1. Dünya Savaşı'nda Alman Doğu Asya Filosunun Faaliyetleri Bölüm-1: Amiral von Spee'nin Harekat Planı
2. Dünya Savaşına ilgi duyan herkes bir şekilde Admiral Graf Spee zırhlısının (cep zırhlısı) hikayesini de az çok duymuştur. Ancak gemiye ismini veren kişi olan Amiral Maximilian Graf Von Spee hakkında internette dikkate alınacak yayınlar çok az yazılıp çizilmişe benziyor. Keza bana göre Alman halkının gönlünde yer etmiş ve Nazi yönetimi tarafından büyük bir savaş gemisine ismi verilen bu komutanı da az çok tanımak gerektiğine inanarak bir yazı hazırlamaya karar verdim. Aşağıda okuyacağınız bahse konu bu yazıda ve sonraki yazılarda Amiral Spee’nin tüm yaşamını değil, sadece ölümüne kadar olan kısa bir dönemi detaylı olarak anlatmaya çalışacağım. Tabi ki bu yazılarda sadece Amiral Spee’den değil, 1. Dünya Savaşı sırasında Alman savaş gemilerinin durumundan ve düşmanlarından da az çok bahsedeceğiz. Dolayısıyla bu yazı serisi sadece Amiral Spee’nin yaşamını değil, 1. Dünya Savaşı sırasında Amiralin görev aldığı bölgede yaşananları da anlatmış olacak. Ben, normal şartlarda bu çalışmayı tek bir yazı halinde yayınlamayı düşünüyordum. Ancak çeşitli aksilikler ve başka nedenlerden dolayı yazıyı üç bölüme ayırmak zorunda kaldım. Bu yazı serisi giriş, gelişme ve sonuç olarak isimlendirebileceğimiz üç bölüme ayrılarak yayınlanacak. Aşağıda okuyacağınız yazı yukarıda bahsettiğim gibi ''giriş bölümü'' olarak tabir edeceğimiz kısmı oluşturacak. Okuyacağınız bu ilk yazıda Amiral Spee’nin görev yaptığı Doğu Asya Filosu’nun 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ile gerçekleştirdiği faaliyetleri ve Amiral Spee’nin önündeki harekât olasılıklarına değineceğiz. Ayrıca 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ile hem Doğu Asya Filosu’nda hem de diğer denizlerde Ticari Akıncı faaliyeti gösteren gemilerin durumu ve akıbetlerine değindikten sonra İngiltere tarafından Amiral Spee’nin harekatlarını engellemek için görevlendirilen Amiral Cradock’un ve filosunun durumunu değineceğiz. Ayrıca yazı içerisinde yine 2. Dünya Savaşı'ndan aşina olduğumuz iki kardeş gemi Scharnhorst ve Gneisenau zırhlılarının da isimlerine rastlayacaksınız. Bu iki gemi 2. Dünya savaşında olduğu gibi 1. Dünya Savaşı'nda da Alman Donanması için önemli bir yere sahipti. Bu kadar benzerlik üzerine acaba ''tarih tekerrürden ibarettir.'' diyebilir miyiz? Bunun taktiri siz saygıdeğer okuyuculara ait...
Ancak konumuza girmeden önce yazıyı farklı bir gözle okumanızı sağlayacak ve askerliği meslek olarak yapan bir kişinin az çok düşüncelerini birkaç cümle ile çok iyi şekilde özetlemiş şu cümleyi sizinle paylaşmak isterim.
"I, my Lords, have in different countries seen much of the miseries of war. I am, therefore, in my inmost soul, a man of peace. Yet I would not, for the sake of any peace, however fortunate, consent to sacrifice one jot of England's honour." (Speech by Lord Nelson in the House of Lords, November 16th, 1802.)
"Lordlarım, ben, farklı ülkelerde savaşın birçok sefaletini gördük. Bu nedenle, ben ruhen barışçı bir insanım. Yine de olası bir barış uğruna, ne kadar şanslı olursa olsun, İngiltere'nin onurunun zerresini feda etmeyi kabul etmem." (Lord Nelson'ın Lordlar Kamarası'ndaki konuşması, 16 Kasım 1802.)
