Baltimore Krizi ve Amerika'nın Pasifikte Yükselişi
Günümüzde ABD’nin dünya siyasetine ve ekonomisindeki
etkinliği ile yön verme gücünü bilmeyen yoktur. Amerika’nın bu gücünü çoğu
kesim 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında attığı önemli adımlarla kazandığını
iddia etmektedir. Tabi ki bu adımların temeli de 1. Dünya Savaşı’nın son
yıllarında Amerika’nın İngilizlerin yanında savaşa katılarak Avrupa Kıtasında etkin
rol oynaması da yol açtığı düşünülebilir. Ancak ABD yukarıda zikrettiğimiz
dönemlerden önce Avrupa’da olmasa dahi pasifik bölgesinde söz sahibi önemli
ülkelerden birisi olmuştu. Bunun sonucu olarak da özellikle 2. Dünya Savaşında Amerika
ile Japon İmparatorluğu arasında Pasifik bölgesinde tek güç olma mücadelesinin
temeli de Amerika’nın bölgedeki etkinliğinden ileri geliyordu. Amerika’nın
pasifik bölgesi üzerinde etkinliği çoğunlukla Filipin Adaları’nın egemenliği
için İspanya ile giriştiği mücadele ile bilinir. Ancak Amerika bu mücadeleden
önce de bu bölgede etkinliğini göstermeye başlamıştı. İşte Amerika’nın bu
etkinliğini arttırdığını gösteren en önemli olaylardan birisi de ‘’Baltimor Krizi’’
olarak adlandırılan ve Amerika’nın Güneydoğu Pasifik Bölgesindeki gücünü
pekiştirdiği olaydır. Tabi ki bu krizden önce Amerika Orta ve Güney Amerika’nın
Pasifik kıyılarında etkinliğini göstermeye başlamıştı. Ancak Baltimore Krizi
olarak adlandırılan olay Amerika’nın tartışmasız bir güç olarak Güneydoğu
Pasifikteki gücünü pekiştiren olaylardan birisi olmuştur. Bu olay neticesinde
ise Amerika’nın bölgedeki hegemonyasının başladığı bir eşik noktasının atlandığı
kabul edilebilir. Baltimore krizi olarak adlandırılan olay özetle, Şili ve ABD hükümetleri
arasında diplomatik bir krize neden olan USS Baltimore Kruvazörü'ne ait
denizcilerin Valparaíso şehrinde karıştıkları yaralamalı ve ölümlü olay ile
başlamıştır. Ancak bu olayın gerçekte jeopolitik bir çekişmenin sonucu olarak
ortaya çıktığı da iddia edilebilir. Yaşanan bu kriz neticesinde, ABD diplomasisi
ve Arjantin oportünizminin manipülasyonu, iç savaş sonrası yeni yeni siyaseti
düzene girmeye başlayan ve yeni kurulmuş olan Şili hükümetini güvencesiz bir
arabuluculuk konumunda kalmaya zorladı ve dönemin bölgedeki en güçlü
donanmasına sahip Şili’nin gücünü ciddi derece kısıtlayarak inisiyatifin ABD’ye
geçmesine sebep oldu. Bu krizden sonraki dönemde ise Amerika bölgede gerçekleştirdiği
jeopolitik kazanımlarının üzerine gözünü daha uzaklara dikecekti.
Şili, 1879 ile 1883 yılları arasında Peru ve Bolivya ile yapılan Güherçile Savaşı (Pasifik Savaşı olarak da bilinir) sonucunda, o güne kadar bu ülkelerin elinde olan Atacama Çölü bölgesini (Antofagastin bölgesi) fethetti. Böylelikle Bolivya, Büyük Okyanus kıyılarındaki topraklarını kaybetmiş oldu. Pasifik savaşı esnasında Şili’nin gücünü gören Amerikalı yetkililer ABD’nin bölge üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonyaya karşı en büyük tehdidi Şili olarak
görmeye başladılar. Çünkü savaşın gerçekleştiği dönemde Güneydoğu
Pasifik'teki en güçlü filo Şili’ye aitti ve bölgede Şili donanması Amerikan politikalarına
karşı koyabilecek güçteki tek ülkeydi. Bu yüzden 1882 yılında Şili, ABD'nin
pasifik savaşı sürerken arabulucu olmak için attığı adımları reddetmişti. Kısacası,
Şili Güney Pasifik bölgesinde ABD'nin egemen güç olması önünde en büyük engeldi
ve Amerika’nın, bölgedeki siyasi itibarını ve ekonomik hedeflerini ciddi manada
tehlikeye sokuyordu.
