Eylül’ün sonunda Temps’in muhabiri, Petersburg’dan şu haberi geçiyordu: "Türklerin Galiçya’daki tümenleri, Avrupa orduları kadar iyi savaşan, seçilmiş ordulardan oluşmaktadır."

Sırbistan’ın Avusturya-Macaristan’a bağlanmasından 10 yıl sonra Avusturya karşıtı gösteriler düzenlenirken, Belgrad yönetimi güney Slavları birleştirmek amacıyla birilerinin hoşuna gitse de gitmese de bu gösterileri desteklemektedir. Sırbistan dışında, Balkanları arka bahçesi gibi gören Rusya vardı. 28 Haziran 1914 tarihinde, her Sırp vatanseveri tarafından saygıyla anılan, “Birlik veya Ölüm” örgütü üyesi, Czarna Ręka (Kara El) olarak da bilinen Gavrilo Princip, tesadüfen Saraybosna caddelerinden birinde yürürken, Slavları seven Avusturya-Macaristan veliahdı Arşidük Franz Ferdinand eşinden 1,5 metre mesafede bulunduğu sırada, browning marka silahına uzanıp ateş etmeye başladı.

Gavrilo Princip

Yine genel olarak kabul edildiği üzere bu olay Avrupa’da savaşın patlak vermesine neden oldu. İsteksiz biçimde savaşa giren Osmanlı İmparatorluğu’nun tercihi İttifak Devletleri tarafından yana olmuş, Osmanlı askerlerinin birçok cephede kahramanca mücadelesi, beklenen netice ve olumlu sonucu getirmemiştir. Savaştan yenik ayrılmış ve 1918 yılındaki Mondros Mütarekesi ile İtilaf Devletleri tarafından paylaşılmaya başlanmıştır. 1919 yılında Versay Barış Konferansı görüşmeleri ve 1920 yılındaki Sevr Antlaşması imparatorluğun parçalanmasına yol açmıştır.

Sevr Antlaşması

Almanların Türkleri kendi taraflarına çekmesiyle, Türkler hem Balkanlar hem de Asya’da savaşmak durumunda kalmışlardı. Rusların başlattığı Brusilov Ofansifi ile, Romenler Rusya saflarına katılmış ve Türkler Avrupa savaşına katılmaya karar vermişti. Romenlere karşı Türklerin 6. Kolordusu Bulgaristan’a yardıma giderken, 20. Kolordu Makedonya’ya kaydırılmış, Alman Genelkurmay Başkanı General Erich von Falkenhayn’ın ricası üzerine 15. Kolordu (19. ve 20. tümen) Galiçya Cephesi'ne gönderilmişti. İlk Türk askerleri trenlerle Macaristan üzerinden 1916 Temmuz ayında Galiçya’ya ulaştılar. O sıralar Galiçya’da 4. Kolordu bulunmaktaydı. 15. Kolordu 5. olarak cepheye katıldı. General Maximilian Hoffman’a tabii olan 15. Kolordu Zlota Lipa Cephesi'nde cesaretle savaştı. 1916 Ağustos ayında Türk askerleri Posuchowa bölgesindeki Dzikie Lany kasabası çevresinde konuşlanmış, yanlarında Ukraynalı Siczowi keskin nişancıları bulunmaktaydı. Ukraynalılar Türk askerlerini kahraman, subayları ise tecrübeli Avrupalı komutanlar gibi görmekteydiler. Cephede katıldıkları çarpışmaların ardından, 11 Haziran 1917 tarihinde 19. Tümendeki Türk askerleri Galiçya’dan çekilirken, yerlerini Almanya’nın 15. Kolordu ihtiyat kuvvetleri almıştı. 20. Tümen Türk askerleri 1917 Temmuz ayında karşı saldırılarda çarpışmış ve ardından yerlerini 24. Alman Tümenine bırakmışlardı. 11 Eylül 1917 tarihinde Galiçya cephesi çarpışmalarına katılmış bütün askerler İstanbul’a dönmüşlerdi.

