Balistik Füzeler
Günümüzde "stratejik" dengeden bahsederken,
ülkelerin ekonomik ve teknolojik gücünün bir sonucu olarak silahlı
kuvvetlerinin sahip olduğu savunma sistemleri içinde öncelikli olarak birkaç
temel unsurun var olup olmadığına bakılır. Bunların akla ilk gelenleri : nükleer
silahlar, balistik füzeler, nükleer tahrikli denizaltılar, uzay
sistemleri ve uçak gemileri olarak sıralanır.
Kitle imha silahı
oldukları için caydırıcılıkta ilk sırayı alan nükleer silahların adresine
teslim edilmesinin en garantili ve hızlı yolu ise balistik füzelerdir.
Dolayısıyla artık nükleer silahların yanında "stratejik denge"
kavramını etkileyen en önemli faktörü balistik füzeler teşkil eder olmuştur.
Yazının ilerleyen bölümlerinde görülecektir ki, bugün bir ülkenin en az MRBM
(Orta Menzilli Balistik Füze) türünde balistik füzesi yoksa, nükleer bombalara
sahip olması çok bir şey ifade etmeyecektir. Hatta yörüngedeki askeri amaçlı
olmayan veya sivil sektörlere hizmet eden binlerce uydunun yanında, nispeten
daha az sayıdaki askeri uzay sistemlerinin önemli bir kısmı balistik füze
savunmasında erken uyarı ve komuta-kontrol amaçlı olarak hizmet etmektedir.
İnsanlık tarihine
İkinci Dünya Savaşıyla giren bu kitle imha silahı yine aynı savaşta kullanılan Atom
Bombasının hedefe taşınması işini uçaklardan devraldığından beri en stratejik
taşıyıcı platform olmuştur. Diğer platformlar (uçak, seyir füzesi, sahra topu)
ise bugün ancak muhtemel nükleer savaşlarda ikinci vuruş yeteneği kapsamında
belki de hiç kullanılma imkânı bulamayacaktır. Son olarak bugün nükleer
silahlara sahip olmayan ülkelerin stratejik dengedeki yerinin belirlenmesinde
dahi yukarıda saydığımız sistemler içinde konvansiyonel başlık taşıyan balistik
füzelere sahip olanlar önde gelmektedir.
BALİSTİK
FÜZELERİN TANIM VE TARİHÇESİ
Trident-II SLBM. |
İKİNCİ Dünya Savaşı'nda ilk seyir füzesi olan Alman V-1 roketlerinin geliştirilmiş ve büyütülmüş hali olan V-2 (A-4) roketleri balistik füzelerin ilk başarılı temsilcisiydi. 1944 yılında Avrupa topraklarından İngiltere ve Belçika'yı dövmeye başlayan V-2'ler, sivil halk üzerinde füze terörü ve psikolojik yıkım etkisinin ilk örneği olmuştu (ilk füze 06 Eylül 1944'de Paris'e, iki gün sonra ise yoğun olarak Londra ve Belçika'ya yönelik fırlatılmaya başlanmıştır. Son V-2 Roketi/Balistik Füzesi ise 27 Mart 1945'de ateşlendi).
Uzun menzilli bombardıman
uçaklarının radarda görülmesi veya diğer keşif ve erken uyarı unsurları
sayesinde geldiklerini önceden haber alarak sığınağa girmek gibi pasif savunma
tedbirlerinin alınması, söz konusu balistik füzeler olunca imkânsızdı. O
devirde Almanya-Londra arasını 10 dakika gibi bir zamanda kat eden V-2'yi
tespit edebilecek bir teknoloji de yoktu. Özellikle sivil halk üzerinde çok
etkili olan, aniden ve daha sığınaklara dahi girmeye fırsat bulamadan maruz
kalınan bu "balistik füze teröründen" ancak kaderin tecellisi
olarak yani savaşın sonuna gelinmesi ile kurtulma imkânı bulmuşlardı.
Berlin'i işgal
eden Amerikalılar ve Ruslar sadece V-2 roket teknolojisini değil, alman bilim
insanlarını da ele geçirmişti. Almanlar roket teknolojisinde o kadar
ilerlemişti ki, V-2 roketinden başlayan süreç savaş devam etseydi, daha
kapsamlı A-10 roketine (gerçekleşmemiş olan başka bir balistik füze
projesi) kadar devam edilebilirdi. Alman mühendis Eugene Sanger ise New
York'u bombalama hayalini gerçekleştirecek Silbervogel (Gümüş kuş) "Sub
Orbital Bomber (alçak) yörünge bombacısı" üzerinde çalışıyordu. Hiçbir
zaman gerçekleşmeyen proje ile V-2'dekinden daha gelişmiş ve birden fazla roket
motorundan güç alan insanlı ve insansız modelleri düşünülen bir hava aracı
projesi çiziliyordu. Savaştan sonra iki süper gücün (ABD ve SSCB) eline geçen Alman
roket teknolojisi ve bilim insanları sayesinde balistik füzeler ve sonrasında
balistik füze teknolojisinin üstüne inşa edilen uzay çağının temelleri atıldı.
Genel olarak
katı, sıvı veya Hibrit yakıt roket motoru ile uçan, hava solumayan ve parabol
şeklinde balistik bir yörünge takip eden hava araçlarını balistik füze
kategorisinde sınıflandırmaktayız. Günümüzde üretilen onlarca çeşit füzeden
balistik füzeleri ayıran temel özellik ise işte bu parabol şeklindeki
yörüngedir. Diğer ayırt edici fark ise diğer füzelere nazaran hız ve büyüklük
açısından erişilmez olmalarıdır.
SLV şeklinde
kısaltılan, uzay ortamına çıkan uydu taşıma roketleri de aslında birer balistik
füzedir. Ancak parabol yörünge yerine dik açı ile istenen yörüngeye uyduyu
bırakmak için yakıt miktarının müsaade ettiği ölçüde yüksek irtifaya kadar
çıkarlar. Öyle ki, yıllar önce balistik füze çalışmalarına başlayan ülkeler
önce iki ve daha çok kademe motor teknolojisini elde ettikten sonra balistik
füzeleri daha da geliştirerek uyduları uzaya yerleştirmeye başlamışlardır.
Balistik füzeler,
dik açıya yakın bir açı ile ilk aşamada atmosfere tırmanırken tepe noktasına
ulaşmak için gittikçe yataya yakın bir uçuş rotası izler. Sonrasında ise tekrar
dalışa geçerek son aşamada yine dik açıya yakın bir hızla dalarak yer çekimi
gücünü kullanıp hızını maksimize ederek hedeflerine varırlar.
Füze menzili, bu
parabol yörüngenin uzunluğu, yani çıkabileceği zirve (tepe) noktasının irtifası
ile doğru orantılıdır. İtki, yani füze motorları bu noktaya kadar çalışır ve
genellikle MRBM ve daha uzun menzilli füzelerde gövdeden ayrılır. Bu noktada
serbest kalan ve motorlarını atan harp başlığı ise uçuşuna artık sadece
yerçekimi kuvveti ile devam eder. Diğer bir ifade ile balistik füzeler uçuşun
diğer yarısını bedavaya getirirler. Dolayısıyla büyüklüğü, menzili ve hızı ne
kadar yüksek olursa olsun seyir füzeleri veya diğer tüm füze çeşitleri aynı
büyüklükteki bir balistik füzenin menziline teorik olarak bile yaklaşamaz.
Balistik füzeleri 3. dünya ülkelerinin veya büyük çaplı devlet dışı aktörlerin
(husiler, Hizbullah vb.) kurtarıcısı yapan özelliği buradan kaynaklanmaktadır.
Yani topçu
roketleri veya kısa menzilli balistik füzeler, aynı miktarda yakıt ve gövde
büyüklüğü ile yeryüzüne paralel, alçak irtifada mesafe kat eden bir seyir
füzesinden çok daha uzun menzillere ulaşabilir.
BALİSTİK
FÜZELERİN SINIFLANDIRILMASI
Balistik
füzelerin sınıflandırılması genelde menzilleri dikkate alınarak yapılır. Birçok
kaynakta temelde dört sınıfa ayrılmış olsa da topçu roketlerinin (BSRBM) ayrı
tutulması, kendine ait hususiyetleri ve bu kaynaklarda bile metinlerin
devamında topçu roketleri tanımlamaları kafa karışıklığına sebebiyet verdiği
için en baştan menzillerine göre beş sınıfa ayırmak daha mantıklı olacaktır.
Ayrıca aşağıda bahsedeceğimiz gibi menzil sınıflandırması haricinde de başka
sınıflandırmalar yapılmaktadır. Ancak genel olarak menzillerine göre bu
oyuncaklar şöyle tasnif edilebilir :
BSRBM/ARTİLLERY ROCKET : topçu roketi de
denilen çok kısa menzilli füzelerdir. Bildiğimiz anlamda top mermileri ile
karıştırılmamalıdır. Bazı kaynaklarda 300 kilometre kadar olan füzeleri
bu sınıftan kabul etse de topçu roketinden bahsederken bu menzili 150 kilometreye
kadar olan füzelerden başlayarak sınırlamak daha makul olacaktır. Ancak bazı
kaynaklarda "BSRBM" ifadesini gördüğünüzde bununla 300 kilometreye
kadar bir balistik füzeyi de kast etmiş olacağı ihtimali unutulmamalıdır. Fakat
genel kullanımda yabancı kaynaklarda BSRBM ifadesiyle 0-150 kilometre
arasındaki menzil kast edilir. Misal, bir ülkeye ait balistik füze 150 kilometre
menzil üstünde ise SRBM olarak (280 kilometre menzilli Bora Füzesi gibi)
sınıflandırılmakta, yani topçu roketi veya BSRBM sayılmamaktadır. Bu sebeple
biz de 0-150 kilometre arası menzilli olanları şu şekilde sınıflandıracağız : BSRBM
(Battlefield Short Range Ballistic Missile-Muharebe Alanı Kısa Menzilli
Balistik Füze). Diğer yandan 0-150 kilometre aralığındaki balistik füzelere
verilen diğer ad, "Topçu Roketi-Artillery Rocket"dır.
