1. Dünya Savaşı'nda Alman Doğu Asya Filosunun Faaliyetleri Bölüm-2: Coronel Muharebesi
Soldan Sağa Doğru Amiral Cradock, Amiral Spee ve Amiral Sturdee |
Herkesin bildiği üzere dünya üzerinde gelmiş geçmiş en büyük deniz muharebesi, 31 Mayıs - 1 Haziran 1916 tarihleri arasında Jutland Burnu açıklarında Alman İmparatorluk Donanması ile İngiliz Kraliyet Donanması arasında yaşanan Jutland Deniz Muharebesidir. Bu muharebe neticesinde, İngilizler daha fazla kayıp vermesine rağmen sayıca üstün olmalarından ötürü Almanları geri çekilmek zorunda bırakmış ve savaşı Almanlar taktiksel olarak kazanmalarına rağmen, İngilizler stratejik olarak Alman Donanmasını limanlarından çıkamaz hale getirmeye devam ettiği için daha avantajlı konumda olmaya devam etmiştir. İngilizlerin bu stratejik kazanımının sonucu olarak da Almanların 1. Dünya Savaşını kaybetmesindeki bir diğer etken de denizlerde ‘’hâkimiyet kuramamaları’’ olarak gösterilebilir.
Jutland Deniz Muharebesi'nden Bir Betimleme |
Ancak Jutland Deniz Muharebesi’nden önce İngilizler ile Almanlar arasında denizde az bilinen bir muharebe daha yaşanmış ve İngiliz Kraliyet Donanması bu savaştan ağır bir ‘’mağlubiyet’’ alarak ayrılmıştır. Bu mağlubiyet sonrası İngilizler 2. Dünya Savaşı’na kadar bir daha bu kadar ağır bir mağlubiyet almayacaktı. Bahsi geçen bu savaş Güney Amerika’nın Şili sahillerinde bulunan Coronel şehrinin açıklarında meydana gelmiştir. İşte İngilizleri mağlup eden bu donanmanın komutanı ise ünlü Alman Amiral Maximilian Von Spee idi. Bu yazıda Coronel Savaşına kadar olan gelişmeleri, savaşın detaylarını ve savaş sonrası iki tarafın faaliyetlerini anlatarak, yazının ‘’ikinci kısmı’’ olarak niteleyebileceğimiz ‘’gelişme’’ bölümü işlemiş olacağız.
Amiral Maximilian Von Spee |
Önceki yazıda (1. Dünya Savaşı'nda Alman Doğu Asya Filosunun Faaliyetleri Bölüm-1) Amiral Spee’nin Güney Amerika’ya kadar olan yolculuğunu, neden Güney Amerika’ya gittiğini ve Alman Ticari Akıncılarının akıbetlerini anlatmış ve Amiral Spee komutasındaki Doğu Asya Filosu’nu Paskalya Adasına doğru yol alırken bırakmıştık. Alman filosunun Pasifik Okyanusu’ndaki yolculuğu sırasında Marquesas Adaları'dan (konum) sonraki durağı Paskalya Adası olmuştu. Alman filosu Paskalya Adasına 12 Ekim 1914'te ulaştığında, Dresden Hafif Kruvazörü’de Paskalya Adalarına doğru yol almaktaydı. Aynı tarihlerde Kuzey Amerika’da icra ettiği ticari akınlarının başarısız olması üzerine İngiliz ve Japon kruvazörleri tarafından kovalanan ve onları atlatmayı başaran Leipzig Hafif Kruvazörü de, Alman Amiral'in komutasındaki filosu katılmak üzere Güney Pasifik’e doğru yol almaktaydı.
Almanlar Paskalya Adasına (konum) ulaştıktan sonra hızlı şekilde ihtiyacı olan malzemeleri tamamlama yoluna
gitti. Adada çiftlik yöneten Edwards
adlı bir İngiliz, Almanlara taze et ve sebze sağladı. Ada halkının Alman
gemilerine yardımından da anlaşılacağı üzere büyük savaşın (1. Dünya Savaşı)
başladığından haberleri yoktu. Gemilere erzak taşıyan çiftlik sahibinin adamlarından
biri, Almanların gergin ve gizli tuttukları bir şey olduğundan şüphelenerek
patronunu uyardı. Ancak çiftlik sahibi bu uyarıyı dikkate almadı. Alman filosu
çiftlik sahibinden aldığı erzakların parasını nakit olarak değil, Şili’nin Valparaiso
şehrinde bulunan Alman Konsolosluğu tarafından ödenmek üzere bir ödeme yazısı vererek
hesabı kapattı. Alman filosu tüm tedarikini bir hafta içerisinde tamamladıktan sonra Batıda bulunan Mas-a-Fuera Adasına doğru yola çıktı,
Alman filosu yola çıktıktan sonra çiftlik sahibi kendisine verilen ödeme
yazısını yola çıkacak ilk posta gemisi ile Valparaiso'ya (konum) gönderdi.
Valparaiso'ya ulaşan bu fatura bölgede bulunan Almanlar arasında büyük bir
heyecana ve şaşkınlığa neden oldu. Çiftlik sahibi tarafından yollanan bu fatura
ise Almanlar tarafından olması gerekenden kat kat daha fazlası verilerek
kendisine gönderildi.
Aslında
Valparaiso'da yaşayan Almanların bu şaşkınlığını anlamak pek mümkün değil!
Çünkü bir önceki yazıda ileri
sürülen nedenlerden dolayı, Amiral Von Spee'nin, Güney Amerika'da faaliyet
göstereceği İngilizler tarafında kesin gözüyle bakılan bir durumdu. Güney Amerika’da
bulunan Almanların da bunu tahmin etmesi pek zor olmasa gerek! Ancak bölgedeki Almanların
beklentisi Amiral Spee’nin, Kuzey Amerika’ya ilerleyerek Kanada’nın en önemli
limanlarından birisi olan Vancouver'a
saldırması ve bu bölgede faaliyet gösteren müttefik ticari nakliye gemilerine
saldırı düzenlemesi beklentisi üzerine kuruluydu.
Hizen Ağır Kruvazörü |
Asama Kruvazörü |
Ancak savaş başladığı dönemde Kuzey Amerika’daki müttefik filolarının faaliyetleri bu olasılığı dikkate alınmayacak şekilde Amiral Spee’yi bölgeden uzakta tutuyordu. Keza Üç Japon kruvazörü, Idzuma, Hizen ve Asama'nın, Doğu Pasifik'te faaliyet gösterdiği muhtemelen Alman Amiral tarafından biliniyordu. Ayrıca Kanada Hükümeti’nin kıyılarını korumak üzere denizaltılar satın aldığı da bilinen bir gerçekti. Bu etkenlerle birlikte Kanada ve İngiliz Kruvazörlerinin Kuzey Amerika kıyılarını korumadaki başarısı da eklenince, Leipzig Hafif Kruvazörü ticari akınlarında herhangi bir başarı gösteremeden ve Japon gemilerinin baskısından dolayı, çareyi rotasını Güney Amerika’ya doğru çevirerek Amiral Spee’nin komutasındaki filoya katılmakta bulmuştu. Dolayısıyla, yukarıda zikrettiğimiz riskleri bünyesinde barındıran bir bölgeye saldırması Amiral Spee’nin filosu için ‘’intihar saldırısı’’ndan farksız olacaktı. Ayrıca, böyle bir saldırı düzenlemek hem Alman Amiral hem de Almanlar için politik ve askeri olarak kazancı az; kaybı çok olan bir durum ortaya çıkartacaktı. Çünkü Kanada’nın Pasifik kıyılarında bulunan limanlarına saldırı düzenlemek Avrupa’da devam eden savaşa çok büyük bir katkı sağlamayacağı gibi büyük bir riski de bünyesinde barındırıyordu. Bu büyük risk, ABD gemilerinin yanlışlıkla batırılması ve bunun sonucu olarak Almanya ile ABD arasında diplomatik krizlerin ortaya çıkması ve belki de Amerika’nın müttefik kuvvetlerin yanında savaşa dâhil olması riskiydi. Böyle bir durum gerçekleştiği takdirde Avrupa’da devam eden savaşta, Almanya’nın savaşı kazanma ihtimalinin de bir hayli az olacağı da bir başka gerçekti. Bu yüzden Amiral Spee harekât planını oluştururken baştan beri Kuzey Amerika seçeneğini eleyerek rotasını Güney Amerika’ya doğru çevirmeyi seçmişti.
İNGİLİZLERİN HAZIRLIĞI VE SİYASİ GELİŞMELER
İngiltere
Donanma Komutanlığı, Alman filosunun Güney Amerika’nın Batı kıyılarında
faaliyet gösterdiğini haber alır almaz, Amiral Cradock'a, Spee'yi bulması için
harekete geçmesi talimatını verdi. Ancak talimat içerisinde muğlak
ifadelerin bulunması Donanma Komutanlığı ile Amiral Cradock arasındaki iletişim
sıkıntılarının yaşanmasına, ilerleyen safhalarda da çeşitli yanlış
anlaşılmalara ve bunun sonucu olarak yanlış kararlar verilmesine neden
olacaktı. Amiral Cradock keşif emrini aldıktan sonra, Amiral Stoddart komutasındaki
gemilerin de Atlantik Okyanusu’nun Güneyine gelmesi için Donanma
Komutanlığından izin istedi. Böylelikle Amiral Cradock komutasındaki filo Güney
Amerika’nın Batı kıyılarında Alman filosunu ararken; Amiral Spee’nin kendisini
atlatması ve filosuyla Horn Burnu’nu geçerek Atlantik Okyanusu’na açılması
durumunda Amiral Stoddart komutasındaki filonun Alman Amirali karşılayarak Alman
Doğu Asya Filosunu çekiç-örs misali ile kıskaca alma planını devreye sokmak
istiyordu. Amiral Cradock’un bu planını uygun bulan Donanma Komutanlığı, Tümamiral Archibald Stoddart
komutasındaki Kuzey Filosu’nun, Güney’e kayarak devriye görevleri yürütmesine
izin verdi. Kuzey filosunu komuta eden Amiral Stoddart’ın emrinde bu dönemde, Ağır
Kruvazör Carnarvon, Hafif Kruvazörler
Cornwall ve Bristol’ün yanı sıra Silahlı Ticaret Gemisi Oroma bulunuyordu. Ancak bu gemiler Orta Atlantik’ten başlayarak
Brezilya kıyıları boyunca geniş bir alana dağıldığı için toplanarak bir filo
oluşturmaları uzun zaman alacaktı.
Tümamiral Archibald Stoddart |
Amiral Cradock’un komutasında Güney Amerika’nın Batı kıyılarında Amiral Spee’yi bulmak için oluşturulan filoda ise Ağır Kruvazörler Good Hope ile Monmouth, Hafif Kruvazör Glasgow ve Silahlı Ticaret Gemisi Otranto bulunuyordu. 18 Ekim 1914 tarihinde ise filoya takviye olarak Canopus Ağır Kruvazörü’nün katılması kararlaştırıldı. Canopus Ağır Kruvazörü, Öndretnot savaş gemilerinin ilk örneklerinden birisi olduğu için teknolojik olarak bir hayli eskiydi. Bu yüzden savaş başlamadan önce Donanma Komutanlığı Canopus’u hurdaya ayırmayı planlanıyordu. Ancak 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve İngiliz donanmasının en küçük birimlere dahi ihtiyaç duymasından dolayı Canopus hurdaya ayrılmak yerine görev almaya devam etmek zorunda kalmıştı. Canopus, bu dönemde görev yapmasına rağmen motor sisteminin çok fazla revizyona ve tamire ihtiyacı vardı. Bu yüzden İngiliz mühendisler geminin en fazla 12 knot hız yapacağını iddia ediyorlardı. Ancak geminin özverili mühendisleri sayesinde gemi 16 knot hıza kadar çıkabildiği görülmüştü.
HMS Canopus Ağır Kruvazörü |
Buna rağmen Amiral Cradock’un komutasındaki gemilere göre Canopus’un hızı bir hayli düşüktü ve Canopus, filonun hızlı hareket etmesini önleyen ‘’ayak bağından’’ başka bir şey değildi. Buna karşın Donanma Komutanlığı, Canopus olmadan Alman Kruvazörlerine karşı Amiral Cradock komutasındaki filonun ateş gücü bakımından hiç şansı olmayacağını biliyordu. Bu yüzden Canopus’un kesinlikle yavaş olsa dahi filo ile birlikte hareket etmesinden yanaydılar.
Alman
filosunu bulmak için Ekim ayının başında Güney Amerika’nın Batı kıyılarında
keşif görevi icra eden filodan ayılan Good Hope Falkland Adalarına gelerek
erzak ihtiyacını karşıladı. Amiral Cradock, Port Stanley limanında bulunduğu
sırada Canopus’un mevcut durumundan dolayı kendisine yarardan çok zarar
vereceğini düşünerek Winston Churchill’e konu hakkında şu mesajı gönderdi:
‘’Canopus’un yavaş hızı nedeniyle Alman filosunu
bulmak ve yok etmek pratik olarak mümkün gözükmüyor. Bu nedenden ötürü HMS
Defence Ağır Kruvazörü’nün filoya dâhil edilmesi başarı şansımızı daha fazla
arttıracaktır.’’
Bu mesajı çektikten sonra Amiral Cradock, 20 Ekim 1914'de Falkland Adalarında bulunan Port Stanley üssünden yola çıktı. Amiral Cradock hala HMS Defence Ağır Kruvazörü’nün sonradan filosuna katılmasını bekliyordu.
HMS Defence Ağır Kruvazörü |
27 Ekim'de Amiral Cradock, Churchill’e bir mesaj daha yollayarak; Canopus'u yavaş hızı nedeniyle geride bırakma niyetinde olduğunu ve daha önce talimat verildiği üzere Amiral Spee komutasındaki filoyu diğer gemilerle aramaya devam edeceğini, daha önce talepte bulunduğu HMS Defence’in filoya takviye olarak katılmasını beklediğini belirtti. Bu mesajdan da anlaşılacağı üzere Donanma Komutanlığı ile Amiral Cradock arasında halen gemilerin hangi bölgede görev yapacağı, hangi filoya tahsis edileceği ve ne şekilde kullanılacağı konusunda bir anlaşmazlık olduğu görülebilir. Çünkü Amiral Cradock, sahip olduğu bu gemilerle, Amiral Spee'ye karşı savaşması beklendiğine inanıyordu. Ancak Donanma Komutanlığı, Güney Amerika’nın Batı kıyılarında göreve çıkan filonun sadece keşif yapmasını, düşmanın bir kısmıyla karşılaşması durumunda savaşmasını ve bu çatışma sırasında Canopus'un sadece savunma amaçlı kullanılmasını, düşmanın tamamı ile karşılaşmaları durumunda ise herhangi bir çatışmaya girmeden geri çekilmelerini ve Port Stanley üssüne düşmanın konumu hakkında bilgi vermelerini bekliyordu.
