruma görevini savaşın sonuna kadar herhangi bir engellemeye ve kayba fırsat vermeden başarı ile icra etti. Bunun yanında başta Varna olmak üzere Bulgar kıyılarını ablukaya alma ve zaman zaman bombardıman etme görevleri de icra etti. Fakat bu harekatlarda oldukça zayıf olan Bulgar Donanmasına karşı gereğinden fazla güç kullanıldı. Onun yerine muhriplerden oluşturulacak Filotillalar tercih edilseydi bu maksatla Karadeniz’de kullanılan Zırhlılar da deniz hakimiyetini sağlamak için Ege Denizi’ne çıkabilirdi. Böylece Ege Denizi’ne zamanında açılan Osmanlı Donanması Yunan Donanması tarafından adeta hiç direnişle karşılaşmadan ‘’Adaların İşgal’’ edilmesini önleyebilir, Batı cephesine lojistik destek sağlayabilir ve deniz muharebelerine daha elverişli ortamda girerek savaşın seyrini değiştirebilirdi. Karadeniz’de Osmanlı Donanması adına yaşanan en talihsiz olay 21 Kasım 1912 gece yarısı Hamidiye kruvazörünün karşılaştığı dört küçük Bulgar torpidobotuyla giriştiği muharebede aldığı torpido yarasıydı. Burada dikkat çeken husus gemi komutanları tarafından harekat esasları belirlenmesine rağmen Hamidiye Kruvazörünün muharebede yalnız bırakılmasıdır. Osmanlı Donanması, Karadeniz ve Marmara Denizi’nde çeşitli mevkilerden sağladığı ateş desteğiyle ordunun çekilmesi esnasında Bulgar Ordusu ile arasına mesafe koymasını sağlamış, kıyı şeridindeki şehirlerin Bulgar işgalinden önce tahliye edilmesini sağlayarak olası kayıpları azaltmıştır. Çatalca Muharebesi’nde özellikle 17-18 Kasım 1912 günlerinde uzun menzilli top atışlarıyla ordu kanatlarına ateş desteği sağlamış bu da düşman üzerinde maddi ve manevi çöküntü yaratmıştı. Yaptığı isabetli atışlar ayrıca Osmanlı ordusuna moral vermiş ve cephedeki komuta kademesi tarafından sık sık tebrik edilmiştir. Savaşın ikinci evresinde Osmanlı Donanması 8 Şubat 1913 tarihindeki Şarköy Çıkarmasında, Mondros Deniz Muharebesi’nin yaralarını tam olarak saramadan harekat alanında zamanında bulunmuş karaya çıkarılan askerleri toplarıyla koruma altına almıştır. Ancak başta koordinasyon eksikliği olmak üzere ‘’Amfibi Harekat’’ için eğitimsiz ordunun çıkarma harekatında başarısız olması neticesinde karaya çıkarılan birliklerin minimum zayiatla geri alınmasını sağlamıştır.



Büyük denizci Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa’nın dediği gibi ‘‘Denizlere hakim olan karalara hakim olur’’ sözünden yola çıkarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti tüm kurumlarında olduğu gibi donanmasında da çağı yakalama hatta geçmeyi hedeflemiştir. Bunun için de gemilerdeki yenileme hareketinden daha hızlı bir şekilde denizci personel yetiştirme hedefine yönelmiş ve var olan okullarda eğitim kalitesini arttırmıştır. Günümüzde Donanmanın ihtiyaç duyduğu insan kaynağı Deniz Harp Okulu ile Astsubay Meslek Yüksek Okulları’ndan sağlanmaktadır.

0 Yorumlar