Esasen bunu iki yazıda anlatmayı düşünüyorum. Zira bu ekolün bir de askerliğe kattığı bir diğer önemli şey, stratejik kuşatma öğretisidir. Gel gelelim, Clausewitz'i herkesin bilmesine karşın Moltke ve Schlieffen'i işin içinde olmayanlar pek bilmez. ben de bu yazıda Moltke'nin (Büyük Moltke ve Yeğeni Genç Moltke) ve Schlieffen'in strateji üzerine düşüncelerini anlatacağım. daha doğru bir deyişle alman ekolünün Napolyon, Avusturya-Prusya, Prusya-Fransa ve nihayetinde Birinci Dünya Harbinde Alman Ordusunun Fransa stratejisi, Schlieffen planı ve meşhur Fransız Genelkurmayı'nın no 17 savunma planı...

Maalesef bu yazıyı "basitleştirmek" için yapılabilecek fazla bir şey yok. En basit halini üşenen arkadaşlar için de "Üşenenler için özet" kısmında kısaca anlattım. Arzu edenler oradan okuyabilirler.

Özetleyecek olursak :


  • Muharebe alanına toplu halde intikal
  • Kanatları güçlendirerek sarkma harekatı
  • Gece intikalleri
  • Cephenin yarıldığı noktaya siklet merkezini kaydırarak yarmayı derinleştirmek
  • Kavrulmuş toprak politikası. ric'at ederken düşmana kullanacak hiçbir şey bırakmamak...


Prusya Krallığı Bayrağı.



Bütün bunlar toplandığında o dönem ordularında "meydan muharebesi" dediğimiz husus iyice bir değişim geçirmiş, Napoleon'un kullandığı "kolordu" seviyesindeki askeri yapılanmalar önem kazanmakla birlikte ülkelerin askeri örgütlenmelerinde ve komuta yapısında da değişimler meydana gelmiştir.

Zaten Napolyon yönetimindeki Fransız ordusu, kolordu büyüklükteki oluşumları (Fransızca: Corps D'armee), makul derecede istikrarlı insan kaynakları ve ekipman kuruluşlarına sahip ilk resmi kombine kolorduları teşkil ediyordu. Napolyon ilk olarak 1805 yılında Corps D'armée'yi kullandı. corps d'armée'nin kullanımı, Napolyon'a Napolyon savaşlarının erken evrelerinde önemli bir savaş alanı avantajı sağlayan askeri bir yenilikti. kolordu, süvari, topçu ve piyade içeren bağımsız bir askeri grup olarak tasarlandı ve sayısal olarak üstün bir düşmana karşı savunma yapabiliyordu. bu, Napolyon'un kendi iletişimlerini veya kanadını riske atmadan, düşman hatlarının zayıf bir bölümüne nüfuz etmesini sağlamak için güçlerinin büyük bir kısmını kitlesel hale getirmesine izin verdi. bu yenilik, diğer avrupa güçlerini benzer askeri yapıları benimsemeye teşvik etti. bu anlayışı en iyi değerlendiren ise takdiriniz ki Almanlar, en başta da Moltke oldu. en azından işin askeri örgütlenme/military organization kısmı bu oldu.
Almanlar Napoleon'dan öyle çekmişlerdir ki, Alman askeri anlayışını dönemlere ayırmaya kalksak, Napoleon öncesi, Napoleon sonrası, imparatorluk Almanya’sı ve Blitzkrieg devri olarak incelememiz gerekir. Ancak asıl alman askeri düşüncesinin temellerini atanlar Gneisenau, Scharnhorst, Clausewitz ve Moltke gibi Alman subaylarıdır.

scharnhorst general ile ilgili görsel sonucu
Gerhard von Scharnhorst

carl von clausewitz ile ilgili görsel sonucu
Carl von Clausewitz.

August Neidhart von Gneisenau.

Tolstoy, Savaş ve Barış’ta Austerlitz ve Schöngrabern Muharebelerini anlatırken Alman ve Avusturyalılar ile iyi bir alay eder. Gerçekten de Prusya Ordusu, Napolyon döneminde Fransızlar tarafından iyice bir hırpalanmış, ancak Almanlar hatalarından ders çıkararak başta Clausewitz olmak üzere daha sonraları 19-20. Yüzyılın en iyi askeri gücü olmuştur. Peki nasıl olmuştur? Öncelikle Prusya Ekolü ya da alman ekolü “Alman Disiplinini” vurgulamak için kullanılan bir ifade olup militarizm ve çalışkanlık gibi kavramlarla alakalıdır. Ancak “Prusya Askeri Ekolü” denirse iş değişir.

Bir de bu ekolün “Kayser/Prusya Bıyığı” olarak bilinen, Atatürk’ün Harbiye’de öğrenciyken çekildiği fotoğraflarda çok yakışıklı duran bir bıyığı da vardır. (Hep bırakmak istedim ama malum bırakamadım). Ki zaten Türkiye’de Alman danışmanlar Osmanlı Ordusunda görev almaya başladığından itibaren bu bıyık Türk Subayları arasında da moda olmuştur. Ne zaman sivri ve yukarı doğru bakan bıyıklı zabitler, yerlerini sinekkaydı tıraşlı genç subaylara bırakmışsa Prusya Ekolü Almanya ile paralel Türkiye’de de son bulmuştur.


1283 Harbiyeli Mustafa Kemal. Kayzer Wilhelm'in bıraktığı "Prusya Bıyığı" olarak bilinen bu meşhur bıyık, Alman Subaylarıyla birlikte İttihat ve Terakki yetkilileri ve Türk Subayları arasında da modaydı. Fotoğrafta Harbiye'de öğrenciyken Atatürk'ün bu bıyıkla fotoğrafı görülmekte. Mustafa Kemal de Prusya Ekolüne Osmanlı Ordusu'ndaki kıta görevleri esnasında ilgi duymuş, Berlin'deki Kriegsschule (Harp Okulu) Komutanı General Karl Litzmann'ın "Takımın Muharebe Talimi" eserini Türkçeye kazandırmış, Prusya Askeri Talimnamelerini Türkçeye çevirmişti. 

Aslında harbiye, İkinci Mahmut saltanatı yıllarında Fransa’daki Saint Cyr Harp Okulu model alınarak kurulmuşsa da, Harbiye’den asıl başarısını kazanacak adamları Fransız değil Alman Ekolü yetiştirmiştir.


saint cyr military academy ile ilgili görsel sonucu
École spéciale militaire de Saint-Cyr. Napoleon, XV.Louis'nin kurduğu "Ecole Militaire"de okumuştu. Ancak savaşta subay ihtiyacının gitgide daha profesyonel bir eğitime evrildiğini fark etmiş ve 1802 senesinde St-Cyr harp okulunu kurmuştu. Fransız Kadetler, okula başvurduktan sonra iki sene hazırlık eğitimi görüp ardından okulun sınavlarını geçtikten sonra eğitime başlar. Dünyada West Point, Sandhurst gibi Harp Okullarından sonra en prestijli askeri akademi kabul edilir. Kara Harp Okulu (Harbiye) Mehmed Namık Paşa'nın çabalarıyla ilk kurulduğunda model olarak Saint-Cyr kabul edilmişti.

Askeri muze Istanbul.jpg
Harbiye Askeri Müzesi. İstanbul Şişli'de günümüzde müze olarak kullanılan bina, bir zamanlar Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy'u barındırmıştı. Mustafa Kemal, Harbiye'de öğrenciyken gördüğünüz havuzun başında defterine yazdı. Arkadaşlarıyla bu okulun dersliklerinde toplantılar yaptı. Osmanlı İmparatorluğu zamanında bugün müze olarak kullanılan binada zamanında cumhuriyetin temelini atan deyim yerindeyse "Prusyalı" subaylar yetişmişti.


Prusya kurulduğu yıllardan itibaren çok farklı bir gelişme göstermişti. Büyük elektör Frederick Wilhelm (1640-1688 arasında yönetti), Hohenzollern atalarından kalan dağınık toprakları, sert ve dur durak bilmeyen dürtülemeleriyle sıkı disiplinli ve sımsıkı bir biçimde merkezileşmiş bir devlette birleştirdi. Bu devlet daha sonradan alman imparatorluğu, yani “İkinci Reich” olacak Prusya idi.
Hohenzollern topraklarının ortasında uzanan Brandenburg'un, otuz yıl savaşları sırasında İsveç'in ve öteki ülkelerin art arda saldırılarıyla yıkıldığı acı bir deneyim geçirmiş olması, bu bölgede büyük elektör'ün birleştirme politikasına karşı gösterilecek yerel direnmeyi silahsız bırakmıştı. Frederick Wilhelm, saldırıyı püskürtmek için yeterli askeri güce sahip olmayı kafasına koydu. Bunun bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırdı. Toprakları varsıl ve nüfusu yoğun olmadığı için, bu bedel kesinlikle çok yüksek oldu. Gene de şiddetli bir kemer sıkma politikasıyla ve sürekli bir çabayla, topraklarını yalnızca savunmaya değil, aynı zamanda genişletmeye yetecek kadar güçlü bir ordu yaratabildi.


Coat of arms of the Hohenzollerns
Hohenzollern Hanedanı Arması



Ardından gelenler, gittikçe azalan bir tempoyla olmakla birlikte, aynı politikayı izlemede ondan daha başarısız değildiler. Büyük Frederick (1740-1786 arasında yöneten 2. Frederick) öldüğünde, arkasında Almanca konuşan halkların yaşadığı topraklarda Avusturya'ya rakip olan, doğunun büyük devleti Rusya ile eşit koşullarda boğuşan, Avrupa'nın büyük güçlerinden biri durumuna gelmiş, çok daha genişlemiş ve toprakları üzerinde egemenliğini sağlamlaştırmış bir Prusya Krallığı bıraktı. Hohenzollern yöneticiler, ekonomik gelişmeye sürekli bir ilgi gösterdiler. Prusya kralları savaşta başarının üretime ve nüfusa bağlı olduğunu çok iyi kavramışlardı. Pek umut vermeyen kumlu topraklarını ve sınırlı maden kaynaklarını geliştirmekte öylesine başarılı oldular ki Prusya on sekizinci yüzyılın sonlarından başlayarak daha batıdaki ülkelerin karmaşık toplumsal yapılarına benzeme yolunda hızla ilerledi. Zanaatkarlar, tacirler, serbest meslek sahipleri ve öteki kentli sınıfların nüfusları, etkileri arttı. Bu gelişmeye oranlı olarak büyük elektör'ün ve ondan sonra gelen birkaç kralın çağında, Prusya'ya egemen olan kışla havası dağıldı. Bu durum en fazla Napolyon Savaşlarında hissedilecekti almanlar için.

Ama bu hava, Prusya yaşamından tümüyle çekilip gitmedi. Yalnızca, üyelerini doğu Prusya'nın ve bitişiğindeki Baltık topraklarının Köy Beyleri (junker) takımının genç oğullarından sağlayan profesyonel subay birliklerinin dar çerçevesi içine çekilip yoğunlaştı kaldı.

1815 viyana barışından sonraki 50 yıllık sürede Prusya, Avrupa savaşlarına katılmaktan kaçındı. 1860'larda Prusya ordusu, kıtanın en güçlü kuvveti olarak ortaya çıktığı zaman, iki nesil hemen hemen hiç savaş deneyimi geçirmemişti. 1848-1849 ihtilali sırasında bazı önemsiz seferler ve 1830-1859 arasında sık sık seferberlik yapılmış, ancak savaşa girilmemişti. Aynı süre içinde Rus, Avusturya, Fransız ve İngiliz orduları savaşmışlardı. Prusya ordusunun 60'lardaki üstünlüğü; sadece teşkilatı, barış zamanındaki eğitimi ve savaşın teorik yönden incelenişi sayesinde gerçekleşmiş, Sadova ve Sedan'dan 50 yıl önce ordu mükemmel hale gelmişti.


19. Yüzyıl Prusya ordusunu beş kişi yaratmıştı: Büyük Frederick, Napoleon, Scharnhorst, Clausewitz ve Gneisenau. Ordunun gururu ve kendi kendine güvenmesi için çok gerekli olan zafer ve dayanıklılık anıları Frederick'ten miras kalmıştı. Ayrıca o, kendisinden sonra gelen askerlere, barış sırasında bile ordunun çok ciddi çalışması gerektiğini ve muharebelerin ilk önce eğitim alanında kazanıldığını aşılamıştı. Askeri hayatın en küçük ayrıntılarına dahi Prusya ordusunda çok fazla önem veriliyordu. Bununla beraber Büyük Frederick, kendinden daha genç strateji uzmanlarını eğitmedi; stratejinin savaşta oynadığı rolü Prusyalılara hatırlatan yabancı bir istilacıydı ve Prusya ordusunu büyük ölçüde Fransız çizgilerine uygun olarak modernleştiren de yine Prusya'da doğmamış olan iki genç subaydı.

Böylece Napolyon. Prusya ordusunun ikinci yaratıcısı oldu ve Jena'dan sonra Scharnhorst ve Gneisenau, Prusya ordusunu yeni savaş tipine uyarladılar. Prusyalı askeri reformcular, yeni savaş metotlarının Fransız İhtilali'nin ortaya çıkardığı büyük toplumsal ve siyasal değişikliklerin sonucu olduğunu biliyorlardı. Büyük Frederick'in topumun sivil kesiminden apayrı bir paralı askerler gücüydü. Sadece aristokrat subayların şeref ve sadakati dikkate alınıyor ve rütbe ile düzen, sert bir disiplinle bir arada tutuluyordu. Prusyalı askeri reformcular, Despotizm Devri ordusunu milli bir ordu haline getirmeyi üstlendiler. Bunu gerçekleştirmek için de o zamana kadar görülmemiş derecede akılcı bir genel askere alma yöntemi yarattılar. Napoleon'un Tilsit Antlaşması, Scharnhorst'un fikirlerinin hemen gerçekleşmesini engelledi, ama öğrencisi Boyen'in hazırladığı 1814 Prusya Askeri Kanunu ile Scharnhorst'un planı, Prusya askeri sistemine kalıcı olarak girdi.


Askere alma, Avrupa'nın tüm ülkelerinde uygulanan bir kural olmuştu. Fakat hali vakti yerinde olanların para ödemelerine veya yerlerine başkalarını yollamalarına izin verildiği için bu, Prusya dışındaki bütün ülkelerde sadece yoksulların askere alımı demekti. Prusya'da ise nüfusun her kesimi askerlik hizmeti yapıyordu. Bu yönden Prusya ordusu, diğer ülkelerin ordularına nazaran daha çok vatandaş ordusu, ya da başka bir deyişe Das Volk İn Waffen yani asker millet niteliğindeydi. Ne yazık ki Prusyalılar demokratik haklara sahip değillerdi. Hükümette ve orduda aristokratlar imtiyazlı durumdaydılar. Subaylığı aristokrat sınıfı tekelinde tutmaya devam etti. Amerika ve Fransa'da Milli ve liberal düşüncenin mantıki bir sonucu olan ulus çapında askeri hizmet, Prusya'da mutlak hakimiyetin güçlenmesi için bir araç oldu.

colmar von der goltz ile ilgili görsel sonucu
Mareşal Colmar von der Goltz. Osmanlı Ordusu'nun modernleştirilmesi için gönderilen Alman Askeri Danışmanlarından biri olup sözünü ettiğimiz "Das volk in waffen" eserini kaleme almış ve eser, dönemin Türk Subaylarını oldukça etkilemişti. "Asker Millet" kavramı, esasen zorunlu askerlik hizmetiyle birlikte anılagelmiştir. Ancak tarihteki ilk asker milletler, avcı-toplayıcı topluluklardır. Tarım devriminden sonra yerleşik hayata geçmeyen ve avcı-toplayıcı özelliklerini kaybetmeyen topluluklar, örneğin Hunlar, Moğollar gibi uluslar, asker milletlere örnek gösterilebilir. Asker Millet olmak, Militarizm ile ilişkili olmakla birlikte aynı şey değildir. Keza Sparta gibi şehir devletlerinde de "Vatandaş-Asker" kavramı vardır. Barış zamanı normal yaşantısını sürdüren birey, savaş zamanı orduya katılmak zorundadır. Aslında Türk Toplumunda da (giderek bu özelliğini kaybetse de) asker-millet özelliği hala görülür. Örneğin Sparta'da asker olamayacak kişileri elemek ve bir nevi "Vatandaşlık sınavı" için yapılan Agoge isimli bir eğitim vardır. Sparta'da bu eğitimi geçemeyenler, toplum içerisinde bir yer edinemezdi. Bizim Türk Kültüründe de asker millet olmanın izlerini, örneğin kız isteme gibi merasimlerde askerliğini yapmayanlara kız verilmemesi, asker uğurlama ve askere gidene karşı saygı-sevgi içeren tüm davranışlarda görebilirsiniz. Lakin asker millet kavramı, savaşın gitgide profesyonel orduları zorunlu kılmasından dolayı en azından şu an için azalarak bitecek gibi durmaktadır...

Prusyalı askeri reformcuların gerçek vatandaş ordusu yaratma ve halkı militarize etme rüyasını (Das Volk İn Waffen), 1815 sonrasının politik tepkisi boşa çıkardı. Eski ekolün bazı başarılar elde etmesine rağmen, reformcuların stratejik ve taktik bilgileri daha çok puan topladı. 1847'de Prusya Sahra Hizmeti kuralları, Frederick taktiklerini canlandırmaya çalışmıştı. Scharnhorst'un ve Gneisenau'nun stratejik fikirleri ise Prusya ordusunda hala unutulmamıştı. Hannover ve Avusturya ailelerinden gelen sadece bu iki subay, çağdaşları arasında savaş sanatı konusunda Napoleon ile denktiler. 1813 yazında erken gelen bir ölüm, Scharnhorst'u savaşın komutanlığını yapmaktan alıkoydu. 1813'ten 1815'e kadar Prusya ordusu Kurmay Başkanlığını yapan Gneisenau, Prusya yeni askeri düşünce ekolünün, sadece yeni bir felsefe değil, aynı zamanda bunu uygulayacak yetenekli kişileri de ortaya çıkarabileceğini kanıtlayacaktı.