Churchill, Amiral Cradock tarafından gönderilen mesaja verdiği cevapta; HMS Defence’in, Amiral Spee’nin kendilerini atlatması durumunda Güney Amerika’nın Doğu kıyısında Alman filosunu karşılamak üzere kalacağını ve Alman filosuna karşı şuan yeterli kuvvete sahip olduğunu iletti. Ancak Churchill’in bu mesajında asıl dikkat edilmesi gereken husus Amiral Cradock’un, Canopus’u geride bırakarak mevcut gemilerle Kuzeye olan yolculuğu hakkında herhangi bir talimat veya yorumda bulunmamasıydı. Churchill, ilerleyen dönemde Cradock tarafından kendisine yollanan mesajda neyi ifade ettiğini veya amaçladığını tam olarak anlamadığını söyleyerek yukarıda ifade edilen mesajı yolladığını dile getirecekti.
Birinci Deniz Lordu Battenberg Prensi Louis |
Aslına bakılacak olursa Churchill’in bu mesajı anlayamamasının başka nedenleri de bulunuyordu. Çünkü aynı tarihlerde Londra’da bir iktidar savaşı söz konusuydu ve Churchill bu iktidar savaşının tam göbeğinde yer alıyordu. Ekim ayı içerisinde Churchill ile Birinci Deniz Lordu Battenberg Prensi Louis arasında bir iktidar savaşı sürüp gitmekteydi. Bunun sonucu olarak 20 Ekim 1914’de Churchill, Prens Louis’den istifasını istemişti ve 27 Ekim 1914’de Battenberg Prensi Louis görevinden istifa etmişti. Bu istifa sonrası Churchill ciddi bir kamuoyu baskısı altında kalmasına rağmen Birinci Deniz Lordluk görevine Amiral Jackie Fisher’ı getirmişti. Amiral Jackie Fisher’ın, Alman asıllı olmasından dolayı İngiliz kamuoyunda seslerin yükselmesine neden olmuş ve Battenberg Prensi Louis’in Ficher’e göre daha güvenilir bir kişi olduğu konusunda Churchill ciddi bir baskı altında kalmıştı. İngiliz Donanma Komutanlığı’nın en üst kademesinde yaşanan bu kriz Güney Amerika’da beliren tehlikenin görülmesini engellemiş ve çeşitli yanlış anlaşılmalar yaşanmasına ve bunun sonucu olarak yanlış kararların alınmasına neden olmuştu. Eğer yönetimsel kriz söz konusu olmamış olsaydı, Churchill kararlarını daha iyi sorgulayabilir ve dikkatli şekilde durumu irdeleyerek doğru kararlar verebilirdi. Bu kısa süreli kriz 30 Ekim 1914’de sonuca ulaşmış ve Birinci Deniz Lord’u olarak Amiral Jackie Fisher görevinin başına geçmişti. Tabi ki 30 Ekim’de sorunun çözülmesi Amiral Cradock komutasındaki filo için değerli olan kararların verilmesini ertelemişti.
Amiral Jackie Fisher |
ALMAN FİLOSUNUN CORONEL MUHAREBESİNE KADAR BÖLGEDEKİ FAALİYETLERİ
Amiral
Von Spee, Paskalya Adası’nda eksiklerini
tamamlarken düşmanın ve bölgenin durumu ile ilgili bilgilere de ihtiyacı vardı.
Paskalya Adası ile Valparaiso arasının yaklaşık 2.300 mil olduğu düşünüldüğünde dönemin
imkânları dâhilinde kara ile telsiz haberleşmesi sağlayabilmesi için havanın
uygun koşullarda olması gerekiyordu. Bu kadar uzun mesafeye ve teknolojik imkânsızlığa
rağmen Amiral Spee bir şekilde kara ile iletişim imkânlarını zorlamaya devam
ediyor ve bölgenin durumunu öğrenmek için elinden geleni yapıyordu. Bu çabaya
en iyi örnek ise Amiral Spee’nin, Paskalya Adası’ndan ayrıldıktan sonra 20 Ekim’de
karşılaştığı bir Alman tedarik gemisinden elde ettiği bilgilerdi. Bu bilgiye
göre; "Good Hope, Monmouth ve
Glasgow'dan oluşan bir İngiliz Filosu'nun Pasifik Okyanusu’nun Güneyinde bir
devriye görevi icra ettiği…" haberi Alman Amiralin karşısında bir
İngiliz gücü olduğunu gösteriyordu.
Bu
dönemde gerçekten de Amiral Cradock komutasındaki filo 28 Eylül 1914’de çıktığı devriye görevini sürdürmekteydi. Bu devriye
görevi için 28 Eylül'de Magellan Boğazı’nda bulunan İngiliz Filosu o tarihte Güneye
yönelerek Tierra del Fuego (konum) çevresindeki koylarda birkaç gün devriye görevi gerçekleştirmişti. Alman
tedarik gemisi ise İngiliz filosunu Tierra del Fuego açıklarında görmüştü. Ekim
ayının başında Amiral Gemisi Good Hope Falkland'a ki üsse geri dönmüş, diğer
gemiler ise Şili kıyılarında devriye görevi yürütmeye 11 Ekim’e kadar devam etmişlerdi. 11 Ekim’de Glasgow diğer
gemilerden ayrılarak, önce 14 Ekim'de Coronel'e
ulaşmış, ertesi gün ise Valparaiso
şehrine geçmişti. Ancak bu bilgiler yukarıda da belirttiğimiz üzere Amiral
Spee’nin eline 19 Ekim’de ulaştığı için İngilizlere baskın mahiyetinde bir
saldırı yapma şansı kalmamıştı. Buna karşın Amiral Spee, Şili kıyıları, Magellan
Boğazı ve Hope Burnu bölgesinde bir İngiliz gücü olduğunu öğrenmişti.
Mas-a-Fuera Adasına Demirlemiş Olan Dresden Hafif Kruvazörü |
Alman filosu, Paskalya Adası’ndan 19 Ekim 1914’de ayrıldıktan sonra Doğu’ya doğru yolculuğa başlamış ve Mas-a-Fuera Adasına ulaştı. 27 Ekim 1914'de Mas-a-Fuera'dan yola çıkan filo üç gün sonra öğleye doğru Valparaiso'nun yaklaşık 50 mil batısındaki bir konuma geldi ve burada 24 saatten fazla kaldı. 31 Ekim'de filo Güneye doğru ilerlemeye başladı. Bu yolculuk sırasında Nürnberg Hafif Kruvazörü filodan ayrılarak önemli belgeleri vermek ve Almanya’dan gelen talimatları almak için Valparaiso'ya gitti. Alman Amiral, Nürnberg’i Valparaiso’ya yollarken şüphesiz, kıyı ile de iletişim halindeydi ve şehrin güvenli olduğunu biliyordu. Aynı şekilde kıyıdan aldığı bilgiler sayesinde bir önceki akşam bölgeye bir İngiliz Kruvazörü’nün de (Glasgow) ulaştığının haberini almıştı. Çünkü Almanların neredeyse tüm Güney Amerika limanlarında ajanı vardı. Bu ajanlar sayesinde Amiral Spee, Magellan Boğazı’na uğrayan veya oradan geçen herhangi bir düşman gemisinden bu ajanlar sayesinde haberdar oluyordu.
Amiral
Spee, aldığı bilgiler dâhilinde İngiliz filosuna göre üstün hıza ve vuruş
gücüne sahip olduğunu biliyordu ve bu üstünlüğünü kullanma yolunda hareket etme
niyetindeydi. Bu yüzden bir önceki akşam bölgede bulunduğunu öğrendiği Glasgow’a
saldırmak için Şili kıyılarından yaklaşık 20 deniz mili uzaklıkta konumlanmış
ve Güneye doğru yol almaktaydı.
Amiral Spee, Glasgow'un Güneye doğru hareket ederek, ana filo ile buluşacağını ve ana filonun da Glasgow ile arasında çok fazla mesafe olmadığını düşünüyordu. Çünkü Güney Amerika’daki casusluk ağı sayesinde Ekim ayının 24'ü yada 25'i gibi Good Hope’un Magellan Boğazı’ndan geçerek Kuzeye doğru yol aldığının haberini almış olmalıydı. Aynı şekilde Canopus’da, Good Hope’un geçişinden birkaç gün sonra aynı bölgeden geçmişti. Canopus’un hızını iyi bilen Amiral Spee, İngiliz filosuna bu geminin yetişemeyeceğini de hesaplamış olmalıydı.
Bu gelişmeler ışığında Amiral Von Spee'nin Güney Pasifik'ten ayrılarak Atlantik Okyanusu’na geçmeye karar verdiğine dair hiçbir belirti yok. Amiral Spee’nin ya bunu planlamak için zamanı yoktu, yâda Atlantik Okyanusu’nda düşmanlarının durumunu bilmemesinden dolayı biraz oyalandığı düşünülebilir. Von Spee’nin elindeki kesin bilgi ise Güney Amerika’nın Batı kıyılarında faaliyet gösteren İngiliz gemilerine karşı bariz üstünlüğü olduğuydu ve bu üstünlüğü sonuna kadar kullanma niyetinde olduğu da yaptığı hamlelerle rahatça anlaşılabiliyor. İngilizlerin bilmediği ise Alman donanmasına yakın zamanda Dresden ve Leipzig Hafif Kruvazörleri’nin katılmış olduğu ve bu gemilerin katılımıyla Amiral Spee’nin gücüne güç kattığıydı. Artık mükemmel fırtına için her şey hazırdı.
İKİ
FİLO ARASINDAKİ GÜÇ DENGESİ
Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Güney Amerika’nın Batı kıyılarında görev yapan İngiliz filosuna bağlı ağır kruvazörler dönemine göre eski sayılabilecek modellerdi ve haliyle bu gemilerin silah sistemleri de teknolojik olarak çok olmasa da geri kalmış sayılabilir. Neredeyse tüm filoda görevli mürettebatın çoğunluğu ise yedek kuvvetlerden oluşturulmuş ve bu yüzden deneyimsizlerdi. Filonun, Pasifik Okyanusu’nda görev yapan gemilerinden ana vuruş gücünü oluşturan HMS Monmouth ve HMS Good Hope Ağır Kruvazörleri 1900’lü yılların başında göreve başlamış eski model gemilerdi. İki gemide de çok sayıda 6 inçlik top bulunuyordu. Bu silahlara karşın Monmouth‘da büyük kalibreli silah yokken Good Hope’da, tek tarete monte edilmiş 2 adet 9.2 inçlik toplar bulunmaktaydı.
HMS Monmouth Ağır Kruvazörü |
HMS Good Hope Ağır Kruvazörü |
Filonun bir diğer gemisi HMS Glasgow Hafif Kruvazörü, HMS Monmouth ve HMS Good Hope Ağır Kruvazörlerine göre daha yeni bir gemiydi. HMS Glasgow Hafif Kruvazörü’nde tek tarete monte edilmiş 2 adet 6 inçlik top ve 10 adet 4 inçlik top bulunuyordu. Özellikle Glasgow’da ki 6 inçlik toplar filodaki ağır kruvazörlerin aynı ebattaki toplarına göre yeni model toplar kullandığı için hem menzili uzun hem de ateş gücü yüksekti. Bu yüzden filonun diğer gemilerine nazaran Glasgow, ateş gücü olarak diğer gemilere nazaran daha etkili silahlara sahipti.
HMS Glasgow Hafif Kruvazörü |
Silahlı ticaret gemisi SS Otranto ise 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla silahlandırılmış bir ticaret gemisiydi. Gemiye monte edilmiş silahlar 8 adet 4,7 inçlik eski model toplardı. Gemi görev aldığı Güney Amerika filosu içerisinde Almanlar tarafından kendisi gibi silahlandırılarak ‘’Ticari Akınlar’’ yapan gemileri aramak, bu gemilerle çarpışmak ve beraber hareket ettiği filonun diğer gemilerine destek olmak için görevlendirilmişti.
SS Otranto Silahlı Ticaret Gemisi |
İngiliz filosunun Güney Amerika’nın Pasifik Okyanusu kıyılarında görev yapan gemilerinin aksine Amiral Spee yönetimindeki Doğu Asya filosunda görev yapan personel, ünlü Alman Amiral Alfred von Tirpitz tarafından özenle seçilen subaylar tarafından yönetilen beş modern gemiden (Zırhlı Kruvazörler SMS Scharnhorst ve Gneisenau, Hafif Kruvazörler SMS Dresden, Leipzig ve Nürnberg) oluşuyordu. Amiral Spee komutasında bulunan filonun ana vuruş gücünü oluşturan Scharnhorst ve Gneisenau Ağır Kruvazörleri 1908 yılında göreve başlamış dönemine göre modern gemilerdi. İki kardeş gemide 8,2 inçlik 8 top bulunuyordu ve bu toplar yeni teknolojiye sahip olduğu için menzil ve ateş gücü açısından filoya çok büyük bir avantaj sağlıyordu. Ayrıca her iki geminin topçu mürettebatı özel olarak seçildiği için gemilerinin silah sistemlerine oldukça hâkim ve başarılı personellerdi. Tabi ki personelin başarısı sadece özel olarak seçilmelerine bağlanamaz. Bahse konu bu başarının içerisinde Amiral Spee’nin de büyük payı bulunuyordu. Amiral Spee, barış dönemi boyunca personeline devamlı tatbikatlar yaptırarak başarı oranlarının yükselmesinde büyük rol oynamıştı. Bu yüzden savaş öncesi yapılan tatbikatlarda SMS Scharnhorst ve Gneisenau Ağır Kruvazörlerinde görevli topçu personeli isabetli atışları sayesinde büyük övgüler almıştı.
SMS Scharnhorst Ağır Kruvazörü |
SMS Gneisenau Ağır Kruvazörü |
Amiral Spee komutasındaki filoya bağlı SMS Dresden, Leipzig ve Nürnberg hafif kruvazörleri 1906 ile 1908 yılları arasında görevlerine başlamıştı. Bu gemilerin hepsinde 4,1 inçlik 10 ile 12 arasında top bulunuyordu. Ayrıca SMS Dresden ve Nürnberg hafif kruvazörlerinde 2,1 inçlik toplarda bulunmaktaydı. Bu üç geminin personeli savaş başladıktan sonra uzun süre denizlerde düşmanlarına karşı faaliyetler gerçekleştirerek önemli tecrübeler kazanmıştı. Özellikle bu gemilerin yaptığı veya yapmaya çalıştığı ticari akıncı faaliyetlerinden dolayı mürettebat herhangi bir zorlukla nasıl başa çıkabileceklerini çok iyi bilen denizcilerden oluşmaktaydı. Bu unsurlara ek olarak Amiral Spee astlarının moralini yüksek tutmayı iyi bilen bir komutandı. Alman Amiral emrindeki filonun uzun ve yorucu yolculuğunda filoda görevli tüm personelin motivasyonunu yüksek tutarak ve her daim savaşa hazır olmalarını sağlayarak bir komutan olarak askerlik mesleğinin tüm inceliklerini gösterdiği de pek tabi söylenebilir.