Amerika ile Şili arasında siyasi gerilimi yükselten bir
başka olay ise 1885 yılında gerçekleşti. 1885 Panama Krizi sırasında, Birleşik
Devletler Donanması, Panama’nın Colón şehrini işgal ettiğinde, Kolombiya'nın
öncülüğünde oluşturulmuş ittifakın bir parçası olarak, Şili hükümeti en güçlü kruvazörü
olan Esmeralda’yı Panama şehrine gönderdi. Şili hükümetinin gönderdiği bu
korumalı Esmeralda Kruvazörü (BE-43) Amerikan savaş gemileri için ciddi
bir tehdit oluşturuyordu. Çünkü Şili bandıralı bu kruvazör çelik gövdeli, dört
direkli barquentine boyunda bir gemiyken, Amerikan gücünün içerisindeki gemiler
ahşaptan yapılmıştı. Dolayısıyla bu durum Amerikan gemileri için büyük bir
tehdit ve tehlike oluşturmaktaydı. Şili hükümeti kruvazöre Amerikan kuvvetlerinin
Colón şehrini tahliye edene kadar bu bölgede kalmasını emretti. Bu olaydan sonra,
1888 yılında Şili genişleme politikası kapsamında, Valparaíso şehrinin yaklaşık
2.000 mil batısında bulunan Paskalya Adası'nı ilhak ve işgal
ederek, emperyal/sömürgeci uluslar arasında yerini almak için önemli bir adım
attı.
Esmeralda Kruvazörü (BE-43) |
Fakat 1891 yılına gelindiğinde Şili’de iktidar
denklemi değişmeye başlamıştı. Çünkü 1 Ocak 1891 tarihinde, Başkan
Balmaceda, Kongre bütçe yasasını ile birlikte deniz ve kara kuvvetleri için oluşturulan
bütçeyi onaylamamıştı. Bu durum bütçenin bir önceki yılın rakamları ile yürürlüğe
girmesi anlamına geliyordu. Anayasaya aykırı bir kararla karşı karşıya kalan kongre,
aynı zamanda anayasaya aykırı olarak devlet başkanı Balmaceda’yı görevden alma kararı
verdi. Bu karar sonrası ise 1891 yılında Şili Deniz Kuvvetleri, Başkan José Manuel Balmaceda'ya karşı ayaklandı ve ülkede bir iç savaş patlak verdi. Bu gelişmeler
neticesinde ise Şili kendi iç sorunlarına gömülmeye başladı. Aynı dönemde Amerika
Birleşik Devletleri daha güçlü deniz gücüne sahip olmaya başlamış ve daha da
önemlisi, ABD'nin Latin Amerika'daki artan etkisini güvence altına almak için Alfred
Thayer Mahan'ın teorileri (deniz hakimiyet teorisi) hayata geçirilmeye
başlanmıştı.
José Manuel Balmaceda |
Şili İç Savaşı sırasında Amerikan hükümeti
başkan José Manuel Balmaceda'nın güçlerini
isyancılara karşı destekledi. Amerikalılar bu isyanın kısmen de olsa Birleşik Krallık
tarafından desteklendiğine inanıyordu. Aslında Amerikalılar bu görüşlerinde
yanılmıyordu. Çünkü, Fransa ve İngiltere Güherçile Savaşı sonrası bölgedeki
ekonomik etkinliklerini kaybetmiş ve çıkarları doğrultusunda Amerikalıların ‘’asi’’
olarak nitelendirdiği kongre kuvvetlerini desteklemişlerdi. Bu yüzden Amerikan
kongresi isyancılara yönelik ihracat yasağı uygulamaya başladı. Bu bağlamda, 1891
Şili İç Savaşı devam ederken Amerikalı yetkililer isyancıların tüm tedarik
yollarını kesmek için elinden geleni yapmaya çalıştı. Buna en iyi örnek ise Itata
isimli kargo gemisinin isyancılara malzeme tedarikini Amerikalıların
engellemeye çalışması gösterilebilir. ABD, isyancı güçlere yasadışı yollardan
silah yüklenmiş olan Itata isimli gemiyi engellemek için 1889 senesinde USS
Baltimore (C-3) ve USS Charleston (C-2) kruvazörlerini bölgeye
göndermişti. Bu gemiler Itata'dan önce Şili’nin Iquique şehri açıklarına
ulaştı. Ancak Itata bu görev gücünü atlatarak isyancılar için değerli olan
kargosunu başkent Santiego’ya indirmeyi
başardı. Gerçekleşen bu başarısızlık Amerikan kongresi tarafından daha sıkı
tedbirler alınmasına ve Balmaceda’nın başında bulunduğu hükümete daha fazla
destek verilmesi sonucunu doğurdu. Bahse konu bu destek kapsamında Balmaceda
yönetiminin isteğiyle Amerikalıların sahip olduğu Orta ve Güney Amerika kablo
şirketi, Santiago ve Lima arasındaki denizaltı telgraf hatlarını restore etti
ve iletişim ağını daha iyi işler hale getirdi. Ayrıca Amerikalılar Balmaceda’nın
emrinde bulunan askeri birimlere eğitim verdi ve malzeme tedarikinde bulundu.