Hangisinin daha büyük asker olduğu konusunda büyük tartışmalar olmuştu. Her ikisinin de arkadaşı ve öğrencisi olan Carl Von Clausewitz, derin bir düşünce yeteneği ile büyük bir uygulama arzusuna sahip olduğu için üstünlük tacını Scharnhorst'a vermişti. Alfred Von Schlieffen ise (bkz: schlieffen planı), muharebe alanında daha kurnaz ve kararlı olduğu için Gneisenau'yu üstün bulmaktaydı. Bununla beraber tarihi açıdan her iki subayın da yeni bir general tipinin temsilcisi olduklarının hatırdan çıkarılmaması büyük önem taşır. Her ikisi de doğuştan liderdi. Birisi belki insanlara savaşı öğretmek konusunda, diğeri ise onları savaşta yönetmek konusunda...

İmmanuel Kant, Arthur Schopenhauer ve Johann Wolfgang Von Goethe dönemi Almanya'sının Alman felsefe çağının bu üç çocuğu da düşüncenin harekete dönüştürülmesi gerektiğine inanıyorlardı.

Prusya'nın yeni stratejisi, Napoleon'a ait savaş sanatının değişik bir yorumundan doğdu. Sadova/Königgratz ve Sedan Muharebelerinden önceki birçok 19. Yüzyıl askeri düşünürü, Jomini'nin yazılarını Napoleon savaş stratejisi hakkındaki son söz olarak kabul ediyordu. Napoleon'un kendisi, İsviçreli bu adamın kendine ait stratejinin en gizli noktalarını saptırdığını söylemiş miydi? Napoleon, Jomini'ye hayranlık duymasına rağmen, Jomini'nin daha ziyade ilkeler koyduğuna, dehanın ise sezgi gücüne dayandığına işaret etmişti. Jomini'nin soğuk rasyonalizmi, Napoleon'un hareketlerinin gizli gücü olan, duruma göre kara verebilme yeteneği ile bağdaşamazdı. Scharnhorst'un ortaya koyduğu ve Gneisenau'nun 1813-1815 seferlerinin sevk ve idaresinde uyguladığı Napoleon tarzı stratejisinin yorumu, komutanın yaratıcı gücü ve birliklerin morali esasına dayanıyordu. Bu yeni felsefe, klasik ifadesini Clausewitz'in "Savaş Üzerine"/"Vom Kriege" adlı klasik eserinde buldu.

Prusya'nın yeni strateji ekolü, ordunun beyni ve can damarı haline gelen Prusya Genelkurmayını ve elbette Alman Ordusunda Kurmay Subay sınıfını yarattı. Genelkurmayın oraya çıkışı 1806'lardan öncelere dayanmasına rağmen, karakteristik durumuna Scharnhorst'tan önce erişmedi. 1806'da Scharnhorst; savaş bakanlığını yeniden düzenlerken, ordunun organizasyonu ve seferberliği ile ilgili planları yapmakla ve barış zamanında eğitimi ve öğretimi yürütmekle yükümlü olan özel bir kısım kurdu. Bu kısmın yükümlülükleri arasında; istihbarat yolu ile askeri harekat hazırlığı, Topografik incelemeler taktik ve stratejik hazırlık ve bunlara ilişkin yönetimler de bulunuyordu; Savaş Bakanı olarak Scharnhorst, bu kısmın yönetimini elinde bulundurmuş ve subayları savaş oyunları ve kurmay manevraları ile eğiterek onların taktik ve stratejik düşüncelerini büyük ölçüde etkilemişti. Bu subayların çeşitli ordu birliklerine atanmaları adet olmuş, Genelkurmay Başkanı’nın bütün Generaller üzerindeki kontrolü genişlemişti. Pantolonlarında eflatun çizgi taşıyan bu genç subaylar, ordunun her kademesine stratejik düşünceyi sokmuşlardı.

Genelkurmay, Scharnhorst'un elinde hala savaş bakanlığının bir kısmıydı ve Prusya'da parlamento kurulmuş olsaydı bile öyle kalırdı. Ancak Prusya hükümetinin mutlak hakimiyete dayanan yapısı, askeri sorumluluğun kralın başkomutanlığında bölünmesini olanaklı kılıyordu. 1821'de Genelkurmay Başkanı, savaş konularında kralın en yüksek müşaviri yapılmış, savaş bakanlığının sorumluluğu ise ordunun politik ve idari kontrolü ile sınırlanmıştı. Sadece savaş patladıktan sonra değil, aynı zamanda savaşa hazırlıkta ve savaşın ilk safhasında da genelkurmayı söz sahibi yapmış olduğu için bu kararın sonuçları çok geniş olmuştu.

Moltke, bağımsızlık savaşları sırasında yaratılan kurumlardan ve geleneksel fikirlerden büyük faydalar sağlayacaktı. O da Scharnhorst ve Gneisenau gibi Prusya'da doğmamıştı. Mecklenburglu idi. Babası Danimarka Kralı’nın subaylarındandı ve hala da bir Alman Prensiydi. Moltke, bir Danimarka Subay adayı olarak yetiştirilmiş ve 1819'da teğmen olmuştu. Bununla beraber okul sırasındaki deneyimleri kötü olmuştu. Babası ile ilişkileri iyi olmadığı gibi, Danimarka Ordusunda hizmet etmek de büyük bir gelecek vaat etmiyordu. 1822 senesinde Moltke, babasının Danimarka Ordusuna geçmeden önce askerlik hayatına başladığı Prusya Ordusuna başvurdu.

Prusyalılar genç teğmeni zorlu bir sınavdan geçirdiler ve onu yine askerliğin en alt kademesinden başlattılar. Ancak bir yıl sonra Clausewitz'in yönetimindeki Harp Okulu'na girmesine izin verildi; Clausewitz, ders vermiyordu ve Moltke, Clausewitz'in ölümünden sonra yayımlanan çalışmasını okumadan önce yani 1831'den önce onun etkisinde kalmadı. Harp okulundaki öğrenimi Moltke'de coğrafyaya, fiziğe ve askeri tarihe karşı bir ilgi uyandırdı. Moltke 1826 yılında, iki yıl içinde alayına geri döndü. Ancak bu sürenin büyük bir kısmını oradaki subayların eğitimi için teorik çalışmaya verdi. 1828'de altı yıldan fazla çalışacağı Genelkurmaya atandı.

Moltke, Danimarka ve Prusya ordularında teğmen olarak bulunduğu 5 senenin dışında birliklerde görev yapmadı. 56 yaşında Avusturya'ya karşı Prusya ordularının komutanlığını üstlendiği zaman, bölükte veya daha büyük bir birlikte hiç kıta görevi yapmamıştı. 1835-39 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'nda Bab-ı Ali nezdindeki askeri müşavirliği sırasında Mısır'da, Mehmet Ali Paşa'ya karşı açılan savaş ona birtakım gerçek savaş deneyimleri kazandırdı. Türk komutan, bu genç yüzbaşının tavsiyelerini dinlemedi ve Moltke yenilgiye uğramış birlikler arasında savaşı en kötü şekliyle gördü.

İlgilisi için bu yıllarda Osmanlı Ordusu ve Anadolu kültürüyle alakalı anılarını kaleme aldığı bir eser vardır. (bkz: türkiye mektupları)

Berlin'e döndüğü zaman hayatının en çetin günleri bitmişti. Teğmenken harcayacak tek kuruşu olmamıştı. Bu nedenle, bir dergide kısa hikayeler ve tarihi denemeler yazmak zorunda kaldı. Yaşamını sürdürebilmek için gerçekten mücadele etti. Başlangıçta en fazla topografya ile ilgilenmiş ancak coğrafyanın diğer bütün yönlerini de ele almış ve tarihin derinliklerine değinmiştir. Fevkalade bir öğrenim gören Moltke'nin anlatım gücü de çok iyiydi. Alman düzyazı sanatının en ileri gelenlerinden biri oldu. Bununla beraber bir devlet adamı veya yenilik getiren politik bir düşünür olmadı.

Scharnhorst ve Gneisenau, General oldukları kadar devlet adamıydılar ve onların askeri reformları tüm milletin hayatına yönelikti. Muhafazakar Prusya, Avusturya ve Rusya sarayları bu yüzden onlara şüphe ile bakmıştı. Fransız İhtilali ve Napoleon yenik düşmüş gibi görünür görünmez, onlara “jakoben” denmiş ve Gneisenau ile daha genç reformcular emekliye sevk edilmişlerdi. Moltke, Generallik ile devlet adamlığı arasındaki doğal ilişkinin bilincindeydi ve politikaya karşı büyük ilgi duyuyordu. Bununla beraber politik işlerde faaliyet göstermekten kaçındı ve güçler ne olursa olsun onlarla ilgili sorular sormadı. Monarşinin üstünlüğüne inanmıştı ve monarşinin subaylara ordu işlerini, profesyonel olmayan unsurların müdahalesi olmaksızın yürütebilme olanağı sağladığına inanıyordu.

Alman liberalizminin 1848-1849 ihtilalindeki ve 1860'lardaki yenilgileri onun için memnuniyet verici olmuştu. Sakin bir kişiliği, uyumlu politik görüşleri ve geniş bilgisi sayesinde sarayda iyi bir izlenim uyandırmıştı. 1855 yılında 4. Frederick William onu yeğeni prens Frederick William'ın emir subayı yaptı. Moltke, bu görev sayesinde prensin babası olan ve asker prens olarak bilinen 1. William ile tanıştı. 1. William onda, Genelkurmay Başkanlığı yapabileceği kanısı uyandıran bazı yetenekler buldu. 1857'de Prusya Naibi olduğu zaman, William'ın ilk yaptığı işlerden biri Moltke'yi bu göreve atamak oldu. 1. William ordunun politik ve teknik olarak yeniden düzenlenmesi ile çok ilgileniyordu ve Savaş Bakanı Roon, sessiz Genelkurmay Başkan’ını gölgede bırakmıştı. Roon ve William, ordunun etkinliğinde kesin bir aşama yapılmasını istiyorlardı, ancak bu aynı zamanda, daha bağımsız bir ruha sahip olan ordunun bazı milis benzeri kısımlarının kaldırılması demekti. Landwehr (Milli Muhafız) çok büyütülmüş daimi bir ordu lehine azaltılacaktı. Bu ise, profesyonel Kralcı Subaylara ülkenin tüm askeri kurumlarında kesin bir kontrol olanağı verecekti. Prusya parlamentosu bu önleme karşı çıktı; ancak Bismarck döneminde yeniden düzenleme parlamentonun rızası alınmadan gerçekleşti. Sadova Savaşı yapıldığı zaman ortaya çıkmış olan anayasal anlaşmazlık hala sürüyordu. Bununla beraber, Bismarck'ın siyaseti ve Moltke'nin zaferleri, arzulanan alman milli birliğini gerçekleştirince, parlamentonun muhalefeti sona erdi. Böylece Moltke'nin başarılı stratejisi iki şeye yol açtı: birincisi birlik halindeki bir Almanya'nın diğer Avrupa ülkeleri arasından yükselmesine; İkincisi Prusya Ordusunun otoriter yapısının korunması sayesinde, Prusya tacının Almanya'daki liberal ve demokratik muhalefete galip gelmesine.

Politik anlaşmazlık yılları sırasında Roon'un Savaş Bakanı olarak oynadığı rol, 1866'dan önce onu ordudaki en etkili kişi yaptı. 1. William, onun tavsiyelerini almaya o kadar alışmıştı ki, Genelkurmay Başkanı hemen hemen unutulmuştu. Mütevazı Moltke orduda az tanınıyordu ve hatta Sadova Savaşı'nda bir subay, ondan, bir tümen komutanına emir getirdiğinde, Tümen Komutanı şöyle yanıt vermişti: "Tamam, ama General Moltke kim?" Moltke'nin kralın karşıtları arasında ön safa çıkışı ani ve beklenmeyen bir durumdu. Ancak bu, Scharnhorst ve Gneisenau'yu izleyen günlerdeki Prusya askeri tarihinin mantıki bir sonucuydu. 1857-1866 yılları arasında politikadan uzak durması, onun tüm dikkatini gelecekteki askeri harekat hazırlığına yöneltmesine yol açmıştı. 1848-1849 ihtilalleri, Fransa'da 2. İmparatorluğun kurulması ve Kırım Savaşı, Avrupa tarihinde askeri gücün serbestçe kullanıldığı yeni bir devrin açılmış olduğunu göstermişti. Moltke, Prusya Genelkurmay Başkanlığı’nın yapmış olduğu planları hemen incelemeye başladı. Selefi General Reyher, çok ileri görüşlü bir kişi ve çok iyi bir strateji öğretmeniydi. Savaşın taktik sorunlarına ilginç çözüm yolları bulmakta Moltke, Prusya subayının yeteneğine güvenebilirdi.

Gerçekten de 1866'da Bohemya sınırını geçer geçmez, subaylar 1847 resmi hizmet yönetmeliklerini sessizce bir kenara bıraktılar ve çoğunlukla kendi fikirlerince hareket ettiler. Prusya ordusunun barış zamanındaki düzeni, diğer her ülkeninkinden daha fazla gelişmiş bir sistemdi. Muhafız birliklerinin dışında alaylar, muvazzaf ve ihtiyatlar mahalli mıntıkalardan alınırdı. Habsburg/Avusturya İmparatorluğu, milliyet sorunlarından dolayı böyle bir sistemi kullanamazdı. Ayrıca, Napoleon'un savaşları sırasında ortaya çıkarttığı ancak; Bourbonlar zamanında Fransa'nın vazgeçtiği kolordular, savaş arifesinde oluşturulurdu, ancak Prusya buna katılmadı. Kolordular, büyük çaplı harekatta liderlerin ve birliklerin kapasiteleri ve süratli seferberlikleri üzerinde bir fren etkisi yapardı.

Prusya ordusunun süratli olan seferberliğini Moltke daha da arttırdı. Bu devrede Prusya'nın elverişsiz coğrafi yapısı, Prusya askeri sorunlarını arttırdı. Demiryolları çağı, bir çare olarak ortaya çıktı ve Moltke de bundan tam anlamıyla yararlandı. Almanya'da daha bir tek demiryolu yokken, Moltke demiryollarını incelemeye Başlamıştı. O, demiryollarının gelecekteki önemine inanmış ve hatta 1840'ların başında demiryolu inşası gerilediğinde bile, Berlin-Hamburg demiryoluna yatırım yaparak tasarrufları tehlikeye sokmuştu. Askeri düşünceler onda her zaman ön plandaydı. 1847-50 yıllarında ilk defa, çeşitli milletlerin birlikleri demiryolu ile taşınmıştı. 1859'da İtalya Savaşı için yapılan Prusya Seferberliği sırasında Moltke, demiryolu ulaşımının tüm ordunun taşınmasında sağladığı kolaylıkları deneyebildi ve önemli ilerlemeler kaydetti.

Demiryolları, yeni stratejik olanaklar yarattı. Birlikler Napoleon'un ordularında altı misli süratle nakledilebildi ve tüm stratejinin esası olan zaman ve mekan yeni bir anlam kazandı. Demiryolu ulaşımı çok gelişmiş bir ülke, savaşta önemli ve sonuca etki edebilecek avantajlar kazandı. Seferberlik hızı ve orduların toplanma hızı, stratejik hesaplarda mutlak bir faktör haline geldi. Seferberlik zamanlaması ve toplanma, ilk yürüyüş emri ile birlikte, sonraları savaş beklentisi içinde yapılan stratejik planların esasını oluşturdu. Ki zaten Moltke'nin askeri tarihe mirası, muazzam bir seferberlik ustası olmasıdır.

Demiryollarına ek olarak, Moltke, Sanayi Devrimi sırasında yapılan yoğun yol sisteminin de kullanılmasını teklif etti. Ulm'da Avusturyalıların teslim olması ile sonuçlanan 1805 seferi sırasında ordusunu ayrı ayrı yollardan yürüten ve böylece ayrı yürüyüş düzeninin stratejik kullanımına klasik bir örnek veren Napoleon, bunun önemini daha önceden ortaya koymuştu. Bununla beraber bir ordu kolu muharebeye hazır değildir ve 30.000 kişinin muharebeye hazır olması bir günü alır. Yürüyüş düzeninden muharebe düzenine geçiş zaman alıyordu ve bundan dolayı da orduların muharebeden günlerce önce toplanması gerekiyordu. 1815'ten sonra yol durumu büyük ölçüde gelişti ve yeni taktikler olanaklı hale geldi. 1815'te Moltke şöyle yazmıştı :

"Seferberlik sırasında karşılaşılan zorluklar, askeri birliklerin büyüklüğüne göre artar; bir yolda aynı gün içinde bir ordudan fazlası taşınamaz. Varış noktasına yaklaşıldıkça da zorluklar artar, çünkü mevcut yolların sayısı azalır. Demek ki, ordunun normal hali kolordulara ayrılmasıdır ve bu kolorduların çok kesin bir amaç olmaksızın birleştirilmesi bir hatadır. Ön hazırlıktan başka bir amacı olmayan sürekli toplanma; müşkül ve hatta çoğunlukla olanaksızdır. Toplanma, muharebeyi zorunlu hale sokar ve bundan dolayı da böyle bir karar verme zamanı henüz gelmemişse toplanma yapılmamalıdır. Toplanmış bir ordu; artık yürüyüş yapamaz. Sadece bir alandan diğerine hareket ettirilebilir. Yürüyüş için önce ordu bölünmelidir, bu ise düşman karşısında tehlikelidir. Bununla beraber, muharebe için tüm birliklerin toplanması mutlak gerekli olduğundan, stratejinin esası tam zamanında toplanmaya olanak sağlayacak ayrı ayrı yürüyüş düzenlemektir."