SMS Dresden Hafif Kruvazörü |
SMS Leipzig Hafif Kruvazörü |
SMS Nürnberg Hafif Kruvazörü |
Bölgede faaliyet gösteren Alman ve İngiliz filolarını kısaca tanıdığımıza göre iki filonun gemilerini teknolojik olarak karşılaştırarak değerlendirmekte fayda var:
Öncelikle
İngilizlerin ana vuruş gücünü oluşturan HMS
Monmouth ve HMS Good Hope Ağır
Kruvazörleri’nin, Alman karşıtlarına (SMS
Scharnhorst ve Gneisenau) göre 5-6 yıl daha yaşlı olduğu görülebilir. Bu
fark göze az gözükse de o yıllarda teknolojinin günümüzdeki gibi çok hızlı
şekilde gelişmesinden dolayı iki filodaki ağır kruvazörler arasındaki güç
dengesinin Almanlar lehine olduğu söylenebilir. Bu teknolojik
dengesizliğe en iyi örnek ise ağır kruvazörlerin ana ateş gücünü oluşturan toplarından
anlayabiliriz. Alman kruvazörlerinin tasarımları ve teknolojilerinin yeni
olması nedeniyle kullandığı toplar boyut, sayı ve atış kalitesi açısından
İngiliz karşıtlarına göre üstündü. Örneğin Alman Hafif Kruvazörleri’nin kullandığı
4.1 inçlik silahların menzili,
İngiliz Ağır Kruvazörlerin kullandığı 6
inçlik topları ile neredeyse aynı menzile sahipti. Burada dikkat edilmesi
gereken en önemli husus yapılan karşılaştırmanın İngiliz Ağır Kruvazörleri ile Alman
Hafif Kruvazörleri arasında yapılması. Her iki tarafın Ağır Kruvazörleri karşılaştırıldığında
ise burada Alman Ağır Kruvazörleri’nin kullandığı topların bariz üstünlüğü
bulunuyordu.
İki
filo arasındaki bir başka bariz fark ise gemilerin ortalama hızlarındaydı.
İngiliz filosuna bağlı gemilerin ortalama hızı 18 knot iken; Alman Doğu Asya Filosuna bağlı gemilerin ortalama
hızı 22 knot idi. Bu durum iki
filonun birbirini kovalama veya kaçma durumunda birbirini yakalamasını
etkileyen en önemli unsurdu. Bu hız farkı iki tarafın Ağır Kruvazörlerinde az
iken, en önemli fark Hafif Kruvazör ve Silahlı Ticaret gemilerinde ortaya
çıkıyordu. Ateş gücünün ağırlığı Ağır Kruvazörlerde olması birbirine yaklaşma
manevraları düzenleyerek ateş etme ve sonrasında uzaklaşma manevraları yapmak
için bu gemilerde hızın en önemli etkenlerinden birisiydi. İki filo arasında
hızlı olan taraf bu yaklaşma/uzaklaşma manevralarını daha rahat yaparak
düşman ateşinden hızlıca uzaklaşabilecekken; yavaş gemilere sahip tarafın bu
manevraları yaparken düşman ateşine fazla maruz kalması daha olasıydı. Hafif Kruvazörler
arasında Glasgow (25 knot) bariz
şekilde Leipzig’e (23 knot) karşı
hız avantajına sahipken, Dresden’den (27
knot) daha yavaş, Nürnberg (24,5
knot) ile hızları neredeyse eşitti. Burada hız avantajının yanında sayı
üstünlüğünün Almanlardan tarafa olması Hafif Kruvazörlerin birbiri ile
karşılaşması durumunda Glasgow’un 3’e 1
dezavantajından dolayı yoğun düşman ateşine maruz kalacağı
da unutulmamalı. Yani Glasgow’un hız avantajına karşın sayıca kalabalık düşmana
karşı savaşması gibi bir dezavantajı söz konusuydu. İki filo arasında en yavaş
gemi ise Otranto (16 knot) silahlı
ticaret gemisiydi. Dolayısıyla Otranto hem silah gücü hem menzil hem de hız
olarak filonun zayıf halkasıydı ve herhangi bir karşılaşma durumunda ağır hasar
alması en muhtemel gemi gibi duruyordu.
Ama
belki de iki filo arasındaki karşılaştırılması gereken en önemli nokta filoda
görevli personelin eğitim ve tecrübe farkıydı. Amiral Cradock komutasında
bulunan filoda görevli mürettebat Glasgow Hafif Kruvazörü haricinde savaşın patlak
vermesi ile görevlendirilmişti. Bu durum filodaki mürettebatın yeteri kadar
tatbikat yapamamasına ve bunun sonucu olarak atış talimleri ile topçuluk
uygulamaları konusunda yeterli eğitim ve tecrübeye sahip olmamalarına neden
olmuştu. Amiral Cradock komutasındaki mürettebatın bu durumu gemilerine
alışma, eğitim ve organizasyon konusunda sıkıntılar yaşanmasına neden oluyordu.
Buna karşın Amiral Spee komutasındaki Alman Doğu Asya filosu yaklaşık 2
yıldan beridir denizlerde tatbikat, sefer ve atış talimini yapmış
personelden oluşuyordu. Haliyle Alman filosu topçuluk uygulamalarını iyi
bilen, iyi eğitimli, gemilerine alışmış ve organizasyonu tamamen oturmuş
mürettebattan oluşuyordu.
1. Dünya Savaşı'nda Denizden Kömür Tedarik Eden Bir Savaş Gemisi
Alman Doğu Asya filosunun teknoloji ve personel olarak bu kadar avantajına rağmen en büyük zaafı bir tedarik zincirinden mahrum olmasıydı. Amiral Spee, filonun ihtiyacı olan hammadde ve yiyecekleri yolculuğu boyunca akıncı harekâtları ile düşman gemilerinden elde edebildikleri veya Pasifik Okyanusu’nun birbirine uzak olan Adalarından elde edebildiği malzemelerle gidermeye çalışmıştı. Bu durum her ne kadar Amiral Spee’nin bir başarısı olarak görülebilirse de; sürdürülebilirliği imkânsızdı. Çünkü Almanların gemilerini yüzdürebilmek için kömüre, personelin temek ihtiyaçları için yiyecek ve içeceğe ihtiyacı vardı. Amiral Spee, Paskalya Adası’na kadar bu durumla bir şekilde başa çıkabilmişti. Ancak artık açık denizden düşman bölgesine giriş yaptığı için ihtiyaçların temini bir o kadar zorlaşacaktı. Amiral Cradock komutasındaki filo ise Falkland Adasında bulunan üslerinden rahatlıkla kömür ve yiyecek tedariki yapabiliyordu. Bu durum Amiral Cradock’a kendi sahasını savunmak için büyük avantaj sağlıyordu. Keza İngiliz gemilerinin Alman Doğu Asya filosunu bulmak için gerçekleştirdiği keşif harekâtları sırasında yanlarında kömür taşıyan ticari gemileri de bulundurmaları bu avantajı kullandıklarının en büyük göstergesiydi. Ayrıca Falkland Adasında bulunan uzun menzilli radyo vericileri sayesinde Amiral Cradock Donanma Komutanlığı ile rahatlıkla haberleşmeyi sağlayabiliyordu. Buna karşın Amiral Spee’nin Tsingtao’dan ayrıldığından beri böyle bir şansı hiç olmamıştı. Her ne kadar bu durum Amiral Cradock’a artı bir puan kazandırsa da; Amiral Spee haberleşmenin imkânsız olduğu bu durumu avantaja dönüştürmeyi bilmiş ve iyi bir yönetimle filosunun gizlilik içerisinde Pasifik Okyanusu’nu boydan boya geçirmeyi başarmıştı.
İki filoyu
karşılaştırarak değerlendirdiğimize göre artık iki filonun birbiri ile
karşılaşması ve bu karşılaşmanın neticelerine geçebiliriz.
CORONEL DENİZ MUHAREBESİ
22 Ekim 1914 tarihinde Amiral Cradock, Donanma Komutanlığına filosunu Horn Burnu'nunu dolaşarak Pasifik Okyanusuna açılacağını, bu görev esnasında Canopus ve kömür tedarik gemilerini geride bırakacağına dair bir mesaj çekti. 27 Ekim’de Birinci Deniz Lord’luk görevine gelen Amiral John Fisher ertesi gün Cradock'a Canopus olmadan Amiral Spee’yi aramamasını, Canopus’u geride bırakıp arama faaliyeti yürütmesi halinde, Alman filosu ile karşılaşırsa Almanlarla çatışmadan güvenli bölgeye geri çekilmesi konusunda bir emir telgrafı yolladı. Ayrıca Amiral Fisher, Atlantik Okyanusu’nda görev alan HMS Defence'e yola çıkarak son hızda Amiral Cradock'un filosuna katılması için ayrı bir emir verdi. Önceki haftalarda (14 Ekim) Amiral Cradock, Donanma Komutanlığı’nın göndermiş olabileceği her türlü mesajı alması için Glasgow'u Coronel'e göndermişti. Ancak o dönemde Amiral Fisher’ın mesajı bölgeye ulaşmadığı için Glasgow güncel olmayan mesajlarla geri dönmüştü.
Görüldüğü üzere Amiral Cradock, 29 Ekim 1914’de Canopus hariç Şili sahil şeridi boyunca Kuzeye doğru yol alıyordu. Filo Kuzeye doğru ilerlerken, Glasgow telgraf göndermek ve Donanma Komutanlığı’ndan gelebilecek emirleri almak üzere 30 Ekim’de filodan ayrılarak Coronel'e doğru yol almaya başladı. Glasgow, Coronel’de iken Amiral Spee İngiliz gemisinin yerini öğrenerek Güneye doğru yol almaya başlamıştı. Aynı şekilde Glasgow’da, Alman kruvazörlerinin kendi arasındaki haberleşmelerini yakalayarak bölge civarında Alman filosunun varlığından haberdar oldu. Bunun üzerine Glasgow oyalanmadan ve şifreli mesajların çözümlemesini yapamadan Coronel’den ayrılarak Güneye doğru yol almaya başladı. Glasgow yola çıktıktan sonra Amiral Cradock’a bölgedeki Alman telsiz trafiğinin yoğunluğu hakkında bilgi verdi.
Bu dönemde İngiliz Donanma Komutanlığı, Alman Doğu Asya filosunun son durumu ile ilgili gerçek bir habere ulaşamamıştı. Aslında, Amiral Spee'nin filosunun kesin olarak yerinin tespit edildiği son yer, Eylül ayının sonuna doğru Papeete açıklarında ortaya çıkıp kasabayı bombaladığı zamandı. Buna karşın telsiz trafiğinden de anlaşılacağı üzere İngiliz filosunun Almanlarla her an karşılaşılabileceği tamamen anlaşılmıştı. Ancak İngiliz donanma yetkilileri tarafından Dresden ve Leipzig'in, Amiral Spee komutasındaki ana filo ile güçlerini birleştirmeden önce ayrı ayrı harekete geçmesi bekleniyordu. Bu beklentinin gerçekleşmesi durumunda koca Okyanusta Alman gemilerini ayrı ayrı tespit etmek oldukça zor olacaktı. Telsiz trafiğinden de anlaşılacağı üzere Alman filosu bölgede faaliyet gösteriyordu ve onları bulmak için İngilizlerin zamanı oldukça kısıtlıydı. Bu yüzden Amiral Cradock, Alman filosunun konumunu öğrenmek üzere gecikmeden Kuzeye doğru yoluna devam etti. Bu yolculuk sırasında Amiral Cradock, Alman filosunun durumu ve konumu ile ilgili birbiri ile çelişen raporlar almaya devam ediyordu. Bu raporlardan en ilginci bölgede bulunan Alman Ticaret gemilerinin kömür ve temel ihtiyaç malzemelerini Alman filosuna ulaştırdığı yönündeydi. Ancak bu rapor Alman filosunun tamamının bir arada bulunduğu veya kendisine yakın olduğuna dair bir işaret vermiyordu. Buna karşın Amiral Spee gerçekten de Amiral Cradock’un komutasındaki filoya çok yakındı ve gemilerinin ihtiyacı olan malzemenin tedariki için çabalamaktaydı.
1 Kasım'da denizde İngiliz filosuna
yeniden katılan Glasgow, Good Hope ile iletişim kurdu ve Alman Filosunun
bölgede bulunduğu ile ilgili daha detaylı bilgileri Amiral Cradock’a iletti. Bu
bilgiler ışığında Amiral Cradock, Kuzeye ilerleyen filosunun daha geniş bir
alanı tarayabilmesi için hızlanmasını ve alana yayılmasını kararlaştırdı. Filo bu
karar öncesi tek sıra formasyonda ve 10
knot hızla ilerliyordu. Karar kapsamında filo batıya doğru yayılacak,
aralarında 15 mil mesafe olacak ve 15 knot hıza çıkacak şekilde
yayılacaktı.
Amiral Cradock’un; ‘’15 knot hız ve 15 mil arayla doğu-batı yönünde dağılın ve düşmanı aramaya başlayın.’’ talimatıyla gemiler manevraya başladığı sırada saatler 16:20’yi gösteriyordu. İşte bu talimatın verildiği sırada Güneybatı istikametinde başka gemilerin bacasından çıkan dumanlar görüldü. Bu duman çıkaran gemilerin Almanlara ait olduğundan şüphe yoktu. Ancak bahse konu Alman filosunda hangi gemilerin bulunduğu ile ilgili bir bilgi mesafeden dolayı bilinemiyordu. Ufukta beliren gemilerin milliyetini belirlemek ve araştırmak için Amiral Cradock’un emriyle Glasgow, Kuzeye doğru ilerlemeye başladı. Glasgow, kısa süre ilerledikten sonra, aynı anda ona doğru üç Alman savaş gemisi dönüş yapmaya başladı. İngiliz filosu bu sırada yayılma manevrasını gerçekleştirmekteydi ve konumları şu şekildeydi:
Otranto,
Glasgow'un doğusunda bulunuyor ve iki gemi birbirine yakındı. Ancak Glasgow
biraz ilerlediği için aradaki mesafe açılmıştı. Monmouth Ağır Kruvazörü ise Otranto’nun
yaklaşık 4 mil Güneydoğusunda bulunuyordu.
Amiral Cradock’un bayrak gemisi HMS Good Hope ise tüm filonun gerisinde ve
Glasgow Hafif Kruvazörü’nün yaklaşık 20
mil Güneydoğusunda bulunuyordu.
İngiliz Amiral, Glasgow’dan gelecek bilgilendirmeye göre harekât planını oluşturmayı düşünüyordu. Glasgow kısa süre sonra karşısındaki gemilerin Amiral Spee yönetimindeki filo olduğunu belirleyerek, Amiral Cradock’a telsizle karşısındaki gemilerin Amiral Spee yönetimindeki Alman filosunun tamamı olduğu bilgisini verdi.
Amiral Cradock, karşısında Alman filosunun tamamının olduğunu öğrenmesiyle saat 17:47’de tüm filonun rotasını Güneye çevirmesini ve tam hızda yol almasını emretti. Gemiler bu kaçınma manevrası sonrası tek sıra formasyonunda en önde Good Hope arkasında sırasıyla, Monmouth, Glasgow ve Otranto diziliminde düşmandan uzaklaşmaya çalışıyordu. Amiral Spee yönetimindeki filo ise İngilizlerin arkasında benzer biçimde tek sıra formasyonda yaklaşık 12 mil uzakta takibe başlamıştı.