Yukarıda Lord Nelson’un dediği gibi; her asker savaşın acılarını, sefaletini, yıkımını ve kayıplarını gördükten sonra barışı daha çok arzulamaktadır. Amma ve lakin, o askerin ülkesine ve milletine karşı düşman hasmane bir tutum içerisinde ve zarar verecek şekilde yaklaşım sergiliyorsa o zaman barışçıl olan o askerin içindeki aslan uyanır ve düşmanının üzerine dişleri ile pençelerini geçirmek için saldırır. Ancak bu saldırıyı yaparken tamamen planlı ve disiplinli şekilde yapar ki yukarıda zikrettiğimiz kayıpları az yaşasın. Bir sivil olarak askerliği meslek olarak yapan tüm komutanlarımıza buradan selam eder; bu yazıyı okuyacakların ise empati yaparak konuyu bir askerin gözünden bakarak okumalarını diliyorum.
Herkese iyi okumalar…
Savaşın başlamasından sonraki ilk birkaç ayda Alman gemilerinin birincil amacı İngiliz denizaşırı ticaretine mümkün olduğunca zarar vermek üzerine kurulmuştu. İngiliz denizaşırı ticaretinin kırılganlığına rağmen Almanların bu konudaki başarısı veya başarısızlığı tartışılabilir. Ancak Almanların denizlerde gerçekleştirdiği bu ‘’Akıncı Harekatları’’ ile İngilizleri biraz uğraştırdığı da yadsınamaz bir gerçektir. Almanlar ise bu taktiği 1. Dünya savaşının hemen öncesinde Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında gerçekleşen 1. ve 2. Balkan Savaşları sırasında Osmanlı donanmasına bağlı Hamidiye Kruvazörü’nün Akıncı Harekâtını inceleyerek daha geniş sahada uygulamak üzere geliştirmesiyle ortaya çıktığını iddia edebiliriz. Hamidiye kruvazörünün bahse konu harekâtını daha detaylı incelemek isteyenlerin şu yazıyı (Bkz. Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-3: Hamidiye Kruvazörü’nün Akıncı Harekâtı) okumalarını ve yazının sonunda bulunan değerlendirme ile karşılaştırma bölümlerini irdelemelerini tavsiye ederim.
Peki Almanlar, Asya Kıtasının bu uzak köşesinde hangi amaçla bulunuyordu?
Almanya, 1. Dünya Savaşı başlamadan çok önce Uzakdoğu’da Çin ana karasında bulunan Tsingtau limanını üs olarak seçmişti. Alman yayılmacılığının istasyonu olarak konuşlandırılan Çin’in kuzeydoğusundaki Tsingtau, Almanlar tarafından işgal edilmeden önce Japon İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. Kaiser 2. Wilhelm, Almanya’nın Pasifik Okyanusu'nda bir deniz üssü olması için Tsingtau’yu 1898 yılında iki misyonerinin ölümünü gerekçe göstererek istila etmişti.
Aynı dönemde Amiral Spee'nin gerçekleştirmek üzere hazırladığı harekat planının ana amacı, düşmana ait deniz kuvvetlerini üzerine çekerek, Avrupa’da devam eden savaşta Almanya’nın yükünü azaltılmaya çalışmaktı. Ancak bir taraftan da Japonya’nın savaşa girip girmeyeceği Spee’yi düşündürmekteydi. Zira Japonya’nın savaşa girmesi durumunda Tsingtau’yu boşaltmak mecburiyetinde kalacaktı. 26 Ağustos 1914 tarihinde Japonya’nın müttefiklerin yanında savaşa katılması, Spee’nin bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu ortaya koyacaktı. Japonya'nın, müttefiklerin yanında savaşa girmesiyle, Japon donanması 27 Ağustos'ta Tsingtao Kuşatmasını başlattı. 02 Eylül 1914'te subay ve piyade toplam 22.980 askerden oluşan Japon kuvvetleri ele geçirilmesi zor bir mevki olan Tsingtau'ya çıkarma yaptılar. Onları toplam 910 İngiliz ve 450 Sih’ten oluşan İngiliz kuvveti izledi. Almanların mevcudu ise 13.000 civarındaydı. Uzun bir müddet direnecekleri düşünülen Almanlar 2 ay sonra, yani 07 Kasım 1914'de, teslim olmak için başvurdular. 16 Kasım 1914'te Tsingtau'nun idaresi resmen Müttefik Devletleri'ne geçti. Açıkçası Alman diplomasisinin savaştan önce Japonya'yı yeterince önemsememesi Almanya'ya pahalıya patlamış ve Uzakdoğu’daki en önemli üssü konumundaki Tsingtau’yu da kaybetmesine neden olmuştu.