Moltke'nin ordunun muharebenin başlamasından çok evvel toplanması gerektiğini belirten Napoleon ilkesini bir kenara iterek, ordunun muharebe sahasında toplandığı bir harekatı düşünmüş olması olasılığı olduğunu görmekteyiz. Ancak Königgratz/Sadova muharebesinden önceki haftalarda Moltke'nin Napoleon ilkesini göz önüne almamış olması söz konusu değildir. Orduları muharebeden önce bir araya getirebilirdi, ancak bunların ayrı tutulmalarının devamına ve muharebe sahasında birleştirilmelerine geç bir tarihte karar verdi. Moltke, Sadova'dan sonra fikirlerini şöyle özetledi :

"Kuvvetlerin muharebe sahasının karşısındaki değişik noktalardan muharebe günü toplanması daha da iyidir. Diğer bir deyişle, şayet harekat değişik yönlerden yapılan kısa bir yürüyüşle düşman cephesine ve kanadına ulaşacak şekilde yönlendirilebilirse, strateji yapabileceğinin en iyisini yapmış olur ve bunu büyük sonuçlar izler. Hiçbir önlem, ayrı ayrı ordular ile böylesine kesin bir harekat sonucunu garantileyemez. Sonuç sadece hesaplanabilir faktörlere, zaman ve mekana değil aynı zamanda önceki, daha önemsiz muharebelere; havaya; yanlış haberlere; kısaca insan hayatında şans denen her şeye dayanır. Bununla beraber savaştaki büyük başarılar, büyük tehlikelere girmeksizin kazanılamaz."

Bu son sözler bilhassa önem arz eder. Moltke, Clausewitz'in sadık bir öğrencisi olarak, savaşın mümkün oldukça aklın kontrolünde bulunmasından yanaydı. Bununla beraber o, savaş sorunlarının hesapla üstesinden gelinemeyeceğini de çok iyi biliyordu. Savaş, siyasetin bir aracıydı ve askeri harekatı yönetirken, komutanın hür olması gerektiğine inanmasına rağmen Moltke, değişen siyasi amaçların ve olayların stratejiyi her zaman değiştirebileceğini kabul etmişti.

Siyasetin, strateji üzerindeki etkisinin bir generali kesin olmayan bir unsurla karşı karşıya bırakmasına rağmen, Moltke seferberliğin ve ordunun ilk toplanmasının, savaşın başlamasından çok önce hazırlanabileceği nedeniyle hesaplanabilir olduğu inancındaydı.

"Orduların ilk toplanması sırasında yapılan bir hata, seferi akışı sırasında nadiren düzeltilebilir." Demişti.

Bununla birlikte "Gerekli emirler çok önceden düşünülebilir ve birliklerin savaşa hazır oldukları kabul edilerek, ulaştırma iyi bir şekilde düzenlenir, istenilen sonuçlara ulaşılır." diyordu.

Moltke'ye göre bu aşamanın ötesinde savaş, bir cesaret ve hesap birleşimi bir şey haline gelir. Harekat başladıktan sonra;


 "Amacımız düşmanınki ile karşılaşır. İnisiyatifi elimize almaya hazırsak, kararlı ve hazırsak düşmanın amacını kısıtlarız. Ancak onu taktikten yani muharebeden, başka bir araç ile yok edemeyiz. Daha büyük bir karşılaşmanın maddi ve manevi sonuçları o kadar geniştir ki, yepyeni bir durum ortaya çıkar ve yeni önlemlerin alınmasına yol açar. Hiçbir plan, başlıca düşman kuvvetleri ile olan karşılaşmanın ötesini kesin biçimde göremez.... Komutan, sefer boyunca öngörülemeyen durumlar çerçevesinde kararlar vermeye mecburdur. Bu nedenle, savaşın her aşaması önceden düşünülmüş planın uygulanması değil, askeri yeteneğin yönettiği duruma göre saptanan hareketlerdir. Sorun, bir sis perdesi ile örtülü gerçek durumu, sayısız özel durum içinden bulup çıkarmak ve gerçekleri doğru olarak değerlendirmek ve bilinmeyen unsurları tahmin etmek, süratle karar vermek ve sonra da bu kararı güçlü biçimde yılmadan uygulamaktır... Teorik bilginin yeterli olmayacağı açıktır. Ancak askeri eğitim etkisi altında olmasına ve askeri tarih veya hayattan alınan deneyimlerle yönetilmesine rağmen, burada zeka ve kişilik; serbest, pratik ve artistik bir ifadeye dönüşür.’’

Helmuth Karl Bernhard von Moltke ile ilgili görsel sonucu
Helmuth Karl Bernhard von Moltke

Moltke, stratejinin bir bilim olduğunu ve harekat planlarının meydana getirebileceği genel ilkeler koyulabileceğini kabul etmemişti. İç harekat hattının veya kanat harekatının avantajları gibi, kurallar da onun için göreli bir değer taşıyordu. Her durum, kendi olayları çerçevesinde bir tanımlamayı, eğitim ve bilginin, cesaret ve görüşle birleştiği bir sonucu gerektiriyordu. Moltke'ye göre, tarihten alınması gereken başlıca ders buydu. Geleceğin komutanını, savaşlarda karşılaşılabilecek ne kadar çeşitli olaylar bulunabileceğine alıştırmakta da tarihi öğretmenin büyük yararı vardı. O, kurmay subayların eğitimi için vazgeçilmez olan ordu manevralarının , savaşın önemli yönlerini gözler önüne sermekte tarih kadar gerçekçi olamayacağına inanıyordu. Bugün harp akademisinde askeri tarih dersleri verilmesi de bundandır.

Askeri tarihin incelenmesi, Prusya Genelkurmayı’nın en önemli sorumluluklarından biri haline getirilmiş, alt kademeye bırakılmamıştı. İlk defa 1862'de basılan, 1859 İtalya Savaşına ilişkin eseriyle Moltke,  geçerli pratik sorunlara varabilmek için olayların tarafsız biçimde anlatımını amaçlamıştı. 1866 ve 1870-71 savaşlarının tarihleri de onun yönetiminde aynı tarzda, daha sonraları yazılmıştı.

Moltke, doğru açıdan bakılması koşuluyla stratejinin tarihten çok yararlanabileceği görüşüneydi. Kendi uygulamaları, tarihin incelenmesinden sağlanan yararlara örnektir. Tabii ki o, Napoleon'un taarruzda düşman kanatlarına veya gerisine karşı sık sık müfreze kolordular kullandığını biliyordu. Bununla birlikte, geçici birliklerle yapılan harekat, Napoleon'un ordunun genel ilkesini ve merkezi taarruzunun karşı koyulmaz gücü ile ilgili inancını etkilememişti.

Moltke, stratejinin bir bilim olduğunu ve harekat planlarının meydana getirebileceği genel ilkeler koyulabileceğini kabul etmemişti. İç harekat hattının veya kanat harekatının avantajları gibi, kurallar da onun için göreli bir değer taşıyordu. Her durum, kendi olayları çerçevesinde bir tanımlamayı, eğitim ve bilginin, cesaret ve görüşle birleştiği bir sonucu gerektiriyordu. Moltke'ye göre, tarihten alınması gereken başlıca ders buydu. Geleceğin komutanını, savaşlarda karşılaşılabilecek ne kadar çeşitli olaylar bulunabileceğine alıştırmakta da tarihi öğretmenin büyük yararı vardı. O, kurmay subayların eğitimi için vazgeçilmez olan ordu manevralarının , savaşın önemli yönlerini gözler önüne sermekte tarih kadar gerçekçi olamayacağına inanıyordu. Bugün harp akademisinde askeri tarih dersleri verilmesi de bundandır.

Askeri tarihin incelenmesi, Prusya Genelkurmayı’nın en önemli sorumluluklarından biri haline getirilmiş, alt kademeye bırakılmamıştı. İlk defa 1862'de basılan, 1859 İtalya Savaşına ilişkin eseriyle Moltke, geçerli pratik sorunlara varabilmek için olayların tarafsız biçimde anlatımını amaçlamıştı. 1866 ve 1870-71 savaşlarının tarihleri de onun yönetiminde aynı tarzda, daha sonraları yazılmıştı.

Moltke, doğru açıdan bakılması koşuluyla stratejinin tarihten çok yararlanabileceği görüşüneydi. Kendi uygulamaları, tarihin incelenmesinden sağlanan yararlara örnektir. Tabii ki o, Napoleon'un taarruzda düşman kanatlarına veya gerisine karşı sık sık müfreze kolordular kullandığını biliyordu. Bununla birlikte, geçici birliklerle yapılan harekat, Napoleon'un ordunun genel ilkesini ve merkezi taarruzunun karşı koyulmaz gücü ile ilgili inancını etkilememişti. Napoleon devrinde böyle bir stratejinin yararları büyüktü. Ancak bu yararlar onu mutlak bir yenilgiden korumamıştı. Leipzig Savaşı ayrı orduların müşterek merkezli harekat yapabileceklerini göstermişti. Scharnhorst, bir ordunun boşu boşuna toplu halde tutulmaması gerektiğini belirtmişti. Moltke'ye göre, teknoloji ve ulaştırmada meydana gelen ilerlemeler, müşterek merkezli harekat planlarının yarım asır öncesine oranla daha geniş çaplı yapılmasını mümkün kılmıştı.

Tarihin bir subay için önemli olmasına rağmen Moltke, bunun strateji ile aynı şey olmadığına işaret eder. Kendisine göre :

"Strateji bilgiden ötedir, bilginin günlük hayata uygulanmasıdır. Orijinal bir fikrin sürekli değişen olaylara uygun biçimde geliştirilmesidir. Strateji, en zor koşulların baskısı altında faaliyet sanatıdır."

Buna uygun olarak, Moltke'nin savaşla alakalı fikirlerinde emir komuta çok önemi yer tutar. İtalya seferi ile ilgili tarihte, Moltke  bu konuyu büyük bir açıklıkla işledi. Savaş konseyi orduyu yönetemezdi ve harekat planı konusunda komutana tavsiyede bulunabilecek tek kişi, genelkurmay başkanı olabilirdi. Güçlü olarak uygulandığı takdirde, hatalı bir plan bile, yapay bir üründen daha tercihe değerdi. Öte yandan, en mükemmel harekat planı bile savaş sırasında değişiklikleri ve o anda varılması gereken kişisel taktik kararları öngöremezdi. Moltke, harekat planının harfi harfine uygulanmasını korkunç bir günah olarak görüyor ve inisiyatiflerini kullanmaları konusunda ast ve üst tüm komutanların teşvik edilmesine büyük özen gösteriyordu.


Moltke, sadece en gerekli emirlerin çıkartılmasından yanaydı.
"Bir emir, komutanın kendi başına yapamayacağı her şeyi kapsamalı, bunun dışında hiçbir şey bulunmamalıdır."

Bu, başkomutanın taktik konulara nadiren müdahale edeceği anlamını taşımaktaydı. Ancak Moltke, daha da ileri gitti. Ast komutan önemli taktik başarılar elde edecekse, Moltke'nin teorisine göre harekat planında uzaklaşılmasını hoş görmeye hazırdı, çünkü şöyle demişti:
"Taktik zafer önünde, strateji boyun eğer." 

Fransa-Prusya Savaşının ilk haftalarında bazı generallerin çılgınca davranışları, Moltke'nin tüm harekat planını bozduğu zaman, o yine tutumunu değiştirmedi.

Moltke, ordunun savaş ruhunu felce uğratmak ve ast komutanların seri hareket etmelerini ve tepki göstermelerini kısıtlamak istemedi. Çağdaş gelişmeler, daha önceki devirlere nazaran ast komutanlara daha büyük sorumluluklar yüklemişti. Napoleon'un ordusunu bir arada bulundurmasının başlıca nedenlerinden biri, tüm birliklerini doğrudan emir verebileceği mesafe içinde tutmak istemesiydi. Muharebe öncesi yürüyüşün, telgraf ile kolayca düzenlenmesine rağmen, Moltke'nin kurduğu enine tertip sistemi, muharebenin merkezini oldukça zorlaştırdı. 1866 Avusturya-Prusya Savaşı sırasında Moltke, birçok hareketi Berlin'deki ofisinden yönetti ve savaş alanına Sadova Muharebesinden 4 gün evvel gitti. Akıllıca davranarak genel stratejik emirlere bağlı kaldı. Stratejik fikirlerin daha etkin uygulanmasını sağlamak için ordu komutanlıkları kuruldu. Taktik sorunlar ile alakalı yetki ise kolordu ve tümen komutanlıklarında kaldı.


Moltke'nin strateji ile alakalı düşünceleri ve uygulamaları, daha doğru bir deyişle "Prusya Ekolü", ilk ve en büyük sınavını 1866 Avusturya-Prusya Savaşında verdi. 1864'de Avusturya ve Prusya'nın Danimarka'ya karşı yaptığı savaşta onun mütevazı bir rolü olmuştu. Moltke, savaşın son safhasında eski Mareşal Wrangel rejiminin karakteristiği olan beceriksizliği hemen ortadan kaldırmış ve eleştirili tavsiyeleri, William'ın onu, temkinli bir stratejist olarak tanımasına yol açmıştı. Avusturya'ya karşı yapılan savaş planlarının müzakereleri sırasında Moltke, o kadar ön plana çıktı ki, 1.William 2 Haziran 1866 tarihinde, ordudaki tüm emirlerin onun tarafından çıkartılmasını istedi. Kralın Moltke'nin tavsiyelerini hemen hemen kayıtsız şartsız kabul etmesinden sonra, emekliliği düşünen 65 yaşındaki bu general, kendisini Prusya ordusunun güçlü başkomutanı olarak buldu.
1868 Bleibtreu Schlacht bei Koeniggraetz anagoria.JPG
Königgratz/Sadova Muharebesi. Almanya'nın birleşmesi yolundaki en büyük adımlardan biridir. 1866 Prusya-Avusturya Savaşı, ya da bilinen adıyla "Yedi Hafta Savaşı" 1866'da Avusturya İmparatorluğu liderliğinde Alman Konfederasyonu ile Prusya Krallığı ve onun beraberindeki Alman Aristokratlarının yanında İtalya ve Alman müttefikleri arasında gerçekleşti. Sonuç olarak Alman devletleri üstünde Prusya egemenliği ve "Üçüncü İtalyan Bağımsızlık Savaşı" denilen İtalya'nın Birleşmesi gerçekleşti. Savaşın en önemli sonucu, Alman devletleri üzerindeki hegemonyanın Avusturya'dan uzaklaşıp, Prusya'ya kayması ve Avusturya hariç tüm kuzey Alman devletlerinin birleşmesi (Kleindeutschland) yönünde bir ivme oldu. Alman Konfederasyonu'nun ortadan kalkması ve Avusturya ve Güney Alman devletleri hariç bunun yerini Kuzey Alman Federasyonu'nun almasıdır.Diğer bir sonuç ise o zamanlar Avusturya eyaleti olan Venedik'in İtalya tarafından ilhakıdır.


Kuzey Almanya Konfederasyonu (kırmızı), Alman İmparatorluğu kurulurken katılanlar (turuncu)
1866 savaşından sonra Prusya ya da "Kuzey Alman Federasyonu". Kırmızı alanlar 1866 savaşından sonra Prusya sınırlarını ; Turuncu alan ise 1871 Fransız-Prusya Savaşı sonrası Alman İmparatorluğu'na katılan Alman Prensliklerini göstermektedir.

Generalliğinin ilk sınavı, aynı zamanda meslek hayatının da en büyük sınavıydı. Kuvvetler daha sonraki Fransız-Prusya Savaşında olduğundan daha dengeliydi ve Moltke'nin daha inatçı olan coğrafi ve politik sorunların üstesinden gelmesi gerekiyordu. 1866 savaşı ve özellikle Bohemya Seferi, aynı zamanda savaşın stratejik yönünü Fransız-Prusya Savaşından veya diğer birçok savaştan daha açık şekilde gösterir.

1. William, Avusturya ile savaşa girmekten kaçındı; ancak sonunda Bismarck onu adeta savaşa itti. Bu nedenle, Prusyalılar seferberliğe Avusturyalılardan çok sonra başladılar ve o zaman bile, kralın savaş ilan etmek için ikna edilebileceği şüpheliydi. Bu nedenle, stratejik sorunlar da çok nazik bir safhadaydı. Bohemya ve Moravya'dan, Avusturyalılar harekatı kuzeye veya orta Silezya üzerine yapabilirlerdi. Veya muhtemelen Kuzey Bohemya'dan veya Saksonya'da; Bavyera ordusu ile birleştikten sonra Berlin'i tehdit etmek için Saksonya'ya yürüyebilirlerdi. Bu olasılıklardan hangisinin gerçekleştirilebileceği,  tamamen savaşın açılma tarihine dayanıyordu. Kralı bir an önce harekete geçmeye zorlamakta Moltke, Bismarck'ı destekledi.