M142 HIMARS. Topçu Füzesi/BSRBM |
SRBM : 150-1000 kilometre menzilli SRBM, yani Short Range Ballistic Missile/Kısa Menzilli Balistik Füze denir.
Scud-SS1 Taktik SRBM |
MRBM : 1000 ila 2750/3000 kilometre arası olanlara MRBM, Medium Range Ballistic Missile/Orta Menzilli Balistik Füze denir.
Pershing-II MRBM. 1983 yılındaki füze denemelerinden. |
IRBM : 3000-5000 kilometre
arası olanlar IRBM, Intermediate Range Ballistic Missile/ Uzun Menzilli
Balistik Füze denir.
Agni-IV IRBM. Hindistan. |
ICBM : 5000+ kilometre
menzilli olanlara da ICBM, Intercontinental Ballistic Missile/Kıtalararası Füze
denir. Diğer çeşitlerden en önemli farkları, bu bebeklerin genelde Nükleer
Savaş Başlığı taşımalarıdır. Bir filmde de denildiği gibi, "Soğuk
Savaş boyunca doğu ile batı bloğu arasında hiç gerçekleşmeyecek savaş için
üretilmişlerdi. 45 yıllık ortak nefret, tarihin en büyük silah yığınını ortaya
çıkarmıştı." (bkz: Lord Of War) olası bir Üçüncü
Dünya Harbinde bu silahlar, Avrasya'dan Amerika'ya, Kıtalararası hedeflere
nükleer saldırılar yapmak için imal edilmişlerdi. Günümüzde nükleer
silahsızlanma kapsamında 1972'deki ABM Antlaşması ile sınırlandırılması
başladı, soğuk savaştan sonra bu aletlerin bakım masrafları ve artık "ortada
bir düşman kalmamasından" dolayı devam etti. 2002'de dünyanın
en büyük nükleer gücü ABD, anlaşmayı feshetti. Günümüzde ise bu aletlerin sahip
olunan adedi Soğuk Savaşa göre azalmışsa da hala on binlerle ifade edilir.
Günümüzde nükleer silahların gücü ilk defa denendikleri 6 Ağustos 1945 Hiroşima'sından
onlarca kat güçlü olduğu düşünülür ve bu güç on binlerle çarpılırsa dünyada
silahlanmanın hala ne boyutlarda olduğu anlaşılır sanırım...
Atlas-2E ICBM |
DİĞER SINIFLANDIRMALAR
SLBM : Submarine Launched
Ballistic Missile/Denizaltıdan Fırlatılan Balistik Füze, denizaltılardan
ateşlenen balistik füzeler de genelde nükleer başlık taşır ve menzilleri
itibariyle ICBM sınıfındadır. Ateşleme rampaları denizaltılara
uyarlandığı için bunları bu kategoride alabiliriz. Ancak istisna olarak Kuzey
Kore'nin Pukguksong-1 ICBM füzesi gibi menzil olarak MRBM dahi olsalar Denizaltılardan
fırlatılıyor ise bu füzeler, SLBM sınıfındadır. Zira İCBM'leri açıkladığımızda
bu aletlerin olası bir üçüncü Dünya Savaşında çok uzaktaki kilit hedefleri
vurmak için tasarlandığını söylemiştik. Bu kilit hedeflere düşmanın balistik
füze siloları da dahildir arkadaşlar. Aslında soğuk savaşta batının büyük
su üstü harp filosuna karşı Kızıl Donanma'nın Komutanı Amiral Sergey
Gorshkov, denizaltıların nükleer tahrik sistemine kavuşması ve asıl gücünü
gizlilikten alan bu silahların su üstüne çıkmadan ve ana limanlarına uğramadan
çok uzun süre seyredebilmesinin üzerine, deniz savaşında denizaltıların
oynayacağı rolü görmüştü. Gorshkov'un teorisini destekleyen Amerikan tarafında
"Nükleer Amiral" olarak bilinen Amiral Hyman G. Rickover
oldu. Her halükârda, denizaltı konuşlu balistik füzeler denizaltıların böyle
özelliklere kavuşmasıyla ortaya çıkmıştı. Zira dediğim gibi, füze siloları da
olası bir savaşta bir ülkede vurulacak yegâne yerler oldukları için, çok uzun
süreler boyunca denizaltında seyreden ve seyrettikleri süreler boyunca
tespitleri pek kolay olmayan denizaltılardan ateşlenen nükleer füzeler,
ateşleyen tarafa füzelerin nereden geldiğini atıldığı ana kadar gizleyebilmesi
dolayısıyla bir üstünlük sağlamıştır. Örneğin, Çin'in Type-092 ve Type-094;
Amerika'nın Ohio; Rusya/Sovyetler Birliği'nin Akula/Proje 941 Fransa'nın
Le Triomphant; Birleşik Krallık'ın ise Vanguard sınıfı sırf
balistik füze saldırıları için (çoğunlukla nükleer başlık taşırlar) hizmete
soktuğu denizaltılar vardır.
Akula sınıfı Denizaltı, Rus Deniz Kuvvetleri. |
Leonid Brejnev ve Richard Nixon, Anti-Balistik füze antlaşmasını imzalarken. Antlaşma, 1972-2002 yılları arasında faaliyette olan, ABD ve SSCB arasında Anti-Balistik füzelere karşı bölgeleri savunma amaçlı kullanılan nükleer başlıklı balistik füzelerin sınırlandırılması konusundaki silah kontrolü antlaşması. Anlaşma şartlarına göre her bir parti, her biri 100 anti-balistik füze ile sınırlı olacak olan iki anti-balistik füze kompleksi ile sınırlıydı. Brejnev ve Nixon, her iki ülkeyi de gelecek füzelere müdahale edecek sistemler tasarlamayı yasaklayan ve ABD ile Sovyetler Birliği'nin misilleme korkusu olmadan diğerini vurmaktan alıkoyan antlaşmayı imzaladı. 1972'de imzalanan antlaşma 30 yıl boyunca yürürlükte kaldı. 1997'de, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından beş yıl sonra dört eski Sovyet Cumhuriyeti, anlaşmanın devamı için ABD ile anlaştı. Haziran 2002’de ABD antlaşmadan çekildi ve antlaşma feshedildi. |
Menzil temel alınarak yapılan sınıflandırma dışında bu sınıfların içine dahil olan ancak özel görevlerden ötürü ikinci bir isim alan füze çeşitleri de vardır. Örneğin, Çin yapımı DF-21 füzeleri uçak gemisi gibi büyük gemileri vurmak üzere üretildiğinden "ASBM - Anti Ship Ballistic Missile" olarak isimlendirilir. Bunlar haricinde, "taktik balistik füze" olarak isimlendirilen füzeler de vardır. Nükleer harp başlığı taşımayan, 200 ila 300 kilometre menzilli balistik füzeler için kullanılsa da genel kullanım açısından menzili 1000 kilometreye kadar olan, yani SRBM türündeki füzelere taktik balistik füze denmektedir.
Ancak tüm bu
menzil temelli balistik füze sınıflandırmalarına rağmen, dünya, 2018 tarihinde
yeni bir tür ile de tanışmıştı. Rusya ve daha sonra İsrail tarafından iki yeni
balistik füze dünyaya tanıtıldı. Birisi Ss-26 Iskander TBM'sinin Mig-31
savaş uçağına yüklenmiş ve yeni uyarlanmış şekli olan aynı zamanda "Hypersonick
Weapon", yani ses hızının 5 katından fazla +5 mach hıza sahip (balistik
füze olduğu için bu hız çok normaldir) silah sistemi olan Kinzhal balistik
füzesidir. Diğeri ise İsrail tarafından daha önce geliştirilen Ekstra Güdümlü
topçu roketinin uçaktan atılan versiyonu MARS adı ile denemeler yapılan
bir versiyonudur.
Böylece envantere
ve dolayısıyla literatüre yeni bir tür balistik füze girmiştir. Ancak bu
füzelerin uçaktan kurtulduktan sonra yine parabolik yörüngeyi yarım dahi olsa
devam ettirmesinden ötürü balistik füze olduğu söylenebilir. Burada
anlaşılacağı üzere tahminen iki şey amaçlanır : bunlardan biri erken uyarı
zamanını kısaltmak, diğeri ise hızı ve menzili artırmaktır. Bu yeni balistik
füze, Air-Launched Balistic Missile (ALBM) yani havadan ateşlenen veya
bırakılan balistik füze sınıfı olarak sınıflandırılmaya başlamıştır.
TAKTİK VE
STRATEJİK NÜKLEER SİLAHLAR
Şu ana kadar
anlattıklarımızdan nükleer başlık taşıyan bir MRBM/IRBM/ICBM veya SLBM'nin
sınıfı stratejik nükleer silahtır. Taktik nükleer silahlar ise TNW - tactical
Nuclear Weapons olarak adlandırılır. Dolayısıyla bahsettiğimiz taktik balistik
füzeler, nükleer başlık taşıması ve 500 kilometre menzil altında olması
şartıyla TNW olarak da adlandırılır. Bu neden önemlidir?