Peki, Amiral von Spee koloni topraklarını korumak yerine neden Amerika’ya doğru yol alma kararı almıştı?
AMİRAL VON SPEE’NİN HAREKÂT PLANI ÜZERİNE
Avrupa’da bulunan donanma ve Akıncı Harekâtını düzenleyen gemiler dışında Almanların anakara dışında bulunan tek deniz gücü Amiral von Spee komutası altındaki Doğu Asya Filosu olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Bu filo her ne kadar Doğu Asya’da bulunan kolonileri korumak üzere oluşturulmuş olsa da savaşın başında eldeki filoyla bu kolonilerin korunamayacağı Amiral Spee tarafından anlaşılmıştı. Bu gerçek üzerine Amiral von Spee harekât planını değiştirme yoluna gitmek zorunda kalmıştı. Şimdi Amiral von Spee’nin harekât planını oluştururken karşısında duran seçenekler üzerine devam etmekte fayda var.
Von Spee'nin harekât planını oluştururken aklından geçenleri bilmemiz pek mümkün değil. Ancak Amiral von Spee’nin gerçekleştirdiği harekât ve bunun sonucuna baktığımızda bazı fikirler yürütebiliriz.
İlk olarak bölgedeki güç dengelerine ve politik gelişmelere kısaca değinerek Amiral Spee’nin Doğu Asya filosunu neden bölgeden uzaklaştırdığını incelememiz gerekiyor.
Bu noktada Amiral von Spee'nin savaş başladığı sırada filosunu Tsingtau’da bulunan ana üsse geri götürmemesi konusu önemli görünüyor. Çünkü von Spee’nin emrindeki filo, bölgede bulunan müttefik filolarına karşı vuruş gücü ve hız olarak aşağı kalır yanı yoktu. Bunun bilincinde olan Amiral bu noktada gemilerini aktif olarak kullanmak istediği anlaşılabilir bir durum. Bununla birlikte, Amiralin SMS Emden Hafif Kruvazörü’nü, Hint Okyanusu'na yollayarak Akıncı Harekatlar düzenlemesini istemesi Alman Donanma Savaş Doktrinine (Ticari Akıncı Harekatları) bağlı kaldığını da gösteriyor. Savaş başlamadan önce, Leipzig ve Nürnberg Hafif Kruvazörleri, Amerika'nın Batı Kıyısında görev yapıyordu. Buda gösteriyor ki Amiral, Emden’de olduğu gibi herhangi bir savaş durumunda bu kruvazörlerinde Amerika’nın Batı Kıyılarında Akıncı Harekatları düzenlemek istediğini bize gösteriyor. Bu fikrin uygulanabilirliği tartışmaya açık olsa da dezavantajının da olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Almanlar sayıca İngiliz donanmasından az olmasından dolayı İngilizleri geniş bir coğrafyada hafif kruvazörlerinin peşine düşmeye zorlayarak yaymayı planlamış ve bireysel olarak hareket eden hafif kruvazörlerinde müttefik tedarik konvoylarını batırarak Avrupa’da devam eden savaşta avantaj sağlamasını planlamıştı. Ancak bu durum Alman Doğu Asya filosu için çok geçerli bir durum değildi. Amiral Spee komutasındaki Uzakdoğu Filosu haritaya dağılmak yerine savaşın başladığı dönemde bir arada bulunsaydı Çin bölgesinde bulunan İngiliz savaş unsurlarından belirgin bir şekilde üstün olacaktı. Bu durum, Pagan Adası'nda yapılan savaş konseyinde Filo'nun Emden dışında bir arada kalması kararının alınması ve Amiral Spee'nin ileri tarihlerde gerçekleştirmeyi planladığı harekat hakkında bize bazı ipuçları verdiğini de unutmamak gerekiyor.
Ancak bu harekat planında denklemi bozan ve görüldüğü üzere Amiral Spee’nin de hesaba kattığı başka bir durum daha vardı.