Ancak politik çıkış yollarının askeri tedbirlerle kapanmasından kaçındı. 1914 Ağustos’unda kurmay başkanı olarak, 2. William'a (Wilhelm) genelkurmay stratejik planlarının hükümeti hareket özgürlüğünden yoksun kıldığı şeklinde bilgi veren yeğeninin aksine.

Moltke'nin ilk işi, hemen başlatılmamış olan Prusya Seferberliğinin neden olduğu gecikmeyi telafi etmekti. Ayrıca, Saksonya'nın muhtemel bir ilerlemesine karşı koymak istedi, Yukarı Silezya ise korunmasız kaldı. Avusturyalılar, Morova'daki seferberlik için sadece bir demiryolundan yararlanırken, Moltke; Prusya birliklerini Prusya'nın dört bir yanından savaş alanına taşımak için beş demiryolundan faydalandı. Bunun sonucunda, 5 Haziran 1866'da Prusya orduları 275 millik yarıçap içinde halle ve Torgau'dan, Goerlitz ve Landeshut'a kadar yayılmıştı. Avusturya kuvvetleri güneyde olduğu sürece, Prusya kuvvetlerinin durumu sağlamdı. Moltke'nin tahminine göre, Avusturya birlikleri Bohemya'da bile değil, hâlâ Morova'daydı.

PRUSYA ASKERİ SİSTEMİNİN İLK SINAVI : KÖNİGGRATZ VE AVUSTURYA SEFERİ


Tabii ki Moltke, birliklerini indirme noktalarında bırakmayı düşünmedi ve birlikleri hemen Goerlitz çevresinde toplamaya başladı. Öte yandan, Avusturya büyük kuvvetinin Bohemya'da değil de Morova'da toplandığını duyduğunda, Moltke biraz endişelendi; bu durum, Avusturya'nın Yukarı Silezya'ya taarruza geçeceğini gösteriyordu. Sol kanadın Neisse Nehri'ne doğru yayılmasını sağladı. Böylece Prusya Orduları Torgau'dan Neisse'e kadar yeniden 270 milden fazla yayılmış oldu. Tereddütleri, askeri nedenlerden ziyade 1. William'ın tutarsız politikasından kaynaklanıyordu. Moltke'ye göre, şayet en kısa yol boyunca yığınak yapma fırsatını kaçırmazsa ki, bu ileri bir hareketle Bohemya'ya girmek demekti, her şey yolunda gidecekti.


Böyle bir yığınak için Moltke, Gitschin'i seçmişti. Bu seçiminde sadece mesafeler rol oynamıştı. Burası, veliaht Friedrich Wilhelm komutasındaki ikinci ordu ile prens Friedrich Karl komutasındaki Birinci Ordu'ya aynı mesafedeydi. Aynı zamanda Gitschin, Torgau'dan ve Olmutz'den, yani Prusya'nın Elbe Ordusu'ndan ve Avusturya kuvvetlerinin büyük kısmından aynı uzaklıktaydı. Prusya orduları, Avusturya Ordusunun Morova'dan hareket ettiği gün yürüyüşe geçebildiği takdirde Avusturyalılar, Gitschin'e ulaşmadan önce Prusya Orduları toplanmış olurdu. Prusya öncüleri, Avusturyalılara savaş ilanını ancak 22 Haziran'da verdiler, fakat Prusya, 16 Haziran'da başka Alman Devletlerine karşı saldırıya girişmişti. Böylece Avusturya ordusu, Olmutz'den Josephstadt'a yürüyüşe geçtiği gün, Elbe Ordusu Saksonya'yı istila etmeye başladı.


Avusturya ordusu, Avusturya askeri tarihinde iyi bir yer yapmıştı. Morali ve savaş arzusu yüksekti. Aralarında zamanın en iyi generallerinin de bulunduğu subayları çok yetenekli ve deneyimliydi. Bazı sınıfları, özellikle süvari ve topçu, Prusya Ordusununkinden kesinlikle üstündü. Prusya ordusunun üstünlüğü ise hem taktik hem de silah bakımından ileri olan piyadelerindeydi. Prusya'nın iğneli topu ise tek başına zafere ulaştırmazdı. Avusturyalıları dezavantajlı duruma düşüren Avusturya piyadelerinin, modası geçmiş şok taktiği ve eski tip silahlarıydı.


Avusturya yüksek komuta kademesinin stratejik yeteneği daha azdı. Benedek, savaşta yararlılıklar göstermiş iyi bir askerdi. Muharebede üstüne yoktu, yenilgiye uğrayan ordusunun Sadova Muharebe alanından geri çekilmesini, korkusuzca ve hatasız olarak yürüttü. Ancak klasik strateji ekolüne bağlı olarak yetişmişti ve strateji konusundaki baş müşaviri General Krismanic, 18. Yüzyıl savaş düşüncesine bağlıydı. Savaşın stratejik sevk ve idaresini bu unsurlar saptadı. Demek ki, derinliğine düzen ve güçlü mevzilerin tutulması gerekiyordu. Moltke ise mekanın zamanla fethedilebileceğini gösterdi.

Avusturya ordusu, Morova'dan birbirine, paralel olarak üç kol halinde hareket etti. Böyle bir yürüyüşün zorluklarına rağmen, Avusturyalılar hedefe süratle ve iyi bir nizam içinde vardılar. Fakat öncü birliklerin 26 Haziran'da Josephstadt'a varışından sonra, ordunun toplanması için en az üç güne ihtiyaç vardı. Prusya ordularını muhtemel bu zaman kaybı kurtardı.

Moltke'nin sürekli ikazlarına rağmen, birinci ordu çok yavaş ilerlemişti; çünkü Prens Friedrich Karl, Elbe Ordusu'nu beklemek istemişti. Bu ordu Saksonya'yı istila ettikten sonra kendi komutası altına girecekti. Bu durum Benedek'e iç harekat hattını kullanma fırsatı verdi. Benedek'in eşit güçteki Prusya Ordularından hangisine taarruz etmesi gerekirdi sorusu, askeri tarihçiler ve kurmay subaylar arasında ilginç bir soru olagelmiştir. Özellikle birinci orduya taarruz etmeyi düşündüğünde Benedek belki haklıydı. Ancak, bir veya en çok iki gün içinde Prusya Ordularından birine taarruz etmesi gerektiğini zamanında anlayamadı. Avusturya Yüksek Komutası, zamanın sınırsız değerinden çok, kuvvetli mevzilerin taktik avantajına inandığı ve ordunun erkenden toplanması hareket kabiliyetini önlediği için bu fırsat kaçtı. Benedek hatasını anladığı zaman, Josephstandt ve Koeniggratz'de Elbe'nin gerisine çekilmek için bile çok geç kalınmıştı ve Benedek, Nehir geri bölgesinde olduğu halde, savaşmayı kabullenmek mecburiyetinde kaldı.

Taarruz tehlikesi atlatılınca Moltke, muharebe alanında uyuşma sağlamak maksadıyla orduları birbirinden birer günlük mesafede tutarak toplanmalarını geciktirmeye başladı. 2 temmuz gecesi son emirler verildi. Moltke'ye göre : İkinci Ordu'nun sol kanadı ile Birinci Ordu'nun sağ kanadı sadece kanatlara karşı değil, düşman geri bölgesine karşı da savaşacaktı. Moltke Sadova'yı bir çevirme muharebesi olarak düşünmüştü. Fakat Prusyalı Generaller onu dinlemedi ve kuvvetinin dörtte birini kaybetmekle beraber Avusturya kurtuldu. Anında takip mümkün değildi. Zira ikinci ordu kuvvetleri, birinci ordu cephesine girmiş ve içinden pek kolay çıkılamayacak bir karışıklığa neden olmuştu. Dört yıl sonra, sedan muharebesi, Prusyalı aristokrat generallerin bundan ders aldığını kanıtladı.

Benimsediği strateji ile Moltke iç harekat hattının sadece sınırlı bir önem taşıdığını ispatlamış oldu. Deneyimlerini şöyle özetliyordu :

"iç harekat hattının tartışma götürmeyen avantajları sadece düşmana karşı ilerlemek için yeterli mesafe korunduğu sürece geçerlidir, böylece düşmanı yenmek ve onu kovalamak için zaman kazanılır ve sonra dönüp diğerinin üzerine yürünür. Şayet bu mesafe daralıp da siz bir düşmana taarruz ederken, diğer düşmanın size kanattan veya geri bölgeden taarruz etme tehlikesi baş gösterirse, muharebe sırasında iç harekat hattının stratejik avantajı, çevirme taktik dezavantajı haline gelir."

Bu sözler, çoğu zaman iç hat harekatının kesinlikle reddi ve iç içe manevraların tavsiyesi niteliğinde yorumlanır. Halbuki Moltke'nin görüşü bu değildi. 1870-71 Fransa-Prusya Savaşı esnasında o, düşmanın hareket tarzına göre her ikisini de rahatça ve başarıyla uyguladı. Moltke'nin stratejisi, açık fikirliliği ve bir yöntemden diğerine geçmedeki esnekliği ile önem kazanmıştır.

Onun stratejisinin, Prusya'nın o zamanki üstün askeri gücünü yansıttığı söylenir. Ancak böyle bir söz sadece birtakım sınırlar çerçevesinde doğrudur. 1866 senesinde, Bohemya'daki Prusya Ordularının biraz üstün olan gücünü Moltke yaratmıştı. Bütün prusya eyaletlerinden birliklerini çekmeyi ve Avusturya'nın Alman müttefiklerine karşı sadece çok küçük bir ordu bırakmayı göze aldı. Şayet Bohemya Seferi uzun sürseydi veya bir çıkmaza girseydi, 3.Napoleon (fransa Kralı), Ren'in batısındaki eyaleti alma fırsatını kaçırmaz ve kıtanın kaderini tayin ederdi. Benzeri durumlar 1870-71 savaşında da vardı.


Sedan Muharebesi sonrası esir düşen III.Napoleon ile Otto von Bismarck. 1871 Savaşı... Tarih, tıpkı savaş gibi birbirinden kopuk ve alakasız çatışmalardan ibaret bir dizi değildir değerli okurlar. Birinci Dünya Savaşı, 1871 Savaşında yatar. 1871 Savaşı ise Napolyon sonrası Avrupa'da. Fransa-Prusya Savaşı’nın sebepleri Napolyon Savaşları sonrasında oluşan Avrupa'daki yeni güç dengelerinde yatmaktadır. Fransa ve Almanya muharipler olmuş; Fransa kaybeden tarafta yer almış ve Napolyon Bonapart, St Helena adasına sürülmüştü. Almanya'da Prusya'nın artan etkisi Fransa'nın statü ve jeopolitik avantaj kaybına yol açmıştı. Şansölyelikten istifa etmeye zorlandıktan sonra Bismarck, kitabında şöyle yazar; "Ben birleşik bir Almanya için öncelikle bir Fransa-Prusya Savaşı olması gerektiğini biliyordum"(Bismarck: The Man and the Statesman) İmparator III. Napolyon ve Başbakan Émile Ollivier'nin iç siyasetteki sıkıntılarından kurtulmak istemeleri de Prusya'ya yönelik savaş ilanına katkıda bulundu.

Buna ek olarak, Otto von Bismarck, I.William/Wilhelm tarafından gönderilen telgrafı değiştirerek savaş ilanına Fransızları kışkırttı; Ems Telgrafı kamuoyuna açıklarken; Kralın, Alman elçisine küçük düşürücü şekilde davranmış gibi yansıttı. Altı gün sonra, Fransa Prusya'ya savaş ilan etti.




Başlıca komşuları olan Fransa ve Rusya'nın askeri işbirliğini önlemek koşuluyla, Frankfurt Antlaşması mütareke edildikten sonra Prusya daha rahat nefes alabiliyordu. Moltke bunu önce 1859 yılında düşünmüş, ancak o zamanki siyasi ortamda bu bir bulut gibi geçip gitmişti. Muhtemel bir Fransa-Rusya Koalisyonu 1879'dan itibaren alman genelkurmayının düşüncelerini her geçen gün biraz daha fazla işgal etti. 1890'ların başında Fransa-Rusya ittifakının gerçekleşmesiyle de en önemli stratejik sorun halini aldı.

Moltke'nin bu durumu karşısındaki planları geçmişteki stratejisine uyumluydu.

Şöyle ki ;

Bir düşmanı büyük kuvvetlerle ezebilmek için diğer düşmanla mümkün olduğunca az dövüşmek. Moltke, batıda savunmaya çekilmenin, Rusya'ya karşı ise taarruza geçmenin daha doğru olduğunu söylüyordu. Alsas-Loren'e 1871 savaşından sonra sahip olan Almanya'nın Batı sınırlarını küçük kuvvetlerle savunmak için imkanı vardı. Ama, ortam Fransız tahkimatına karşı hızlı sonuçlar elde etmeyi umut etmemeliydi. Rusya karşısında daha önemli sonuçlar beklenebilirdi. Moltke'den sonra genelkurmay başkanı olan ikinci halefi Kont Schlieffen, 1894 yılında bu planın aksini kabul etti ve o savaş planları ilk taarruzun batıya yönlendirilmesini mümkün gördü. Alman askeri doktrininde Von Schlieffen dönemi başlıyordu.

(bkz: Alfred Von Schlieffen)


Mareşal Kont Alfred von Schlieffen.

1833 senesinde doğan Alfred Von Schlieffen, Prusya'ya birçok değerli devlet adamı ve subay yetiştirmiş soylu bir aileye mensuptu. Suskun doğası, gözlerindeki bozukluk ve öğrenmeye karşı duyduğu ilgi, onun askeriden ziyade sivil hayatta görev almasını öngörmüş gibiydi. Askerlik hizmetini yapana kadar da subay olmaya karar vermemişti. 1858'den 1861'e kadar harp okuluna devam etti ve bundan sonra atandığı görevler, onun oldukça maharetli bir kurmay subay olacağını göstermişti.

Genelkurmay başkanlığındaki görevinden birliklerde plan subaylığı görevine atandı. 1876 yılında ise Potsdam'daki alayın komutanı oldu ve bu görevde 7 sene kaldı. 1883 yılından emekliye ayrıldığı 1906'ya kadar bazı orduların bazı dairelerin başkanı olarak kurmay subay görevini yürüttü, 1891'den sonra Genelkurmay Başkanı olarak, yeniden genelkurmayda görev yaptı.

Schlieffen'in Genelkurmayda geçirdiği son beş seneden önceki mesleki hayatı, onun kıta hayatını Moltke'den daha iyi anlamasına yol açtı. Ayrıca savaş deneyimi de Moltke'den daha fazlaydı. 1866 savaşı sırasında Schlieffen, Süvari Kolordusunda Kurmay Subaylık görevini sürdürüyordu. Bu görevdeyken onu çok etkileyen Sadova/Königgratz Muharebesine şahit oldu. Fransa-Prusya Savaşının sınır muharebelerine katılmamış olmaktan dolayı üzüntü duydu. Fakat Loire Seferi (1871 Savaşı) sırasında, bir ordunun kurmay heyetinde hizmet verirken yeteneğini gösterme fırsatı buldu; savaş ve generallik konularında çeşitli gözlemlerde bulundu ve fikirlere sahip oldu.

Moltke'nin başlangıçta verdiği mücadele ile kıyaslandığında, Schlieffen'in doruğa tırmanması görece kolay oldu. Genelkurmay Başkanı olarak verdiği tavsiyelerin kabul edilmemesi gibi bir korkusu da yoktu. 1866 savaşından önce Genelkurmayın etkisi zedelenmemişti. Fakat bu makamın etkili otoritesi, Sadova ve Sedan'dan sonra Moltke sayesinde Schlieffen'e nasip olmuştu. Böylelikle Schlieffen, askeri sorunlara Moltke'den daha fazla eğilebiliyor ve bunların siyasi sonuçlarını görmezden gelebiliyordu. 19. Yüzyıl sonlarının en belirgin yönlerinden biri olan profesyonelleşme, alman kara kuvvetleri komutanlığı tarihine yansıyordu. 1850'lerde daha Schlieffen harp okulunda öğrenciyken, uzmanlar ve teknik adamlar Moltke'nin tanrısal vakar ve sükunetini büyük ölçüde açıklığa kavuşturan ve ona manevi bir güç veren eski felsefi ve tarihi evrenselliği yermeye başlıyorlardı. Schlieffen'in olanaksızı gerçekleştirmek için bitip tükenmek bilmeyen bir mücadele gücü vardı; ancak çabaları mesleki dünyası ile sınırlanmıştı. Savaşın siyasi nedenleri ve sonuçları üzerinde pek spekülasyon yapmadı. Moltke de siyasete karışmak istememişti. Ancak siyasi güçlerin bilincindeydi ve stratejisini onlara uygun yapmaya çalışmıştı. Schlieffen ise tüm hayatını sadece askeri sorunlara adamıştı.

Schlieffen, karısına karşı büyük bir aşk besliyordu. karısını kaybetmenin etkisi, Schlieffen'i görevi dışındaki her şeye karşı büyük bir ilgisizliğe itmişti. Hayatta karşılaştığı her olayı, hemen savaş potansiyeli çerçevesinde inceliyordu. Askeri görevlere aşırı bağlılığında insanlık dışı bir şey olduğu yazar. O zamanlar kurmaylığa meraklı bütün alman subayları için schlieffen'in düşünceleri büyüleyici derecede önemliydi.