Amerikalıların aldığı sıkı tedbirler kapsamında Amiral Brown komutasında USS
San Francisco, USS Baltimore ve USS Charleston ekseninde
oluşturulan görev gücü kongre güçlerine mühimmat ve silah taşıyan başka bir
kargo gemisine Haziran 1891'de Şili kara sularında el koyarak
California'ya götürdü. Amerika Birleşik Devletleri, dünyadan gelen tüm
tepkilere karşı fiilin yasadışı olduğunu kabul etti; ama herhangi bir eylemde
bulunmadı. Bu yardımlara rağmen 28 Ağustos 1891 tarihinde Başkanlık
kuvvetleri ile Kongre kuvvetleri arasında gerçekleşen Placilla Savaşı'nda
Balmaceda’nın başında bulunduğu kuvvetler yenilgiden kurtulamadı ve olaydan üç hafta
sonra Cumhurbaşkanı Balmaceda intihar etti.
USS Baltimore (C-3) |
1891'deki kanlı İç Savaşın sona ermesinden kısa bir süre sonra,
Şili ve ABD arasındaki ilişkiler halen gerginliğini koruyordu. İlişkilerin
kötü olmasında en önemli etken Amerika’nın Balmaceda ve yandaşlarına neredeyse
tüm imkanlarını seferber etmesiydi. Diğer bir etken ise Amerikalıların
kendilerinin silah satın almalarını engellemeye çalışması ve isyancıların
uluslararası telgraf trafiğine erişimini engellemesiydi. Ayrıca Şili’de
iktidara gelmiş yeni hükümet, Amerika’nın savaş sırasında kongre birlikleri
içerisinde casusluk faaliyetleri yürüttüğünü iddia ediyor ve savaş sonrası ülkeden
‘’kaçırılan’’ bu kişilerin iadesini istiyordu. Gerginliği arttıran bir
başka gelişme ise başkent Santiago'da bulunan Amerikan Büyükelçiliği savaş
sırasında Balmaceda’ya destek veren kongre üyeler ile askerlere diplomatik
iltica vermesiydi. Gerginliğin tırmanması sonucu devrilen José Manuel
Balmaceda'yı destekleyen ABD ile yeni Şili hükümeti arasında ültimatom savaşına
sebebiyet verdi. Amerika, Şili’nin kendi belirlediği kriterlere aykırı hareket
ettiği takdirde Şili'ye karşı savaş ilan etmekle tehdit etti ve gerilim bir kat
daha arttı. Dahası, Arjantin işin içine girecek ve Arjantin dışişleri bakanı Estanislao
Zeballos, herhangi bir çatışma durumunda Amerika’nın yanında yer alarak Şili’ye
karşı askeri birliklerini harekete geçireceğini belirten bir mektup yollayacaktı.
Dolayısıyla, herhangi bir çatışma durumunda Şili’nin iki cephede birden
savaşması gerekecekti.
Patrick Egan |
Bu dönemde Amerikan yönetimi tarafından Şili’ye atanan yeni
bir büyükelçi bulunmaktaydı. Bu büyükelçinin ismi Patrick Egan idi. Patrick
Egan, İngiltere’den, Amerika’ya göç etmiş bir ailenin çocuğuydu ve Santiago'da doğmuştu.
Patrick Egan‘ın ailesi daha sonra ABD vatandaşlığı elde etmiş ve Patrick Egan bürokrasi
içerisinde hızla yükselmeye başlayarak sonunda Şili büyükelçiliğine
yükselmişti. İşte Patrick Egan’ın geçmişinden dolayı Amerikan basını ve bürokrasi
çevreleri İngiltere ile yakın bağları bulunan birisinin Şili gibi kritik bir
süreçte olan ülkede kendi ülkesinin çıkarlarını iyi yönetip yönetemeyeceği veya
koruyup koruyamayacağı konusunda şüphelere sahipti. Washington'daki kongre
temsilcilerinden bazılarına göre Egan, ABD Dışişleri Bakanı James Blaine'e
iç savaşın Büyük Britanya tarafından çıkarıldığını ve Balmaceda'nın
yenilgisinin ABD için olumsuz sonuçları olacağını sürekli söylüyordu. İngiltere
tarafında ise bu görüşün tam tersi hakimdi. İngilizlere göre ABD savaşı destekleyerek
Balmaceda yandaşlarının kazanması durumunda İngiliz nüfuzunun azalacağını görüşü
hakimdi ve bu iç savaşın çıkmasının ABD’ye yarayacağı, dolayısıyla da savaşın
Amerika tarafından çıkartıldığı görüşü hakimdi.