Güney Pasifikte bulunan İngiliz kolonilerinin barış zamanı İngiliz Hükümeti tarafından kendi donanmalarını inşa etmesine izin verilmişti. Bu politik yaklaşımı ilk benimseyen ve uygulamaya başlayan ise Avusturalya olmuştu. İşte, Almanlar için buradaki denklemi bozan unsur İngiliz kolonilerinin kendi donanmalarıydı. Bölgede bulunan İngiliz savaş unsurlarıyla Avusturalya ve Yeni Zelanda’ya ait donanmalar birleştiği taktirde Alman Doğu Asya Filosu'nun gücü bu birleşik filoya göre yetersiz kalacaktı. Özellikle Amiral Spee, 8 adet 12 inch’lik ana silahı bulunan güçlü Avustralya Zırhlı Kruvazörü ile karşılaşma riskini göze alamazdı.
Japonya'nın 23 Ağustos 1914'e kadar savaş ilan etmediği düşünüldüğünde Japonya’nın tutumundaki belirsizlik Amiral Spee’nin planlamasını yaparken dikkate aldığı diğer bir husustu. Amiral, savaşın hemen öncesinde filosunu Tsingtau üssüne götürmüş olsa ve Japonya müttefiklerin yanında savaşa girerek limanı müttefik kuvvetleriyle birlikte abluka altına almış olsa Alman Doğu Asya Filosu savaşın başında bertaraf olacaktı. Amiral Spee, bu olasılığı dikkate alarak yazının başında belirttiğimiz üzere filosunu Tsingtau limanından uzak tutmayı seçmişti. Keza Amiral Spee’nin aldığı kararın doğruluğu Ağustos ayının sonunda Japonya’nın müttefiklerin yanında savaşa girmesi ve Tsingtau Limanı'nı işgal edilmesine güçlü şekilde iştirak etmesi noktasında görmüş oluyoruz.
Alman Amiral planını oluştururken karşılaştığı en büyük sorun gemilerinin kömür ihtiyacı ile erzak tedarikinin nasıl yapılacağıydı? Bu sorunun çözümü ise iki şekilde olabilirdi. Birinci seçenek yapacakları harekât sırasında karşılaşacakları nakliye gemilerinin yağmalanması seçeneğiydi. Ancak böyle bir işe kalkışırken belirsiz bir kaynaktan yararlanmaya kalkmak tam bir kumardı. İkinci seçenek ise dost veya tarafsız limanlardan tüm ikmalin tamamlanmasıydı. Bu seçenekte de imkanlar çok kısıtlıydı. Çünkü Güney ve Batı'da bulunan tüm limanlar düşmanın kontrolü altındaydı. Kuzey ise seçenekler arasında dahi değildi. Doğuda ise önlerinde koskocaman bir Okyanus vardı.
Amiral Spee’nin bir başka dikkat etmesi gereken husus ise filosunu düşman gözetiminden ve telsiz trafiğinden uzak tutması gerekliliğiydi. Çünkü yapılacak bu yolculukta yerlerinin belli olması tüm düşman savaş unsurlarının toplanarak kendisine saldırması anlamına geliyordu. Bu yüzden harekât boyunca Amiral uzun menzilli telsiz haberleşmesinin yapılmamasına karar verdi. Böylelikle filonun yerinin gizli tutulması için harekât boyunca büyük özen gösterildi ve telsiz haberleşmesi minimum seviyede tutuldu.