Prusya Genelkurmayı, 1891'den sonra, personel ve daire bakımından büyüdü ama kurum olarak değişmedi. Görevleri, orduda savaş öğretimi ve harekat hazırlığı olarak kalmaya devam etti. Schlieffen'in başlıca katkıları; Demiryolu ulaştırmasının daha fazla geliştirilmesi, seyyar ağır topçunun teşkili, ve ordu demiryolu istihkamı gibi bazı yeni sınıflar kurulmasıdır. Modern teknolojinin kaydettiği ilerlemelere büyük bir ilgi duyuyordu, ancak yeni buluşlardan tam anlamıyla yararlanılması konusunda yarı feodal subayları ikna etmekte pek başarılı olamadı. Subaylar, modern teknolojiye karşı oldukça kuşku duymaya devam ediyorlardı. bilim adamları ile mühendislere askeri işlerde önemli bir rol verilmesine karşıydılar. 1.Dünya savaşında sadece ağır topçu ve askeri demiryolu istihkamları onlarla eşit durumdaydı. Alman Hava Kuvvetleri ve muhabere sınıfı yetersizdi ve daha da kötüsü kara kuvvetleri ordu yeni teknik olanakları kullanmaya hazır değildi. 1918 tank muharebeleri sayesinde bir değişiklik meydana geldi, bunun sonuçlarını, Hitler ordusunun askeri ve teknik sınıflar arasındaki koordinasyonunda görmek mümkündür.

Schlieffen'in modern teknolojiye önem vermesi, teknolojinin stratejinin yerini alacağına inandığından değil, askerlikte yeni ufuklar açacağına inandığındandı. Modern teknolojinin kaydettiği ilerlemeler konusunda bir keresinde, kendine özgü alaycı tutumuyla şöyle demişti :

"Herkese eşit ve tarafsız sağladığı değerli yararlar ile herkesin başına büyük dertler açtı ve çıkarlarını zedeledi." (der Krieg in der Gegenwart, Alfred von Schlieffen, Cannae, s.274)

Endüstri çağının başlıca iki sonucu ; hız ve büyük miktarda üretimden sadece ikisi, savaşı etkiliyor gibi görünüyordu. Modern ordular, ateş güçlerinin oldukça artmasıyla napolyon'un ve moltke'nin geliştirdiği hareket savaşı stratejisini geçersiz kılıyordu. Schlieffen, manevra ve hareket kabiliyetinin kaybedilmesini kabullenenlerden değildi. bu durumda savunma mevzileri ile cephe taarruzundan başka bir çözüm yolu düşünemiyordu. Rus-japon savaşı, bütün zorluklara rağmen cephe taarruzlarının hala başarılı olabileceğini kanıtlamıştır. Bununla beraber, en mükemmeli bile küçük bir başarıdır. tabii ki düşman püskürtülür, ancak kısa bir süre sonra düşman, kırılmış olan direncini yenileyecektir. Savaş sürüncemede kalır. Ancak bir milletin varlığının, ticaret ve endüstrinin kesintisiz ilerlemesine dayandığı bir dönemde bu tür savaşlar olanaksızdır... Milyonlarca insanın idamesi milyarları gerektiriyorsa, zayiat stratejisi uygulamak mümkün değildir. Schlieffen'e göre; mevcut toplumsal düzeni, sadece imha stratejisi koruyabilirdi.

Uzun bir savaşta, bazı temel toplumsal değişikliklerin meydana geleceğinden korkmasına rağmen Schlieffen, Topyekün Savaşın habercisi değildi. Çağdaş Stratejistlerin başarısız olabileceğine ilişkin kuşkuları, tüm düşüncelerini ve öğretilerini karartıyordu. tarihteki yerini bir düşünür ve strateji öğretmeni olarak yaptı. Büyük bir komutan olarak kendini savaşta da kanıtlamış olduğu söylenemez. Komutanlığın birtakım olağanüstü niteliklerine sahipti. Ufak tefek olaylar onun düşüncelerini etkilemezdi; Herkesle mesafeli ve soğuk olmasına karşın kişiliği, etrafındakileri elektriklendiren bir güce sahipti. Öğrencileri onun, masada olduğu gibi muharebe alanında da büyük bir usta olabileceğine ve 1. Dünya savaşı generallerinden hiçbirinin onun kadar büyük olmadığına inandılar. ancak Scharnhorst gibi Schlieffen de son dakikalarına kadar Almanya'nın askeri sorunlarının nasıl çözümleneceğini düşünerek, büyük kararlar arifesinde ocak 1913'te öldü. Etkisi, 1. ve 2. dünya savaşlarında hissedildi. Alman Askeri Düşüncesi üzerindeki etkisi gerçekten son derece büyüktür. Alman Genelkurmay Başkanı general Beck, 1938 yılında bile onu 'stratejinin klasik öğretmenlerinin öncüsü' olarak tanımlıyordu. Fakat General von Fritsch, buna şunu ekliyordu,

"Schlieffen'in ölümünden beri teknolojinin kaydettiği büyük ilerleme, onun koyduğu bazı kuralları artık tümüyle geçerli kılmayabilir."

1893 Fransız-Rus ittifakı, Avrupa'da bir savaş çıktığı takdirde, Almanya'nın iki cephede savaşması gerekeceğini kesinleştirdi. Fransız-Rus Bloğu ile sayıca başa çıkmak olanaksız gibi görünüyordu. Siyasal nedenlerden dolayı Avusturya-Macaristan, silahlarını büyük ölçüde arttıramıyordu. İtalya'nin müttefikliğine güvenilemezdi ve zamanın akışı içinde Britanya'nın potansiyel bir düşman olduğu açıklığa kavuştu. Öte yandan, Almanya kıtadaki merkezi konumunun avantajını hala elinde tutuyordu ve şayet tehlikeyi göze alırsa, savaşın başlangıcında savaş alanının bir kısmında daha büyük bir vurucu kuvvete sahip olma avantajını da elde edebilirdi. Schlieffen'e göre geçici olan bu alman üstünlüğü, sadece zafer olasılığı kuvvetli muharebelerin olduğu yerde değil, aynı zamanda süratle sonuca ulaşılabilecek yerde kullanılmalıydı. Moltke'nin Fransa'ya karşı savunma savaşı, Rusya'ya karşı ise taarruzi savaş yolundaki tavsiyesi, böyle bir başarıyı vaat eder görünmüştü.doğuda yapılacak harekat zaman alacaktı; çünkü uçsuz bucaksız doğu düzlükleri, Rusların kaçmasına olanak tanıyordu. batıda yerinden Kımıldayamamak ve doğuda sürüncemede kalmış bir savaş, Britanya'yı Avrupa'nın hakimi haline Getirebilirdi. İngiliz müdahalesini bile aklından geçirmeyen Moltke,1859, 1864 veya 1870-71 savaşlarının aksine gelecek savaşların yıllarca sürebileceği uyarısında bulunmuştu. Yıllar boyu savaş tehlikesi ile karşılaşmamak için 1894'de Schlieffen, bir savaş halinde önce Fransa'ya karşı saldırıya dayalı harekata geçilmesine karar verdi.

Schlieffen'in bu kararı, Fransa'nın daha güçlü bir düşman olduğu gerçeğine dayanıyordu. Fransa'nın kontrol edilmesi, Britanya'nın müdahalesini olasılık dışı ve etkisiz bırakacaktı. Bununla beraber; Avrupa savaşında kesin sonuç elde etmek için Fransız ordusunu, Fransa içlerine çekilmeye zorlamak ve hatta Paris'i ele geçirmek bile yeterli olmayacaktı. Almanya'nın Batı'daki düşmanının tüm silahlı gücünü imha etmek gerekecekti.

Schlieffen'in Fransa'ya ilk taarruz planı (1894) bunu gerçekleştirmek için yeterli değildi; plan hala, Loren'den yapılacak bir cephe taarruzuna dayanmaktaydı ve Fransız silahlarının artan gücü bu planı, masraflı ve tehlikeli hale sokuyordu. 1897 ve 1905 yılları arasında Schlieffen, alman taarruzuna ilişkin büyük planını geliştirdi. 1905'in ünlü muhtırası, batı seferine ilişkin stratejik fikirlere klasik niteliğini verdi. Bununla birlikte Schlieffen, ölümüne kadar sorunları incelemeye ve yeni çözümler aramaya devam etti. Belçika ve Hollanda tarafsızlığının ihlalinden doğacak büyük politik tehlikelere rağmen, Alman Genelkurmay Başkanlığı ve Hükümeti Fransa'ya karşı taarruzunu içeren iki cepheli savaş açılması kararını kabul etti. Doğu, sadece küçük kuvvetler tarafından korunacak ve alman ordusunun dokuzda sekizi Fransa'nın silahlı gücünü yok etmek için kullanılacaktı. Ancak Schlieffen'e göre; doğudaki alman ordusu, Vistül'ün gerisindeki kalelerin arkasında çekilmeyecekti ve doğu Prusya'yı işgal ederek hemen kuvvetlerini ikiye bölmek isteyecek, rus ordularına karşı taarruza başlayacaktı. İç harekat hattı, çevirme stratejisiyle beraber az sayıda olan bu ordunun zafer kazanmasına olanak tanıyabilirdi.

Bu doğu zaferi rüyası, Samsonov ordusunun imha edildiği 1914 Tannenberg Muharebesiyle gerçekleşti. Böyle bir muharebenin planı önce, Schlieffen tarafından düşünülmüş ve onun kurmay heyeti ile sık sık denenmişti. Schlieffen, bu tür bir doğu muharebesinin kesin sonuca ulaşabileceğini aslında hiç ummamıştı. o, sadece böyle bir zaferin batıdaki büyük harekatın tamamlanması için zaman kazandıracağını umut etmişti.

Bununla beraber, Schlieffen'in ölümünden bir sene sonraki muharebe stratejisi olarak doğu veya Tannenberg Muharebesi türü, Schlieffen'e generalliğinin en büyük başarısı olarak görünmüştü.  Askeri tarihçi Delbrück'ün 1900 yılında basılan "Savaş Sanatının Tarihi" adlı eserinin ilk cildinde, Kartacalıları Cannae'da zafere ulaştıran muharebenin bunun tıpatıp benzeri olduğunu görmüştü (her ne kadar tam öyle olmasa da) m.ö 216'da Hannibal, düşman kanatlarını yenilgiye uğratmak ve roma lejyonlarını çevirmek için kuvvetli olmak amacıyla merkezde geçici bir mağlubiyeti cesaretle kabul ederek, kendisinden kat kat üstün olan roma ordusunu imha etmişti. Keza İskender'in Hannibal'dan bir asır önceki Gaugamela anlayışı da aynı mantığa dayanıyordu. Schlieffen, tarihindeki bütün büyük komutanları Cannae planını hedef aldıkları kanısına vardı. Büyük Frederick, bu tür imha darbesi indirebilecek kadar büyük kuvvetlere sahip olmamıştı ama; Schlieffen'e göre, Frederick'in önemli zaferleri tamamlanmamış birer Cannae idi. Napoleon askerlik hayatının zirvesindeyken Hannibal'ın izleri görülmüştü; örneğin Ulm'da Mack'ın ordusunun ele geçirilmesiyle sonuçlanan 1805 seferinde olduğu gibi... Öte yandan Napolyon'un yenilgisi de Cannae stratejisinin bir sonucuydu. Özellikle Leipzig ve Waterloo muharebelerinde... Aynı şey, çok iyi planlanmış fakat pek iyi uygulanmamış olan Sadova Muharebesi için de geçerliydi. Yakın zamanlarda Sedan, gerçek bir Cannae olmuştu Almanlar için.

Schlieffen, askeri tarihi basitleştirme eğilimindeydi. Stratejiye ilişkin kavramlarını, modern taktikleri inceleyerek oluşturmuş ve sonra da dönüp modern fikirleri kolaylıkla çok eskilere yöneltmişti. Napoleon stratejisinin onun askeri dehasına örnek oluşturduğu tartışılabilecek bir konudur. Bununla beraber, modern ateş gücünün de etkisiyle cephe taarruzun oldukça masraflı ve daha etkisiz hale geldiğini vurgulaması doğru bir hareketti. Daha Moltke'nin zamanında bile durum böyleydi. Fakat Sadova'dan sonraki 50 sene içinde askeri teknolojinin kaydettiği ilerlemeler, taktik savunmayı daha da güçlendirdi. Öte yandan mühimmat, modern orduların savaşma düzeyini devam ettirebilmek için bir hayati ihtiyaç haline gelmiş ve modern orduların ulaştırma hatları daha da hassaslaşmıştı. Bahsi geçen Birinci Dünya Savaşı ve ona yakın zamanları kapsayan "Askeri Teknolojinin Gelişmesi" hususunun sonuçlarına şöyle bir bakalım.

Gelişen teknolojinin savaş alanına uygulanmasının başlıca etkileri ; görerek ateş gücünü artıran makineli tüfeklerin ve görmeyerek daha yıkıcı olan topçu sınıfının öneminin artması olmuştur. Ayrıca bu dönemde savaş alanındaki hizmetlerin daha da karmaşıklaşması nedeniyle piyade, topçu ve süvari gibi muharip sınıfların yanında levazım, bakım, personel gibi yardımcı sınıflar ortaya çıkmıştır. 1850’de demiryolları ile toplu taşımanın gelişmesi sebebiyle büyük birliklerin yer değiştirmesinin önünün açılması , stratejik manevra ve kuvvet kaydırma imkanı sağlamış, telgrafın kullanılmaya başlanması , haberleşmenin hızını ve etkinliğini artırarak sevk ve idareyi kolaylaştırmıştır. Buhar motorlarının ve zırh teknolojilerinin savaş gemilerine uygulanması ise daha büyük ve ölümcül bir deniz gücü ortaya çıkarmıştır. Savaş aletlerinde, bilhassa piyade tüfekleri ve toplarda meydana gelen gelişmelerle muharebe sahaları genişlemiştir. Örnek vermek gerekirse tarih kitaplarına “denize doğru yarış” olarak geçen, İsviçre sınırından başlayıp Manş Denizi'ne doğru uzanan, milyonlarca askerin neredeyse tüm batı Avrupa’da harp ettiği bir cepheydi Batı Cephesi. Bu durum, öncekilere kıyasla savaş alanında kökten bir değişim anlamına geliyordu ki, Birinci Dünya Savaşını 19.yy kafasıyla yorumlayan askeri teorisyenler, birinci dünya savaşı ilerledikçe oldukça şaşırmışlardı.

Birinci Dünya Savaşında bir İngiliz Siperi. 


Almanları gözetleyen Fransız askerleri.

Yine bu dönemde kendi kendine yeten tümenler bildiğimiz anlamda (10.000 kişilik) ortaya çıkmıştır. Ayrıca yeni bir askeri sınıf da artık savaşın daha karmaşık hale gelmesinden dolayı daha da bir önem kazanmıştır ki, bu sınıftan ileride devletler kuracak büyük kişiler çıkacaktır ; Kurmay Subay sınıfından yani. 


20.Yüzyıl başlarında karargahlar elektrikle aydınlatmanın olduğu, sıcak su sorununun çözüldüğü, temiz su ve gıdanın bulunabildiği, telgrafın sıklıkla kullanıldığı her türlü konfora sahip küçük birer şehir görünümündedir. 1908’de uçaklar ilk kez askeri maksatlarla kullanılmış, 1914’de Almanya , Britanya İmparatorluğu, Avusturya gibi büyük devletlerin her biri sayıları 400 dolayında olan küçük birer hava gücüne sahip olmuştur. Bunun yanında bu dönemde hava kuvvetleri dememize rağmen uçaklar, teknik yetersizlikler sebebiyle o kadar önem kazanmamakla birlikte ülkelerin hava gücü büyük ölçüde kurumsal değildir. pilotların ya da daha doğru bir deyişle “hava aslarının” gökyüzünde “Yalnız Kartallar” gibi gezip av aradığı zamanlardır. birinci dünya savaşı boyunca ise her iki taraftan da 80.000 dolayında uçağın düşürülmesi endüstrinin yol açtığı silahlanma yarışı için net bir fikir verir sanırım. Uçaklar o zamanlar birincil amacıyla bir ateş gücü unsuru olarak değil, bir keşif unsuru olarak harp sahasına girmiş, böylece Schlieffen Planı gibi dev tahkimat planları ve büyük ordugahlar BİR ANLAMDA önem kaybetmiş, hava gücü istihbarat anlamında önem kazanmıştır. Bunun yanında ikinci nesil savaşlarda bir ilk gerçekleşerek ilk defa kadınlar da askeriyede kendilerine yer edinmeye başlamıştır. Kısacası ikinci nesil savaş, teknolojilerin stratejiyi belirlediği bir dönem olmuştur.

Lind Nightiengale'nin deyişiyle 2.nesil savaşın doruk noktası olan Birinci Dünya Savaşında ise tüm muharebelerin temel karakteristiği , savaşan tarafların sivillerden uzak, tahkimli mevzilerde statik olarak ve göğüs göğüse çarpışmasıdır. Yine bu savaşların temel karakteristiklerini manevradan ziyade topçu ve makineli tüfek atışları ile sağlanan yoğun ateş gücü, taarruzdan ziyade savunmanın ön plana çıktığı ve temel amacın cephedeki düşmanın fiziki varlığının yok edilmesi oluşturmuştur.

4 uzun yıl süren ve 100 milyondan fazla askerin savaştığı, 57 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği birinci dünya savaşının bu kadar "ölümcül" olmasının iki önemli sebebi vardır. bunlar ; ileri teknolojinin savaş için seferber edilmesiyle ortaya çıkan yüksek ateş gücü ve statik mevzi anlayışı sebebiyle ortaya çıkan şiddet ve yıkımdır.