Silahsızlanma
görüşmeleri ve diğer uluslararası anlaşmalarda çok önem arz eder. Ancak bu
hususta ABD-Rusya arasında bir fikir birliği olsa da mesela Çin için bundan söz
edemeyiz. Çin birçok stratejik silahını TNW olarak adlandırmakta ve
sınıflandırmaktadır. Ayrıca menzili 600 kilometre altında olan ve nükleer bomba
taşıma kapasitesi olan uçaklar da TNW sınıfındadır.
BALİSTİK
FÜZELERİN UÇUŞ AŞAMALARI
Temelde üç
aşamaya ayrılan balistik füze uçuş rejimi ve buna ilişkin rejimlerden söz etmek
gerekirse,
Bu üç aşama :
1- Ateşleme/Boost Fazı
2- Orta Yol Aşaması/Mid-Course
Fazı
3- Dalış Aşaması/Terminal Fazı
ATEŞLEME -
BOOST FAZI
Ateşleme
aşamasında füze 90 dereceye yakın bir açı ile atmosferin üst katmanlarına doğru
saniyeler içinde yükselir ve bir taraftan ses hızını kat kat aşarken, diğer
yandan parabolik yörüngesine oturmak maksadıyla yavaş yavaş açısını
yataylaştırarak tepe noktası (Apogee) doğru tırmanır.
Füzenin taşıdığı
motor sayısına göre ağırlığı da uçuşu esnasında değişir. Bu aşamaya kadar füze
itki sistemi tek kademeli ise bünyesinden bir şey kaybetmez. Ancak orta
menzillilerin büyük çoğunluğu ve daha uzun menzilli olanların geneli iki veya
üç kademeli roket motoruna sahiptir. Bu nedenle boost aşamasından kısa bir süre
sonra birinci kademe motor atılır ve füze yakıtı tükenen motorunu attığı için
daha da hafifler. Bu motor atma işlemine "skirt jettison - etek
atma/motor atma" denir.
ORTA YOL -
MİD-COURSE FAZI
Ateşleme aşaması
ile birlikte dalış aşaması (boost fazı ile terminal fazı) arasında kalan uçuşun
en uzun ve yüksek irtifadaki orta kısmıdır. Mid course uçuşunun orta yoludur
ancak "yükselme" ve "dalış" olarak iki kısma
ayrılır. En dikkat çekici özelliği bu uçuş fazının (aşamasının) anti-balistik
füzeler gibi füze savunma sistemlerinin (anti-balistik füze) sistemlerinin çok
büyük çoğunluğunun eski alanının dışında olmasıdır. Füzenin dik çıkışından
sonra yeryüzü ile arasındaki açı yataya yakınlaşır. Ardından parabol yörüngeye
geçişle devam eden mid-course'un birinci aşaması yükselme fazıdır ve bu aşama
füzenin çıkabileceği zirve noktasında biter.
Füze bu aşamada
yani, yükselme fazı boyunca taşıdığı tüm fazlalıklardan kurtulmuş olur. Kaç
kademe motor var ise tepe noktasına kadar yakıtı tükenen motor bırakılır. Ayrıca
çoklu savaş başlığı taşıyor ise yeniden atmosfere giriş aracı olan RV'yi
(Re-Entry Vehicle) koruyan koni kapak da atılanlar arasındadır. Tepe noktasından
sonra füzenin en uç kısmında bulunan MULTİ-MRV veya tek savaş başlığından
oluşan RV'den başka bir şey kalmaz.
Bu noktadan sonra zirveyi gören füzenin savaş başlığı veya başlıkları (RV) yer çekiminin etkisiyle gitgide hızlanarak dalışa ve Mid Course fazının ikinci safhasına geçmiş olur. Çok kısa menzilli veya topçu roketlerinin dışındaki füzeler örneğin Scud gibi kısa menzilli füzelerin dahi savaş başlıklarının hızı yer çekimi etkisiyle ses hızının 7 katını geçmektedir. bu, hızları konusunda bir fikir verir.
Oysa topçu roketlerinin uçuş sürelerinin çok kısa olması ve yüksek irtifaya çıkamamalarından dolayı her üç faz da birbirine girmiş gibidir. Dolayısıyla balistik füze savunma sistemleri her aşamada bu çok kısa menzilli füzelere veya diğer adıyla topçu roketlerine müdahale edebilir.
Balistik füzelerin sürati, ICBM gibi daha büyük ve daha yükseğe çıkan füzelerde ise sesin 25 katını geçmektedir. Balistik füze savunma (BMD) sistemlerini anlattığımızda daha iyi anlaşılması için burada çok önemli bir noktaya değinmekte fayda vardır. Balistik füzelerin hızı, balistik füze savunma sistemlerinin başarısını doğrudan etkilemektedir. Ancak sanılanın aksine balistik füze hızı güçlü ve büyük motoru ile doğrudan ilgili değil, uçuş yörüngesi ile ilgilidir. Motor ve yakıt tankının büyüklüğü, füzenin hızına dolaylı bir etki yapmaktadır. Ancak balistik füzeleri tehlikeli yapan ve diğer füzelere göre durdurulmasını daha zor kılan püf nokta, parabolik yörüngedir. mesela; R-17 Scud füzesi büyüklüğünde ve yakıt kapasitesine sahip bir füze ile Scud ile aynı motora sahip başka bir füzeyi kıyaslayalım.
Çoğunlukla radara yakalanmamak için mümkün olduğu kadar alçaktan uçan ve yeryüzüne paralel yol alan seyir füzesi gibi doğrusal bir yörüngede uçuş gerçekleştirse erişebileceği menzil yakıt/motor gücü ile doğru orantılı olacaktır. Oysa balistik füzeler tepe noktasından yani yolun yarısından sonra yakıt/motor kullanmaz. Dolayısıyla Scud çıkabileceği kadar yukarı çıkmak için tüm yakıtını bu yönde kullanırken, bir taraftan da parabolik yörüngede yatış açısını ayarlayarak tepe noktasına doğru mümkün olduğunca geniş bir çeyrek daire çizerek en uzağa gitmeye çalışır. Hassas isabet oranları diğer füzelerin gerisinde olmak kaydıyla balistik füzeler aynı büyüklükteki başka füzelerin, örneğin gemisavar veya seyir füzesinin hiçbir zaman erişemeyeceği hıza ve menzile erişir. Balistik füzenin teknolojisi, seyir füzesine göre çok daha düşük olsa bile tıpkı R-17 Scud örneğinde olduğu gibi balistik füzeler seyir füzelerinden çok daha süratli, uzun menzilli ve durdurulamaz olmuştur.
TERMİNAL FAZI/AŞAMASI
Terminal fazı, balistik füzelerin uçuşunun son aşamasıdır. Tepe noktasından dalışa geçen balistik füzenin harp başlığı/başlıkları, uzay ortamından yeniden atmosfere giriş yapar. Yer çekimi etkisi ile gittikçe hızlanan başlıklardan her biri çeşitli açılarla değişik şehirlere veya hedeflere yönelir. Terminal fazı, "Mid-course dalış fazının son kısmında atmosfere giren başlığın yer ile yaptığı açının yaklaşık 45 derece olduğu noktadan sonrası" şeklinde tanımlanabilir. Bu aşamadan sonra başlık gittikçe daha dik bir açı ile dalmaya devam ederken çıktığı/daldığı yüksekliğe bağlı olarak 7-25+ mach hızlara erişir. Yukarıda da anlattığımız üzere bu hız, füzenin ne kadar yüksek bir irtifadan dalışa geçtiği, yüksekten dalış ise füzenin motorları/yakıtının ne kadar büyük olduğuyla doğru orantılıdır (balistik füze olma şartı ile). Dolayısıyla ICBM'ler en hızlı, SRBM veya BSRBM'ler ise en yavaş balistik füzelerdir.
Buradan çıkaracağımız sonuç : füze ne kadar büyük, yani hızlı ise durdurulması da o kadar zordur. Ancak BSRBM'ler için istisnai bir durum vardır ki, onu da anlatacağım.
Son yıllarda balistik füzelerin harp başlıkları olan RV'ler de terminal fazında kısıtlı dahi olsa manevra yeteneği kazanmıştır. Bu durum balistik füze savunma sistemlerinin (BMD) sistemlerinin işini daha da zorlaştırmaya başlamıştır. Çin'in B611MR füzesi, İran'ın Emad füzesi, Rusya'nın SS-26 Iskander-M vb. gibi...
Balistik füzelerin dalış anında yön değiştirme kabiliyetinin, füze savunma sistemlerinin işini zorlaştırma sebebi, balistik füze savunma sistemleri yani anti-balistik füzelerin büyük çoğunluğunun balistik füzelere tam da bu dalış anında yani terminal fazında müdahale etmelidir. Hedefe kilitlenen anti-balistik füze, son anda manevra yaptığı için balistik füze önleme kabiliyetini yitirmekte veya kaybetmeye başlamaktadır. Balistik füze savunma sistemlerinde orta yol/mid-course aşamasında özellikle ICBM'leri önleyecek anti-balistik füzeleri olsa da genelde tüm dünyada balistik füze savunma sitemleri, balistik füzeleri terminal fazında durdurmak üzerine tasarlanmıştır.
Çünkü yere en yakın oldukları, yani anti-balistik füzelerin menzillerinin yeterli olabileceği kısım burasıdır. Bazı akademik değerlendirmelerde ateşleme fazında müdahale etmenin en verimli ve kolay imha metodu olduğu yazmakla birlikte pratikte bu imkânsızdır. Bunun açıklamasını da ileriye bırakarak bu füzelerin neden tehlikeli silah sistemleri olduklarını izah edelim.