ABD Dışişleri Bakanı James Blaine |
Ekim 1891 tarihine gelindiğinde
gerginlik halen devam ediyordu. Her ne kadar Şili’de iç savaş sona ermiş ve Balmaceda
yandaşları bertaraf edilmiş olsa da Amerika ile Şili arasındaki gerginlik
tırmanmaya devam ediyordu. Bunda en büyük etken Amerika tarafından iç savaşın
sonunda siyasi iltica verilen kişilerin ABD tarafından organize edilerek yeni
hükümete karşı komplo kurulma ihtimali ve halkın protesto amacıyla sokağa çıkma
ihtimaliydi. Buna karşın Amerikan büyükelçisi Egan, iltica edenlerin ülkeyi
terk etmek için güvenli geçitlere ihtiyaç duyuyordu. Bu konuda ise Amerikan Dışişleri
Bakanlığı, Eagen’ı her konuda desteklemekteydi. Ancak hesapta olmayan bir
gelişme bu hareketin sona ermesine neden olacaktı.
Tarihler 16 Ekim 1891'i gösterdiğinde, Şili’nin Valparaíso
şehrine demirlenmiş olan USS Baltimore kruvazöründe görevli 117
denizciye geminin kaptanı olan Yüzbaşı Winfield Schley tarafından karaya çıkmak
için izin verildi. Çünkü denizciler uzun süredir seferdeydi ve kaptan bu
denizcilerin biraz tatili hak ettiklerini düşünüyordu. Ancak kaptanın hesaba
katmadığı şey Şili ile Amerika arasında ki gerginlikti ve iki ülke arasındaki
ilişkilerin durumu göz önüne alındığında kaptanın yaptığı bu hareket bu
pervasızcaydı. Bununla birlikte Şili halkı tarafından, USS Baltimore'un savaş
sonunda Balmaceda yandaşlarını Peru'ya tahliye ettiği bilinmekteydi.
Yüzbaşı Winfield Schley |
Karaya çıkan denizciler Saat 18,00 civarında True
Blue barına gelerek bir grup Şilili işçi ile tartışmaya girdiler. Tartışma giderek
büyüdü ve alkolün etkisi altındaki denizciler Şili’liler ile sopa ve taşlarla
kavgaya tutuştu. Kavga sonucunda ise toplam 2 ölüm ve 17 yaralanma
meydana geldi. Olayın hemen arkasından 40 kadar polis olay yerine geldi
ve yaklaşık 40 denizci ve 10 Şilili gözaltına alarak yakındaki bir hapishanede
götürdü. Hapishanede Şili polis kuvvetleri tarafından düzenlenen rapora göre de
dava açıldı.
Olayı Gösteren Bir Tablo |
Rapora göre USS Baltimore'da görevli sarhoş bir denizci, Güherçile
Savaşı'nda Şili adına kahramanlıklar göstermiş ve Şililer tarafından çok
sevilen Arturo Prat'un barda asılı duran portresine tükürmesiyle tartışma
başlamıştı. Aslında gerginlik daha önce başlamıştı. Karaya inen gemiciler iki
ülke arasında yaşanan gerginlik ve Şilililerin askerleri şehirlerinde
istememesinden dolayı şehrin genelevine alınmamış, bundan ötürü de askerler
içki içerek bara gelene kadar taşkınlık çıkartmaya devam etmişlerdi.
Amerikalılar ise olayın kendi mürettebatları tarafından
değil, tamamen Şilili işçiler tarafından çıkartıldığını iddia ediyordu. Amerikalıların
tezine göre Şilili bir işçi Amerikalı denizcinin suratına tükürmüş ve olaylar
giderek büyüyerek ölüm ve yaralanmalar meydana gelmişti. Ayrıca öldürülen Amerikalı
mürettebatın olayların büyüyerek Echaurren Meydanı'na taşması sonucu polisin
müdahalesi sırasında bir polisin bıçağı ile gerçekleştirildiği iddia ediliyordu.
Her ne olursa olsun Amerikalı denizcilerin gerginliğin had
safhada olduğu yabancı bir ülkenin topraklarına ayak basması bu tür olayların
olma ihtimalinin düşünülmeden izin verildiğini gösteremez. Keza böyle gergin bir
ortamda bu tür olayların olacağını bırakın gemi kaptanını en alt rütbedeki
personel bile öngörebilirdi.