İngilizler açısından Amiral Spee ve emrindeki filonun kendi tedarik hatlarının güvenliği için bir an önce ortadan kaldırılması en büyük hedefti. Ayrıca tek başına hareket eden Alman Hafif Kruvazörleri ve silahlandırılmış ticari gemilerinin Akıncı Harekatlarını engellemek ve bulundukları anda yok edilmeleri içinde İngilizler birçok gemiyi görevlendirmişti. İngilizlere göre bu kruvazörler ve silahlı ticari gemilerin yok edilmesi an meselesiydi. Ancak Alman Amiral, Tsingtau’dan ayrıldıktan sonra İngilizlerin aklındaki en önemli soru ise Alman Amiral'in amacının ne olduğuydu? İngiliz kurmay heyetinde bulunan tüm deniz subaylarının düşüncelerini meşgul eden en önemli soru buydu. Bu sorunun cevabını bulmak için İngilizlerin önündeki seçeneklere ve cevaplarına bakarak Amiral Spee’nin olası harekât planını da öğrenebiliriz:
SEÇENEK-1: Afrika'nın batı kıyısında bulunan İngiliz kolonilerine bağlı limanları bombalamak ve zayıf savunmalara sahip deniz haberleşme istasyonlarına (St. Helena gibi) saldırmak. Aynı zamanda Batı Afrika kıyılarında Alman kolonilerine karşı faaliyet gösteren İngiliz ve Fransız kuvvetleri ile tedarik konvoylarına saldırarak Afrika’da bulunan kolonilerin güvenliğini sağlamak. Tedarik sorunu veya başarısızlık durumunda Avrupa’daki ana filoya katılmak;
SEÇENEK-2: Güney Afrika'ya gidilerek, Cape Town'daki zayıf İngiliz filosunun yok edilmesi, limanın ablukaya alınarak tedarik hatlarının koparılması ve Güney Afrika’da daha önce İngilizlere karşı ayaklanmış BOER’lerin yeniden desteklenerek ayaklanmalarının sağlanması sonucu, Jan Smuts ile Louis Botha’nın emrindeki Güney Afrika Birliği'ne karşı bölgede bulunan Alman birlikleri ile birlikte Boer’lerin harekete geçirilmesi;
UYGULANABİLİRLİK: Açıkçası bu planın uygulanabilirliği ve başarısı imkansıza yakındı. Çünkü Cape Town’daki İngiliz filosu yok edilmiş olsa dahi Amiral Spee’nin elindeki gemilerle bir ablukayı devam ettirmesi zordu. Alman Amiralin bunu uygulamaya kalkması ‘’kafasını aslanın çenesine sokmak’’ ile eşdeğer bir durum ortaya çıkartırdı. Keza İngilizler, Güney Afrika gibi önemli bir kolonisini kendi kaderine bırakmayacak kadar akıllıydı. Buna en iyi örnek ise ilerleyen dönemde Alman Doğu Afrika Kolonisinde, İngiliz ve Almanlar arasında yaşanan gelişmeler ve Köningsberg gibi tek bir gemi için koca bir İngiliz Filosunun Güneydoğu Afrika’ya yollanması gösterilebilir. Ayrıca BOER’lerin Almanların desteği ile yeniden ayaklanıp ayaklanmayacağı da tam bir muammaydı. Keza bir BOER olan Jan Smuts İngiliz birliklerinin başında Almanlara karşı savaşıyordu. Her şey bir kenara Alman Amiralin, Güneydoğu Afrika’ya ulaşmak için iki seçenek vardı. Bu yollardan ilk seçenek filosunu Güneye doğru hareket ettirip MALAY BARİYERİ üzerinden geçirip Hint Okyanusuna geçmesi, diğer seçenek ise birinci seçenekte olduğu gibi Pasifik Okyanusu üzerinden yol alarak Doğu Afrika’ya ulaşmasıydı. Amiral Spee için ilk seçenek doğrudan devre dışı kalıyordu. Çünkü filosu Malay Bariyerini müttefik kuvvetlerle (İngiltere, Fransa, Avusturalya) çarpışmadan geçemezdi. Malay Bariyeri olarak isimlendirilen bölge günümüzde Singapur’dan Papua Yeni Gine Adasına kadar olan ve Endonezya’nın da içinde olduğu adalar grubunu içermektedir. Bahsi geçen bölge Güneyde Avusturalya ana karasına, kuzeyde ise Fransız Çinhindi bölgesini de içine aldığı için Amiralin fark edilmeden ve kayıp vermeden bu bölgeden çıkması imkansızdı. Çıktığını farz etsek dahi Hindistan’dan yola çıkan tedarik konvoylarının güvenliği için İngiltere ve Avusturalya birçok gemiyi bölgede bulunduruyordu. Eğer Amiral imkansızı başarıp Hint Okyanusuna açılsa dahi müttefik kuvvetlerinin tamamı filoyu yok etmek için ‘’kovanına çomak sokulmuş arılar’’ gibi tepesine toplanacak ve ağır bir saldırıya uğrayacaktı. Sonuç olarak hem yol güzergahı hem de yapılacak operasyon açısından bu seçenek doğrudan devre dışı bırakılabilir.