BALİSTIK FÜZELER NEDEN TEHLİKELİDİR?
Yukarıda balistik füzelerin neden en hızlı füzeler olduğunu anlatmış, durdurulması en zor füzeler olmalarının ve Kitle İmha Savaş Başlığı (Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, Nükleer - KBRN) taşımalarının onları tehlikeli yapan sebeplerin başında geldiğini belirtmiştik. Ayrıca savaş başlıklarının diğer tüm füzelerinkinden büyük olması bir yana, ateşlendikten sonra düşmanın tedbir almak, önlemek veya sivil halkı sığınaklara sevk etmek için dakikaları olduğunu düşünürsek ne kadar tehlikeli oldukları daha iyi anlaşılır.
Bugün devletlerin sadece balistik füze tehdidi için onlarca gemi, bina büyüklüğünde radarlar; çok sayıda anti-balistik füze sistemleri, uydular veya ajanslar kurmalarının sebebi budur. Taşıdıkları konvansiyonel patlayıcılar haricinde, savaş başlığında NBC/KBRN (Nükleer, Biyolojik, Kimyasal silah) bulunduran yani kitle imha silahı taşıyan balistik füzeler, bugün dünya siyasetini ve politik dengeleri şekillendiren devletlerin ordularının en önemli kuvvet çarpanıdır.
Konvansiyonel başlık taşıyan balistik füzelerin etkisi ise daha çok toplum üzerinde oluşturdukları endişe, baskı ve korkudan kaynaklanmaktadır. Çoğu itibari ile CEP mesafesi (hedeften dairesel sapma mesafesi oranı) çok yüksek olmasından ötürü nokta hedef imhası gerçekleştiremeyen balistik füzelerin karşı tarafın gerek ordusunun gerekse halkının savaşma azmini kırması veya halkın devlet yönetimi veya silahlı kuvvetlere olan inancını sarsarak bu otoritelerin halk nezdindeki etkinliğini zayıflatması günümüze kadar görülen savaşlardaki en yaygın kullanım, amacı ve sonucu olmuştur. Afgan-Rus Savaşı, İran-Irak Savaşı ve I.Körfez Savaşı buna örnek olarak verilebilir.
Şu ana kadar anlattıklarımız dikkate alındığında tümevarımdan çıkan sonuç; balistik füzelerin özellikle ICBM ve SLBM'lerin ülkelerin dış politikalarında kullandıkları en önemli caydırıcı etken oluşu ve dış politikaya etki eden ICBM, nükleer denizaltı, uçak gemisi vb. platformlar. İçinde ICBM'lerin ve denizaltıların ilk sırayı almasıdır. Burada kast edilen denizaltılar sadece nükleer güçle çalışanlar değil, nükleer harp başlığı taşıyan SLBM fırlatma kapasitesi olan balistik füze denizaltılarıdır (İngilizce askeri terim SSBN olarak kısaltılır). Balistik füzeler, caydırıcı silah sistemleri olarak geçerliliğini ilk çıktıkları günden beri hiç kaybetmeden, hatta teknolojik gelişmelere paralel olarak daha da artırarak devam ettirmektedirler. Bunun başlıca sebebi balistik füzelerin, uçaksavar füzeleri, top sistemleri veya savaş uçakları gibi klasik hava savunma araç ve sistemleri ile önlememesidir. Balistik Füzeler sadece ve sadece her irtifaya ve her ayrı tip balistik füzeye karşı özel olarak geliştirilen anti-balistik füze sistemleriyle önlenebilir, ki bunun bile başarı oranı bir hayli düşüktür.
Dipnot olarak, Burada biraz "Nükleer Silahsızlanma ve Sınırlandırılma" (nuclear arms limitations and nuclear disarmament) dediğimiz kavramdan söz etmek istiyorum. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyayı birçok kez yok edecek kadar çok sayıda nükleer silahın envantere alınması karşısında, bunları sınırlandırmak için yapılan girişimler bir dizi antlaşmayla sonuçlanmıştı. 1963 yılında nükleer denemelerin yasaklanması için kısmi yasak getiren anlaşma imzalandı ve ayrıca denemeler yeraltına alındı. 1968 yılında nükleer silahların yayılmasının önlenmesi için antlaşma yapıldı. 1972 yılında ABD ile SSCB arasında yapılan SALT (Strategic Armament Limitation Talks - Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri) toplantılarında uzun menzilli nükleer silahlar ve ABM Antlaşmasında (Anti Ballistic Missiles Treaty) sistemlerinin sınırlandırılması kararlaştırıldı. Bunun diğer adı, SALT-1 Antlaşmasıdır. 1987 yılında yine bu iki ülke arasında orta menzilli nükleer güçlerin iptaline yönelik INF Antlaşması (Intermediate Range Nuclear Forces Treaty) yapıldı. Soğuk savaşın sona ermesi 1990 yılında konvansiyonel silah indirimleri ve silah kaçakçılığının dünya çapında patlama yapmasıyla birlikte geldi. Bu indirimler aynı yıl antlaşmaya bağlandı. 1991 sensinde ABD ile Rusya arasında START I (Strategic Arms Reduction Treaty - Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması) ile tekrarazaltılmaya geçilmekle beraber, bu iki ülke binlerce silahı ellerinde tutmaya devam ettiler. 1996 yılında da nükleer deneylerle ilgili kapsamlı yasaklama getiren bir antlaşma imzalandı. Soğuk Savaşa kıyasla, bugün Nükleer ICBM başta olmak üzere KBRN Harp başlığına sahip balistik füzeler, soğuk savaştan sonra gelen yumuşama döneminde azaltılmıştır. Ancak bugün hala dünyada olası hedeflerine doğru bakan on binlerce Nükleer Balistik Füze vardır...
DÜNYA ÜZERİNDEKI BALİSTİK FÜZE SAVUNMA SİSTEMLERİ (BMD) VE ÇALIŞMA PRENSİPLERİ
Balistik Füze Savunma "Ballistic Missile Defense-BMD" sistemleri sadece anti-balistik füzeler (Anti-Ballistic Missile-ABM) ve onları yönlendiren radarlardan ibaret değildir. Sistemin en son kademesinde yer alan anti-balistik füzeler, balistik füzeleri havada yakalayıp imha eden füzeler olmakla birlikte, tıpkı kara harekâtındaki piyadeler gibi cephenin en ilerisinde olsalar da başarıları arka planda çalışan diğer sistemlere bağlıdır. Anti-balistik füzeler imha işlemini üç şekilde yerine getirirler:
1. Çarpınca patlayarak
2. Yakınında patlayarak
3. Patlayıcı barındırmadan sadece çarparak
Bugün dünya üzerinde balistik füze savunma konusuna çok hassasiyetle yaklaşan ve bu uğurda para ve emek harcayan ülkelerin başında ABD, İsrail ve Japonya gelmektedir. Bu yüzden balistik füze savunma sistemlerinin ayrıntıları anlatılırken daha çok bu üç ülke üzerinden örneklendirme yapılacaktır.
Bunun sebebi bunların en çok füze tehdidi algılayan üç ülke olmasıdır. Burada
gibi bir soru akla gelebilir. Tabii ki vardır. Ancak her iki bloğun veya üç devletin birbirine karşı tehdidi ICBM/SLBM kaynaklı olduğu ve bu füzeleri de önleyecek yeterli sistem olmadığı için bu konuda önlem daha çok ICBM/SLBM üretimi yani "nükleer dehşet dengesi" şeklinde özetlenen nükleer caydırıcılık üzerine kuruludur. Aslında öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyada balistik füzeleri %100 güvenilir bir şekilde önleyebilen savunma sistemi ve balistik füze savunma sistemi olmadığı gibi, bütün balistik füze çeşitlerine karşı etkili tek tip bir anti-balistik füze de yoktur. Zaten olması da düşünülemez.
Bütün ülkelerin nihai amacı sabit, mobil ve gemi tabanlı radar/sensör ağları ile desteklenmiş, her irtifaya, dolayısıyla her ayrı balistik füze türüne özel savunma yapan anti-balistik füzeler ile kademeli bir füze savunma şemsiyesi kurmaktır. Konumuz sadece balistik füze savunma sistemi olmakla birlikte hem füze hem hava savunması için geçerli olan ana kuraldan bahsetmek gerekir. Kademeli ve her irtifaya ayrı ayrı müdahale eden değişik tipteki füze sistemlerinden oluşan ve aynı zamanda bu sistemlerin birbirleriyle ve kara, deniz, hava ve uzaydaki sensörlerle entegre olan bir sistem gerekmektedir.
Balistik füze savunması veya hava savunmasının başarı yüzdesi erken uyarı ve anlık komuta-kontrolden geçmekte, bu ise entegrasyonu sağlama oranı ile doğru orantılıdır. Burada kısaca balistik füze savunması ile hava soluyan hedeflere (uçak, helikopter, seyir füzesi vb.) karşı yapılan hava savunması arasındaki farklara değinmekte fayda vardır.
Yukarıda bahsettiğim gibi başka hiçbir insan yapısı aracın erişemeyeceği hızlara ulaşmaları klasik hava savunma sistemlerinin hedefleri ile aralarında muazzam farklar doğurur. Dolayısıyla çok kez uçakların korkulu rüyası haline dönüşmüş bir hava savunma sisteminin balistik füzeler karşısında etkisiz kaldığı görülür. Diğer taraftan hava savunma sistemlerinde 20-25 km irtifaya kadar etkili olmak çok yüksek bir skala anlamına gelirken, bu rakam balistik füze savunmasında sıradandır. Uçakla yapılan hava saldırılarında savunma güçlerinin veya merkezlerinin dakikaları hatta çoğu zaman bir saatten fazla vakti varken, balistik füze saldırısına uğramış bir şehir ve karargâhın sadece dakikaları hatta saniyeleri kalmış demektir. Eğer hava savunma sistemi balistik füzelere göre revize edilmemiş ise anti-balistik füze ateşlemek bir tarafa, balistik füze tespit edilse bile karar almakta geç kalınacağı için savunma yapılamayacaktır. Bugün çoğu ülkede durum budur.