Bu gelişmeler üzerine, ABD deniz kuvvetleri sekreteri Benjamin
Tracy tarafından USS Baltimore’un kaptanına yaşanan olaylarla ilgili bir
soruşturma yürütmesi talimatı verildi. ABD Dışişleri Bakanlığı bu emri verirken
gemi kaptanı Yüzbaşı Schley'nin soruşturmasının tarafsızlığını sorgulamıyordu,
ama aslında gemi kaptanı bu olayda taraflardan birisiydi ve Amerikalı kaptanın
yürüteceği soruşturmanın Şilili yetkililerin gözünde taraf olmasından dolayı
hiçbir önemi yoktu. Amerika’nın Şili büyükelçisi Egan'a ise Şili Dışişleri
Bakanlığına iletilmek üzere özetle şu mesaj gönderilmişti:
‘’Şehirde bulunan ABD personelinin izin için gittiği
mekanlarda doğru davrandıkları, silahsız oldukları ve her şeyden önemlisi şehir
sakinlerinden kimse ile tartışmaya girmedikleri görülmüş olup; yaşanan saldırının
görünüşte önceden planlandığı ve çok sayıda saldırgan ile çevrelenmiş askerleri
polisin korumak yerine tutukladığı görüşmüştür. Bunun sonucu olarak 2
denizcinin öldüğü ve 17 kişinin de yaralandığı elem verici bir olaya
dönüşmesinden başka işe yaramamıştır.’’ Mesajın sonunda ise
‘’Bu olayın yalnızca Amerika Birleşik
Devletleri'ne karşı bir düşmanlık eylemi olarak anlaşılabileceği sonucuna varıldığı
belirtilip ve Şili hükümetinin yaşanan bu olay neticesinde ABD’den özür
dilemediğini hayretle dile getirilmişti.’’
Bununla birlikte Büyükelçi Egan ve Şili Dışişleri Bakanı Manuel
Antonio Matta arasındaki güvenceler nedeniyle mevcut olayla ilgili yeni bir
gerilim kaynağı ortaya çıkmıştı. Ayrıca Şili Dışişleri tarafından Egan'a,
Valparaíso Yüksek Mahkemesinden tarafından yürütülen adli soruşturmasının
sonucunda alınan kararların Şili hükümeti tarafından kabul edilebileceği bildirilmişti.
Ülkedeki mevcut güçler ayrılığı göz önüne alındığında, Eagen veya Şili’li
bir yetkilinin bu soruşturmaya müdahale etme şansıda bulunmuyordu. Bununla birlikte
Şili hükümeti adli soruşturma tamamlandıktan sonra ABD hükümetinden özür dileme
konusunda kararlıydı. Yargı soruşturması Aralık ayının başında tamamlandı ve karar
açıklandı. Mahkeme tarafından alınan karar ise Şili hükümeti tarafından resmi
yollardan ABD hükümetine bildirildi. Mahkemenin verdiği karar; tutuklu
askerlerin serbest bırakılarak görev yerlerine dönmesi yönündeydi. Bununla birlikte
mahkeme Şili Hükümeti’nin hayatını kaybeden askerler konusunda herhangi bir
tazminat ödemesi konusunda karar almamıştı.
Manuel Antonio Matta |
Şili ile ABD arasında bir başka gerginlik ise Kasım 1891'de
meydana geldi. Bu tarihte ABD ticari gemisi SS Kaweenaw’da görevli olan denizci
olan Patrick Shields gözaltına alınmış ve hakkında mahkeme tarafından dava
açılmıştı. Amerika büyükelçisi Egan, denizcinin herhangi bir neden
belirtilmeden apar topar gözaltına alındığını ve dövüldüğünü iddia ediyordu. Şili
Dışişleri Bakanı Matta ise denizci Shields'ın tutuklanmasının, bulunduğu kötü
durum göz önüne alındığında oldukça doğru bir davranış olduğunu ve Shields'ın, İrlanda
vatandaşlığına sahip olmasından dolayı meselenin Amerika Birleşik Devletler hükümetini
bağlamadığını söylüyordu.
Valparaíso yüksek mahkemesinin kararını açıklamasından hemen
sonra 8 Aralık 1891 tarihinde ulusa sesleniş konuşması yapan, Birleşik
Devletler Başkanı Benjamin Harrison, Şili’de yaşanan gelişmeler ile ilgili
çeşitli atıflarda bulunarak Şili hükümetine ‘’aba altında sopa göstererek’’
mesaj yolluyordu. Dolayısıyla bahsi geçen konuşmadan, yaşanan olaylar ve alınan
kararlar neticesinde, Amerika’nın gerilimi azaltmak değil, gerilimi daha da tırmandırmak
yönünde adım atacağı öngörülebilir.