Örneğin 1 temmuz 1916'da başlayan ve neticesinde taktik anlamda her iki tarafın da hiçbir kazancının olmadığı bir cephe savaşı şeklinde geçen Somme Muharebesinin sadece ilk günü yoğun topçu ve makineli tüfek atışları sebebiyle her iki taraftan toplam 19.000 kadar asker ölmüştür. John Keegan'a göre  Birinci Dünya Savaşında cephedeki asker kayıplarının %70'i topçu atışları sebebiyle verilmiştir. Diğer sebep ise savaş başlamadan önce savaşacak devletlerin genelkurmaylarında stratejik planlayıcıların, hasımlarının savaş için ne kadar iyi teşkilatlandığını ve savaşın 4 yıl gibi uzun bir süre devam edeceğini hesaplayamamış olmasıdır. Alman Genelkurmayı, savaşı 1914 Aralık'ında bitirmeyi planlamaktadır örneğin. Dönemin abd genelkurmay başkanı general Leonard Wood da hemen savaşın başlamasından önce yaptığı bir açıklamada "Dünyanın birinci sınıf devletleri arasındaki hiçbir modern savaş bir yıldan daha fazla süremez." demektedir. Birinci Dünya Savaşı patladığında general wood'un görüşlerini bütün dünyada askeri erkan paylaşmaktadır. Nitekim tarih, hepsini yanıltacaktır...

Birinci Dünya Savaşında tam anlamıyla ortaya çıkan (Amerikan İç Harbini saymazsak) "Topyekün Harp" kavramının temel sorusu; "Nüfusumuzun yüzde kaçı üniforma giyebilir ve ülke ekonomimiz bu seferberliği ne kadar süre daha götürebilir?" olmuştur. Gerçekten de Almanya'nın Birinci Dünya Savaşını kaybetmesinin asıl sebebi savaşa devam olanaklarının tükenmesidir. Almanya yenilmemiştir, pes etmiştir...

Devam edecek olursak,

Bu nedenlerle yaklaşan bu savaş anlayışının düşmanın geri bölgesine hamle yapmak, taarruzun esas hedefiydi. düşmanın kanatlarını merkezine doğru sürmek yeterli değildi. Schlieffen, bu yöntemin Napoleon'un deyimiyle  sadece "olağan" bir zafere ulaştıracağını söylüyordu. Halbuki geri bölgeye yapılacak bir hamle, imha muharebesi olurdu.

Schlieffen, düşmanın her iki kanadına karşı yöneltilen taarruz şeklindeki çevirme harekatının, stratejinin en büyük başarısı olduğuna inanmıştı. Sayıca zayıf olan bir ordunun böyle bir stratejinin doğuracağı sorunların üstesinden gelmesi şarttı. Zira zafer umudu sadece ondaydı.

Doğu Prusya ve Tannenberg örneğinde olduğu gibi manevra yapmak için saha bulunan yerlerde bile, Cannae stratejisini uygulamak epeyce zordu. Fakat orduların büyümesi ve modern ateşli silahların sonucu olarak sahaya ihtiyaç duyulması, bu planın Avrupa savaş alanında uygulanmasını olanaksız kılıyordu. Fransız-Alman sınırı boyunca milyonların meydana getirdiği ordular her yeri kaplayacak ve muhtemelen Manş Denizi'nden İsviçre'ye kadar da uzanacaktı. Nitekim öyle de oldu. Fransız Ordusu'nun iki kanadına birden hücum etmek olanaksızdı, zira Fransızların sağ kanadı Belfort ve İsviçre Juraları ile korunuyordu. düşmanın geri bölgesine hamle yapma şansı sadece, Fransız ordusunun sol kanadına Belçika'dan yapılan bir taarruzla elde edilirdi. Schlieffen planı, Frederick'in 1757'de 70.000 kişilik Avusturya'nın 35.000 kişilik bir orduya yenildiği Leuthen'deki dolaylı savaş düzenine benzetilir. Ancak Frederick'in güçleri kuşatma stratejisi amacıyla kanat taktiklerini kullanmak için çok güçsüzdü. geçici bir süre için Almanya'nın doğu eyaletlerine yönelik Rus tehdidini görmezden gelerek, Schlieffen imha muharebesi için yeterli kuvvet toplayabilirdi. Zaten Schlieffen, Rusların askeri hantallığını biliyor ve teknolojik şartlarla bile Rus Ordusu'nun seferberliğini öyle çabuk tamamlayamayacağını tahmin ediyordu. Rusya seferberliğini tamamlayıp tam güçle Doğu Prusya'ya dayandığında ise batıda işini halletmiş olan Alman Ordusu demiryollarıyla hızla doğuya kaydırılacaktı. Elbette savaşta bu gerçekleşmedi. Zira Rusya, seferberliğini beklenenden az zamanda tamamlayarak derhal Karpatlar'da Avusturya-Macaristan ordusu'na ve doğu Prusya'da Prittwitz'in 8.ordusu'na saldıracaktı.

1905 Muhtırasında Schlieffen, Fransa'ya karşı 72 tümenden, 11 süvari tümeninden ve 26 Landwehr tugayından müteşekkil, toplam 8 ordu kullanmayı düşündü. Ayrıca seferber hale getirildiklerinde 8 Ersatz kolordusu da kullanmayı amaçlıyordu. Bu orduları büyük bir kısmı, Metz ve Aix-la Chapelle arasında toplanacak ve en büyük kuvvet sağ kanatta bulunacaktı. Metz ve Strazburg arasında sadece 9 tümen, 3 süvari tümeni ve 1 Landwehr Tugayından oluşan bir ordu yerleştirilecek, yukarı Ren'in sağ kıyısında ise sadece, 3 Landwehr tugayı bulundurarak, güney Alsas korunmasız bırakılacaktı. Alman Ordusunun sağ ve sol kanatları arasındaki kuvvet orantısı ise 7:1 idi. 

İlk safhada Verdun'dan Dunkirk'e uzanan bir hatta ulaşması gereken Alman Taarruzu, Metz çevresinde olacaktı. seferberlikten 31 gün sonra Somme'a ulaşılması ve Abbeville ile Amiens'in geçilmiş olması gerekiyordu. Bir sonraki safhada, aşağı Seine'e harekat yapılacak ve Seine'in karşı kıyısına çark edilmesiyle de muharebenin son safhasına ulaşılmış olunacaktı. Bu safhada, alman sağ kanadı doğuya çark edecek ve Paris'in güneyinde yukarı Seine'e karşı harekat yapacaktı. Böylece Fransız ordularını kendi kalelerine İsviçre sınırına sürecekti.

Bu planın cüretli olan yanı, alman sağ cenahının muazzam üstünlüğünü sağlamak için Schlieffen'in göze almış olduğu tehlikelerdir. Sağ kanadın Belçika'da karşılaşabileceği her türlü direnişi ezmek için sadece çok kuvvetli olması gerekmiyor, aynı zamanda kuzeye ve batıya doğru sürekli açılarak ileri süpürme taarruzunu 5 ila 7 hafta sürdürmesi de gerekiyordu. Fransız ve Alman ordularının hemen hemen eşit kuvvette olacağı umuluyordu ve bu büyük plan için yeterli kuvvet toplamak, sadece Alsas'ı gözden çıkartarak ve hatta, Fransızlara yukarı Ren'in karşı kıyısına geçme fırsatını tanımak mümkündü.


Schlieffen, Fransızların kalelerini güçlü tutmayacağını ve Alsace veya Güney Almanya'yı işgal edecek olan birliklerin alman sağ kanadının tehdidi karşısında kısa sürede geri çekileceğini var sayıyordu. 1901 yılında savaş oyunlarını gözden geçirirken Schlieffen, kendi strateji kavramları ile Moltke'ninkiler arasındaki farkları şöyle dile getiriyordu:

"1870'te biz düşman cephesinden taarruz edebildik. O zamanki sayısal üstünlüğümüz, düşmanla temastan sonra kanadına darbe indirmemize olanak sağladı. Şimdi, sayısal üstünlüğe hiç güvenemeyiz, En iyi olasılıkla eşitliği düşünebiliriz. Normal olarak, sayıca az olduğumuzu bilmeliyiz. Koşullar bizi, sayıca az kuvvetlerle nasıl fetih yapabileceğimizi düşünmeye itiyor. Bir panzehir ya da, tek bir çıkar yol yok, fakat bir fikir doğru gibi görünüyor: Şayet bütüne taarruz etmek için çok zayıf olunursa, bir bölümüne taarruz edilmelidir. Bunun çeşitli biçimleri vardır. Düşman ordusunun bir bölümü kanadıdır, demek ki kanada taarruz edilmelidir. Karşıda bölük, tabur veya müfreze olduğunda bu zorlaşır, fakat düşmanın kuvveti arttıkça kolaylaşır, düşman hatları ne kadar uzunsa, taarruz edilen kanadı başka bir kanatla desteklemesi de o kadar zaman alır. Düşman kanadına nasıl taarruz edilmelidir? Bir veya iki müfrezeyle değil, bir veya daha fazla ordu ile ve bu orduların yürüyüşü kanada değil, düşmanın geri çekilme hattına yöneltilmelidir. 1807'deki kış seferinde Ulm'da Sedan'da görüldüğü gibi. bu, düşman geri çekilme hattının hemen bozulmasına yol açarak ters cepheli bir muharebe, bir imha muharebesi, düşmanın geri bölgesinde engel bulunan bir muharebe fırsatı verir."

Bu sözler, daha kuvvetli bir düşmana karşı kısa sürede ve kesin sonuç almak için nasıl savaşılması gerektiğini irdeleyen Schlieffen'in stratejik düşüncelerinin özüdür. O, ordunun büyütülmesine çalıştı ve bu 1891 ile 1906 arasındaki değişik zamanlarda gerçekleşti. istifasına rağmen, Almanya askerlerinin Fransa'nın %78 oranına karşılık sadece %54'ünü eğitti. Fakat hiçbir zaman, alman erkeklerinin tümünün seferber edilmesini talep etmedi, Sadece bu tür harekat için yeterli sayıda birlik bulundurulmasını istedi. Onun için strateji ve yetenek, ordunun sayısal üstünlüğünden ve büyüklüğünden daha önemliydi.

Schlieffen, bu ruh içinde Alman Genelkurmay Mensuplannı daha mükemmele ulaştirmak amacıyla eğitmeye gayret etti. Alman Genelkurmay Başkanlığınca 1937 ve 1938 yıllarında bastırılan resmi askeri yazıların bu ilk iki cildi, alman ordusunda Scharnhorst ve Moltke'nin kavramlarının ve öğretilerinin kaydettiği ilerlemenin incelenmesini mümkün kılan Schlieffen'in fikirlerinin çoğu, Frederick'in Napolyon'un ve Moltke'nin klasik düşüncelerinin devamı ve modern savaş koşullarına uyarlanmasıdır. ancak Schlieffen seferberliğin, ulaştırmanın, ilk toplanmanın ve taarruzun yönünün yanı sıra, kesin sonuç alınacak muharebeyi de önceden planlayarak onları geçmiştir. 1905 Schlieffen Planı'na strateji tarihindeki yerini veren de budur. Ancak bunun plan olarak nitelendirilmesi pek doğru değildir; çünkü, henüz alman yüksek komutasının emrinde olmayan kuvvetler üzerine kurulmuş olan bir taslaktır sadece.

Schlieffen Planı. 


Napoleon, sık sık tüm seferlerini önceden planlamış olmakla övünürdü. fakat çelişkili sözleri ve uygulamaları bunun aksini göstermektedir. Moltke'nin “düşmanın bağımsız arzusunun” savaşın ne şekilde gelişeceğini önceden saptamaya olanaksız kıldığına ilişkin sözlerini Napolyon genelde kabul edebilirdi.Schlieffen ise aksine, başlangıçtan itibaren düşman savunma yapmaya zorlanırsa arzusunun kırılabileceğine inanıyordu. Bu ise tüm Harekâtın oldukça süratli yapılmasını gerektiriyordu. Daha yüksek hareket yeteneği, her zaman için askeri başarının temel koşullarından biri olmuştu. Schlieffen, sadece bu eski ilkeyi ulaştırma ve muhabere bakımından çok gelişmiş ülkelere uyguladı.

Ancak; Schlieffen ayrıca, düşmanın karşı stratejik harekât yapmasını engellemek için bu tür stratejik harekâtın başarısının, mevcut alanın tam olarak kontrol edilmesine dayandığını da vurguladı. Güney Hollanda ve Belçika üzerinden Kuzey Fransa'nın istila edilmesine ilişkin planı, büyük ölçüde Fransız Ordusunu Manş denizi ile İsviçre Alpleri arasındaki hatta tutma arzusundan kaynaklandı. Alman Ordusunun Manş denizi'ne ve Abbeville'e ulaşmasının şart olduğunu defalarca yineledi, Yoksa düşmanın kuşatma harekâtının önüne geçmek çok zordu. Sağ kanadı Fransa kıyıları ile korunan bir Alman Ordusu karşısında Fransız ordusu, özellikle merkezi de muharebede ise, alman taarruzunu durdurmak için, sol kanadını zamanında ve yeterince kuvvetli biçimde genişletmekte büyük zorluk çekecekti.

Schlieffen planı, Fransızlara tek bir stratejik seçenek bırakıyordu. Fransızlar Alsace-Lorraine'e taarruz edebilirlerdi, fakat bundan kesin sonuç elde edemezlerdi; aksine kritik bölge olan Kuzey Fransa'dan birliklerini daha da uzaklaştırmış olurlardı. Schlieffen, düşmanın “lütfu” dediği bu tür hatalara dayanarak plan yapmaya niyetli değildi. Tabii ki düşmanın yapacağı hataların başarılı bir harekâtı kolaylaştıracağını umuyordu, fakat bu hataların, Almanların aldığı beklenmeyen tertipler karşısında acele ile girişilen karşı hareketlerden kaynaklanacağını umut ediyordu. Cesaretliydi ve tehlikeleri göze almaya hazırdı, fakat kumar oynamak istemiyordu ve kendi stratejisini çizerken,Fransızların hatalı bir plan yapacağı varsayımını bu nedenle kabul etmedi. Şayet Schlieffen, ulaştırma ve ordunun ilk toplanmasına ilişkin planlarla tüm savaşı önceden planlanmış ve hazırlanmış tek bir muharebe haline getirmek istiyordu ise, ordu komutasının mükemmel şekilde teşkilatlandırılması gerekiyordu. O, daha çok önceden, başkomutanı I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi tasavvur etmişti:

"Modern başkomutan sırmalı üniforması ile bir tepenin üzerinde duran Napolyon değildir. en iyi dürbünle bile muhtemelen pek fazla bir şey görmeyecektir ve beyaz atı topçu için kolay bir hedef oluşturacaktır. Komutan telgraf, telsiz, telefon ve muhabere aletlerinin bulunduğu geri bölgedeki bir binadadır ve otomobiller ile motosikletlerden oluşan bir filo, en uzun yolculuklar için hazır durumda emir beklemektedir. Burada, rahat bir iskemlede ve büyük bir masanın başında modern İskender, muharebe alanının tümüne haritadan bakmaktadır. Emirlerini telefonla vermekte ve düşman hareketlerini gözetleyen ve mevzilerini saptayan balonlardan, ordu ve kolordu komutanlarından raporlar almaktadır."

Bununla beraber subaylanna şunu açıklıyordu:

"Kesin bir muharebe emri hazırlamak her zaman mümkün olmayacaktır. Ne olursa olsun, yürüyüş emri taarruz emrinin yerini almıştır, bundan doğrudan muharebe alanına ulaştıran yürüyüş emri kastedilmekte, ilk toplanma gerçekleştikten sonra, orduyu harekete geçiren ve sadece en sonunda düşmanla karşılaşmaya yol açan yürüyüş emri kastedilmektedir. Olayların akışının normal olacağı varsayılırsa, düşmanla karşılaşan kolordu sadece muharebe hattı oluşturacak ve taarruza geçilecektir. Yürüyüş emrini: kuşatma, yarma taarruzu(...) kısacası, başkomutanın planlamış olduğu muharebe şekli izleyecektir. Ancak böylesine kolay bir hareket tarzını varsayabilmek için her şeyi öngörme olasılığı yoktur.
 Orijinal plandan sapmaları gerektirecek çeşitli olaylar meydana gelebilir. Bu durumda komutanın emirlerini sormak mümkün olmayacaktır, çünkü telgraf ve diğer muharebe aletleri işlemeyebilir. Kolordu Komutanı, kendi kararını vermek durumunda kalacaktır. Başkomutan, bu kararın kendi fikirlerine uygun olması için kolordu komutanlarına sürekli bilgi vermeli, öte yandan kolordu komutanları da bütün harekâtın temel fikirlerini sürekli hatırda tutmaya ve başkomutanın düşünce tarzına girmeye çalışmalıdırlar.”

 Esnek harekat palnları uygulamada önemli hatalara yol açan moltke'nin aksine, schlieffen'in stratejisi büyük bir uyum gerektiriyordu. Moltke, kuşkusuz şanslı varisleri kadar sözünü geçirecek durumda değildi. Ancak ne olursa olsun, hareketli savaşta ve özellikle sayısal güçsüzlüğün manevra kabiliyeti ile giderilmek istendiği durumlarda, modern ordular daha sıkı bir koordinasyonu gerektiriyordu.