Erich von Falkenhayn

Der Weltkampf um Ehre und Recht adlı Türklerden bahsedilen kitapta, Galiçya’daki subayların özellikle seçildiklerinden bahsedilmektedir. Elit grubu oluşturdukları söylenebilir. Gerçekten de iyi idare edilmiş ve donatılmış Türk askerleri kahramanca savaştılar. Türkiye’ye döndüklerinde bu Kolordu’nun artık elit olmadığı iddia edilmektedir. Bunun nedenleri gerek şehit düşenler gerekse Osmanlı İmparatorluğu’nun son durumu denilebilir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında müttefik olan Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu 1916-17 senesinde Doğu Galiçya’da Ruslara karşı çarpıştı.

1916 Temmuz ayında Galiçya’ya gönderilen kolordunun ilk komutanı Kurmay Albay Yakup Şevki (Subaşı) olmuştu. 1916 Kasım ayından itibaren yerini Tuğgeneral Cevat (Çobanlı) almıştı. Karargâh komutanı olarak Yarbay Yakup Şefik atanırken, 19. Tümen’e Yarbay Sedat, 20. Tümen’e Yarbay Yasin Hilmi atanmışlardı. Doğu Galiçya cephesine hareket tarihi olarak 10 Temmuz bildirilmişti. İlk bölükler, büyük bir sevkiyatla Ocak 1916’da açılan Berlin-Bağdat demiryolundan yararlanarak, hemen aynı ayın 22’sinde Uzunköprü’den yola çıktılar.

Batı Galiçya’ya türk askerlerinin sevkiyatı bir haftadan daha uzun bir süre almıştı. birlikler toplanır toplanmaz da, hemen cepheye doğru yola çıkıldı. Cephenin bu bölümünde başkomutan, Avusturya-Macaristan tahtının Veliahtı Prens Karl Franz Jozef’ti; Türk kuvvetleri ise, Dinyester’in kuzey kolları olan Zlota Lipa ve Narajówka nehirlerinin ayrıldığı yer olan Brzezany’dan başlayarak güneybatı yönünde, alman güney ordusu bünyesinde çarpışacaklardı. 15. Kolordu bu nehirlerin geçtiği vadilerde, daha sonra da Gnila Lipa havzasında mevzilenecekti. Bölgeye daha erken ulaşan 19. tümen, Mieczyszczów’daki karargahıyla birlikte, Potutory-Bozyków hattında, Zlota Lipa Nehri boyunca konuşlandırıldı. 20. tümen’in payına ikinci bölgede, Bozyków ve Lysa köyleri arasında, Zlota Lipa Nehri boyunca kazılmış siperlerin biraz daha uzun bir bölümü düşmüştü. Bu tümenin karargahı, Lipnica Dolna menzilinde kalıyordu, oradan Szumlana’ya taşındı. Tüm kolordu karargahı, bölgeye 20 Ağustos günü ulaşıp Podwysokie’de konuşlandı. 22 Ağustos günü tam öğlen vakti resmi olarak teslim aldıkları, Türkler tarafından kuşatılmış bu bölge, Avusturya-Macaristan’ın, bünyesinde 310. Honvedler Alayı’nı da barındıran, 54. tümeni tarafından boşaltılmış bir ara bölgede bulunuyordu.

Türklerin üzerine Tatarları, Çerkesleri, Kalmukları, Kazakları ve diğer milletleri sürerlerken, Türklerin, Müslümanlar arasındaki dayanışmayı dikkate alıp silah bırakacaklarına, herhalde, bel bağlamamışlardı. Savaşın birkaç ayından sonra Rusya’da gelişen olaylar, Avusturya istihbaratının “doğulu insanlara özgü etkiye açık hayal güçlerine”, “roketlerle ve başkaca piroteknik araçlarıyla” ve de “yıldızlı hilalli yeşil sancaklarla tesir etmeyi” denediği, Çar’ın zayıf düşmüş ve aç askerlerinin Türklere teslim olmasına neden olmuştu.