Öncelikle anlattığımız üzere, anti-balistik füzelerin hedefi olan balistik füzeler çok hızlı olduklarından dolayı anti-balistik füzelerin de onları yakalamak için çok hızlı olması gerekir. Sonuçta dünyada daha hızlı bir hedefi kovalayan savunma sistemi yoktur. Diğer bir husus da, genelde terminal fazda müdahale üzerine kurgulanmış olan füze savunma sistemlerinin haricindeki üst katman savunma sitemlerinin daha uzun menzilli ve taşıdığı nükleer başlıklardan dolayı daha tehlikeli olan ICBM önleyebilmek için uzay ortamında müdahale edecek kadar yüksek irtifaya çıkabilmesi gereğidir. Bunlar ekso-atmosferik, atmosferin dışına çıkabilen füzelerdir.
Kızılötesi/ultraviyole arayıcı ve aynı zamanda çarparak imha edici başlıklara "EKV-Exo-atmospheric Kill Vehicle-Ekso-atmosferik öldürme/imha aracı" sahip olması etkili olmasında temel şartlardan biridir. Harp başlığı yerine EKV barındırmanın bir sebebini şöyle anlatabiliriz; hedef balistik füzelerin anlattığımız gibi menzil artırmak için parabol yörüngenin tepe noktasını mümkün olduğunca yüksek irtifaya taşıyarak yani uzay ortamına çıkarak dalış yapması.
Bu ortamda yani uzayda takdir edersiniz ki, balistik füze daha doğrusu RV'den başka hiçbir insan yapımı yüksek ısı kaynağı olmayacaktır. Bu da kızılötesi algılayıcılarla kolayca tespit edilmesini sağlamaktadır. Balistik füzelerin terminal aşamasında tek başına kalan ve dalışa geçen savaş başlıkları olan RV'ler (Re-entry Vehicle/yeniden giriş aracı) birden fazla olabilir. Sonradan dağıtılan bu çoklu savaş başlıklarına ise birbirine yakın manalar içeren "MIRV-Multiple Independently Targetable Re-entry Vehicle/Çoklu bağımsız hedeflenebilir yeniden giriş aracı" veya terminal aşamada manevra yeteneği olan "MIRV-Multiple Maneuverable warheads/Manevra kabiliyetli çoklu savaş başlığı" olarak tanımlanır.
Kısaca Türkçe ifadesi ile "çoklu savaş başlığı" diyebiliriz. Dolayısıyla harp başlığı yerine kızılötesi arayıcı başlık barındıran EKV'nin ayrıca harp başlığı yani patlayıcı barındırmasına gerek yoktur. Çünkü uzay ortamında yüksek hızla yapılan çarpışmanın kinetik enerjisi o kadar yüksektir ki, EKV de hedef RV de imha olmaktadır. Anti-balistik füzelerin havanın sürtünme etkisinden kurtularak yakıt tasarrufu yapmaları için boyut küçültmeleri gerekir. Bunun için de ağırlık ve boyuttan tasarruftan sağlayacak şekilde harp başlığı taşımayacak şekilde yapılmaya başlandı.
Dolayısıyla hız ve menzilleri arttı. Körfez Savaşı'nda bile Irak'ın Scud füzeleri sadece 100-250 km yükseğe çıkabildiklerinden hedefe dalışlarında 2 km/saniye yaklaşık 6-7 Mach arası bir hıza ulaşmaktaydılar. Bu da Patriot'lar için çok zor bir hedef teşkil etmemekteydi. Ancak bugün dünya genelinde yaygınlaşmış ve çok daha gelişmiş olan balistik füzeler bu tehdidin çok çok üstündedir. Diğer bir önemli sebep de budur. Yani artık anti-balistik füzeler birçok ICBM/IRBM/MRBM türü füzeyi yakalama konusunda hızlarından dolayı aciz kalmaktadır.
Bu yüzden en garantili yol olan EKV cihazının kızılötesi algılayıcılar ile balistik füzenin RV'sini tespit edip uzay ortamında ufak manevralarla kesişme noktasına varması ve çok yüksek bir enerji ile çarpışarak imha etmesidir.
Temelde balistik füzeler, uçuşun her aşamasında ayrı füze sistemleri ile durdurulabilir. Hatta ayrı radarlar ile takip edilir. Örneğin bir kıtalararası balistik füzenin (ICBM) çıkışından hedef kıtaya varana kadar değişik tespit, takip ve son aşamadaki anti-balistik füzenin kilitlenmesini sağlayan radar veya ultraviyole tespit sistemi birbirlerinden bağımsız tespit ve izleme yapabilir. Ancak aynı zamandan birbirlerine entegre ünitelerdir. Bunun sonucu olarak çok kısa menzilli SRBM ve BSRBM'lerin EKV kullanılarak imha edilemeyeceğinin de altını çizmek gerekmektedir.
Şöyle bir örnek verelim. Rusya'dan ateşlenen balistik füze, ateşleme/boost aşamasında Thule-Grönland veya Norveç-Vardo'da bulunan Globus-II erken uyarı radarları tarafından tespit edilir. Ayrıca DSP, SBIRS ve STSS uyduları gibi ultraviyole tespit, izleme koordine sistemleri ile anti-balistik füzelerin müdahalesine zemin oluşturulur. Globus-II Radarı ilk başta ABD tarafından uzaydaki binlerce uzay çöpünü izlemek için veya bu bahane ile kurulmuş olup, şu an Asya kıtasını izleyen X Bant Erken Uyarı Radarlarından biridir. Norveç'e 40.000 km mesafede ve ufuk çizgisinin üstündeki elma boyutundaki cisimleri dahi tanımlayabilir.
Füzenin önlenmesi ise Kuzey Kutbu veya Atlas okyanusu üzerindeyken AEGIS gemileriyle veya ABD ana karasındaki balistik füze savunma sistemlerinin erken uyarı radarları ile ve SM-3 veya GBI gibi anti-balistik füzeleri ile olur.
Kıtalararası balistik füzelerin (ICBM) imhasından bahsedecek olursak, ateşleme aşamasında imha edilen bir ICBM için, dünyanın her yerini hedef olarak alabilecek kadar uzun menzilli olduğundan, imha işleminin küresel bir savunma işlemi olacağını söyleyebiliriz. Eğer ateşleme aşamasında ICBM engellenmiş ve başarılı bir şekilde durdurulmuş olursa, birden fazla savaş başlığı (MIRV) taşıyan füze bunları dağıtmaya imkân bulamadan imha edilmiş demektir.
Ateşleme fazında yapılan füze savunması diğer füze savunma katmanlarındaki yükü hafifleteceğinden en mantıklı çözümdür. Fakat bazı Türkçe raporlarda buna benzer ifadelere rastlasak da bu çözüm yolunun pratikte tercih edilmesi ve başarıyla uygulanması neredeyse imkânsızdır. Çoğu zaman ateşleme bölgesi cephe hattının çok gerisinde olduğundan, bu tercih aynı zamanda en zor çözümdür. Oysa ateşleme aşamasında balistik füzeler nispeten daha yavaş ve savunmasızdır. Bununla birlikte bu aşamada vurulduğunda anti-balistik füzenin fırlatıldığı yerin yakınına düşeceği kaçınılmazdır.
Örneğin Rusya'nın iç kesimlerindeki bir ICBM silosu yakınına bir ABD füze bataryasını sokamayacağımıza göre, tek alternatif, denizlerin derinliklerindeki nükleer güçlü balistik füze denizaltılarını sürekli tespit ederek, yani yerini bilerek daha füze fırlatmaya başlamadan imha etmektir. Daha fantastik olanı ise, denizaltıdan ateşlenen bir SLBM'nin yakınlarda bulunan bir AEGIS Bölge Hava Savunma Gemisinin (Muhrip/Destroyer) gibi bir platform tarafından fırlatılan SM-3 anti-balistik füzesi ile durdurulmasıdır. Takdir edileceği üzere bu durumun meydana gelmesi, ancak çok büyük bir tesadüfi sonuç ile mümkündür. Ancak yeri gelmişken şunu da belirtmek gerekir ki, uzun yıllar sürdükten sonra soğuk savaşta, NATO ile bir ara durulur gibi olan Varşova Paktı (Rus) ve Çin nükleer başlık taşıyan balistik füze denizaltılarının birbirini kovalaması ve yerlerini tespit etme mücadelesinin altında yatan gerçek sebep budur. Yani balistik füze taşıyan denizaltılarla ilgili olarak, tüm mücadelenin yerini kaybettirmek-bulmak üzerine olduğu söylenebilir. Yoksa sanıldığı gibi bu denizaltılar, dost gemilerin vurulmasını önlemek için değil, çıkacak bir nükleer savaşta, düşman denizaltının füzelerini fırlatamadan batırılması için izlenmekte ve tespit edilmeye çalışılmaktadır. Nükleer güçlü balistik füze denizaltıları ile nükleer güçlü saldırı denizaltılarını yani balistik füze taşımayanları karıştırmamak gerekmektedir. Bu arada şunu unutmamak gerekir ki, sanılanın aksine nükleer savaşın ön önemli hedefleri başkentler değil, SLBM tipi nükleer başlık taşıyan denizaltılar ve yine nükleer başlık taşıyan kara tabanlı ICBM silolarıdır.