Bundan
sonraki süreçte anlatacaklarımızı daha iyi anlayabilmeniz için iki filo
arasındaki gelişmelere biraz ara vererek, bir donanma topçusunun 1. Dünya Savaşı’nda
aldığı topçuluk eğitiminden çok kısa
bahsetmek gerekir. Bir donanma topçusunun o dönemde aldığı temel eğitiminde
karşısında ideal bir hedef olduğu, yani açık veya iyi tanımlanmış bir nesne
olduğu takdirde ateş etmesi gerektiği öğretiliyordu. Dönemin donanma topçuları
görsel destek dışında herhangi bir teknolojiye sahip olmadıkları için atış gözlemcileri tarafından
yönlendiriliyordu. Atış gözlemcilerinin görevi, yapılan atışları rüzgâr veya
denizin dalgalı olması gibi durumları da hesaba katarak düzelterek hedefe
isabet oranını arttırmaktı. Yandan esen rüzgârın top mermilerine etkisi göz
önüne alınarak hesaplamaların doğru şekilde yapılması bir topçunun aldığı iyi
eğitim, çok sayıda talim yapması ve tecrübesiyle ölçülüyordu. Önceki bölümde
iki filonun birbiri ile karşılaştırmasını yaparken değerlendirdiğimiz mürettebat
açısından bu durumu değerlendirdiğimiz de ise Alman gemilerinde bulunan topçu
ve atış gözlemcisi mürettebatının aldığı eğitim ve tecrübelerin önemi bir kez
daha karşımıza çıkmış oluyor.
Bu küçük bilgilendirmeden sonra iki filonun
karşılaşmasına geri dönecek olursak;
İngiliz
filosu, Almanlarla karşılaştığı sırada rüzgâr Güneyden ve şiddetli esiyordu.
Amiral Cradock’un emri ile gemiler manevra yaparak pozisyon alırken tüm gemiler
(özellikle hafif kruvazörler) hatırı sayılır ölçüde yalpalamaya neden olan
şiddetli dalgalara neden olan denizle de boğuşmak zorunda kaldı. Denizin bu
durumundan dolayı Good Hope ve Monmouth'un ana güverte silahlarını kullanıp
kullanamayacakları şüpheli görünüyordu. Özellikle İngiliz filosunun büyük
kalibreli silahlarını taşıyan bu iki geminin silah sistemlerini dalgalı
denizden dolayı kullanamama riski İngilizler için düşmanları karşısında en
büyük endişe kaynağıydı. Bu iki geminin güvertelerinde 2 adet 9.2 inç ve 17 adet 6 inç’lik silahtan oluşan tüm silahları kullanamayacak olması,
gövdenin borda kısmına monte edilmiş 2 adet 9,2 inç ve 10 adet 6 inçlik top
ateşleyebileceği anlamına geliyordu. Bu dezavantaja ek olarak Alman gemilerinin
silah sistemlerinin menzilinin İngiliz filosuna göre daha uzun olması ayrı bir
sorunu da beraberinde getiriyordu. Keza Alman filosu hız olarak da
İngilizlere göre avantajlıydı ve Amiral Cradock, Almanları atlatamayacağını
kısa sürede anlamıştı.
Bu nedenlerden ötürü Amiral Cradock, kendi gemilerinin güneşi arkasına alacak şekilde Güneydoğuya doğru manevra yapmasını emretti. Böylece İngiliz filosu hem alçalan güneş ışınlarını arkasına alarak daha iyi bir görüş yakalayabilecek hem de düşmana mümkün olan en kısa sürede yaklaşarak mesafenin azalmasından dolayı silahlarının menziline girecek düşman ile savaşabilecekti. Keza İngiliz filosu Almanlar tarafından kovalanırken kendileri Güneşin konumundan dolayı açık hedef haline gelmişlerdi. Bu nedenden ötürü Amiral Cradock, verdiği karar doğrultusunda düşmanına hızlı şekilde yaklaşacak şekilde filosunun rotasını değiştirmişti. Ancak Amiral Von Spee ya çok temkinli ya da çok akıllı idi. Çünkü Amiral Cradock’un bu hamlesine karşın Alman Amiral filosuna 17:35'te Güneydoğuya dönme emri verdi. Amiral Spee, böylelikle filosunun üstün hızı sayesinde Amiral Cradock’un hem hamlesine karşılık vermiş oluyor hem de İngiliz gemilerinin atış menziline girmeden mesafeyi kendi gemilerinin atış menziline uygun şekilde ilerlemesine devam ediyordu. Ayrıca Amiral Spee, bu hamlesi ile İngiliz filosunun Güneş ışınlarının kendilerine avantaj sağlayacak şekilde konumlanmasının önüne geçmiş oluyordu. Bu hamleler sırasında iki filo arasındaki mesafe ise 18.000 yarda civarındaydı.
Amiral Cradock, hem düşmandan kaçamayacağını hem de uygulamaya çalıştığı yaklaşma manevrasının başarısız olması üzerine saat 18.18'de filosunun ortalama hızını 17 knot'a çıkardı ve filonun yönünü yine Güneye doğru çevirmek zorunda kaldı. Amiral Cradock, bu sırada telsizle Canopus'a "Şimdi düşmana saldırmak üzereyim." mesajını iletti. Amiral Spee ise İngiliz Amiralin bu hamlesi üzerine filosunu yine Güneybatıya doğru yönlendirerek İngilizlere yaklaşmaya başladı. İki filo arasındaki mesafe 14.800 yarda düştükten sonra Amiral Spee filosunu yeniden Güneye çevirdi ve her iki filo da neredeyse birbirine paralel rotalarda Güneye doğru yol almaya başladı. Bu sırada Alman filosu Amiral gemisi Scharnhorst önde olmak kaydıyla sırasıyla, Gneisenau, Leipzig ve Dresden şeklinde ilerliyordu. Nürnberg Hafif Kruvazörü ise bu gruba yetişmiş ve filoya katılarak en arkada yerini almıştı.
Saat
18:50’de Güneş ufkun altına doğru batarken,
ışıktan dolayı koşullar tamamen İngilizlerin aleyhine dönmüştü. Artık İngiliz gemileri
gün batımının parıltısıyla aydınlanıyordu. Alman filosu ise ışığın tüm
avantajına sahipti ve İngilizler düşmanlarını zor seçebiliyorlardı. Amiral
Cradock, düşmanın kendisine yaklaşmasını çaresizce izlerken, yenilgiyi önleme
konusundaki son umudunu da yitirmişti. Bu durumda İngiliz Amiral geri çekilmek
veya düşmanı atlatma ihtimallerinin devre dışı kalmasıyla, sadece Amiral Spee komutasındaki
filoya zarar vermeyi ve böylece onların Atlantik Okyanusuna geçişlerini
geciktirmeyi umuyordu. Amiral Cradock, artık takdiri ilahiye güvenmek ve
elinden gelenin en iyisini yapmaktan başka seçeneği yoktu.
Bundan sonraki süreçte yaşananlar ise İngiliz denizciler açısından tam bir felaketti. Çünkü güneş ışığının konumundan dolayı karşılarındaki düşman gemilerinin net konumlarını seçemiyorlar; bunun sonucu olarak atış gözlemcileri top atışlarının nişangâhlarda menzili düzeltmek için atışların düştüğü yeri seçemedikleri için topçu personeline gerekli talimatları doğru şekilde veremiyorlardı. Bu yüzden iki taraf birbirine ateş etmeye başladığında atış gözlemcileri düşman gemilerin silahlarından çıkan parıltılar üzerinden yön ve uzaklık tahmini yaparak atış talimatlarını vermek zorunda kalıyordu. Öte yandan, İngiliz gemileri ise Batı ufkuna doğru batan güneşten dolayı Alman topçuları için iyi hedefler oluşturuyordu.
Güneşin batışını avantaj olarak kullanma fırsatını ele geçiren Amiral Spee, İngilizlere yaklaşırken hiç zaman kaybetmedi ve saatler 19:04’ü gösterirken iki filo arasındaki mesafe 12.000 yarda iken ateş açılmasını emretti. Bu mesafeden Almanların ateş açmasına karşın İngiliz gemilerinin silah sistemlerinin eski olmasından dolayı karşılık verme şansları yoktu. Amiral Spee’nin bu emrinden anlaşılacağı üzere kendi filosunun daha modern ve menzili fazla olan ağır silahlarının tüm avantajlarından yararlanmaya çalıştığı ve İngiliz filosunun top menziline girmeden İngilizleri yavaş yavaş yıpratarak kemirmeye çalıştığı söylenebilir. Çünkü İngiliz filosu içerisinde Good Hope’un 9,2 inçlik topları ve Glasgow’un 6 inçlik modern topları dışında diğer gemilerdeki toplar Alman filosuna bu menzilden ateş edecek menzile ve güce sahip değildi. Bu yüzden Amiral Spee komutasındaki filo tüm gemileri ile İngilizleri ateş altına alabilirken, Amiral Cradock sadece Good Hope ve Glasgow ile bu ateşe karşılık verebiliyordu. Elbette Von Spee, İngiliz gemilerinin bu durumunu hesaplamış ve İngiliz zırhlı kruvazörlerinin aradaki mesafeyi kapatmaması için özen göstererek kendisine ateş etmemesi için gerekli tüm manevraları yapmaya hazırdı.
SMS Scharnhorst İngiliz Filosuna Ateş Ederken |
Bu sırada Amiral Cradock, hem Batı ufkunda batan güneşin etkisini ortadan kaldırmak hem de Alman filosuna karşı tüm gemilerini kullanabilecek şekilde ateş menziline sokabilmek için yeni bir yaklaşma manevrası emri vererek gemilerini Güneydoğu istikametine çevirdi. Bu manevra sonrası iki filo ‘’T’’ şekline yakın bir formasyonda birbirine ateş etmeye devam etti. Amiral Cradock’un bu yaklaşma manevrası sonrası, Almanlar kısa sürede deneme atışlarını düzelterek menzili buldular ve İngiliz gemilerine isabetli atışlar yapmaya başladı. Bu başarılı atışları özellikle Scharnhorst ve Gneisenau'nun topçuları gerçekleştiriyordu. Yukarıda belirttiğimiz üzere iyi eğitimli ve tecrübeli mürettebatla bu tür atışların yapılması tahmin edilebilir bir durumdu. Bu iki ağır kruvazör atışlarını İngiliz filosunun en önünde yol alan HMS Good Hope üzerinde yoğunlaştırmıştı. Good Hope hem Amiral gemisi olması hem de ağır silah sistemlerinin Almanları zorlayacağının düşünülmesinden ötürü ilk hedef olarak özellikle seçilmişti. Scharnhorst ve Gneisenau'nun bu yoğun ateşi sonrası Good Hope hatırı sayılır derecede isabet almaya başladı ve ilk 10 dakika yapılan salvolar neticesinde Good Hope’un 9,2 inçlik taretine isabet eden bir mermi neticesinde ön bölümdeki silah sistemleri tamamen devre dışı kaldı. Bu sırada Gneisenau'nun ön taretleri Good Hope’u yoğun ateşe tutarken, arka taretleri de Monmouth’a ateş etmekteydi. Bu atışlar sırasında Monmouth birkaç isabet almış ve geminin baş kısmında yangın çıkmıştı. Buna karşın İngiliz gemileri de yaklaşma manevrası neticesinde, düşmanlarına yaklaşarak atış menziline girmiş Almanlara karşılık vermeye başlamıştı. Ancak yaklaşma manevrası sonrası Almanların yoğun ve isabetli atışlarından dolayı İngiliz filosu ağır hasar almaya başlamış ve hızı düşmeye başlamıştı.
Alman ağır kruvazörlerinin arkasında yol almakta olan Leipzig ve Dresden Hafif Kruvazörleri ise Glasgow Hafif Kruvazörü ve Otranto ticari gemisinin atış menziline girmesiyle toplarını ateşlemeye başlamıştı. Glasgow, Leipzig ve Dresden'in birleşik ateşine maruz kalmış olmasına rağmen aradaki mesafenin uzun olması Alman hafif kruvazörlerinin ağır kruvazörler kadar etkili atış yapamamasına neden oluyordu. Glasgow, Bu toplu saldırıya uzun süre önemli bir hasar almadan dayanabildi. Ancak bu saldırı sırasında 4 mürettebat hafif yaralar almaktan kaçamadı. Glasgow saldırı boyunca 5 kez vuruldu. Bu isabetler geminin muharebe yeteneğini etkileyecek isabetler değildi. Özellikle gövdesine aldığı 3 isabet modern zırhı ve kömür depoları sayesinde hasarın az olmasına neden olmuştu. Eğer Glasgow daha eski bir gemi olsaydı bu 3 isabet silah depolarına kadar ilerleyip geminin feci şekilde batmasına neden olabilirdi. Gemiye isabet eden diğer 2 top mermisinden birisi ön güverteye girmiş ve şans eseri patlamamış; diğeri ise Kaptan John Luce’nin kamara ve kiler sistemini tahrip etmişti.
Saatler
19:23’ü gösterdiğinde İngiliz
gemileri aldıkları hasardan dolayı yavaşlamış ve ilerledikleri formasyon da
bozulmaya başlamıştı. Good Hope’un aldığı isabetlerden dolayı yavaşlaması,
kendisini takip eden Monmouth ve Glasgow’un da yavaşlamasına neden olmuş ve
bunun sonucu olarak, Glasgow, Monmouth için tasarlanan atış bölgesine girmekten
kaçınmak için hızını iyice azaltmak zorunda kalmıştı.
HMS Monmouth'un Güvertesine Aldığı İsabet ve Çıkan Yangın |
Çatışmanın başlangıcında Good Hope tarafından, Otranto'ya sinyal aracılığı ile mesaj iletilmeye çalışılmıştı. Ancak Otranto sinyalcileri tarafından gönderilen mesajın sadece bir kısmı anlaşılabildi. Bu mesajdan anlaşılan tek kelime "Otranto terketsin…" kısmı oldu. Otranto’da görevli sinyalciler Amiral Gemisi Good Hope ile yeniden irtibata geçerek gerekli mesajın alınamadığını belirtmeye çalıştılar. Ancak Good Hope bu sırada Almanlar tarafından açılan şiddetli ateş sonucu kötü şekilde hasar aldığı için herhangi bir geri dönüş sağlanamadı. Otranto’nun büyük bir ticaret gemi olmasından dolayı açık ve kolay bir hedef olacağı aşikârdı. Ancak Almanlar atışını Otranto’ya yoğunlaşmak yerine Glasgow’a yoğunlaşmıştı. Almanlar, Otranto’yu ise Glasgow'un mesafesini hesaplamak için bir mesafe ölçme aracı olarak kullandığı kısa sürede fark edildi. Bunun üzerine Otranto bu durumu bozmak için formasyondan çıkarak istikametini Batıya doğru çevirerek çatışma alanından çıkmaya başladı. Zaten Otranto’nun silah sistemleri, karşısındaki hasımlara etki edebilecek mesafeye ve güce sahip değildi. Otranto, Batıya doğru manevra yaparken Almanlar ona ateş etmeye başladı. Almanların ilk salvosu, Otranto'nun köprüsünün üzerinden geçti, ikinci salvolar geminin 50 yarda gerisine, üçüncü salvolar ise 150 yarda gerisine düştü. Otranto ise bu saldırı sırasında filodan yaklaşık 1.200 yarda uzaklaşmış ve Almanların menzilinin dışına çıkmıştı. Otranto, karşılaştığı bu saldırı sırasında herhangi bir hasar almadan uzaklaşabilmiş ve Almanların atışına karşı bir misilleme yapacak menzilden de çıkmıştı.