Birleşik Devletler Başkanı Benjamin Harrison |
Bakan Manuel Matta, Birleşik Devletler Başkanı Benjamin
Harrison’ın konuşma metnini aldıktan sonra Şili Cumhurbaşkanı Pedro Montt’u
ziyaret etti. Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı Montt ile yaptığı görüşmede Başkan
Harrison'un yaptığı konuşmada ima ettiklerinin, Şili'yi zor durumda bırakacağı ve
bazı birliklerde izole edilen Balmaceda yandaşlarının bu durumdan istifade
ederek yeni bir iç savaş çıkartabileceğini söyledi. Bununla birlikte hükümet
olarak geri adım atılmasının ise tehlikeler içerdiği ve Şili Büyükelçisi
Egan'ın provokasyon eylemlerinde bulunabileceği iddiasında bulundu. Bu uyarılar
üzerine Cumhurbaşkanı Montt bakanına İki ülke arasındaki ilişkilerde ortaya
çıkan diplomatik başarısızlık tehlikesinden bahsederek, uyarıda bulundu. Sert bir
üslupla yazılmış bir mektup kaleme alan Montt’un mektubu dışişleri tarafından başkan
Harrinson'a iletilmedi. Ancak, Şili parlamentosundaki konuyla ilgili bir
tartışmadan sonra, "el ferrocarril" gazetesi, cumhurbaşkanı
Montt tarafından Matta'ya verilen talimatların tam metnini yayınladı. Bunun üzerine
ABD büyükelçisi Egan, Şili hükümetinin taleplerini ileten metni Washington'a iletti.
Şili Cumhurbaşkanı Pedro Montt |
Yukarıdaki olaylar gelişirken 10 Aralık 1891
tarihinde donanma tarafından USS Baltimore'un, San Francisco limanına
dönmesi talimatı geldi ve gemi kısa sürede hazırlanarak yola çıktı.
4 Ocak 1892'de üst düzey bir İngiliz
Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Washington'dan gelen gizli bilgiler ışığında; Şilili
yetkililere özetle şu mesajı iletti:
‘’Şili yaşanan olaylardan dolayı derhal özür dilemediği taktirde
ABD'nin Şili’ye savaş ilan edeceğini ve Şili’nin Güherçile Savaşı sonucu işgal
ettiği Antofagastin bölgesini işgal edeceği… ‘’’ iletildi.
Şili’nin İngiltere büyükelçisi zaten hiçbir Avrupa gücünden
yardım beklenmemesi gerektiğini bildirmişti. Aynı bilgiler Berlin Büyükelçisi, Gonzalo
Bulnes ve Paris büyükelçisi, Augusto Mat tarafından başkent Santiago’ya
iletilmişti. Kısaca Şili bu krizde Amerika’ya karşı tek başına kalmıştı. Bununla
birlikte İngiltere’nin Şili’ye jest olarak iki ülke arasında uzlaştırıcı rol oynayabileceği
büyükelçilikler vasıtası ile Şili hükümetine iletildi. Bu gelişmeler
ışığında cumhurbaşkanı Montt süreci iyi yönetemediği ve yaşanan olaylar
neticesinde ülkeyi zor durumda bıraktığı için Dışişleri Bakanı Manuel Antonio
Matta’yı görevden alarak yerine Luis Pereira Cotapos’u getirdi. Cumhurbaşkanı
Montt 19 Ocak 1892 tarihinde Washington’da mevkidaşı Birleşik Devletler
Başkanı Harrison ile gerekirse üçüncü bir güç tarafından arabuluculuk gözetiminde
bir anlaşmanın yapılabileceğini mesaj ile Washington’a iletti. Kısaca Şili yaşanan
gerginlik sonrası anlaşmak için geri adım atmak istiyordu. Ancak bu gelişmelere
rağmen Avrupa'dan gelen endişe verici uyarılar Şili hükümetine ulaşmaya devam
etmekteydi. Ve Avrupalılar bu endişelerinde haklıydı…
Luis Pereira Cotapos |
Tarihler 23 Ocak 1892'yi gösterdiğinde Şili
Dışişleri Bakanlığını ziyaret eden Amerikan büyükelçisi Patrick Egan 21 Ocak'ta
Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından kendisine iletilmiş olan ültimatom
mektubunu Dışişleri Bakanına verdi. Bu ültimatom Dışişleri Bakanlığından Şili Adalet
Bakanlığına iletildi ve daha sonra Cumhurbaşkanına haber verildi. Anlaşılan USS
Baltimore olayı sonrası iki ülke arasında yükselen tansiyon ve daha sonra Şili’nin
geri adım atarak görüşme talebinde bulunması Amerikalı yetkilileri ikna etmemişti.
Şili hükümetinin geri adım atarak barış teklif etmesi ABD’nin görüşünü değiştirmemişti.
Ültimatomda ise özetle şu hususlar ele alınmıştı:
‘’Saldırının ABD'ye karşı olduğu ve Şili hükümetinin Amerikalı
denizcilerin yaşamını ve bütünlüğünü korumamasından suçlu olduğu belirtilmiş ve
Şili hükümetinin ABD'yi derhal ve tatmin edici bir şekilde adım atmaması
durumunda, Şili ile diplomatik ilişkileri koparacakları…’’
belirtilmekteydi.