Her ne kadar yukarıda anlattığımız gibi en garantili yöntem; ateşleme veya orta yol (mid-course) aşamasında, yani füze uzayda iken EKV kullanılarak dağılan savaş başlıklarını ana karanın çok çok uzağında vurmak şeklinde görülse de, bunun için şans, çok ileri teknoloji veya yüksek maliyet gerektiği bir gerçektir. Bu yüzden dünya genelinde en yaygın olan anti-balistik füze ve füze savunma sistemleri, terminal fazında, yani füzenin dalış aşamasında imha edildiği sistemlerdir.
Eğer füzenin başlığı kitle imha silahı taşıyorsa terminal safhasında olan füzeyi vurmanın da riski fazladır. Çünkü balistik füze artık yeryüzüne yakındır ve savaş başlıkları dağılmış bir vaziyettedir. Ancak balistik füzelerin başlıklarının bir kısmı sahtedir. Bunun sebebi, anti-balistik füzelerin bir kısmının bu sahte başlıklara yönelmesini sağlayarak asıl harp başlığının hedefi vurma ihtimalini arttırmaktır. Böyle bir durumda, yani harp başlıkları yere vurmadan önce onu imha etmeye çalışmak, sahte başlıklara yönelme riski ile birlikte balistik füzeleri daha da tehlikeli bir hale getirmektedir. örneğin balistik füze denizaltılarında (SSBN) bulunan ve 10 adet başlık taşıyan MIRV’lerde bazı başlıklar sahte hedeftir (Fransız donanmasmın Triomphant sınıfı nükleer tahrikli balistik füze denizaltısında 16 adet M61 SLBM'nin her biri 10 adet 150 kt nükleer başlık taşır ve 5400 deniz mili mesafeye ulaştırabilir).
İlk atom bombası patlatıldıktan sekiz saniye sonrası. Nükleer fizikçi Robert Oppenheimer patlamayı gördükten sonra Bhagavad Gita'dan alıntı yapar:
Balistik Füze Savunma "Ballistic Missile Defense-BMD" sistemleri sadece anti-balistik füzeler (Anti-Ballistic Missile-ABM) ve onları yönlendiren radarlardan ibaret değildir. Sistemin en son kademesinde yer alan anti-balistik füzeler, balistik füzeleri havada yakalayıp imha eden füzeler olmakla birlikte, tıpkı kara harekâtındaki piyadeler gibi cephenin en ilerisinde olsalar da başarıları arka planda çalışan diğer sistemlere bağlıdır. Anti-balistik füzeler imha işlemini üç şekilde yerine getirirler:
1. Çarpınca patlayarak
2. Yakınında patlayarak
3. Patlayıcı barındırmadan sadece çarparak
Bugün dünya üzerinde balistik füze savunma konusuna çok hassasiyetle yaklaşan ve bu uğurda para ve emek harcayan ülkelerin başında ABD, İsrail ve Japonya gelmektedir. Bu yüzden balistik füze savunma sistemlerinin ayrıntıları anlatılırken daha çok bu üç ülke üzerinden örneklendirme yapılacaktır.
Bunun sebebi bunların en çok füze tehdidi algılayan üç ülke olmasıdır. Burada
"Çin ve Rusya'ya yönelik NATO kaynaklı ICBM tehdidi yok mu?"
Bütün ülkelerin nihai amacı sabit, mobil ve gemi tabanlı radar/sensör ağları ile desteklenmiş, her irtifaya, dolayısıyla her ayrı balistik füze türüne özel savunma yapan anti-balistik füzeler ile kademeli bir füze savunma şemsiyesi kurmaktır. Konumuz sadece balistik füze savunma sistemi olmakla birlikte hem füze hem hava savunması için geçerli olan ana kuraldan bahsetmek gerekir. Kademeli ve her irtifaya ayrı ayrı müdahale eden değişik tipteki füze sistemlerinden oluşan ve aynı zamanda bu sistemlerin birbirleriyle ve kara, deniz, hava ve uzaydaki sensörlerle entegre olan bir sistem gerekmektedir.
Balistik füze savunması veya hava savunmasının başarı yüzdesi erken uyarı ve anlık komuta-kontrolden geçmekte, bu ise entegrasyonu sağlama oranı ile doğru orantılıdır. Burada kısaca balistik füze savunması ile hava soluyan hedeflere (uçak, helikopter, seyir füzesi vb.) karşı yapılan hava savunması arasındaki farklara değinmekte fayda vardır.
Yukarıda bahsettiğim gibi başka hiçbir insan yapısı aracın erişemeyeceği hızlara ulaşmaları klasik hava savunma sistemlerinin hedefleri ile aralarında muazzam farklar doğurur. Dolayısıyla çok kez uçakların korkulu rüyası haline dönüşmüş bir hava savunma sisteminin balistik füzeler karşısında etkisiz kaldığı görülür. Diğer taraftan hava savunma sistemlerinde 20-25 km irtifaya kadar etkili olmak çok yüksek bir skala anlamına gelirken, bu rakam balistik füze savunmasında sıradandır. Uçakla yapılan hava saldırılarında savunma güçlerinin veya merkezlerinin dakikaları hatta çoğu zaman bir saatten fazla vakti varken, balistik füze saldırısına uğramış bir şehir ve karargâhın sadece dakikaları hatta saniyeleri kalmış demektir. Eğer hava savunma sistemi balistik füzelere göre revize edilmemiş ise anti-balistik füze ateşlemek bir tarafa, balistik füze tespit edilse bile karar almakta geç kalınacağı için savunma yapılamayacaktır. Bugün çoğu ülkede durum budur.
FÜZE SAVUNMA SİSTEMLERİNİN GENEL ÇALIŞMA İLKELERİ
Kızılötesi/ultraviyole arayıcı ve aynı zamanda çarparak imha edici başlıklara "EKV-Exo-atmospheric Kill Vehicle-Ekso-atmosferik öldürme/imha aracı" sahip olması etkili olmasında temel şartlardan biridir. Harp başlığı yerine EKV barındırmanın bir sebebini şöyle anlatabiliriz; hedef balistik füzelerin anlattığımız gibi menzil artırmak için parabol yörüngenin tepe noktasını mümkün olduğunca yüksek irtifaya taşıyarak yani uzay ortamına çıkarak dalış yapması.
Bu ortamda yani uzayda takdir edersiniz ki, balistik füze daha doğrusu RV'den başka hiçbir insan yapımı yüksek ısı kaynağı olmayacaktır. Bu da kızılötesi algılayıcılarla kolayca tespit edilmesini sağlamaktadır. Balistik füzelerin terminal aşamasında tek başına kalan ve dalışa geçen savaş başlıkları olan RV'ler (Re-entry Vehicle/yeniden giriş aracı) birden fazla olabilir. Sonradan dağıtılan bu çoklu savaş başlıklarına ise birbirine yakın manalar içeren "MIRV-Multiple Independently Targetable Re-entry Vehicle/Çoklu bağımsız hedeflenebilir yeniden giriş aracı" veya terminal aşamada manevra yeteneği olan "MIRV-Multiple Maneuverable warheads/Manevra kabiliyetli çoklu savaş başlığı" olarak tanımlanır.
Kısaca Türkçe ifadesi ile "çoklu savaş başlığı" diyebiliriz. Dolayısıyla harp başlığı yerine kızılötesi arayıcı başlık barındıran EKV'nin ayrıca harp başlığı yani patlayıcı barındırmasına gerek yoktur. Çünkü uzay ortamında yüksek hızla yapılan çarpışmanın kinetik enerjisi o kadar yüksektir ki, EKV de hedef RV de imha olmaktadır. Anti-balistik füzelerin havanın sürtünme etkisinden kurtularak yakıt tasarrufu yapmaları için boyut küçültmeleri gerekir. Bunun için de ağırlık ve boyuttan tasarruftan sağlayacak şekilde harp başlığı taşımayacak şekilde yapılmaya başlandı.
Dolayısıyla hız ve menzilleri arttı. Körfez Savaşı'nda bile Irak'ın Scud füzeleri sadece 100-250 km yükseğe çıkabildiklerinden hedefe dalışlarında 2 km/saniye yaklaşık 6-7 Mach arası bir hıza ulaşmaktaydılar. Bu da Patriot'lar için çok zor bir hedef teşkil etmemekteydi. Ancak bugün dünya genelinde yaygınlaşmış ve çok daha gelişmiş olan balistik füzeler bu tehdidin çok çok üstündedir. Diğer bir önemli sebep de budur. Yani artık anti-balistik füzeler birçok ICBM/IRBM/MRBM türü füzeyi yakalama konusunda hızlarından dolayı aciz kalmaktadır.
Bu yüzden en garantili yol olan EKV cihazının kızılötesi algılayıcılar ile balistik füzenin RV'sini tespit edip uzay ortamında ufak manevralarla kesişme noktasına varması ve çok yüksek bir enerji ile çarpışarak imha etmesidir.
Şöyle bir örnek verelim. Rusya'dan ateşlenen balistik füze, ateşleme/boost aşamasında Thule-Grönland veya Norveç-Vardo'da bulunan Globus-II erken uyarı radarları tarafından tespit edilir. Ayrıca DSP, SBIRS ve STSS uyduları gibi ultraviyole tespit, izleme koordine sistemleri ile anti-balistik füzelerin müdahalesine zemin oluşturulur. Globus-II Radarı ilk başta ABD tarafından uzaydaki binlerce uzay çöpünü izlemek için veya bu bahane ile kurulmuş olup, şu an Asya kıtasını izleyen X Bant Erken Uyarı Radarlarından biridir. Norveç'e 40.000 km mesafede ve ufuk çizgisinin üstündeki elma boyutundaki cisimleri dahi tanımlayabilir.