Bu nedenle Schlieffen, kurmay subaylarını eğitirken stratejiyi daha da vurguladı. Birçok subay, büyük ordu birliklerinin manevralarını, genelkurmaydaki genç subayların bile yönetmesine izin verilmesini şaşkınlıkla karşılıyordu. Bu, Alman Ordusu'nda taktik bilginin bir kenara itilmesine yol açmadı, ama stratejik düşünce kaynağından  uzaklarda bulunan yaşlı ileri hat komutanlarına saygı duyulmamasına yol açtı. Marne Muharebesi sırasında, komutan ve Birinci Ordu Kurmay Başkanının vardığı kararın aksine, alman sağ kanadındaki orduların geri çekilmesini emreden Yarbay Hentsch'in tutumu bu durumu açıkça gösterir. Bununla birlikte, Schlieffen'in halefi olan genç Moltke'nin komutasında Alman Yüksek Komutası öyle değişti ki, bu konuda tam bir karşılaştırma yapmak mümkün değildir. Schlieffen, komuta konusunda geleceğe yönelik düşüncelerinden söz ederken, ordunun başında kendi stratejik kavramlarından tereddüt duyan ve en kritik anda kendisinin alması gereken tarihi kararları karargahından kıdemsiz bir subaya bırakan birinin değil, gerçek bir liderin bulunacağını tasavvur ediyordu her zaman.

Generalleutnant von Moltke, der neue Chef des Generalstabs, 1906.jpg
Genç Moltke. I.Dünya Savaşı başladığında Alman Genelkurmay Başkanı. Bahsini ettiğimiz von Moltke ile karıştırılmamalıdır.



BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ALMAN ASKERİ EKOLÜ VE STRATEJİSİ

Ağustos 1914'de yapılan Fransa seferi de Schlieffen planı için bir sınav değildi. Schlieffen'in 1905 Muhtırasında çözümlemeye çalıştığı durum 1914'deki durumdan farklıydı. Rusya 1905'ten beri güçlenmişti ve Albay Grandmaison'un öğretilerinin etkisiyle saldırıya dayalı savaş fikri, Fransa Genelkurmayı'nda iyice sivrilmişti. Doğuda zayıf bir savunma ve batıda kuvvetli bir taarruz harekatı planlayarak, Genç Moltke Schlieffen'in izinde yürüdü. Ancak sağ kanadın harekatı, Schlieffen'inkine göre büyük ölçüde değiştirilmişti. Alman ordusunun sağ ve sol kanatları arasındaki kuvvet orantısını Schlieffen 7:1 olarak saptamış, Moltke ise bunu 3:1 olarak güncellemişti. Moltke, Alsas-Loren üzerine beklenen Fransız taarruzundan haklı olarak kuşku duyuyordu. Fakat Alman Ordusu savunmada güçlü tahkimatın avantajını elinde tuttuğundan, güney kanadı büyük ölçüde kuvvetlendirmeyi haklı göstermek mümkün değildi. Aslında Moltke, Fransız taarruzunun Alsas-Loren'de kesin sonuç elde edilecek bir muharebe fırsatı yaratacağına inanmamış olsaydı, o da başka bir düzen alırdı. şayet Fransızlar kalelerini terk edip, ordularının neredeyse yarısını Loren'e gönderselerdi, Fransızların güney kanadı Vosges ve Ren'e doğru sürülebilir ve imhası da bütün direniş umutlarını kırardı. Ayrıca Loren Öuharebesi, 1905 Schlieffen planının öngördüğünden üç dört hafta önce yapılabilirdi.

Böylece, Alman Ordusunun sağ kanadı Moltke'nin görüşünde başka bir anlam kazanmıştı; başlıca görevi Fransız taarruzunun Loren'e yöneltilmesini sağlamaktı. Bu durumda alman orduları Belçika'dan geçmek zorundaydı, fakat bundan sonra Paris'e doğru yürüyüş, bu arada alman sol kanadı darbe indirebilirse, daha önemsiz hale gelebilirdi. Moltke, amcasının izinde yürüme gayreti içinde açık bir strateji sistemi seçti. Schlieffen, Fransızlara hareketleriyle alman stratejisini etkileme fırsatını vermek istemezken, Moltke harekatın sevk ve idaresini kısmen "düşmanın bağımsızlık arzusu" üzerine kurdu. Bu tutum, alman yüksek komutasının stratejik hedefleri konusunda bir tereddüte yol açtı. Koordinasyonu sağlamak ve harekatın gidişatı ile ilgili son kararı vermek için, Genç Moltke'nin birliklerle çok yakın temas halinde olması ve birliklerin faaliyetlerini kendi askeri düşünce sistemine göre şekillendirmesi gerekiyordu. Şayet Genç Moltke, Altıncı ve Aedinci Ordu'nun, Fransızların kalelerinden uzaklaştırılmasını öngören orijinal plana uyması konusunda ısrar etmiş olsaydı ve aynı zamanda alman sağ kanadının süratli ilerlemesini yavaşlatmak ve güçlü kuvvetleri Lorraine'e yollamak için önlem almış olsaydı, belki Lorraine'de kesin sonuca ulaşacağı muharebe rüyası gerçekleşebilirdi. Ludendorff’un 1917-1918'de harekat başkanı olan General Wetzel, 1939 yılında böyle bir harekatın başarısına ilişkin güzel bir kuram oluşturmuştu.

Moltke ise, Altıncı Ordu'nun bir cephe taarruzu ile erken bir taarruza kalkışmasını hoş görmüştü. Bu taarruz Fransızları geri çekilmeye zorlamıştı, ancak geri çekildikleri yer, kendi kalelerinin emniyet bölgesiydi. Bundan sonra Moltke, Fransız hatlarının doğrudan hücumunu bile engellemedi, bu Altıncı Ordu'yu çok zor durumda bıraktı ve birliklerin sağ kanatta kullanılmak üzere geri çekilmesini olanaksız kıldı. 1914'teki alman sağ kanadı, Schlieffen'in saptadığı hedefleri gerçekleştirmek için daha başlangıçtan itibaren çok zayıftı. alman ordularının Manş Denizi'ne ulaşabilme ve Paris'in batısı ile güneyinde harekat yapabilme olasılığı yoktu. 25 Ağustos'ta iki kolordunun, Belçika'dan doğu Prusya'ya kaydırılmasıyla alman sağ kanadı daha da zayıfladı. Bu kolordular Marne Muharebesi sırasında yoktu ve Tannenberg Muharebesi yapılırken de hala doğuya doğru kayıyorlardı. Jiç kuşku yok ki; Alman Sekizinci Ordusu'nu güçlendirecek birliklerin, ihtiyatların bulunduğu alman sol kanadından alınması gerekirdi.

Moltke, büyük kararlar için fırsat gibi görünen 20-23 Ağustos Lorraine muharebelerinin etkisiyle bu şekilde hareket etti. Öte yandan alman orduları, Belçika'da istikrarlı ve süratli biçimde ilerlemişti ve en korkulan yer olan Liege'den bir önceki Brüksel-Namur hattını yeni geçmişti. Yine de gerçek görevleri henüz başlamıştı, çünkü ittifak ordularının moralini kırmayı veya ingiliz kuvvetleri veya Fransız Beşinci Ordusu gibi ayrı düşman birliklerini çevirıneyi başaramamıştı. Gelecek haftalardaki zorunlu yürüyüşlerde taze kuvvete duyulan ihtiyaç artacaktı. İki alman kolordusunun doğuya kaydırılmasına ve Maubeuge Kuşatması için kısa bir süre sonra bir kolordunun gereksiz yere eklenmesine rağmen, Alman Yüksek Komutası, demiryolu ile sol kanattan birlikler getirerek veya en azından merkezin harekat istikametini daha sağa yönelterek sağ kanadı güçlendirme olasılığına sahipti ancak, Moltke, esas stratejik görevini yerine getiremese de, Alman sol kanadının güçlü fransız kuvvetlerini meşgul ederek, Paris bölgesine kaydırılmalannı engellediğine ve Schlieffen planının hedeflerine ulaşmakta alman sağ kanadına yardımcı olduğuna inanmaya devam etti. Kendisinin değiştirmiş ve zedelemiş olduğu Schlieffen planına duyduğu bu inanç, artık çok tehlikeli bir hal almıştı.

Batıdaki kanada yöneltilecek güçlü bir taarruz bu durumda Almanların başarıya ulaşması için ellerinde kalmış son bir şanstı ve bu nedenle alman Birinci, İkinci ve Üçüncü ordularına kesin darbe indirmek için ihtiyaç duydukları büyük gücü sağlamak amacıyla mümkün olan her şeyin yapılması gerekirdi. Moltke, bu ordulara çok ihtiyaç duydukları kısa bir dinlenme süresi bile tanıyabilirdi. ancak bu arada, Fransız yüksek komutası tüm ordularının harekatını sağlam bir şekilde sevk ve idare ediyordu ve Fransa Demiryollarından denge sağlamak ve taarruza hazırlanmak için en verimli şekilde yararlanıyordu.

Moltke, cephedeki gerçek durumdan haberdar değildi, muharebe zayıftı, demiryolu ulaşımı sınırlı ve bozuktu; Ancak esas mesele, alman genelkurmay başkanının stratejik planına ilişkin tereddütlerdi. Alman ordularının başındaki komutanlar hatalar yapmışlardı, fakat suçu tamamen onların üzerine atmak mümkün değildi, çünkü başkomutan, bir bütün olarak harekatı onlara yeterince anlatmamıştı. Sonunda, Birinci ordu büyük bir cesaret göstererek kendisini korkunç tehlikeden kurtarıp, imkansızı gerçekleştirmeyi başardı.

Eski Schlieffen planının öngördüğü kazançların bir kısmını elde etmenin tam zamanı gibi görünürken, Moltke tarafından batı kanadının durumunu incelemek üzere yollanmış olan Yarbay Hentsch geri çekilme emri verdi. Açık bir strateji sistemi izlemeye çalışmış ve Schlieffen planına katı bir biçimde bağlanmaktan kaçınmış olan Moltke, savaş stratejisinin başlangıç döneminde çeşitli ordu. komutanlarının girişimlerini genellikle kabul etmişti. Şimdi, krizin son safhada olduğu bir sırada, karargahından daha genç birine yetki vererek koordinasyonu sağlamaya çalışıyordu.

Hentsch yetenekli bir subaydı, yeteneğini daha sonra 1915 Sırbistan seferinde kurmay başkanı olarak gösterdi. Alman sağ kanadının içinde bulunduğu muharebe koşullarının, Lüksemburg'da bulunan yüksek komuta heyetinin tahmin ettiğinden daha da kötü olduğunu görmek onu şaşırtmıştı, 8 eylül 1914'te aldığı kararlar büyük ölçüde bu şaşkınlıgın sonucuydu.

Schlieffen planı, bu kırpılmış haline ve alman stratejisinin tutarsız yönetimine rağmen taarruza öldürücü bir güç kattı. Şayet alman yüksek komutası, Doğu Prusya savaşı ve Lorraine'de kesin sonuç elde etme hayali yerine başlangıçtan itibaren plana sadakat göstermiş olsaydı başarıya ulaşılırdı. Fransızlar tahkimatlarına çekilebilme imkânına sahip olabileceğinden, Lorraine'de büyük bir zafere ulaşabilmenin çok zor olacağını söylemekle Schlieffen doğru bir tahmin yapmıştı. Savaş sırasında ortaya yeni durumların çıkabileceğini ve başkomutanın yeni kurallar koyması gerekeceğini inkâr etmiyordu.

Sağ kanadın güçlendirilmesi harekâta bütünlük kazandıracaktı ve başkomutan ortak harekatın anlamını ordu komutanlarına anlatmalıydı. Muharebe kesildiği takdirde bile, ordu komutanlannın harekatın genel ruhu doğrultusunda bir hareket tarzı seçme olanağı olacaktı. 1905 Planı, gelecek savaşın sorunlarına Schlieffen'in son yanıtını oluşturmuyordu. Daha önce de belirtildiği gibi, 1905'te o, Fransızların cephedeki tahkimatlarını terk edeceklerini varsaymak istemiyordu. Bu çok doğruydu, 15 Numaralı Fransız Seferberlik Planı stratejik savunmayı öngörüyordu.

Bununla beraber, emekliliği sırasında Schlieffen, Fansa'da 'Neo-Napoleon' saldırıya dayalı savaş ekolünün etkisini arttırmakta olduğunu fark etti. Fransız Genelkurmayının Namur-Brüksel-Anvers hattını başlangıçta istila ederek, alman taarruzunu Belçika'da karşılamaya çalışacağından kuşkulandı. Fransız Yüksek Savaş Konseyi'nce başkomutan olarak atanması düşünülen General Michel, 1911'de sunduğu planda 1914 alman harekâtını hemen hemen etkisiz olarak öngörmüştü. Uygulamada Michel Planı, 1940 Müttefik Harekâtına çok benziyordu, Hatta Gamelin'in bu planın etkisinde kaldığı bile düşünülebilir. Almanlann Belçika'yı işgal edebileceği fakat, Meuse Nehri'nin ötesine geçmek için yeterli sayıda birliğe sahip olmayacakları varsayımına dayanan 17 numaralı plan kabul edildi.

Fransız Askeri İstihbaratının bu büyük yanılgısını, hiçbir Fransız Subayı veya tarihçisi hiçbir zaman açıklamaya çalışmadı. Emeklilik yıllarında bile Schlieffen'in, düşmanın yapacağı hatalara dayanan bir düşünce tarzının gafletine düşmemiş olması ilginçtir. Taktik ve teknolojik alandaki yeni gelişmeleri izlemeye devam etti. Anvers-Namur hattının Fransızlar tarafından işgal edileceğinden, sonra da Lorraine'e taarruz edileceğinden korktu. Gerisinde güçlü ihtiyatlar gerektirdiğini savundu. Alman muharebe kuvvetlerini güçlendirmek için başlangıçtan itibaren ihtiyatların kullanılmasını ve Belfort'tan Liege’e kadar cephe boyunca inisiyatifin ele geçirilmesini, en iyi karşı hareket olarak ileri sürdü. aynı zamanda, demiryolu ulaşımı sayesinde yeni stratejik olanaklar keşfettiğini düşünüyordu. Büyük Moltke'nin (Yaşlı olan, ilk anlattığımız) ordunun ilk toplanmasına ilişkin bir hatanın sefer sırasında düzeltilemeyeceği yolundaki görüşü, batı ve orta Avrupa'nın var olan koşullarında geçerliliğini kaybetmeye başladı.

Demiryollarının çokluğu komutana birlikleri bir kanattan diğerine kaydırma olanağı verebilirdi ve Schlieffen'in son yönettiği tatbikatlarda bu tür manevralar büyük ölçüde denendi. Ancak 1914 Alman Yüksek Komutası, bu fikirlerin Schlieffen'in halefini, Genç Moltke’yi henüz etkilememiş olduğunu gösterdi.

Fransızlar hareket yeteneğinin bu yeni kaynağını kullanmakta daha üstün olduklarını kanıtladılar. Birliklerini Marne'daki mevzilere nakletmek için Gallieni'nin Paris taksilerine el koyduğunda da motorlu nakliyenin sağladığı olanakları ilk keşfedenler Fransızlar olmuştu. Ayrıca daha sonra, Eylül 1914'te Foch da 60.000 adamı Flanders'a götürmek için motorlu taşıtlardan yararlanmıştı. Marne Muharebesi, Schlieffen'in alman subayları arasındaki ününü zedelemedi. Aksine, Batı'daki uzun ve umutsuz savaş, Alman Toplumu ve Ekonomisi üzerindeki etkileriyle birlikte onun askeri dehasını dinlememiş olmanın bir sonucu olarak göründü.

Doğu'da ise, Tannenberg veya 1916 Romanya seferi başlangıcındaki Herrmannstadt gibi büyük zaferlere, Schlieffen'in öğretileri sayesinde ulaşılmıştı. Böyle zaferler, Alman Ordusu'nun dört yıl süreyle dünya çapında bir savaş yapmasına olanak tanımış ve onu büyük zafere de çok yaklaştırmıştı... Almanya'nın 1918'deki yenilgisi bile, Schlieffen'in modern savaşın üstadı olduğuna ilişkin inancı sarsmadı ve Almanya tekrar silahlanmaya başladığında bu inanç daha da köklendi.

1920-1939 yılları arasındaki dönemde, Alman Ordusunda Ortodoks Schlieffen ekolüne büyük bir inanç beslenmekle beraber, Reichswehr ve Hitler ordusu stratejistleri (Groener, Seeckt, Fritsch ve Beck gibi) Schlieffen'in stratejik kavramlarını uyarlarken bazı eleştirilerde bulundular. Yeni Alman Ordusu onun stratejik inisiyatifin, hareket yeteneğinin ve çevirme harekâtının gücüne olan inancına tapar gibiydi. ancak Dünya Savaşı'ndan da bazı dersler alınmıştı.

Eylül 1914'te, Fransa'ya karşı taarruzun durdurulmasından sonra savunma savaşı büyük bir önem kazanmıştı. Uçsuz bucaksız Doğu Cephesindeki çarpışmaların çoğu da gerçekte savunma savaşı olmuştu. Alman ordusunun zayıf olduğu 1933'ten sonra, savunma genelkurmay için önemli bir sorun oluşturuyordu. Mareşal von Leeb'in 1937-1938 savunmasına ilişkin incelemeleri, bu konudaki gayretlere biraz ışık tuttu.

Alman subaylarının artık tahkimata daha fazla önem vermeye başlamış oldukları da netlikle görülmekteydi. Daha da önemlisi, cephe taarruzlarından kazanılan deneyimlerdir. 1914-1918 siper savaşı, Alman Yüksek Komutasını kesin sonuç muharebesine ilişkin yeni bir stratejik yaklaşım aramaya itti. Taktik Cephe Hücumu, sadece Schlieffen'in düşmanın geri çekilmek zorunda kalacağı fakat savaşı yeni mevzilerde sürdürmek için serbest olacağı yolundaki sözlerini doğruladı. Kesin sonuç elde etmek için, düşman hatları geri bölge muharebesi tehlikeye girecek ve hareket özgürlüğü kalmayacak derecede perişan edilmeliydi. Başarılı bir yarma taarruzu stratejisinin ilk örneği, Seeckt tarafından planlanan 1915 Mayıs'ındaki Gorlice-Tarnow muharebesiydi.