SEÇENEK-3: Kuzey Atlantik’te müttefik konvoyları ve savaş gücüne karşı faaliyetler yürütmek; gerekirse Almanya’nın Avrupa’da bulunan donanmasının ana unsurlarından destek almak;
UYGULANABİLİRLİK: Bu seçenek uygulanabilirlik olarak imkansızdı. Çünkü İngiliz anakarasına bu kadar yakın bir operasyon düzenleyerek filonun hayatta kalması imkansızdı. İngiliz donanması savaşın başından beri ablukaya alarak Alman donanmasını ana üssünde hapsetmiş durumdaydı. Amiralin bölgeye ulaşması durumunda İngiltere hem Britanya adasını korumak hem de tedarik hatlarının güvenliği için büyük bir görev gücü oluşturması kaçınılmazdı. Ayrıca donanma gücü olarak İngiltere anakarasını korumak için en kuvvetli gemilerini Kuzey Atlantik’te konuşlandırmış durumdaydı. Hal böyleyken Amiral Spee’nin Kuzey Atlantik’e geçerek müttefik tedarik gemilerine veya savaş gücüne saldırmayı düşünmeyeceği aşikardı. Keza Amiralin emrindeki filo ile bölgeye ulaşana kadar karşılaşacağı müttefik savaş unsurlarıyla da savaşması gerekiyordu ki bu durum filonun Kuzey Atlantik’e gelene kadar ciddi şekilde yıpranmasına ve hatta ulaşamadan yok olmasına neden olacağı da bir gerçekti.
SEÇENEK-4: Pasifik Okyanusunu aşarak Güney Amerika’da İngiliz ticaret konvoylarına saldırı düzenlemek;
UYGULANABİLİRLİK: Savaş başlamadan önce İngiltere, Güney Amerika ülkeleriyle ciddi şekilde ticari faaliyetler yürütüyordu. Bu ticari faaliyet savaşın başladığı dönemde de devam etmekteydi. Dolayısıyla Amiral Spee yönetimindeki filonun bölgede faaliyet göstermesi bu ticareti felç etme olasılığını bir hayli arttıracaktı. Çünkü bölgede İngiltere’nin ciddi bir deniz gücüde bulunmuyordu. Ayrıca Brezilya kıyılarında Alman etkisi bir hayli fazlaydı. Bu durum Alman gemilerinin tedarikini de kolaylaştıracaktı. Özellikle Alman istihbaratının Güney Amerika’da bulunan ülkelerde çok etkin olması Amiral Spee’nin İngiltere’nin Güney Amerika'daki gücü hakkında bilgi sahibi olduğu da bilinmekteydi. Dolayısıyla bütün seçenekler içerisinde en akla yatkın harekât planı bu seçenek gözüküyordu. Bu harekât sayesinde Amiral bölgedeki zayıf İngiliz etkisinden dolayı daha rahat hareket edebilecek, bölgenin büyük olmasından dolayı tespit edilme olasılığı az olduğu için uzun süre İngiliz gemilerini de peşinden sürükleyerek Avrupa’da devam eden savaşa Almanlar lehine büyük hizmetler sunabilecekti.
Yukarıdaki seçenekler içerisinde görüldüğü üzere Amiral Spee yönetimindeki filonun doğuya doğru geleceği aşikardı. Çünkü Batı ve Güney rotalarında Alman Amiralin yolunun kapalı olduğu ve o kapalı yolu açıp geçse dahi yolun ilerisinde geçtiği yoldan daha kötü durumda kalacağı aşikardı. Keza Pagan Adasında yapılan toplantıda Kruvazör ve silahlı ticari gemilerin Batı Pasifik bölgesinde faaliyette bulunmama kararının alınması da Amiralin aklından geçenleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Görüldüğü üzere Amiral Spee’nin elindeki seçenekler ve kendisi için en uygun planı maddeler halinde paylaşmış olduk. Ancak puzzle'ı tamamlamak için halen eksik parçalar olduğu da aşikar. Amiral, Güney Amerika ve Atlantik Okyanusuna geçişten sonra ne yapmayı planladığını maalesef hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Yine de bu safhaya kadar iyi bir kurmay subayın yapması gerektiği gibi seçenekleri iyi değerlendirerek en doğru planı seçen Alman Amiral planını uygulamaya koydu. Şimdi bu yolculuğun başında yaşanan gelişmelere değinme vakti geldi.