Bu ültimatomdan İki gün sonra Başkan Harrison, Kongre'ye
Şili'nin ABD’ye karşı düşmanlık suçlaması ve 21 ocak'ta Şili’ye gönderilen ültimatoma
cevap vermediğini iddia eden 14 sayfalık bir konuşma gönderdi. Amerikan
hükümeti Benjamin Harrison'un tüm müdahalelerini onaylayan bir karar verdi ve hazırlıklara
başlandı. Bu hazırlık kapsamında Amerikan deniz gücünün babası olarak anılan Alfred
Thayer Mahan istişare için Washington'a çağrıldı. Bu bağlamda, Amerika Şili
ile olan krizde ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu ve bölge ülkelerinden
müttefiki de olacaktı. Bu müttefik ise Arjantin’den başkası değildi.
İsecarlos Pellegrini |
Arjantin’de Ekim 1891 ile Ekim 1892 tarihleri
arasında İsecarlos Pellegrini hükümeti görevdeydi. Bu hükümetin Dışişleri
Bakanı Estanislao Zeballos idi. Estanislao Zeballos, Şili’nin jeopolitik
ve diplomatik istikrarsızlığından yararlanarak avantaj yakalama peşindeydi. Şili
ile Arjantin arasında 1881 senesinde bir sınır güvenliği anlaşması yapılmıştı. Ancak
Estanislao Zeballos 1881 Anlaşmasının farklı yorumlamayla
esnetilebileceğini ve Şili’nin Güherçile Savaşı neticesinde istila ettiği Jama
ve Ollague bölgelerini işgale girişebileceklerini düşünüyordu. Dışişleri
Bakanı, Şili’nin Amerika ile yaşadığı gerilim ve bu gerilimin tırmanması
neticesinde olayın tamamen bir çatışmaya evrilmesi ile Arjantin’in de karlı
çıkabileceğini düşünüyordu. Bu düşünce çerçevesinde Arjantin Dışişleri
Bakanlığı Jama ve Ollague bölgelerinin istilasına geçiş izni verilmesi ve Şili topraklarının
istilası için ABD hükümetiyle temasa geçti. Bu temas esnasında ABD’den askeri
destek ve serbest geçiş için destekte istenecekti.
Estanislao Zeballos |
Bu durum ‘’Historia
General de las Relaciones Exteriores de la República Argentina‘’ kitabında
da teyit edilmektedir:
''…Bu gelişmeler ışığında bakan Zeballos, ABD operasyonları
neticesinde Antofagasta Bölgesinde avantaj yakalanabileceğini gördü. Bu söz
konusu bölge elde edilen avantaj ile Arjantin topraklarına katılabilirdi. Askeri
malzeme teklif edildiğinde, görevden alınan Balmaceda hükümeti için getirilen
silahların listesini sağlamanın yanı sıra maddi yardım sunduğu reddedilemez...''
Bu gelişmeler neticesinde, başkan Jorge Montt 25
Ocak'ta, olaylarla ilgili soruşturmanın gecikmesi için özür dilemeye ve Dışişleri
Bakanlığına gönderilen talimatları geri çekmeye kabine onayı ile karar verdi. Ayrıca
Valparaíso’da yaşanan olayları ABD mahkemelerinin de araştırmasına izin verildi.
Bu mesaj 28 Ocak tarihinde "Şili'deki tutum değişikliği"
başlığı ile Kongre'ye tebliğ edildikten sonra Başkan Harrison’a iletildi. Dolayısıyla
Şili’ye karşı iletilen sert ültimatomun verdiği sonuç Amerikalılar tarafından
memnuniyetle karşılandı. İlerleyen dönemde ABD’nin isteği üzerine Şili hükümeti,
kavgada öldürülen iki denizcinin ailelerine 75.000 ABD Doları tazminatı
ödemeyi de kabul etti ve olay diplomatik olarak çözüldü.
Amerika’nın siyasi olarak kazandığı bu "zafer"
1898'de Küba ve İspanya'ya karşı gerçekleşen savaşın yolunu açtığı
yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü güç kazanmış bir Şili,
Güney Pasifik’te oluğu kadar bölgenin genelinde de Amerika’ya zorluk
çıkartacaktı. Şili açısından bu gelişmelere baktığımızda; Şili’nin 1883'te Güherçile
Savaşı'nda kazandığı büyük zafer ve özgüven bu krizle birlikte acı bir uyanışa
dönüşecekti. Şili için daha da kötüsü, bu yenilginin kanlı bir iç savaşın ardından
olması ülkenin uzun süre toparlanamamasına neden olacaktı.