Wolyn siperlerine konuşlandırılan Osmanlı birliklerinin, karşılığında ağır kayıplar vermiş olmalarına karşın Gelibolu’da büyük bir başarıyla yerine getirdikleri ödevlerin benzerlerini burada da gerçekleştirmek zorunda oldukları, kısa zamanda ortaya çıkmıştı. Onları bekleyen, zorlu bir iklimde sürdürülen ve 1917’nin başından beri de ek olarak yoğunlaştırılmış topçu faaliyetiyle karakterize olan bir siper savaşıydı. Neredeyse her zaman sayısal üstünlüğe sahip ve tüm cephe hattında saldırı yapabilen taraf, Ruslardı. Topçu ateşini, büyük bir kararlılıkla yürütülen ve Türklerin de aslında geriye savuşturmakta çok başarılı görüldükleri, süngü saldırıları izliyordu.  Her iki taraf da sık sık el bombası kullanıyordu. Cephenin bu bölümünde sürdürülen mücadelenin şiddetini, Rusların zehirli gaz kullanışı, ayrıca alev silahı da kullanacakları söylentisi, son olarak da zırhlı araçlarını cepheye sürmeleri kanıtlamaktadır; ikinci kanıt ise 15. Kolordu’nun kayıplarıdır ki; bunda -yukarıda sayılan etkenlerin dışında- asker ve subayların savaş deneyimlerinin eksik oluşunun da, mutlaka büyük bir etkisi vardı. Çanakkale Cephesi'nde övgüler alan 19. ve 20. tümenler, Galiçya’ya kadrolarının yarısından fazlasını yenileyerek gelmişlerdi.

Osmanlı askerlerinin katıldıkları ilk önemli muharebeler, 1916 Eylülünün başlarında oldu. 77. ve 57. alaylar, 2-6 Eylül’de, Narajówka’da, general Hoffman’ın Alman kolordusuna birkaç kez yinelenen Rus saldırısını geri püskürtmeye önemli katkıda bulunarak öne çıkıyorlardı. 6 Eylül’de her iki Türk tümeninin birbirlerinden kopmasına ramak kalmıştı. Bu iki tümeni, cephenin Sarańczuki-Lipnica Dolna bölümünde baş döndürücü bir hızla geriye çekilen Bavyera 1. Yedek Tümeni’ni zamanında durdurmayı başaran ordu komutanlığı kurtarmıştı. Ancak, durumun zorunlu kıldığı manevralar neticesinde 20. Tümen 600 askerini kaybetmiş, başta 61. Alay’ın 1. Tabur’unun tümü olmak üzere, geride pek çok esir bırakmıştı. 8 Eylül’ü 9 Eylül’e bağlayan gece, Ruslar, 26. ve 27. tümenlerden alaylarla, Türk tümenlerine saldırılarını yinelediler. Bunları izleyen kanlı karşı ataklar sonrasında 15. Kolordu, düşmanı geri püskürtmeyi başarmıştı başarmasına ama ölü, yaralı ve kayıplarının sayısı 1500’ü bulmuştu. Daha sonraki büyük muharebeler, her iki tarafın da gruplarını yeniden oluşturmasından sonra, 16 ve 17 Eylül’de Złota Lipa kıyısında gerçekleşti. İlk gün, merkez orduların mevzilerine 4 Rus Tümeni’nden (3. Türkistan Tümeni, ayrıca 26., 41. ve 47. tümenler) 13 alay, üç kez saldırıda bulundu. Türklerin 62. Alay’ının bulunduğu bölümde, Ruslar zehirli gaz kullanmışlardı. Bütün 15. Kolordu, kendinden sayıca iki kat üstün düşmanın saldırılarına, tamı tamına 12 saat direndi. Her iki taraf da ağır kayba uğramıştı; bazı Türk kıtalarının bütün subayları şehit düşmüştü. Bir gün sonra ise, bütün yedek kuvvetlerin savaş alanına sürülmesinin ardından, alay komutanları bile siperlerde göğüs göğse çarpışmıştı. Sonuçta, 17 Eylül’e kadar geçen sürede Türk tarafının toplam kaybı (ölü, yaralı ve kayıp olmak üzere); 95 subay ve 7 bin askerdi. Genelkurmay için hazırlanan raporda, ay sonu itibarıyla 45 subay ve 5 bin askerin şehit düşmüş olduğu bildiriliyordu. Kolorduda silah altına alınmış ucu ucuna 12 bin asker bulunuyor olsa da, Türkler, Ruslara değil, ama İngilizlere, özellikle de geçen yıl Gelibolu’da karşı karşıya kaldıkları Avustralyalılara büyük bir saygı beslemeye devam ediyorlardı. Eylül’ün son günü, süngü savaşlarının yapıldığı gündü ve 4 Türk alayı (57. 61. 72. ve 77. Alaylar) 3. Kafkas Kolordusu birliklerini yendiler. Türk komutanlığı, çok fazla sayıda asker kaybına uğradığı göz önüne alınarak Alman ikmalinden ilk kez o gün yararlanmıştı.