HMS Good Hope'un Güvertesinde Çıkan Büyük Yangın
Saatler
19:50'yi gösterdiğinde Good Hope ile
alman filosu arasında 4500 yarda
mesafe bulunmaktaydı. Bu sırada Alman ağır kruvazörlerinin birisinden
ateşlenen bir top mermisi Good Hope’un cephaneliğine isabet etti. Bu isabet
sonrası Good Hope’tan muazzam bir alev tabakası yükselerek denizi
kilometrelerce aydınlattı. Bu patlamayla geminin bacaları dâhil enkaz
parçaları etrafa saçılmaya başladı ve havada en az birkaç yüz metrelik
kıvılcımlar saçan müthiş bir patlamanın gürültüsü bu parçalara eşlik etti. Bir
denizci bu patlamayı anlatırken "Good Hope’un infilak etmesi Bana Vezüv Yanardağı’nın
patlamasını hatırlattı." demiştir. Good Hope’un patlamaları sona
erdikten sonra etrafı zifiri karanlık kaplamış ve iki tarafın gemilerinin
birbirini ayırt etmesini imkânsız hale gelmişti. Bu olay sonrası ise Good Hope’un
bir daha silahlarını ateşlediği duyulmadı ve mürettebatı denizin
derinliklerindeki son ikametgâhlarındaki yerini aldı. Good Hope’un kaptanı Amiral
Cradock dâhil hiçbir mürettebatı bu kadar büyük bir patlama sonrası hayatta
kalması imkânsızdı.
HMS Good Hope'un İnfilakı ve Batışı |
Coronel Muharebesinde Batan Good Hope Ağır Kruvazörü'nde Ölen Mürettebatın Savaştan Önce Çekilmiş Resimleri |
Good Hope infilak ederek battıktan sonra Almanlar üç dakika ateş etmeyi kesti. Bir süre sonra Amiral von Spee, Leipzig, Dresden ve filoya yetişerek saldırı pozisyonu almış Nürnberg'e torpido saldırısı yapmalarını emretti. Ancak bu torpido saldırısı herhangi bir başarı sağlayamadı.
Monmouth,
Good Hope infilak ederek batması üzerine, ateş etmeyi bıraktı ve kabaca Güneybatı'ya
yönelerek Almanlardan uzaklaşmaya başladı. Ancak geminin dümen ve motor sistemlerine
aldığı isabetler ilerlemesini oldukça güçleştiriyordu. Glasgow’un kaptanı John
Luce düşmanın Monmouth’a doğru yaklaştığını görerek Monmouth’un Kaptanı
Brandt’a saat 20:30’da "Düşman
bizi takip ediyor." şeklinde mesaj yolladı. Ancak Kaptan John Luce
bu mesaja herhangi bir geri dönüş alamadı. Glasgow’un kaptanı mesaja cevap
alamaması üzerine Monmouth’un durumunu tespit etmek ve kurtarma şansı olanları
kurtarmak için Monmouth’a yaklaşmak için manevra yaptı. Glasgow, Monmouth’a yaklaştığında
aldığı hasarı ve durumunu görerek yardım edemeyeceğini anladı. Artık Kaptan
Luce’nin, gemisini kurtarmaktan başka çaresi kalmamıştı. Çünkü Momouth’a düşman
yaklaşırken daha fazla yardım etmesi mümkün değildi ve Glasgow yönünü Batıya çevirerek
Monmouth’u kaderiyle baş başa bıraktı. Glasgow’un uzaklaşmasının bir başka
nedeni ise Almanlar, İngilizlerin kablosuz haberleşmelerini karıştırdığı için,
Canopus'un yaşayacağı başka bir felaketi önlemek için zamanında uyarılması
gerekliliğiydi. Tabi Glasgow’un bu işi yerine getirmesi göründüğü kadar basit
olmayan bir görevdi.
İngilizler
arasında bu gelişmeler yaşanırken Amiral Spee, Nürnberg Hafif Kruvazörünü hareket
edemez durumda olan Monmouth’un üzerine yolladı. Filonun diğer gemileri ise Güneye
doğru yoluna devam etti. Aldığı emir sonrası Nürnberg’in Kaptanı Karl Von Schönberg, Monmouth’un yakınına gelerek ateş
etmeye çalıştı. Bu saldırı üzerine Monmouth’un Kaptanı Brandt, son bir hamleyle
Nürnberg’e mahmuzlama yapmak için ileri atıldı. Bunun üzerine Nürnberg manevra
yaparak Monmouth’un etrafından dolandı ve ateş etmeye devam etti. Monmouth, Almanların
önceki saatlerde saldırısı sırasında topları hasar aldığı ve silahları yöneten
ekibinin çoğu öldüğü için bu saldırıya cevap veremedi. Saatler 22:18’i gösterdiğinde Monmouth, Nürnberg
tarafından yakın mesafeden ateşlenen yaklaşık 75 mermi sonucunda infilak ederek denizin derinliklerine
mürettebatı ile gömüldü. Aynı Good Hope’da olduğu gibi Monmouth Ağır
Kruvazöründen de herhangi kurtulan olmadı.
Kaptan Karl Von Schönberg |
HMS Monmouth'un Batışı |
Coronel açıklarında yaşanan bu muharebe neticesinde, İngiliz filosunun komutanı Amiral Cradock dâhil, Good Hope’da 58 subay ve 869 mürettebat, Monmouth’da ise 49 subay ve 624 mürettebat olmak üzere toplam 1600 kişi hayatını kaybetti. Bahse konu bu kayıplar bazı kaynaklarda ise 1584 kişi olarak geçmektedir. Bu mağlubiyet İngilizler için o zamana kadar denizlerde yaşanmış en ağır kayıpları verdiği savaş olarak tarih sayfalarında yerini aldı. Bu muharebe neticesinde İngilizler denizde 2. Dünya Savaşı’na kadar bir daha bu kadar ağır bir yenilgi almayacaktı.
MUHAREBE’NİN KISA BİR DEĞERLENDİRMESİ
İki
filo arasındaki güç dengesini değerlendirirken Alman Doğu Asya Filosu’nun bariz
şekilde hız, ateş gücü ve mürettebatın
verimli kullanılması konusunda üstünlüğünü görmüştük. Dolayısıyla iki
filonun gemilerini ayrıca değerlendirmeye gerek yok. Ancak burada sorulması
gereken en önemli soru, Amiral Spee
komutasındaki filonun bariz üstünlüğünü bildiği halde amiral Cradock’un neden
ısrarla alman filosu ile savaştığıydı?
Açıkçası
bu sorunun birden çok cevabı var;
Öncelikle
Coronel Muharebesi başlamadan önce Donanma Komutanlığı ile Amiral Cradock arasında
yaşanan iletişim sorunları, filoya bağlı gemilerin hangi bölgede görev yapacağı
ve ne şekilde kullanılacağı konusunda bir anlaşmazlığa neden olmuş, bunun
sonucu olarak da Amiral Cradock kendi inisiyatifi ile hareket etmek zorunda
kalmıştı. Bu karışıklığın nedeni ise o dönemde Donanma Komutanlığı’nda yaşanan
siyasi gelişmelerden dolayı yetkililerin Cradock’un uyarılarını ya dikkate
almaması yada iyi değerlendirmemesi olarak değerlendirilebilir. Hal böyleyken
Amiral Cradock’dan, Alman filosunu bulması istemiş ve Cradock’un uyarıları
dikkate alınmamıştır. Sonuç olarak Amiral Cradock, Güney Pasifik’e açılmadan
önce Donanma Komutanlığı’nın son yolladığı mesajda kuvvetinin ‘’yeterli’’
olduğu mesajı verilmiştir. Oysa Donanma Komutanlığı tarafından iyi bir değerlendirme
yapılıp, Amiral Cradock’un emrine HMS Defence
Ağır Kruvazörü verilmiş olsaydı, Alman Doğu Asya Filosu ile İngiliz
Amiralin Filosunun güç dengesi bu kadar keskin olmayacak ve Almanlar bu kadar
kesin bir zafer kazanamayacaktı.
Bu gelişmelere karşın Amiral Cradock ilerlemeyi reddedebilir
miydi? Bunu kesinlikle yapamazdı.
Çünkü 1. Dünya Savaşı’nın hemen başında Akdeniz Filosu’nun başında bulunan ve
Amiral Cradock’un yakın arkadaşı olan Tuğamiral
Ernest Toubridge, elindeki 4 Zırhlı Kruvazör ile Alman Goeben Ağır Kruvazörü ve Breslau
Hafif Kruvazörü’nün önünü kesme şansına sahip olduğu halde, bu dört geminin
bir Muharebe Kruvazörü karşısında hiçbir şansı olamayacağı gerekçesi ile
savaşmaktan kaçınmıştı. Bu iki Alman gemisi daha sonra Osmanlı kontrolündeki
Çanakkale Boğazına ulaşmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa dâhil olmasına
neden olmuştu. Tuğamiral Ernest Toubridge ise bu iki Alman gemisinin kaçmasına
izin verdiği için önce görevden alınmış, sonra askeri mahkemeye çıkarılmıştı. Amiral
Cradock’un önünde böyle bir örnek varken düşmanıyla savaşmadan geri çekilmesi
ve bölgedeki hâkimiyeti tamamen düşmana bırakması durumunda arkadaşının başına
gelenlerin kendinin başına geleceği de unutulmamalı.
Buna karşın Amiral Cradock’un bu keşif görevi sırasında Canopus’u geride bırakması konusunda kusurlu olduğu iddia edilebilir. Ancak yazının içerisinde belirttiğimiz üzere Canopus hem eski hem de yavaş bir gemiydi. Eğer Amiral Cradock bu gemiyi geride bırakmadan yoluna devam etseydi, büyük ihtimalle Amiral Spee komutasındaki filo kendisini geçerek Atlantik Okyanusu’na geçiş yapacaktı.
Peki,
İki filo Canopus’un dâhil olduğu
şekilde karşılaştığı takdirde ne olurdu? Canopus’un ana taretlerinde
bulunan 12 inçlik toplar Alman gemilerinin
zırhını delecek güçteydi. Ancak bu topların atış menzili Alman gemilerinde
bulunanlardan çok daha düşüktü. Yani eğer Canopus, Coronel Muharebesine katılmış
olsaydı, Almanlar, Canopus'un atış menzili dışında kalarak onu da kolayca
batırabilecek ve İngilizler için daha büyük bir felaketin yaşanmasına neden
olabilecekti.
Bu
itibarla; yukarıdaki
açıklamalar ışığında Amiral Cradock’un bu savaş öncesinde ve savaş kararı konusunda kusurlu olduğu veya yanlış kararlar aldığı kesinlikle söylenemez. İngiliz Amiral kendisine
verilen emirleri harfiyen yerine getirmiş, düşmanla karşılaşması neticesinde,
geri çekilemeyeceğini anlamış, bunun üzerine düşmanına en büyük zararı verecek
şekilde donanmasını yönetmiş ve sonuç olarak hayatını kaybetmiştir.
Amiral
Spee’yi bu savaş özelinde değerlendirdiğimizde, kesinlikle mükemmele yakın bir
yönetim sergilediği söylenebilir. Keza Amiral Spee, Pasifik Okyanusu boyunca
filosunu iyi yönettiği de önceki bölümlerde anlatılanlardan anlaşılmıştır.
Amiral Spee, herhangi bir askeri birliği yöneten bir komutanda olması gereken
tüm özellikleri bünyesinde topladığı ve bunu çok güzel uyguladığını
görebiliriz. Kısaca Amiral Spee’nin, askerin moralinin yüksek tutulması,
savaşa hazır olması, teçhizatına hâkim olması ve askeri eğitime aralıksız devam
etmesi gibi bir komutanın uygulaması gereken tüm özellikleri savaş öncesinde ve
savaş sırasında uyguladığı bu yazıda anlatılanlar sonucunda gözlemlenebilir.
Ayrıca kısıtlı iletişim imkânlarına rağmen Amiral Spee’nin düşmanının gücünü
iyi değerlendirip peşine düşmesi ve düşmanı ile karşılaştıktan sonra filosunu
en az hasar alacak şekilde yönetmesi de takdir edilmesi gereken başka bir
husustur.
Kısıtlı
İletişim imkânlarından bahsetmişken iki tarafın istihbarat ve iletişim imkânlarını
da bu savaş özelinde değerlendirmekte fayda var.
Bu
savaş öncesinde İngiliz Donanma İstihbaratının da büyük eksikleri olduğu
görülmüştür. Her ne kadar Amiral Spee, Pasifik Okyanusu boyunca kesin telsiz
sessizliği uygulayarak yol almış olsa da, Eylül ayında gerçekleştirdiği
Papeete Saldırısı sonrası İngiliz
istihbaratı Amiral Spee’nin yerini savaşın hemen öncesine kadar tespit
edememiştir. Buna karşın Amiral Spee, Paskalya Adasına ulaştıktan sonra Güney Amerika
şehirlerinde iyi organize olmuş Alman İstihbaratı sayesinde İngilizlerin
bölgedeki mevcudiyeti, gücü ve geçte olsa hareketleri hakkında yeterli bilgiye ulaşma şansına sahip olmuştur.
Her
iki taraf dönemin iletişim teknolojisinin el verdiği şekilde yararlanmaya
çalışmıştır. Ancak Amiral Spee, merkezden çok uzak olduğu ve düşman hakimiyet
sahasına girmesinden dolayı Amiral Cradock’a göre daha az iletişim imkanına ve
merkezden daha az talimat alarak inisiyatif kullanmak zorunda kalmıştır. Belki
de bu muharebenin kaderini belirleyen unsurda bu iletişim imkânları olmuştur.
Çünkü Amiral Cradock, merkez ile iyi iletişim imkânlarına sahip olsa da merkez
ile yukarıda bahsettiğimiz anlaşmazlıklar ortaya çıkmış ve bunun sonucu olarak
İngiliz filosu ağır bir mağlubiyet almıştır.
MUHAREBE
SONRASI YAŞANANLAR
Glasgow, Monmouth’u geride bıraktıktan sonra, düşmanlarını
atlatmak için son hızda Güneydoğuya doğru ilerlemeye başladı. Bu kaçış
sırasında Glasgow’un gövdesinde isabet etmiş bir mermiye ait delik
bulunmaktaydı. Ancak bu delik hızlı kaçışını etkilemiyordu. Gemi bir süre Güneybatıya
ilerledikten sonra Güneye, sonra Doğuya dönerek Magellan Boğazı'na yöneldi ve
bu kaçışın sonunda Falkland Adalarında bulunan Port Stanley üssüne ulaştı.