Füzenin önlenmesi ise Kuzey Kutbu veya Atlas okyanusu üzerindeyken AEGIS gemileriyle veya ABD ana karasındaki balistik füze savunma sistemlerinin erken uyarı radarları ile ve SM-3 veya GBI gibi anti-balistik füzeleri ile olur.
Kıtalararası balistik füzelerin (ICBM) imhasından bahsedecek olursak, ateşleme aşamasında imha edilen bir ICBM için, dünyanın her yerini hedef olarak alabilecek kadar uzun menzilli olduğundan, imha işleminin küresel bir savunma işlemi olacağını söyleyebiliriz. Eğer ateşleme aşamasında ICBM engellenmiş ve başarılı bir şekilde durdurulmuş olursa, birden fazla savaş başlığı (MIRV) taşıyan füze bunları dağıtmaya imkân bulamadan imha edilmiş demektir.
Ateşleme fazında yapılan füze savunması diğer füze savunma katmanlarındaki yükü hafifleteceğinden en mantıklı çözümdür. Fakat bazı Türkçe raporlarda buna benzer ifadelere rastlasak da bu çözüm yolunun pratikte tercih edilmesi ve başarıyla uygulanması neredeyse imkânsızdır. Çoğu zaman ateşleme bölgesi cephe hattının çok gerisinde olduğundan, bu tercih aynı zamanda en zor çözümdür. Oysa ateşleme aşamasında balistik füzeler nispeten daha yavaş ve savunmasızdır. Bununla birlikte bu aşamada vurulduğunda anti-balistik füzenin fırlatıldığı yerin yakınına düşeceği kaçınılmazdır.
Örneğin Rusya'nın iç kesimlerindeki bir ICBM silosu yakınına bir ABD füze bataryasını sokamayacağımıza göre, tek alternatif, denizlerin derinliklerindeki nükleer güçlü balistik füze denizaltılarını sürekli tespit ederek, yani yerini bilerek daha füze fırlatmaya başlamadan imha etmektir. Daha fantastik olanı ise, denizaltıdan ateşlenen bir SLBM'nin yakınlarda bulunan bir AEGIS Bölge Hava Savunma Gemisinin (Muhrip/Destroyer) gibi bir platform tarafından fırlatılan SM-3 anti-balistik füzesi ile durdurulmasıdır. Takdir edileceği üzere bu durumun meydana gelmesi, ancak çok büyük bir tesadüfi sonuç ile mümkündür. Ancak yeri gelmişken şunu da belirtmek gerekir ki, uzun yıllar sürdükten sonra soğuk savaşta, NATO ile bir ara durulur gibi olan Varşova Paktı (Rus) ve Çin nükleer başlık taşıyan balistik füze denizaltılarının birbirini kovalaması ve yerlerini tespit etme mücadelesinin altında yatan gerçek sebep budur. Yani balistik füze taşıyan denizaltılarla ilgili olarak, tüm mücadelenin yerini kaybettirmek-bulmak üzerine olduğu söylenebilir. Yoksa sanıldığı gibi bu denizaltılar, dost gemilerin vurulmasını önlemek için değil, çıkacak bir nükleer savaşta, düşman denizaltının füzelerini fırlatamadan batırılması için izlenmekte ve tespit edilmeye çalışılmaktadır. Nükleer güçlü balistik füze denizaltıları ile nükleer güçlü saldırı denizaltılarını yani balistik füze taşımayanları karıştırmamak gerekmektedir. Bu arada şunu unutmamak gerekir ki, sanılanın aksine nükleer savaşın ön önemli hedefleri başkentler değil, SLBM tipi nükleer başlık taşıyan denizaltılar ve yine nükleer başlık taşıyan kara tabanlı ICBM silolarıdır.
II.Dünya Harbinde Alman Denizaltılarının Atlantik'te yaptığı gibi bir lojistik avı, nükleer tahrik sistemleri sayesinde çok uzun menzillere erişen ve daha az ikmal yapması sağlanan, suyun altında daha fazla kalmasından dolayı gizliliği ve hızı artan nükleer denizaltıların da işidir. Ancak, SLBM taşıyan denizaltıların ana görevi, düşmanın lojistiği değildir yazdığımız üzere.
Eğer füzenin başlığı kitle imha silahı taşıyorsa terminal safhasında olan füzeyi vurmanın da riski fazladır. Çünkü balistik füze artık yeryüzüne yakındır ve savaş başlıkları dağılmış bir vaziyettedir. Ancak balistik füzelerin başlıklarının bir kısmı sahtedir. Bunun sebebi, anti-balistik füzelerin bir kısmının bu sahte başlıklara yönelmesini sağlayarak asıl harp başlığının hedefi vurma ihtimalini arttırmaktır. Böyle bir durumda, yani harp başlıkları yere vurmadan önce onu imha etmeye çalışmak, sahte başlıklara yönelme riski ile birlikte balistik füzeleri daha da tehlikeli bir hale getirmektedir. örneğin balistik füze denizaltılarında (SSBN) bulunan ve 10 adet başlık taşıyan MIRV’lerde bazı başlıklar sahte hedeftir (Fransız donanmasmın Triomphant sınıfı nükleer tahrikli balistik füze denizaltısında 16 adet M61 SLBM'nin her biri 10 adet 150 kt nükleer başlık taşır ve 5400 deniz mili mesafeye ulaştırabilir).
Le Triomphant. |
Karşımıza çıkacak korkunç durumun matematiği şöyle örneklendirilebilir:
Rus/ Borei sınıfı SSBN'lerde' 4500 deniz mili menzilli, ABD/Ohio sınıfı SSBN'lerdekiler ise 6100 deniz mili menzile sahip SLBM'ler vardır (24 adet Trident-II D5 W88 füzesinde her birinde 8 adet 475 kt gücünde başlık veya yine 24 adet Trident-II D5 SLBM'nin W76 modelinde 100 kt gücünde 8 adet nükleer başlık) bulunan SLBM'ler görüldüğü üzere MIRV ile doludur. Bunlar özetle bir denizaltının Fransız donanmasında 160 adet, Rus 96/160, ABD 192 başlık gönderebileceği ve bunların bir kısmının ise sahte hedef olduğu gerçeğini doğurur. Sonda söylenmesi gereken cümleyi başta söylemek gerekirse aslında hiçbir ülkenin böyle bir saldırı karşısında sayı olarak 200'e yakın başlığı vurabilecek bir önleme sistemi yoktur. Dolayısıyla, düşmanın füze siloları haricinde bırakın yüzleri ve onları, bir tane nükleer başlıklı balistik füzenin örneğin New York, Petersburg, Moskova, Londra gibi metropollere düşmesi bile bu işin matematiği hususunda ipuçları verir. Dahası, dünyada hala bu silahlardan on binlerce bulunması, bazen insanı kendi kıyameti konusunda düşüncelere sevk ediyor...
"Ben artık dünyaları yıkan ölümün kendisiyim."
Robert Oppenheimer. Yaygın kanının aksine, Atom Bombalarını Einstein bulmamıştır. Manhattan Projesi'nin bilimsel başkanlığını yürütüp, Atom Enerjisini bir silaha dönüştüren kişi Robert Oppenheimer'dır. |
Ayrıca 10 km irtifanın altına vurulan bir nükleer harp başlığının yerde patlamış olmasıyla, havada imha (!) edilmiş olması arasında fark yoktur. Günümüzde zaten atom bombası yok denecek kadar azdır. Atom bombası çok düşük kt cinsi etki gücünde termonükleer patlamayı tetiklemek için hidrojen bombalarının yanına ilk reaksiyonu başlatması için yerleştirilir. Yani önce çok düşük kt gücünde bir atom bombası, daha sonra saliseler içinde hidrojen bombası patlar. Yani günümüzde hemen hemen tüm ICBM/SLBM'ler hidrojen bombası taşır ve termonükleer patlama daha çok etki etsin diye füze yere düşünce değil, tıpkı standart bir topçu atışında merminin yere düşmeden patlaması gibi 5-6 km irtifada patlayacak şekilde tapa ayarı yapılır.
Zira havada patlatılan harp başlığının nükleer serpintisi atmosferik hareketler sebebi ile daha da geniş bir bölgeye yayılır, ayrıca şok dalgası arazide kırılıma uğramamış olur. Böylece nükleer harp başlığının havada infilak etmesi, yerde patlamasından daha da ağır sonuçlar doğurur. Diğer yandan boost/ateşleme fazında savunmaya örnekler de yok değildir. Ancak bunların tamamı BSRBM'lerde görülmüştür. Hatırlanacağı üzere Lübnan Savaşları'nda Hizbullah'ın fırlattığı sınıra çok yakın Katyuşa füzeleri İsrail'in Iron-Dome sisteminin füzeleri tarafından ateşleme aşaması denecek bir yükseklikte vurulmuştur.
Fakat topçu roketi kategorisindeki Katyuşa füzelerinin uçuş rejimi ve irtifası, SRBM ve üzeri balistik füzeler kadar yüksek değildir. Dolayısıyla bunları "ateşleme aşamasında balistik füze imhası”nın başarılı olabileceği iddiası çerçevesinde değerlendiremeyiz. Burada ateşleme fazındayken önleme sistemleri ile ilgili olarak bir parantez açmakta fayda vardır.