1916 Ekim ayının başlamasıyla birlikte, 19. ve 20. tümenlerin grupları bir kez daha düzenlendi. Aynı ayın 5’inde, Ruslar, 61. Alay’ı büyük kayba uğratıp bir süre savaşın dışında bıraktılar. Bunu izleyen gün ise 15. Kolordu, 3 bin askerini ve 15 subayını daha kaybetti; 10 bölük komutansız kaldı. 20. Tümen, operasyon kabiliyetini tümden kaybetmiş, bir kez daha Alman ikmalinden yararlanmak zorunda kalmıştı; onun yerine 36. ihtiyat Tümeni geçti. Aslına bakılırsa Rusların kaybı 4-5 misli daha fazlaydı, ancak onların, Türklerin aksine, kadro sıkıntısından çekinecekleri bir durum yoktu. 15-22 ve 30 Ekim tarihlerinde, Narajówka kıyısında çetin mücadeleler devam etti. Kasım ayı, savaşın biraz hızını kesmesinden faydalanarak, çarpışmalarla geçen iki aydan sonra öncelikle yaralarını sarmakla meşgul olup gerekli grup düzenlemelerini yapan her iki tarafın da durumlarında pek büyük bir değişiklik yapmamıştı. Osmanlı’nın her bir piyade taburunda ortalama 600 (Alman taburlarında 900) asker bulunuyordu, dolayısıyla bölüklerin sayısı aşağıya çekilmişti. Almanlar, Türklere hediye olarak tabur başına 3’er makinalı tüfek dağıtmışlardı. Ortalıkta, Rusların büyük ölçekli alev silahı kullanacaklarına dair dedikodular dolaşıyordu.

Bu arada 1916 Kasımına ulaşılmıştı. Önce Rus siperlerinden karşı tarafa barış çağrısı yapan el ilanları atıldı, ardından gözcüler Rus siperlerinin gerisinden dolaşıp duran zırhlı araçlara dair ihbarlarda bulunmaya başladılar. 1917’nin Ocak ayında, Çarlık kurmaylarının kullanmayı gerçekten deneyebilecekleri, çok az sayıda, tankın görülmüş olması, düşman karargahında yapısal değişimler gerektirmişti. Tümenlerde aceleyle bomba ve hücum bölükleri oluşturuldu; neferlerin moral durumlarından büyük endişe duyuluyordu. Her iki taraf da, tamı tamına 3 ay boyunca siperlerden kafalarını dahi dışarıya çıkarmamışlardı. Nisan’ın ortalarında başkomutanlık, 15. Kolordu’ya, hazırlanmakta olan taarruz harekatında kolorduyu kullanma planlarını bildirdi.