Çatışma
bölgesinden ilk uzaklaşan Otranto
ise Amiral Gemisi Good Hope’un şiddetli şekilde patlamasına uzaktan şahit
olduktan sonra hızını arttırarak Batıya doğru uzaklaştığı için Monmouth’un batırıldığını
öğrenemedi. Otranto, Batıya doğru yol alırken Glasgow ile telsiz teması kurarak
filonun durumunu öğrendi ve Glasgow’un kendisini geçtiğini öğrendi. Bunun
üzerine düşmanın mevcudiyeti yüzünden geride kalanlara herhangi bir yardımda
bulunamayacağını anlayan Otranto, bundan sonraki süreçte önce Batıya doğru 200 mil yol aldı ve ardından Güneye doğru
rotasını çevirerek Almanlardan kaçmaya başladı. Otranto, ilerleyen günlerde
Cape Horn Burnu’nu geçerek, Falkland Adaları ile anakara arasında yol alarak Montevideo şehrine geldi. Bu
yaşananlardan sonra hem Otranto hem de Glasgow’un eşit olmayan bu savaştan en
az hasarla kaçarak düşmanlarını atlatabilmeleri açıkçası bir mucizeden
farksızdı.
Muharebenin
başladığı saatlerde iki tane kömür yüklü gemi ile Kuzeye doğru yol almakta olan
Canopus, Glasgow tarafından Good Hope’a gönderilen bir telsiz mesajını
yakalayarak Almanlarla çatışmanın başladığını öğrendi. Bu mesaj ile Canopus,
yanında bulunan kömür yüklü gemileri Falkland Adasına geri göndererek, düşmanla
çarpışmak için son hızda Kuzeye doğru yol almaya başladı. Canopus’un en büyük
endişesi zamanında çatışma alanına ulaşamamaktı. Canopus, Akşam 21:00 civarı Glasgow’dan gelen telsiz
mesajıyla, Good Hope ile Monmouth'un batırıldığını ve filonun dağıldığına dair bir
mesaj aldı. Bu mesaj üzerine Kuzey yönünde ilerleyerek düşmanla tek başına
başa çıkmanın mümkün olmadığını gören Canopus, rotasını Güneye çevirerek Smyth Kanalı (konum) üzerinden Magellan Boğazı'na doğru yola çıktı.
Canopus’un açık denizde yol alarak düşmanla karşılaşma riskini almadan Smyth Kanalını
kullanarak Falkland Adalarına ulaşmaya çalışması başka bir riski beraberinde getiriyordu.
Çünkü o zamana kadar bu büyüklükteki herhangi bir savaş gemisi Smyth Kanalından,
Macellan Boğazına kadar olan bölgedeki labirent gibi karmaşık, dar ve sığ
sularda yol alarak Magellan Boğazına ulaşmayı denememişti. Ancak Canopus’ta görevli
seyir ve harita personeli başarılı bir navigasyon çalışmasıyla gemi herhangi
bir hasar almadan ve en önemlisi Alman gemileri ile karşılaşmadan Falkland Adalarındaki
Port Stanley üssüne başarıyla ulaştı.
TOPARLANMA DÖNEMİ
Coronel Muharebesi sonlandıktan ve Glasgow ile Otranto
daha yoldayken Güney Amerika'nın Batı kıyısında görev yapan İngiliz savaş
gemilerinin akıbeti ile ilgili İngilizleri rahatsız edecek telsiz mesajları ve
raporlar alınmaya başlandı. 3 Kasım 1914’de
ise Birinci Deniz Lordu Amiral Fisher, Valparaiso açıklarında Alman filosunun
görüldüğü haberini aldı. 4 Kasım’dan itibaren yaşanan muharebe ile ilgili
raporlar Londra’ya ulaşmaya başladı. Bu raporlardan en önemlisi 5 Kasım 1915 günü Valparaiso'dan alınan
mesajdı. Almanlara ait verici istasyonundan yollanan mesajda: Monmouth’un battığı
ve Good Hope’un da muhtemelen aynı kaderi paylaştığı iletildi; ama Canopus,
Glasgow ve Otranto'nun durumundan herhangi şekilde söz edilmemişti.
Alınan
haberler sonrası bölgede bulunan gemilerin komutası Güney Amerika’nın Batı kıyısında
halen Karlsruhe'yi aramakla meşgul
olan Kuzey Filosunu komuta eden Tümamiral
Stoddart'a devredildi. Amiral Stoddart komutasındaki gemiler, Rio de
Janeiro’dan başlayarak Güney Amerika'nın tüm batı kıyısı boyunca geniş bir
alanda faaliyet gösteriyordu. İngilizlerin bu kadar geniş alanda faaliyet
göstermesinin yegâne nedeni Karlsruhe Hafif Kruvazörü ve Kronprinz Wilhelm Silahlı
Ticaret Gemisi’nin bölgede ticari akınlar düzenleme ihtimaliydi. Çünkü bu bölge
İngiltere için hayati öneme sahip tedarik hatlarını bünyesinde barındırıyordu.
İngilizler tarafından özellikle Pernambuco
Limanı (konum) sıkı gözetim altında tutuluyordu. Çünkü Karlsruhe’nin en olası
tedarik yeri bu limandı. Amiral Stoddart komutasındaki diğer gemiler ise açık
denizde Karlsruhe’yi aramakla meşguldü. Ancak bu aramalar bir türlü sonuca
ulaştırılamıyordu. İngilizlerin Güney Amerika’da ki bu sıkı önlemleri Alman
Ticari Akıncı saldırılarında büyük düşüş yaşanmasını sağlamıştı. Ancak Amiral
Cradock komutasındaki Güney Filosunun aldığı mağlubiyet bu sıkı denetimin artık
sonlandırılarak, Güneyden yaklaşmakta olduğu düşünülen daha büyük bir ‘’tehlike’’
için hazırlık yapılması gerekliliğini ortaya çıkartmıştı. Böylece, artık Güney ve
Orta Amerika'daki tedarik kaynakları ve bunları taşımakla yükümlü ticari
gemilerin güvenliği biraz daha gözardı edilmek zorunda kalınacaktı. Almanlar
açısından ise hali hazırda bölgede akıncı faaliyeti düzenleyecek gemi neredeyse
kalmamıştı.
Coronel
Muharebesi sonrası Amiral Cradock komutasındaki gemilerden haber alınamamasından
dolayı İngiliz yetkililer Alman filosunun şu anda Doğu kıyılarına doğru yol
aldığını varsayarak, Amiral Stoddart komutasındaki Kuzey Filosunu mümkün olan
en kısa sürede bir araya getirmenin gerekli olduğuna inanıyorlardı. Çünkü Almanların
arkasında Avustralya ve Japon gemileri varken Amiral Spee’nin bulundukları yerde
kalmayacağı açıktı. Dahası, Almanlar Güney Amerika’da kendilerine karşı çıkacak
üstünlükte bir İngiliz gücünün olmadığını da anlamıştı. İngilizlere göre eğer
Alman Filosu yaşanan muharebe sırasında çok fazla hasar almadıysa kendilerine
karşı zayıf ve dağınık gemileri tek tek avlamak için hızla Atlantik Okyanusu’nu
geçmek isteyecekti. Dolayısıyla İngilizlerin bu nedenden dolayı tüm Kuzey
Filosunu bir araya getirmek ve takviye almak için zamanı çok kısıtlıydı.
Eğer
İngilizler dağınık kuvvetlerini kısa sürede birleştirmeyi başardığı takdirde, Alman
Filosu özgüvenli şekilde Atlantik Okyanusu’na geçse dahi, karşısında birleşik
filo olduğunu bileceği için rahat hareket edemeyecek, dolayısıyla bölgedeki
tedarik hatlarına zarar vermeleri minimum düzeyde kalacaktı. Bu durum, Amiral
Spee’nin ya daha fazla risk almasına yada Kuzeye doğru yol alarak Almanya’ya ulaşmaya
çalışmasına neden olacaktı.
Bu
nedenlerden dolayı, Amiral Stoddart komutasındaki Kuzey Filosu ve daha sonra bu
filoya katılacak Glasgow ile Otranto’yu bünyesinde yeni bir filo oluşturulması
için İngilizler harekete geçti. Bu filonun tedarik kaynakları ise oldukça
fazlaydı. Öncelikle Falkland adasındaki üs kömür ve temel ihtiyaçları
fazlasıyla karşılıyordu. Ayrıca River
Plate ve Montevideo kıyılarının
açıklarında sığ sulardan dolayı mükemmel demirleme alanları olduğu için, bu
şehirlerin bağlı olduğu ülkelerin toprak hakları ihlal edilmeden kömür ve temel
ihtiyaç malzeme tedariki de yapılabiliyordu.
6 Kasım 1914 tarihinde hazırlanan bir rapora göre;
"Alman Amirali, İngiltere'den takviye almamızı
beklemeden harekete geçecektir. Bu nedenden dolayı Amiral Spee, Güney
Amerika’nın Doğu kıyısına gelirken hiç vakit kaybetmeyecekmiş gibi görünüyor.’’
"Alman Amiral gemilerinin ihtiyacı için Şili’nin Valparaiso
limanına 3 Kasım'da gideceğini ve diyelim
ki oradan kömür aldığını varsayarsak, en erken 4 Kasım'da limandan ayrılabilecektir ki, bu süre tedarikinin
tamamlaması için yeterli bir süre değildir. Valparaiso'dan yol çıkan bir gemi Magellan
Boğazına ulaşmak için yaklaşık 2.600 mil
mesafe kaydetmesi lazım. Başka bir hesapla bu mesafe kabaca 12 deniz mili ile 9 günde kat edilebilir. Buna ek olarak filonun yolda kömür
ihtiyacını karşılamak için 1 güne ihtiyacı vardı. Bu hesaplamaları bir araya
getirdiğimizde Alman filosunun en erken 13
Kasım’da, büyük olasılıkla 15 Kasım’dan
önce hedef noktasına ulaşması mümkün gözükmüyor."
HMS Carnarvon Ağır Kruvazörü HMS Cornwall Hafif Kruvazörü
Raporda belirtilen hesaplamalar göz önüne alındığında Almanların, Coronel Muharebesi ile elde ettiği başarı sonrası, İngilizlerinde stratejik yönelim, planlama ve gemilerin dağılımı konusunda hızlı değişiklikler yapma gerekliliğini ortaya koyuyordu. Bu planlama kapsamında bölgede bulunan gemilere baktığımızda: Carnarvon, Cornwall, Bristol, Makedonya ve Edinburgh Castle, Brezilya kıyılarına dağılmışken; Defender ve Orama Montevideo şehrinde bulunuyordu. Coronel Muharebesinden kaçan Canopus, Glasgow ve Otranto ise Güney Amerika’nın Doğu kıyılarına doğru yol almaktaydı.
Amiral
Stoddart, Coronel Muharebesi’nin sonucunu öğrendikten sonra kendisine bağlı tüm
gemilerin durumu ve konumu ile ilgili bağlantıya geçti. Amiral Stoddart’ın amacı
tüm filoyu kısa sürede bir araya getirerek Amiral Spee’nin olası baskın
şeklindeki saldırısına engel olmaktı. Bu bağlamda, Amiral Stoddart, Coronel
Muharebesi’nden kurtulan gemileri karşılamak üzere hemen Güneye doğru
(Montevideo'ya) gitmeye karar verdi. Amiral Stoddart, 4 Kasım 1914'de Karlsruhe’nin bulunma ve yok edilmesi için Bristol, Makedonya ve Edinburgh Castle’dan
oluşan küçük bir filoyu geride bırakmayı da ihmal etmedi. Çünkü Karlsruhe bulunamadığı
sürece bu gemi İngiliz tedarik hatlarına büyük zararlar verebilirdi. Bu yüzden Amiral
Stoddart bölgeyi boş bırakarak bir risk almamayı seçmişti. Aynı dönemde Amiral Stoddart
sadece savaş gemilerinin değil kömür tedarik gemilerinin de Montevideo’ya doğru
yol almasını emretmişti. Ancak bu gemilerin hızları savaş gemilerine göre az
olduğu için kömür tedarik gemilerine, savaş gemileri refakat edemeyecekti. Buna
karşın Alman Ticari Akıncılarına karşı tedbir olarak bu gemilerin 12 saat arayla yola çıkmaları talimatı
verilmişti.
HMS Makedonya Silahlı Ticaret Gemisi |
HMS Edinburgh Castle Silahlı Ticaret Gemisi |
Alınan kararlar kapsamında, Carnarvon ve Cornwall savaş gemileri Rio De Jenerio’dan 6 Kasım'da yola çıktı. Bu iki gemi 10 Kasım’da ise Defender ve Orama ile buluşarak Montevideo’ya ulaştılar ve Coronel Muharebesi’nden kurtulan Glasgow ve Otranto'nun gelişini burada beklemeye başladılar. Bu bekleyiş sırasında Amiral Spee komutasındaki filonun limanda bulunan gemilere saldırma ihtimaline karşı Montevideo limanının açıklarında devamlı devriye görevi icra edilmesi talimatı verildi.
11 Kasım 1914 günü Glasgow, coşkulu, ama içten içe hüzünlü
tezahüratlar eşliğinde Montevideo’ya giriş yaptı. Glasgow, Coronel Muharebesi
sonrası durmaksızın yol almış ve Falkland Adalarındaki üsse ulaşmıştı. Gemi,
burada kömür tedarikini hızlı şekilde gerçekleştirdikten sonra Amiral
Stoddart’ın emri ile Montevideo’ya doğru yola çıkmıştı. Montevideo’da donanma
mühendisleri tarafından hasarları incelenen Glasgow’un, hasarlarının düzgün
şekilde onarılması için kuru havuza alınması gerektiği rapor
edilmişti. Bölgede tam teçhizatlı kuru havuz ise Rio De Jenerio’da bulunuyordu.
Brezilya hükümeti ile hızlı şekilde irtibata geçilerek gerekli izinlerin
alınmasını müteakip Glasgow, Montevideo’dan Rio De Jenerio’ya doğru tamir
edilmek üzere yola çıktı.
HMS Glasgow Tamir İçin Kuru Havuzda |
Glasgow’un Montevideo’ya ulaştığı günlerde devriye görevini gerçekleştiren Oroma, Alman bandıralı yük gemisi Navarra ile karşılaşarak peşine takıldı. Kendisini takip eden İngiliz gemisini atlatamayacağını anlayan Alman gemisinin kendini batırmaktan başka çaresi kalmadı. Yine bu tarihlerde İngilizler için oldukça sevindirici haberlerde gelmekteydi. Hint Okyanusu’nda müttefiklerin başına bela olan SMS Emden Hafif Kruvazörü, HMAS Sydney Hafif Kruvazörü tarafından yine bu olayların olduğu tarihlerde batırılmış, Batı Afrika’da müttefik kuvvetleri uğraştıran Köningsberg ise Rufiji Deltası’nda kapana kıstırılmış şekilde hareket edemez halde müttefik gemileri tarafından ablukaya alınmıştı. Alınan bu haberler İngilizler arasında moral ile motivasyonu arttırmış ve alınan ağır mağlubiyete rağmen geleceğe daha olumlu bakmalarını sağlamıştı.