Önemli sonuçlar elde edildi, harekât daha iyi hazırlanmış olsaydı daha da önemli sonuçlar elde edilirdi. Bir hafta sonra müttefikler, Arras ve Labassee'deki alman mevzilerine saldırdılar. bundan sonra hem müttefik hem de alman generalleri, stratejik yararlar elde edilecek yarma taarruzuna ilişkin çalışmalar yaptılar. 1918 ilkbaharında Ludendorff Fransa'da taarruza geçti, amaç Almanya kuvvetten düşmeden önce kesin bir sonuç elde etmekti. Ancak stratejik bir başarıya ulaşılamadı. 1914'te ve 1918 ilkbaharında uğranan başarısızlıklar, 1920'den sonra Almanya'da eleştirilere yol açtı. Ludendorff döneminin en önemli topçu uzmanı Kraft von Dellmensingen II. Dünya Savaşı'ndan iki yıl önce Hitler Ordusunun faydalanması için bu tartışmaları The Breakthrough (Yarma Taarruzu) adlı kitabında derledi.

Bir bakıma schlieffen'in doktrinini tekrarlıyordu:

"Verilmesi en zor karar yarma taarruzudur. Yarma taarruzu düşmana büyük zarar verebilecek hazırlayıcı bir harekettir, fakat nihai zafer sadece daha sonraki çevirme harekâtı ile gerçekleştirilebilir."

Bununla beraber, yazar gelecekte yarma taarruzundan kaçınmanın çok zor olduğunu ekliyordu: "Hiçbir ordu sadece çevirme teorileri yaratacak kadar tek yönlü olmayacaktır."

Benzeri alman çalışmalarında olduğu gibi bu kitapta da ileri sürülen çözüm, mekanize ve motorize kuvvetlerle baskın ve hareket kabiliyetinin ıslah edilmesiydi. Alman ordusu düşmanlarından en fazla bu alanda ders aldı. müttefik tanklarının Soissons ve Amiens'e doğru ilerleyerek Alman yenilgisini noktaladığı 18 Temmuz ve 8 Ağustos 1918'in Ludendorff’un deyişiyle 'Kara Günleri' unutulmamıştı. stratejik bakımdan sınırlı olsa da tanklann bu hücumu taktik bakımdan büyük bir olaydı. 1930'lardaki Alman Genelkurmayı bu taktik olanakları özellikle hava silahlarının kullanımı ile birleştirerek yaygınlaştırmaya çalıştı. Fakat esas amacı Schlieffen'in eylül 1914'ten 1918'e kadarki savaş konumundaki üstünlüğünü kaybettiği görülen çevirme ve imha stratejisini canlandıracak bir taktik geliştirmekti.

Bu bakımdan 1940 yılında Almanya'nın Fransa'ya karşı giriştiği taarruz yine Schlieffen'in fikirleri doğrultusunda hazırlandı. Ancak Schlieffen planı bir bütün olarak canlanmadı. 1940 Planı müttefik cephesinin merkezine bir yarma taarruzu yapılmasını öngörüyordu, bu 14 Mayıs 1940'ta Sedan'da gerçekleştirildi. Arkadan bir çevirme muharebesi yapılacaktı, birincisi kuzeydeki Fransız ve Britanya ordularına karşı olacak ve bu ordular Belçika kıyıları ile Manş denizi'ne sürülecekti. İkinci muharebe Sedan-Abbeville hattından başlatılacaktı ve amaç Güney Fransa ordularını Maginot tahkimatına ve İsviçre sınırına doğru zorlamaktı.

Demek ki, Hitler 1940 seferi ile 1914 seferi arasındaki farkı vurgulamakta haklıydı. Fransa Savaşının ikinci safhası Schlieffen planı ile bazı benzerlikler gösteriyordu, Birinci safha olan Belçika muharebesi ise bir ölçüde büyük Moltke'nin sedan'da Macmahon'a karşı uyguladığı stratejiye benziyordu. Bununla beraber, Fransa Savaşı'nın her iki safhası da başlangıçtaki yarma taarruzuna dayanıyordu ve tarihin belli bir anında taarruzun savunma karşısındaki korkunç üstünlüğü ile gerçekleşti.

Bu az rastlanan fırsat alman stratejisinin genel karakterini büyük ölçüde etkiledi, ancak Almanları hareket savaşına yönlendiren Schlieffen'in öğretileri oldu. onun alman askeri tarihinin son elli yılı üzerindeki etkisi büyük oldu. Alman askeri geleneklerinin onun sayesinde yeni boyutlara ulaşmasına rağmen, alman strateji ekolünün eski idealist enerjisini ve gerçekçi gücünü kaybetmiş olduğuna dair belirtiler vardı.

Scharnhorst ve Gneisenau hem milli reformcu hem de askerdi. Onlar Prusya Ordusu'nda yaptıklan reformlarla hem Napoleon'dan kurtulmayı hem de daha liberal bir Prusya kurmayı amaçlamışlardı. Askeri bir teşkilatın doğuracağı toplumsal sonuçların çok geniş olacağını bilen bu iki reformcu savaş sorununu, arkasından gelecek barışla birlikte ele aldılar. Savaşın politik bir hareket olduğunun ve politika ile savaşın ayrı bir dil kullanmalarına rağmen aynı mantığa sahip olduğunu söyleyen Clausewitz ile onların fikirleri tam bir uyum içindeydi.



ÜŞENENLER İÇİN ÖZET :



Viyana Kongresi'nden sonraki tepki dönemi, ordu ile yeni toplumsal ve politik güçlerin yakınlaşması yolunda gösterilen tüm gayretleri engelledi. Prusyalı Soylular orduyu tamamen kontrol altına aldı ve bu durum Almanya'da krallığın korunması için iyi bir ortam yarattı. Var olan kraliyet kurumlarının korunması dışında subaylar politikaya karışmadılar ve o asrın yeni fikirlerinden uzak kaldılar. Fırtınalarla dolu olan 1848-1871 Avrupa Tarihi ve Clausewitz'in evrensel entelektüel ilgisi büyük moltke'nin düşüncelerini oldukça etkiledi. Zamanının politik sorunlarını kesinlikle muhafazâkar biçimde ele aldı, ancak Bismarck'ın oportünist politikası daha da muhafazakardı. Moltke askeri konularda Bismarck'ın üzerinde büyük bir otorite kurdu fakat politikada onun liderliğini kabul etti. Bismarck'ın içte ve dışta elde ettiği başarılar, ordunun parlamentodan ya da halktan çekinmesini engelledi ve orduyu gerici bir uyuşukluğun içine itti. Sonuçta ordu I. William ve Bismarck'ın görevini II. William'ın/Wilhelm'in aldığı 1890'dan sonra bile körü körüne İmparatorluk Hükümetine itaat eder duruma geldi.

Askeri konularda kralın başmüşaviri olarak Schlieffen, William'ın izlediği siyasetin alman güvenliği için tehlikeli olduğunu anlatmalıydı. II. William ile Tirpitz'in donanmaya ilişkin planı Britanya'nın karşı cephede yer almasına yol açtı. Almanya'nın silah düzeyi ve savaş planları uluslararası durumun yarattığı tehdidi görmezlikten gelmeye olanak vermezken Schlieffen, Hükümeti uyarmadı. Daha önce de belirtildiği gibi Schlieffen'in harekât planı Fransız yenilgisinin Britanya'yı barış yapmaya zorlayacağı umuduna dayanıyordu. Ancak bu sadece bir umuttu. Prusya Genelkurmayı İngiltere'yi işgal etmeyi hiçbir zaman düşünmemişti. Fransız yenilgisinden sonra Alman-Rus savaşı devam etmiş olsaydı, Britanya en azından alman ticaretini ve endüstrisini felce uğratır ve Alman ekonomik ve toplumsal sisteminde Schlieffen'in çok korktuğu büyük bir değişikliğe yol açardı.

Schlieffen'in Alman Deniz Kuvvetleri'nin milli savunma programındaki rolüne karşı ilgisiz kalması daha da şaşırtıcıydı. Schlieffen'in planlamış olduğu savaş tipinde deniz kuvvetlerinin hiçbir rolü olamazdı ve bu nedenle bu boyutlarda bir deniz kuvvetleri boşuna bir masraftı. Ordu ise, Schliffen planının gerektirdiği yeni tümenler için yeterince para ve subay adayı bulamıyordu. Fakat Schlieffen ses çıkartmıyor ve sonunda ingiliz ordusunun kıtaya çıkmasına yol açacak deniz kuvvetleri programının uluslararası etkilerinden endişelenmiş gibi görünüyordu. Mevcut hükümet sisteminin yarattığı sorunlara karşı daha da ilgisizdi.

Schlieffen II. William'ın mutlak hakimiyetini kesinlikle sorgulamıyordu Büyük Frederick'in krallığa zarar getireceğinden korktuğu için imparatorun hatalarını dile getirmekten bile kaçmıyordu. II.William büyük süvari hücumları düzenleyerek masalsı şekilde zafer kazanmayı seviyordu ve kurmay subaylarının performansı ile ilgili eleştiriler yapıyordu. Ancak eleştirileri askeri işlerde pek de usta olmadığını ortaya koyuyordu.

Bu uygulamalar subaylar arasında korku ve hoşnutsuzluğa yol açıyordu. Schlieffen ise imparatoru eleştirmenin Prusya Ordusunun moralini ayakta tutan kraliyet otoritesini zedeleyeceğini söyleyerek karşı çıkıyordu. Küçük Moltke'nin genelkurmay başkanı olarak atanması bile Schlieffen'in Almanya'nın stratejik pozisyonun ciddi karakterinin yanlış askeri adımlar atmaya izin vermeyeceğiyle ilgili temkinli öğütlerde bulunmasına yol açmasına karşın yine de onun krallığa körü körüne bağlılığını zedelemedi. Schlieffen, bu körü körüne bağlılığı yüzünden, savaşın en köklü sorunlarının sadece askeri yetenekle çözümlenemeyeceğini anlayamadı. Hiçbir çağdaş general askeri komuta ve politikayı birleştirme konusunda Malborough, Prens Eugene, Büyük Frederick ya da Napoleon ile rekabet etmeyi umut edemez.

Askeri ve politik işler öyle karmaşıktır ki üstesinden gelmek için her birinde deneyim sahibi olmak gerekir. savaşın politikanın bir eylemi olduğu gerçeği hala değişmemiştir. Stratejinin en yüksek düzeyde olanı eleştirici ve yapıcı politik bir yargı ile aydınlatılmış olan askeri yetenektir.

Prusya Strateji Ekolünü kuranların çok iyi bildiği bu gerçek Schlieffen ve öğrencileri tarafından unutulmuştu. Marne Muharebesini izleyen hareket savaşının başarısızlığı, İkinci Alman İmparatorluğu'nun (II.Reich) askeri liderlerini savaşın sevk ve idaresinde uluslararası ve ulusal politikanın etkileriyle karşılaştırdı. Topyekûn savaş seferberliği ve savaş ekonomisi yaratılmalıydı. savaşın sonucu kara stratejisinden ziyade amfibik stratejiye dayanır oldu. Schlieffen'in öğrencileri, piyade ve topçu silahları ile olduğu kadar politik, ekonomik ve psikolojik silahlarla da savaşılması gereken dünya çapında bir savaş gerçeğine kötü hazırlanmışlardı.

first battle of marne ile ilgili görsel sonucu
Birinci Marne Muharebesi. Almanların Belki de zaferi kaçırdığı an. Fransızların deyişiyle "Marne Mucizesi".


Ludendorff, bu güçleri de orduyu yönettiği kadar kolay yönetebileceğini düşündü ve yüksek komuta emirlerini hükümetin üstüne çıkartarak Almanya'yı gerçek bir askeri diktatörlük haline getirdi. Fakat ordu anavatan cephesini koruyamadı.

Ordu bunun utancını asla unutmamasına ve Alman Cumhuriyeti'nin kısa ömründe gerici ve yıkıcı bir güç bırakmasına karşın 1918 alman devrimi, halkta subaylara karşı büyük bir kızgınlığın doğmasına yol açtı.

Alman ordusunun aklı başında kişileri Ludendorff’un un hatasının tekrarlanmaması gerektiği kanısına vardılar. Ancak bu, ordunun yeni halk güçleri ile ittifak kurması gerektiği anlamına gelmiyordu. onlar, Schlieffen'in zamanında olduğu gibi stratejiyi profesyonel olarak ya da onların dediği gibi 'apolitik' görev şeklinde ele almalarını mümkün kılacak politik güçlerle işbirliği yapılması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu teori Alman Genelkurrnayı'ndaki en zeki kişilerin bile Hitler'in iktidara gelmesini hoş görmelerine yol açtı.

Hitler alman generallerine 1914-1918 savaşını yenilemek için tüm olanakları sağladı ancak onlar savaşın politik bir eylem olduğunu yeni öğreniyorlardı. Ancak bu kez de Nazi politikasının mantığı onları Cannae Stratejisine göre programladıkları bir savaş yenilgisine doğru sürüklüyordu. Schlieffen ve onun izinde yürüyenler, Hannibal'in zaferlerine rağmen Kartaca'nın yenilgiye uğradığı gerçeğini hep görmezlikten gelmişlerdi.

6 Yorumlar

  1. Emeğinize sağlık, çok detaylı ve bilgilendirici bir çalışma olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz için ben teşekkür ederim. Sağ olun var olun...

      Sil
  2. Alman savaş tarihi ile ilgili yazınızı zevk ve ilgi ile okudum. Aslında Almanya ne yaparsa yapsın her iki büyük savaştada yenilecekti çünkü coğrafi kaderi bunu emrediyordu. Almanya'nın geç kalmışlığının ve Orta Avrupa'ya sıkışmışlığının önüne sadece dahi düzeyinde ileriyi hem askeri hem politik hem de ekonomik olarak kestirebilen çok yönlü Bismark düzeyinde liderler geçebilird. Ama gerisi gelmedi ve Almanlar hep yenildiler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Coğrafyanın olumlu ve olumsuz yönleri etkilidir tabii. Birinci Dünya Savaşı'nda Birinci Marne Muharebesi esnasında okuduğunuz gibi daha farklı şeyler olsaydı belki de savaşın kaderi değişebilirdi. Bununla birlikte olası olarak Paris düşünce Fransız ordusunun tepki ve durumunu da tahmin edemeyebiliriz.

      Birinci Dünya Savaşı'nda diğer bir şans, Almanların Rusya savaştan çekilince 50 tümen (yaklaşık 12 kolordu) kadar bir gücü batı cephesine kaydırıp Müttefiklerin gücü %20 civarında azalmışken Almanların elde ettiği geçici sayısal üstünlüktü. Burada denedikleri üç yarma taarruzu (bahar taarruzları olarak da bilinir) Almanlar doğru kararlar verselerdi, ABD Birlikleri Avrupa'ya ulaşıp yığınaklarını tamamlamadan savaş Almanların lehine sonuçlanabilirdi. Sonuçlanmadığına göre ortada bir liderlik hatası da var demektir. Ludendorff, taarruzu yarılmak üzere olan Paris-Amiens hattına yöneltse, İngiliz hatlarındaki çatlak kolayca devasa bir yarığa dönüşebilir ve Almanlar o zaman "Yarma Taarruzu" dedikleri şeyin amacını gerçekleştirebilirlerdi.

      Bir diğer husus ise Ludendorff'un stratejik körlüğüdür. stratejide en kısa yol, en bilinen yoldur. çünkü, hedefe doğrudan yaklaşmak kıyasen taarruz eden tarafı yorar ve direnişi güçlendirir, oysa dolaylı olarak yaklaşmak, savunmada olan tarafın dengesini bozarak onun mevzide tutunmasını gevşetir. taarruzun ilk günlerinde alman ordularının başarısının ilerlemeye mukabil düştüğü de bu taarruzda göze çarpar. Almanlar ilerledikçe erimiş, İngiliz direnişi ise sertleşmişti.

      İkinci Dünya Savaşı biraz daha ayrıntılı olmakla birlikte Hitler'in olur olmadık yerlerde Mareşallerinin işine karışması yenilgi için belirleyici olmuştur. Pasif Savunmada ısrarı defalarca kez Alman tümenlerinin Rusya, Fransa (1944), Kuzey Afrika'da imhasına yol açmıştır. 1940'taki Fransa'nın fethinde bile Hitler kendisi çok şey başarmasına rağmen soğukkanlılığını kaybedip generallerine en kritik anda durma emri vermesi az kalsa Fransa'nın işgalini başarısız kılacaktır. Dunkirk ise apayrı bir mesele zaten. Stalingrad, Kursk ve Moskova muharebelerine bizzat Hitler'in yanlış müdahalesini girmiyorum bile. 20 Temmuz 1944'ten sonra Hitler ruh sağlığını kaybettiği için Erwin Rommel gibi bir deha başta olmak üzere birçok generalini idam etti (Rommel intihara zorlandı) ve Orduya güveni de azaldı. Bu olaydan sonra da tüm güç SS'lere geçti neredeyse.

      Guderian, von Manstein, Rommel gibi adamlara sahip olup Hitler'in bu kimselerin tavsiyelerini dikkate almaması da büyük talihsizliktir...

      Sil
  3. Prusya ve Alman İmparatorluğu hakkında kitap bulamıyorum. Bildiğiniz kaynak varsa önerebilir misiniz?

    YanıtlaSil
  4. bu konularla ilgili kitap öneriniz var mı acaba?

    YanıtlaSil