2009 yılında ABD yönetimi "Kinetic Energy Interceptor" sistemini yani Manyetik Railgun sisteminin uzun menzilli olanını ve 2011 yılında ise "Airborne Laser" yani uçak ve İHA’ara lazer koyarak balistik füzeleri ateşleme fazında imha projelerini iptal etmiştir. Ancak 2016 yılında bu projeler yeniden başlamıştır. Buna göre düşman topraklarına yakın uçan bir İHA’daki lazerle veya gemide konuşlu bir "Electromagnetic Railgun/Elektromanyetik Top Sistemi" ile sahilden onlarca kilometre içeriden firlatılan bir BSRBM veya SRBM önlenebilecektir.
Bu yönde çalışmalar devam etmekte olup henüz operasyonel bir sistem mevcut hale gelmemiştir. Dolayısıyla balistik füzelerle ilgili sonuç olarak şu söylenebilir ki, mevcut teknolojik imkânlar çerçevesinde balistik füze terminal azında gerçekleşmektedir.
BALİSTİK FÜZE SAVUNMA SİSTEMLERİNİN ANA UNSURLARI
Balistik füze savunma sistemlerinin ana unsurları genelde dört şekilde anılır:
1. Radarlar
2. Komuta-kontrol sistemleri
3. Füzeler
4. Muhabere (haberleşme) sistemleri.
Aslında komuta kontrol yani C3 sistemleri, muhabere (haberleşme) sistemleriyle birlikte düşünülebilir. Bu görüşe ilave etmek istediğimiz unsur ise yukarıdaki komuta-kontrol yanında günümüzde ISR'nin (Intelligence, Surveillance and Reconnais-sance/iletişim, istihbarat, Gözetleme, Keşif) de balistik füze savunma faaliyetinde önemli olduğudur. Dolayısıyla güncel tabiri ile C4ISR de yukarıdaki dördüncü maddeden farklı olarak ayrı bir madde olarak dâhil edilmelidir. C4ISR; "Concept of Command, Control, Communications, Computers, Intelligence, Surveillance and Reconnaissance/Komuta-Kontrol, İletişim, Bilgisayar, İstihbarat, Gözetleme, Keşif" kavramıdır.
Günümüzde C4ISR, başlı başına bir savunma sistemi parçasıdır. Personel kalitesi eşit olmak şartı ile iyi bir radar ve iyi bir uçaksavar, tanksavar veya gemisavar füzesi ile çok tanımasanız bile; her uçağı, her tankı veya her gemiyi vurulabilirsiniz. Ancak aynı şey balistik füzeler için asla geçerli değildir. Düşman unsurların balistik füze envanterini, bu füzelerin en azından bölgesel olarak nerelerde konuşlandığını, mobil mi yoksa sabit rampadan mı fırlatıldığını, en önemlisi menzil kapasitelerini, başlık çeşitlerini (NBC/Konvansiyonel), kaç kademeli motora sahip olduğunu, yakıt tipinin katı mı sıvı mı olduklarını bilmeden etkili bir balistik füze savunması yapılamaz.
Çünkü korumak istediğiniz alana kuracağınız BMD yani balistik füze savunma sistemi veya füze sisteminin türünü buna göre belirlemeniz gerekir. Orta menzilli balistik füze (MRBM) tehdidi olan bir yere Iron Dome kurulamayacağı gibi, Suriye sınırımızda bir zaman ciddi tehdit olan Katyuşa tarzı çok kısa menzilli balistik füze (BSRBM) için S-400, THAAD, Patriot, Aster-30 gibi sistemlerin aciz kalacağının bilinmesi gibi.
İşte savunma sistemlerini belirleyecek bu bilgiler için ciddi bir C4ISR gerekir. Oysa iyi bir yüksek irtifa hava savunma füze sistemi varsa düşman uçağının tipinin ne olduğu kritik derecede önemli değildir. Çünkü sistem tüm savaş uçaklarına elindeki aynı tip uçaksavar füzesi ile saldıracaktır. Oysa kademeli balistik füze savunması her sınıf balistik füze için ayrı sınıf anti-balistik füze içerir. Her balistik füze çeşidi için ayrı anti-balistik füze çeşidi olması bir yana, düşmanın kara konuşlu siloları ve denizaltılarının yeri bilinmediği takdirde yapılan savunmanın bir önemi de olmayacaktır. New York açıklarında su yüzeyinden 20 m aşağıda fırlatma derinliğinde bir Rus denizaltısından ateşlenmeye başlanan SLBM'nin üzerinde bulunan 10'ar adet başlığın her biri ile mücadele etmenin nerede ise imkânsız olması buna örnek olarak verilebilir.
Şu hususu özellikle belirtmek gerekir ki, teknolojik ve mali imkânsızlıklardan dolayı savunma sistemlerini çoğu dalış aşaması/terminal fazı üzerine kurulmuş olsa da balistik füze savunma sistemindeki tüm öncü ülkeler orta yol-midcourse fazında savunmaya önem vermekte, bu alana yönelmekte ve geliştirme çalışmalarının imkânlar ölçüsünde bu alana kaydırmaya çalışmaktadır. Çünkü BSRBM hariç tüm balistik füze çeşitlerini imha etmenin en sağlam, risksiz ve gerçekçi yolu budur. Rus ve Çin kaynaklı balistik füze tehdidini nükleer başlık kapasiteli füzeleri ile savuşturacağına inanan Batı dünyası, bu iki ülkenin nükleer savaşı göze alamayacakları tezine dayanarak caydırıcılık temelii nükleer başlıklı balistik füze sistemi kurarken, İran ve Kuzey Kore gibi "kural tanımaz" uluslararası aktörlere karşı ne yapacağını şaşırmış haldedir. Batı ve Uzak Doğu'daki Amerikan müttefikleri balistik füze müptelası bu iki ülkenin balistik füzelerini etkisiz hale getirmek için balistik füze savunma ittifakları ve sistemleri üzerinde ise var güçleri ile çalışmaktadırlar.
Balistik füzeleri, gerek hızları, gerekse ebatları büyük olduğundan tespit etmek zor değildir. Bir balistik füze atmosferin dışına doğru çıkmaya başladığında binlerce kilometre uzaktan tespit edilebilmektedir. Tespiti için tek engel dünyanın yuvarlaklığıdır. Bu zorluğu ortadan kaldıracak yüksekliğe çıktığı anda ki, bu 1-2 dakika bile sürmez tüm izleme radarlarından görülür ve yüksek süratlerinden ötürü uçaklardan ayırt edilir.
Erken uyarı görevi de balistik füze savunması bakımından çok önemli olan bir başka unsurdur. Dev radarlardan başka dünya yörüngesine yayılmış kızılötesi kamera ile donatılmış erken uyarı/takip uyduları füze daha atmosfere çıkmaya başlar başlamaz gerek hızı gerekse arkasından çıkan yüksek ısı ve duman sayesinde uçaklardan kolayca ayırt edilerek bu uydular tarafından tespit edilir. Bu uzay temelli kızılötesi sensör uyduları ABD tarafından tüm dünyayı kaplayacak şekilde yerleştirilmiştir. ABD'den başka uzaya kızılötesi termal kameralar içeren (SBIRS uydusu gibi) uydu gönderen iki ülke Japonya (2017)14 ve Çin'dir (2015), Balistik füzeleri takip eden C2BMC (balistik füze savunma komuta kontrol merkezleri) merkezlerine de anında dijital veri aktarımı kanalları ile iletilir.
Gerek Rus-Çin gerekse ABD'ye ait sabit dev erken uyarı radarlarının izleme mesafesi balistik füzeler için çoğunlukla 3000 km'nin, bazı radarlarda ise 5000 km'nin üstündedir. Radarların yadsınamaz bir erken uyarı görevleri vardır. Çünkü her ülkenin erken uyarı uyduları bulunmamaktadır.
Bir diğer uç örnek ise üç süper güçten başka Güney Çin Denizi'nin diğer yakasındaki Tayvan'dır. Tayvan, Amerikan desteği ile Çin hava sahası ve balistik füze faaliyetlerini izlemek için tıpkı ABD'ninkilere benzeyen dev bir erken uyarı radarı kurmuştur...
Bu silahların hiçbiri henüz denemeler haricinde, aktif olarak kullanılmamıştır (ki umarım kullanılmaz). Bunun nedenlerinden biri, küçük bir taktik nükleer silahın kullanılmasının bile düşmanı nükleer ICBM gibi daha büyük bir şeyle misilleme yapmaya sevk etmesi olabilir. diğeri ise, birkaç taktik nükleer silahın serpintisinin yaratabileceği tehlikenin tam olarak kestirilememesidir. Bu tarz silahların kullanımının mevcut dünya düzenine olan etkisi bir yana, gezegendeki canlı yaşamını geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirmesi ve dünyaya vereceği zararlar da ayrı bir meseledir.
Ancak yine de, ortaya çıkan tehditle doğru orantılı olarak nükleer balistik füzelerin geleceği hakkında hiçbir şey kesin değildir. Keza, insanoğlunun henüz bu aletleri kullanmamasının sebebi, henüz bu aletleri kullanacak kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kalmamış olmasıdır...
Yararlanılan Kaynaklar :
Türk Askeri Kültürü - Hakan Kılıç, Balistik Füzeler
Modern Hava Sistemleri - Kolektif (Editör Sami Atalan)
Modern Strateji (Peter Paret) - Lawrence Freedman - Nükleer Çağda Uylaşımsal Savaş
Modern Deniz Sistemleri - Kolektif (Editör Sami Atalan)
0 Yorumlar