İngiliz
Donanma Komutanlığı, Amiral Spee yönetimindeki filonun Falkland Adalarına saldırma
niyetinde olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden biran önce Port Stanley Limanı ve Ada
savunmasının güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu kapsamda Coronel Muharebesi
sonrası adaya gelmiş olan Canopus’un Port Stanley limanının Kuzey ucuna
demirleyerek ada savunması için kullanılmasına karar verildi. Bu karar
kapsamında Canopus, bir yüzen kale gibi kullanılacaktı. Bunun için Adada
bulunan İngiliz yetkililer ve yerel halkında işbirliği ile Canopus üzerinde
gerekli işlemleri yapılmaya başladı.
Amiral
Von Spee’nin Güney Amerika’nın Doğu kıyılarına gelmesi durumunda İngilizler onunla
savaşmak zorunda kalma olasılığı akıllarındaki en önemli konuydu ve bu
karşılaşmanın nasıl olması gerektiği büyük bir tartışma konusuydu. Çünkü Amiral
Stoddart komutasında alelacele bir araya getirilen filonun göze çarpan en
önemli özelliği, her biri farklı kalibrede silah taşıyan gemilerden
oluşmasıydı. Bu durum filonun dolayısıyla vuruş gücü, menzil ve silah tedariki
konusunda homojen şekilde silah dağılımı olmadığı anlamına geliyordu. İngiliz
filosunda o zamana kadar 3 zırhlı
kruvazör, 1 hafif kruvazör ve 4 silahlı ticaret gemisi bulunuyordu ve
bu gemilerin tamamı farklı sınıflardan oluşuyordu. Özellikle Zırhlı
Kruvazörlerin kullandığı silah sistemleri sınıflarının farklı olmasından dolayı
tamamen birbirinden bağımsız kalibrede silahlarla donatılmıştı. Buna göre
İngiliz Zırhlı Kruvazörleri’nin tamamında 2 adet 9,2 inç, 14 adet 7,5 inç,
22 adet 6 inç ve 10 adet 4 inç top bulunurken; karşılaşacakları Alman
Filosu daha homojen silah dağılımına sahipti. Buna göre Alman filosunda 16 adet
8,2 inç, 12 adet 5,9 inç ve 32 adet 4,1 inç top bulunuyordu. Bu homojenize dağılım sorunundan dolayı İngiliz
Gemi Komutanları ve Filo Komutanı’nın aklındaki en önemli soru, bir çatışma sırasında düşmana karşı hangi
mesafenin kendilerine koruma sağlayacağıydı? Aslında bu sorunun
cevabının çeşitli etkenlere bağlı olmasına rağmen kabul edilebilir mesafe, 14.000 yarda ve aşağı mesafelerin
aralıklarla tercih edilmesiydi. Bu konuya bir İngiliz deniz topçusunun bakış
açısı ile bakacak olursak, düşman filosunun bariz bir avantaja sahip olduğunu
söyleyebilirdi. Çünkü Alman filosunun top kalibreleri daha stabil ve uzun
menzile sahipti.
İki
filonun hızları göz önüne alındığında, hız farkının Coronel Muharebesinde olduğu
gibi bariz farklar söz konusu değildi. Dolayısıyla iki filo arasında kaçma/kovalama
durumunun yaşanması halinde bir eşitlik, yani üstünlük olmayan durum ortaya
çıkıyordu.
İngilizlerin
aklındaki bir başka önemli soru ise Amiral
Spee’nin Doğu kıyılarına geldikten sonra filosunu bir arada tutmayı mı? Yoksa
filoyu dağıtarak alana yayılmayı mı? Tercih edeceği idi. Bu soru etrafında ise filoda görevli komutanlar
tamamen birbirinden farklı görüşlere sahipti. Bir taraf Alman Savaş Doktrini üzerinden fikirlerini öne sürerek; Amiral
Spee’nin filoyu alana yayarak tüm gemilerini ticari akınlar üzerine
yönlendireceğini düşünürken; diğer tarafa Alman Amiralin Coronel Muharebesi
sonrası hem edindiği özgüven hem de kendilerinin Doğu kıyılarında zayıf olacağı
düşüncesi ile filoyu bir arada tutarak toplu bir saldırı düzenleyeceğini
düşünüyordu. Bununla birlikte, her iki görüşü savunan tarafın hemfikir
olduğu nokta ise her ne olursa olsun Alman Amiralin Doğu kıyılarına geleceği ve
kendilerinin de bu karşılaşmaya hızlı şekilde hazırlanmaları gerekliliğiydi.
HMS Invincible Ağır Kruvazörü |
HMS Inflexible Ağır Kruvazörü |
Bu olasılıklar göz önüne alındığında İngiliz Donanma Komutanlığı, Amiral Stoddart komutasındaki filoyu güçlendirmeye karar verdi. Bu karar kapsamında, Donanma Komutanlığı tarafından bölgeye Invincible ve Inflexible Ağır Kruvazörleri’nin bir an önce yola çıkması için talimat verildi. Bu iki ağır kruvazörün yola çıkması ve bölgeye vardıktan sonra Falkland Adasındaki üsse konuşlanması ise çok büyük bir gizlilik içerisinde yürütüldü. Çünkü Amiral Spee, bu iki geminin bölgeye ulaştığını herhangi bir şekilde haber alması durumunda filosu için gerekli önlemleri alacağı da aşikârdı. İngiliz Donanma Komutanlığı’nın aldığı bu karar kapsamında Invincible ve Inflexible Ağır Kruvazörleri 12 Kasım 1914’de yola çıktı. Aynı dönemde Amiral Stoddart komutasında Montevideo’da toplanmış olan filoda iki ağır kruvazörle buluşmak üzere Falkland Adalarına doğru yola çıktı. Bu yolculuk sırasında Amiral Stoddart filoda görevli mürettebatın tecrübe kazanması için atış talimleri ve çeşitli tatbikatları yaptırmayı da ihmal etmedi. Bu egzersizlerden dolayı filo olması gerekenden daha fazla denizde kaldı ve Port Stanley üssüne geç ulaştı. Filo 5 gün sonra üsse vardığında, Invincible ve Inflexible Ağır Kruvazörlerinin dışında HMS Kent Hafif Kruvazörü’nün de takviye olarak gönderildiğini gördü. Aynı dönemde Karlsruhe’yi aramak için görevlendirilmiş olan Bristol ve Edinburgh Castle’da, Port Stanley’e ulaşmıştı. Ancak bu iki gemi Donanma Komutanlığı’ndan gelen yeni görev emri uyarınca 19 Kasım 1914’de ayrılarak Kuzeye doğru hareket ettiler. Aynı dönemde Glasgow’un Rio De Jenerio’da ki tamiratı tamamlanmıştı. Glasgow tamiratı tamamlanır tamamlanmaz devriye görevlerine başlamış ve bu görev esnasında çeşitli tatbikatlar ve atış eğitimlerine ağırlık vermişti.
HMS Kent Hafif Kruvazörü |
Kasım ayı boyunca Şili ve diğer kaynaklardan Von Spee komutasındaki filo hakkında çeşitli raporlar İngilizlerin eline ulaşmaya devam etti. İngiliz filosu Montevideo’da bulunduğu dönemde Alman filosunun Horn Burnu civarında bulunduğuna dair söylentiler, İngilizlerin bir hayli endişelenmesine neden oldu. Çünkü Amiral Spee, Horn Burnu’nu geçtiği takdirde ilk hedefi Port Stanley olacaktı. Aynı dönemde Port Stanley’de filo yeni bir araya geldiği için hazırlıklar tamamlanmamıştı.
Amiral
Spee’nin Horn Burnu’nu geçtiği haberi geldikten sonra Kasım ayı boyunca
düşmanla her an karşılaşma ihtimali İngiliz gemiciler arasında gergin bir
bekleyişe dönüştü. Ancak İngiltere’den gelen yeni takviyeler bu gerginliğin
yerini biraz rahatlamaya bıraktı. Bu takviyeler sayesinde İngiliz mürettebat
arasında Coronel açıklarında alınan ağır mağlubiyetin intikamını almak için
cesaretlenmesine ve umutsuzluğun yok olmasına vesile oldu. İngiliz gemilerinin
bölgede devamlı devriye gezmesi ve tatbikatlar düzenlemesi hem mürettebatın
tecrübe kazanmasına hem de cesaretlerinin artmasına neden oldu. Buna karşın
karşılarındaki düşmanın azameti ve kazandığı başarılar içlerindeki korkuyu
tetiklemeye devam ediyordu. İşte düşmanla karşılaşmak için beklenen bu dönem
belki de İngiliz denizciler için en zor dönemdi. Buna karşın savaş
başladığından beri tüm İngiliz filolarında gemiler her an hareket etmek için
hazır bulunuyordu. Bunun için ise gemilerin motorları çalışır vaziyette tutmak
için buhar kazanları her daim kömürle beslenerek hazır tutuluyordu.
Amiral Frederick Doveton Sturdee |
Tarihler 26 Kasım 1914'ü gösterdiğinde Amiral Frederick Doveton Sturdee yönetimindeki Invincible ve Inflexible ağır kruvazörleri Port Stanley limanına giriş yaptı. Bu iki gemi İngiltere’den yola çıktıktan sonra muazzam bir performansla ortalama 18 deniz mili hız yapmış ve 15 gün gibi kısa bir sürede Güney Amerika’ya ulaşmışlardı. Bu iki ürkütücü geminin filoya katılmasıyla Güney Amerika’da ki İngiliz filosu muazzam bir vuruş gücüne kavuşmuş oluyordu. Amiral Sturdee yönetimindeki gemiler filoya katıldıktan sonra Filo Komutanı Amiral Stoddart komutanlık görevini Amiral Sturdee’ye devretti.
AMİRAL SPEE’NİN SALDIRI OLASILIKLARI VE
OLANAKLARI
Amiral spee komutasındaki filo, Amiral Cradock
komutasındaki filo ile karşılaşmamış olsa veya Coronel muharebesi
gerçekleşmemiş olsaydı neler olabileceğini irdelemek hem ilginç olacak hem de Amiral
Spee’nin Coronel Muharebesi sonrası yapması muhtemel hareketlere de biraz ışık
tutacaktır. Eğer iki taraf karşılaşmamış olsaydı, Amiral Spee komutasındaki
filo üstün hızı göz önüne alındığında, büyük olasılıkla Güney rotasına devam
edecek ve Amiral Cradock'u arkasında bırakarak Horn Burnu’nu sorunsuz şekilde geçecekti.
Bu noktadan sonra Amiral Spee, Atlantik Okyanusu’na açıldıktan sonra Ümit
Burnu'na rahatlıkla gidebilir ve Güney Afrika’da bulunan İngiliz Kolonilerini taciz
edebilirdi. Ancak bu dönemde Alman Güney Batı Afrika'sında İngilizlerin
BOER’lerin desteği ile Almanlara karşı üstünlük kurduğu göz önüne alındığında Alman
Amiralin bu seçeneği tercih etmeyeceği aşikârdı. Amiral Spee’nin önündeki bir
diğer seçenekte filosu ile İngiltere için hayati öneme sahip Güney Amerika’nın Doğu
kıyıları boyunca tedarik hatlarına saldırma olasılığıydı. Amiral Spee’nin bunu
gerçekleştirmesi için Kuzeye doğru yol alması gerekiyordu ve bu durumda
peşindeki Amiral Cradock komutasındaki filo ile Kuzey’de bulunan Amiral Stoddart’ın
filosu arasında kalma ihtimali güçlenecek ve büyük olasılıkla İngiliz ticaret
hatlarına fazla zarar veremeden ya filosunu dağıtmak zorunda kalacak yada yok
edilecekti. Ancak Alman Filosu, Amiral Cradock’un komutasındaki gemiler
yetişmeden Amiral Stoddart’ın filosu ile karşılaşması durumunda aynı Coronel
Muharebesi’nde olduğu gibi Alman Doğu Asya Filosu’nun hız ve vuruş gücü olarak
bir hayli avantajlı durumdaydı. Bu seçenekler dışında Amiral Spee’nin Falkland
Adaları'na saldırma olasılığı da bulunuyordu. Amiral Spee’nin Böyle bir harekât
düzenlenmesi durumunda Amiral Spee’ye bağlı filonun Adaya yaklaştığını gören
devriye gemileri Adada bulunan telsiz istasyonu aracılığı ile bölgedeki tüm
İngiliz gemilerine yardım mesajı yollar ve hem Amiral Cradock komutasındaki filo
hem de Amiral Stoddart’ın komutasındaki filo ile birlikte Montevideo’da bulunan
HMS Defence’in katılımıyla İngilizlerin birleşik gücü ile karşılaşmak durumunda
kalabilirdi. Bu olasılık gerçekleştiği takdirde yaşanacak bu karşılaşma Amiral
Spee için aslında bir intihar olurdu.
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus Coronel
Muharebesi sonrası İngilizlerin Alman Doğu Asya Filosuna karşı önlem alacağını Amiral
Spee’nin de tahmin ediyor oluşuydu. Dolayısıyla Coronel’de iki taraf
karşılaşmamış olsa yukarıda ki olasılıkların bir bakıma gerçekleşme ihtimalini
yükseltirken, Coronel Muharebesi sonrası Atlantik Okyanusu’nda Alman filosunun
hareket alanının bu kadar geniş olmayacağı da aşikârdı. Dolayısıyla Amiral Spee
önündeki seçenekleri iyi değerlendirmek zorundaydı. Bu seçenekler arasında ise
yeniden Pasifik Okyanusu’nun Kuzeyine doğru yol almak yoktu. Çünkü bu dönemde Alman
filosunun peşinde İngiliz, Kanada, Japon ve Avusturalya’ya ait birleşik bir
filo bulunuyordu. Daha önce Leipzig’in Kuzey Amerika’da başarısız olmasına
neden olan Japon savaş gemileri ile birlikte hareket eden bu filo Kuzey Pasifik
bölgesinde oldukça etkili bir güç oluşturmuştu.
HMS Newcastle Hafif Kruvazörü |
HMAS Avustralya Ağır Kruvazörü |
Kuzey Pasifik’te konuşlanmış Bu filo içerisinde İngiliz Hafif Kruvazörü HMS Newcastle, Kanada Hafif Kruvazörü HMCS Rainbow, Japon kruvazörü Idzuma ve Hizen bulunuyordu. Kuzey Pasifik’te devriye görevi yürüten bu gemilere 8 Kasım 1914’de Fiji Adasından yola çıkan HMAS Avustralya Ağır Kruvazörü’de katılacaktı. Coronel muharebesinden 1 hafta sonra böyle güçlü bir filonun oluşturulmasının amacı, Amiral Spee'nin Kuzeye gelmesini engellemek ve Amiral Spee’nin Güney Amerika'nın Batı kıyısında kalması durumunda ona yaklaşarak sıkıştırmaktı. HMAS Avustralya ağır kruvazörü, 26 Kasım'da Meksika'nın batı kıyısında bulunan Chamela Koyu'nda (konum) toplanmış filoya katıldıktan sonra birleşik filo Güneye doğru yol almaya başladı ve Galapagos Adaları'nda ihtiyaçlarını giderdikten sonra Kolombiya kıyıları boyunca Amiral Spee’nin izini sürmeye devam ederek Güneye inmeye devam etti.