Manuel Matta, 1892 senesinde ölümünden kısa bir süre önce kaleme
aldığı yazıda:
‘’Bu olay yapılacak eylemler ile yalnızca sona erebilirdi…
Kamuoyu yükseldiğinde ve yarımküredeki güçlü ve zayıfları aynı seviyeye
yerleştiren uluslararası hukuka hayat verdiğinde sona erebilir. Harrison ve Blaine’de
Colón’da yaşayan vatandaşların ortaya çıkan özgürlük arzularına saygı duymak
zorunda kalacaklar. Bu durum Diego Portales'in tecrit politikasına aykırı bir
kavramdır. Yaşanan bu olayda ne tecrit politikası ne de diğer Güney Amerika
Devletleri ile birlik kurulamadığı için Şili Avrupa'dan destek aramak zorunda
kaldı ve sonuç olarak destek bulamadığı için tek başına mücadele etmeye çalıştı…’’
Sonuç olarak bu olay diplomatik olarak çözülmüş olsa da birçok
kesim bu kadar önemsiz bir olayın bu raddeye getirilerek ABD’nin orantısız
şekilde bu konu üzerine gittiği akıllarda hep soru işareti bırakmıştır. Bence bu
soru işaretlerine verilebilecek birçok cevap vardır.
Öncelikle Amerika’nın bu tutumu globalleşme
atılımının ilk adımlarını oluşturuyordu. Artık bundan sonraki dönemden sonra artarak
eski kıtanın sömürgeci Devletlerinin yerini globalleşmiş ve etkisi altına
aldığı devleti işgal etmek yerine o devleti kendi ekonomisine, askeri teçhizatına
vb. bağımlı bir ülke haline getirecek bir sistem doğuyordu. Bu olay özelinde değerlendirecek
olursak; Şili bu olayların yaşandığı dönemde İngiltere ve Fransa ile ekonomik
olarak iyi ilişkilere sahipti. Amerika ise Şili’ye gerçekleştirdiği bu müdahale
sayesinde ülkenin Avrupa ile ticari ilişkilerini sarsıntıya uğrattı ve Amerika,
ticari olarak Şili üzerinde daha fazla
etkili olmaya başladı.
Bu olayın siyasi etkisi ise Şili için yıkıcı olmuştu. Şili,
Güherçile Savaşında kazandığı toprakları kaybetmese de bu kazanım sonrası
ekonomik olarak ülkenin zor duruma düşmesi bir bakıma iç savaşı arkasından
getirmişti. Bu siyasi belirsizlik döneminde Amerika ile girilen çekişme siyasi
istikrarı yeni oluşturmaya başlamış ülkeye büyük zarar vermiştir. İç savaşın
getirdiği bir diğer olumsuzluk ise ülke ekonomisine olan darbeydi ve yukarıda
bahsettiğimiz şekilde dışa bağımlılığı daha fazla arttırmıştı.
Bu olaya Amerikalılar açısından bakacak olursak; Alfred
Thayer Mahan'ın öne sürdüğü Deniz Hakimiyet Teorisi’nin doğrudan uygulamasının
yapıldığı ilk olaylardan birisi bu kriz ile gerçekleşmiştir. Bunun sonucu olarak
Mahan projeleri için Amerikan Kongresi'ndeki gerekli fonları elde etmiş oldu. Bununla
birlikte Mahan’ın ortaya attığı doktrinlerin doğruluğu bu kriz ile doğrulanmış
oldu ve Amerikan donanması bu doktrinler çerçevesinde şekillenmeye başladı. Ancak
Mahan Doktrinlerinin asıl uygulama sahası 1898 senesinde gerçekleşecek
olan İspanyol-Amerikan savaşında olacaktı.
Bu kriz bize gösteriyor ki Amerikalı yetkililerin bu ufak
olayın üzerine bu kadar giderek büyütmesinin ana nedeni hem bölgesel hegemonya
kurma çabası hem de oluşturulan yeni doktrinlerin hayata geçirilmesi olarak
anlaşılabilir.
Son olarak bu krizin başlamasına neden olan USS Baltimore
kruvazörünün kaptanı Yüzbaşı Winfield Schley’in 117 denizciye izin vermesi
konusuna değinmek istiyorum. Ortamın bu kadar gergin olduğu bir yabancı ve bana
göre düşman ülkede personeline izin vererek o ülkenin bir şehrine yollamak bana
göre pervazsızlıktan öte bir davranıştır. En acemi komutan bile bana göre böyle
bir hareket yapmaz. Bu durumda benim aklıma gemi komutanının resmi olmasa dahi
sözlü olarak bir talimat aldığı ve bunu uyguladığı geliyor. Çünkü Amerikalıların
bir olaya/krize ihtiyacı vardı ve olayın gerçekleştiği şehir bu ihtiyacı
fazlasıyla karşılıyordu.
Bu konunun tartışılmasını ise saygıdeğer okuyuculara
bırakıyorum.
0 Yorumlar