1917 Yılında Doğu Cephesi

14 ve 15 Nisan günleri iki Tatar, Türk siperlerine dostluğa çağrı yapan mektuplar ulaştırdı. Ruslar ve Almanlar karşılıklı olarak birbirlerine ziyaretlerde bulunmaya başladılar ki, sonunda bu ziyaretlerin sıklığı Alman başkomutanlığının bu türlü bir icraatın yapılmamasına dair resmi bir yasak getirmesine yol açtı. Batı cephesindeki başarısızlık nedeniyle Almanların Güney Ordusu, cephane kullanımında tutumluluğa gitmesi yönünde emir almış, diğer taraftan Ruslar cephede pek de istedikleri gibi olmayan durumu, yeniden kendi lehlerine çevirebilmek için son bir denemeye girişmişlerdi. Rusların böyle bir çaba içinde oldukları, topçu atışının takviyesi, cepheye yeni araçların, özellikle de uçakların getirilmesi ve nihayetinde varlıklarıyla sönmekte olan mücadele ateşini diriltmeyi deneyen Kierenski ve Brusilov’un cepheye yaptıkları ziyaretlerden belli oluyordu. Aynı ayın sonlarına doğru 15. Kolordu, Galiçya Cephesi’nden planlı geri çekilişiyle ilgili bir bilgi aldı. Haziran’da 19. Tümen geri gönderildi. Ancak 20. Tümen’in geri çekilmesinden önce, 29 Haziran’da son Rus hücumu başladı. Hücumun ilk günü Türk mevzileri yoğun topçu ateşine maruz kaldı; 24 top ateş ediyordu ve her birine yaklaşık 43 bin gülle düşüyordu. Ruslar, hücuma kalkmadan önce zehirli gaz kullanmışlardı. Bu bölümde başlayan ve birkaç gün boyunca süren çarpışmaların da, daha öncekilere benzer bir gelişimi oldu. Sonuçta; Brzeżany bölgesinde Çarlık Ordusu, yaklaşık 13 bin kayıp verdi. Temmuz’un ortalarında Rus komutanlığı, umumi geri çekilişini başlattı. 15 Temmuz günü 15. Kolordu karargahı geri çekilmeye başladı,  20. Tümen ise Alman komutasına girdi. Alman, Avusturya ve Macar kuvvetlerince gerçekleştirilen hücuma katılıp 3. Kazak Kafkas Tümeni ve Wrangel Müfreze Kolordusu ile çatışmaya girdikten sonra Zbrucz nehrine kadar ilerledi. Hücumun Ağustos başında durdurulmasıyla birlikte, Tümenin Türkiye’ye dönmesine karar verildi. Ağustos’un 16’sında topçu bölükleri, 22’sinde ise piyade alayları ülkelerine dönmek üzere yola çıktı. 20. Tümen’in son birlikleri, 26 Eylül’de İstanbul’a ulaşmıştı.

Türk kayıtlarına göre, Doğu Galiçya’daki bir yıllık kalış neticesinde, 15. Kolordu 12 Subay ve 853 asker esir almıştı. Enver Paşa'dan başka, cepheye gelip Osmanlı askerinin savaş ruhunu teftiş edenler şunlar olmuştu: Abdürrahim ve ona eşlik eden Osman Fuat’la Ömer Faruk Şehzadeleri, İmparator Karl, Kayser Wilhelm.

Türkler, Osmanlı kolordusunun çekilmesini Orta Doğu'daki yeniden alevlenen çatışmalara bağlamışlardı. Brześć Litewski (Brest Litovsk)’ta kısa bir süre sonra yapılacak olan görüşmelerde, o güne kadar müttefik olan devletlerin çıkarlarında bir ihtilafın olduğunu ortaya koyacaktı. Bugün onların Doğu Galiçya’daki mevcudiyetlerinin yegane izi, eski gazetelerdeki ufak ufak haber yazıları, fotoğraflar ve çoğunlukla harap edilmiş mezarlıklardaki mezarlarıdır.

Kaynak:

Danuta Chimelowska 

Akdes Nimet Kurat, Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Bulunan Alman Generallerinin Raporları,

P. I. Renouvin, Dünya Savaşı ve Türkiye 1914-1918, 

J. Reychma, Historia Turcji.

0 Yorumlar