Böylelikle Amiral Spee'nin gemilerini Kuzey Pasifik'e geri götürmesinin neredeyse imkânsız olduğunu gördük. Ancak Güney Amerika'nın Batı kıyısındaki koşullar tamamen farklıydı. Çünkü bu bölgede barınabileceği çok sayıda demirlemeye müsait ıssız koy bulunuyordu ve Şili kıyılarında kendisine yardım edecek büyük bir Alman nüfusu mevcuttu. Bunun bilincinde olan Amiral Spee mümkün olduğu kadar Güney Pasifik’te kalmaya çalışıyordu. Ancak bölgedeki güçlü istihbarat ağından aldığı bilgiler ışığında kendisini yok etmek için hem Kuzeyde hem de Atlantik Bölgesinde düşman hareketliliğini öğrenmesi üzerine bulunduğu bölgeyi terk etmekten başka alternatifi olmadığını anladı.
Coronel Muharebesi sonrası Kuzey Pasifik’te müttefiklerin
aldığı önlemler yoğunlaşırken, Cradock komutasındaki filonun önemli gemilerinin
yok edilmesi ve geri kalanında dağınık şekilde kaçmasından sonra Amiral Spee
bir iki gün denizde beklemeyi seçti.
Bu bekleyişin nedeni ise savaş alanından hasarlı
şekilde uzaklaştığı bilinen Glasgow ile hasar aldığı düşünülen Otranto’nun bölgedeki
limanlara uğrama ihtimaliydi. Bu konuda Alman basınında 2 Kasım 1914’de yayınlanan bir mektupta şu ifadeler bulunuyordu:
"Glasgow
kaçmadan önce aldığı hasarlardan dolayı Şili kıyılarında bir limana uğrayacağı
düşünülmektedir. Bundan emin olmak için yarın Gneisenau ve Nürnberg’i
Valparaiso'ya göndermeyi ve Glasgow'un Şilililer tarafından enterne edilip
edilmediğini görmeyi planlıyorum."
5 Kasım tarihli başka bir mektupta şunlar yazıyordu:
"Bu sabah
Valparaiso'ya vardık... Savaştan kaçan İngiliz gemilerinin geldiğimiz limanlara
uğramadığını anladık. Çünkü zaferimizin haberi henüz buraya ulaşmamıştı. Ama
kazandığımız zaferin haberi bölgede çok çabuk yayıldı."
Coronel Muharebesi Sonrası SMS Scharnhorst'un Valparaiso Şehrinde Demirlemiş Halde Çekilmiş Resmi |
Almanların kazandığı zafer haberinin kısa sürede yayılması bölgede kuşkusuz İngiliz prestijine ağır bir darbe vurulmuş ve Güney Amerika’daki tüm büyük şehirlerdeki Almanlar, bu galibiyeti kendi çıkarları doğrultusunda en iyi şekilde kullanmaya başlamıştı. Bu dönemde Güney Amerika şehirlerinde dolaşan söylentiler, Amiral Spee'nin İngiliz ticaretine saldırmakta hiç zaman kaybetmeyeceğini ve bu saldırılar neticesinde, İngiltere’ye gönderilen kargoların tehlikede olacağı yönündeydi. Bu durumdan korkan nakliye acenteleri olası kayıplarını telafi edebilmek için sigorta oranlarını ciddi bir şekilde yükseltmeye başlamıştı. Bununla birlikte bölgede bulunan Almanlar, İngilizleri yanıltmak için gerçekdışı raporlar yayınlıyor ve bu bilgi kirliliğinden dolayı İngilizler rakiplerinin hamlesini öngöremiyordu. Ancak hem Pasifik Bölgesinde hem de Atlantik Bölgesinde İngiltere ve müttefiklerinin yaptığı hamleler Amiral Spee’nin olası hareketlerine ışık tutuyordu.
Zaferi Tüm Dünya'ya Duyuran Bir Alman Gazete Küpürü
Coronel muharebesi sonrası görüldüğü üzere Alman Doğu
Asya Filosu bölgede hâkimiyetini pekiştirmek için alana yayılmıştı. Ancak Amiral
Spee bu hâkimiyetin geçici olduğunun farkındaydı. Çünkü Kuzey Pasifik’te müttefik
savaş gemilerinin faaliyetleri onu baskı altında tutuyordu. Savaştan sonraki 2 hafta boyunca Alman filosu geçici karargâh
olarak kullandığı Mas-a-Fuera Adasına farklı tarihlerde uğradı ve burada tüm
gemiler kömür ihtiyaçlarını karşıladı. Bu dönemde Alman hafif kruvazörleri
birbiri ardına Valparaiso'ya gönderilerek son gelişmeler ve bilgilerin alınması
sağlandı. Leipzig’in 13 Kasım 1914’de
Valparaiso'ya gerçekleştirdiği ziyaret sonrası Amiral Spee, Amiral Stoddart komutasındaki
filonun Montevideo’dan ayrıldığını, Kuzey Pasifik’te ise Japon gemileri ile
birlikte İngiliz ve Kanada gemilerinin faaliyetleri hakkında bilgilere ulaştı.
Bu noktada Amiral Spee'nin beynine girerek olası harekât
seçenekleri hakkında aklındaki sorulara bir bakmakta fayda var. Amiral Spee’nin
önündeki seçeneklere baktığımızda; ilk olarak filosunu Kuzey Pasifik bölgesine
yönlendirerek o sırada kendinden kuvvet bakımından daha düşük güce sahip (olduğunu
düşündüğü) müttefik filosu ile çarpışmak ve Coronel Muharebesi’ndeki başarısını
tekrarlamak mı vardı? Yoksa Güneye gidip Coronel Muharebesi sonrası İngiliz
filosuna karşı kazandığı avantajı Canopus
ve Glasgow dışında o an için ona
karşı koyacak hiçbir filonun olmadığı bir yönde mi takip edecekti?
Bu iki sorunun cevabı 1. Dünya Savaşı boyunca Alman
donanmasının genel durumunda saklı. Savaş boyunca Avrupa’da bulunan ana filonun
kendisinden kalabalık müttefik filolarına karşı zorunluluktan dolayı neredeyse
hareketsiz kalması denizlerde hâkimiyetin müttefiklerin elinde olduğunu
göstermişti. Amiral Spee’de bunun farkında olduğu için komutasındaki filo ile
büyük bir gizlilik içerisinde düşman filolarından kaçarak koca bir Okyanusu geçirmişti.
Keza Amiral Spee, kendisini arayan farklı milletlerden tüm müttefik gemileri
ile savaşmak istemiyor ve bu nedenle gemilerini riske atmak istemiyordu. Çünkü
Amiral Spee’nin kaybedeceği herhangi bir savaş platformunun geride yerini
alabilecek veya onu destekleyebilecek herhangi bir gemi maalesef yoktu. Bu
bilinçle hareket eden Alman Amiral açıkça saldırmak yerine gizli hareket ederek
bir bakıma vur-kaç taktiğini uygulayarak düşmanlarına zarar vermek
istiyordu. Çünkü bu savaşta açık bir saldırı yapmak ona biçilmiş role o an için
uygun değildi.
Başka bir bakış açısına göre, Coronel Muharebesinden sonra
Amiral Spee, mümkün olan en kısa sürede Güney Amerika'nın doğu kıyısına gitmeli
ve böylece kazanmış olduğu başarının tüm avantajını kullanmalıydı. Kazanılan
savaş sonrası İngiltere’den takviye kuvvetler gelmeden kazandığı zaferin
meyvelerini toplamak için Güney Atlantik’te operasyonlar düzenleyerek yeni
kazanımlar elde etmesi kaçınılmaz gözüküyordu. Peki, bu kadar avantaja rağmen Amiral Spee neden bir ay güney
pasifik kıyılarında oyalandı? Her şeyden önce Amiral Spee gemilerinin aldığı
hasarları birkaç gün içerisinde tarafsız limanlarda tamir ettirebilirdi. Ayrıca
Güney Amerika’nın Batı kıyıları boyunca tarafsız limanlarda ikmallerini de
sağlayabilirdi. Böyle bir avantaj söz konusuyken ve İngilizlerin doğu
sahillerinde ki zaafı ortadayken Falkland Adalarının işgali yada filosunu
Almanya'ya götürmek için harekete geçme gerekliliğini varsaymak mantıksız mı?
Çünkü Alman Amiral o anda harekete geçse Amiral Stoddart'ın komutası altındaki
kuvvetten gerçekten üstün olduğunu biliyordu.
Ancak bu kadar avantaja rağmen Amiral Spee Güney
Pasifik’ten ayrılarak Atlantik Okyanusu’na geçmeyi yaklaşık dört hafta yani 26 Kasım 1914'e kadar ertelemişti. Amiral Spee’nin bu hareketinden
anlaşılacağı üzere Falkland Adalarındaki İngiliz hâkimiyetinin sonlandırılarak
bir Alman üssü haline gelmesi için bir plan hazırladığı iddia edilebilir. Bir
başka olası açıklama ise Alman Amiralin, Cradock komutasındaki filoyu mağlup
edeceğini tahmin etmemesi veya bu filo ile karşılaşmadan gerisinde bırakarak
yol alacakmış gibi bir plan yapmasından dolayı oyalandığı, bunun sonucu olarak
belirli bir hamlede bulunmadan önce değişen durumu düşünmek için zaman ayırdığı
söylenebilir. Bir başka neden ise Kuzey Pasifik’ten kendisini baskılayan Japon-Avusturalya
birleşik filosunun tehdidinin uzak olmasından dolayı acele etmediği ve Aralık ayına
kadar düşmanları hakkında daha çok bilgi edinmeyi umduğu çıkarımı da
yapılabilir.
Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü, Coronel Muharebesi
sonrası Amiral Spee filosunu Şili kıyılarında faaliyet gösterecek şekilde
konumlandırdığı izlenimi vermeyi seçtiğini söyleyebiliriz. Ancak bölgedeki ve Dünyadaki
durum o kadar tehlikeli, belirsizdi ve Alman filosu için gelecekte o kadar
zorluklar gözükmekteydi ki, Amiral Spee iyi bir plan yapmak için önündeki yolun
açık olduğuna emin olmak istiyordu. Çünkü kendisi ve komutasındaki filo İngilizlerin
gözünde tehlikeli bir kaçaktan farksızdı. Yaptığı veya yapacağı
herhangi bir girişim kendisine çok pahalıya mal olabilirdi.
Amiral Spee, yukarıda anlattığımız süreçte Falkland
Adaları'na saldırmak için bir plan geliştirdiği az çok anlaşılmıştır. Amiral Spee’nin
bu planının ana amacı bir İngiliz kolonisinin ele geçirilmesi ve bunun sonucu
olarak Dünya çapında İngilizlerin prestijine Coronel muharebesi sonrası bir
darbe daha indirmek istemesi gösterilebilir. Bu plan kapsamında Alman Amiral, Falkland
Adasındaki telsiz istasyonunu yok etmeyi, Adayı işgal ettikten sonra orada
bulunan kömüre ve erzaklara el koymayı planlıyordu. Koloniyi uzun süre elinde
tutamayacağını bilen Amiral Spee istediklerini aldıktan sonra Adayı terk ederek
İngilizlerin kendisini Adada kapana kıstırmasının önüne geçmeyi planlıyordu.
Her ne olursa olsun böyle büyük ve ses getirecek bir planı daha önce düşünmüş
olsaydı daha hızlı harekete geçeceği ve 1 ay gibi düşmana hazırlık için yetecek
zamanı vermeyeceği de aşikârdı.
Bu plan çerçevesinde harekete geçen Alman Filosu gizliliğini
sürdürmek için tüm ticaret yollarından uzakta hareket etmek ve telsiz sessizliğine
sıkı sıkıya uymak kaydıyla Güneye doğru harekete geçti. Bu yolculuk sırasında
İngiliz kömür taşıma gemisi North Wales ile karşılaşan filo
gemideki kömürlere el koyarak gemiyi batırdı. Açıkçası bu karşılaşma alman
filosu için büyük şanstı. Çünkü kömür tedarikini kıyılarda yapmaları tespit
edilmeleri için büyük risk oluşturuyordu. Güneye doğru yolculuk sırasında Filo kömür
tedariki için 21 Kasım 1914'de San
Quentin Sound Koyuna giriş yaptı ve burada 5 gün kaldı. Buradan yola çıkan filo Güneye devam etmek yerine Batıya
doğru yol aldı 200 mil karadan uzaklaştı. Bu dönemde filo fırtınaya yakalandı.
Fırtınaya yakalandıktan sonra yaşananları ise Gneisenau’nun seyir defterinden
sırasıyla görelim:
"27 Kasım 1914 - Rüzgârın gücü 12'ye
kadar çıktı. Ertesi gün hava biraz yumuşadığı için gemimiz 8 deniz mili hızla
ilerleyebildi.
"29 Kasım 1914 – Masalarda yemek
yemek imkânsız. Birçok mobilya ve tabakların tamamı kırıldı. Kırılan mobilyalar
denize atıldı. Güvertede ayakta durmak imkânsız. Güvertede iş yapabilmek için
mürettebatın kendini halatlarla sabitlemesi gerekiyor. Macellan Boğazı
girişinden çıkmak üzereyiz.
"2 Aralık 1914 – İki buzdağı görüldü.
Buzdağları yaklaşık 50 metre yüksekliğinde görünüyor.
"3 Aralık 1914 - Picton Adası'na
yakın Beagle Kanalı'nın doğu çıkışına doğru yol alıyoruz.
"6 Aralık 1914 - Port Stanley'e doğru
gidiyoruz."
Von Spee'nin komutasındaki filonun bu
yolculuğu sırasında, iki yelkenli gemi ve bir kömür taşıma gemisinin ele
geçirilmesi dışında hiçbir başarı elde edemediğini de akılda tutmak gerekir.
Fortune'un Çarkı (Kader Çarkı) |
Amiral Spee planı çerçevesinde Falkland adalarına doğru yol alırken, İngilizler Amiral Sturdee komutasında yeni ve Alman filosundan güçlü bir filoyla rakiplerini bekliyordu. Artık FORTUNE'un ÇARKI İngilizlerin lehine dönmeye başlamıştı.
İngilizler, Falkland Adalarında kayıplarının
intikamı için KURT KAPANINI kurmuş
ve artık YAŞLI ALMAN KURDU’NUN bu kapana
yakalanmasını bekliyorlardı.
2 Yorumlar
Büyük bir zevkle okudum, güzel bir yazı serisi oluyor elinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Maalesef seri bu yazı ile son bulmuş oldu. Serinin diğer yazısını yayınlamama kararı aldım.
Sil