DOĞUYA YOLCULUĞUN BAŞLANGICI VE YAŞANAN GELİŞMELER
Yukarıda değindiğimiz üzere Amiral Spee olası seçenekler içerisinde uygulamaya alınacak en uygun planı ele alarak yolculuğuna başladı. Ancak Alman Amiralin gideceği bu yol uzun ve çetrefilli idi. Bu yolculuğa katılan askerlerin yazdığı mektuplardan anlaşıldığı üzere filo gerçekleştirdiği yolculuk sırasında erzak ve kömür sıkıntısı çektiği bilinmektedir. Bu erzak sıkıntısı yüzden yolculuk boyunca filo içerisinde sıkı bir diyet uygulanıyordu. Bu diyetin ana menüsünde ise ağırlıklı olarak kurutulmuş et (spun yarn) bulunuyordu. Bu sıkı diyete ve olumsuz şartlara rağmen filoda görevli askerlerin morali yüksek ve savaşmaya hazır oldukları da bahsi geçen mektuplarda dikkat çeken başka bir husustu. Kömür depolarını yitiren Alman filosunun yüzebilmek için karşılaştığı gemilerdeki kömürü gasp etmek veya okyanusa dağılmış adalarda bulunan kömür depolarını yağmalamaktan başka bir seçenekleri olmadığı da bir başka gerçekti.
Filo, Güneye doğru yol alırken Ağustos ayının ortalarında Nürnberg kruvazörü, bazı belgeleri almak ve telgraf göndermek için Honolulu'ya gönderildi. Nürnberg bu görevi tamamladıktan sonra 22 Ağustos’ta yeniden filoya katıldı. 24 Ağustos’ta ise filodan yeniden ayrılarak Kuzeye doğru yol aldı ve Fanning Adasında bulunan İngiliz telgraf istasyonunu yok ederek, 7 Eylül’de yeniden filoya katıldı. Aynı dönemde İngiliz kuvvetlerinin Alman sömürgesi Apia'da (Samoa Adaları konum) olduğunu haber alan von Spee, filosunu Güneye (Samoa Adalarına) doğru yönlendirdi. Ancak düşman donanmasının Samoa Adalarından ayrıldığını gördü. Adalar ise düşman tarafından işgal edilmiş ve Alman hakimiyeti Ada'da son bulmuştu. Amiral Spee adaların yeniden ele geçirilmesini düşünmüş olsa dahi bölgede bulunan İngiliz ve Avusturalya filolarına karşı kendisine destek gelmemesi durumunda başa çıkamayacağı aşikardı.
Bunun üzerine filo düşmanın yerini tespit etmek için bu kez yönünü Doğuya çevirerek Fransız Polinezya’sına doğru yol almaya başladı. Filo, Fransız Polinezya’sına bağlı Sosyete Adalarından (French Society Islands konum) birisi olan Bora Bora Adasına ulaştığında düşmanla yine temas kuramadı. Filo buraya ulaştığında gemilerin kömürü ciddi şekilde azalmıştı. Bunun üzerine filo Ada'da bulunan depolardan kömür ihtiyacını tamamlayarak yeniden Doğuya doğru yola çıktı ve 22 Eylül'de Fransız Polinezya’sının en büyük adası olan Tahiti'ye ulaştı. (Tahiti konum) 22 Eylül 1914 sabah 7:00 civarında, Fransızlar kimliksiz iki kruvazörün (Scharnhorst ve Gneisenau) Tahiti’nin başkenti Papeete'ye yaklaştığını gördü. Bunun üzerine adaya yaklaşan gemilerin kendilerini tanıtmaları için üç uyarı atışı yapıldı. Uyarı ateşinin üzerine adaya yaklaşmakta olan kruvazörler, limanı ve şehri bombalamaya başladı.
Daha önce Zélée Gambot’u tarafından ele geçirilen Alman yük gemisi Walküre, Alman gemilerinin limana erişimini engellemek için liman girişinde batırıldı. Ayrıca ada komutanı Teğmen Maxime Destremau, Almanların asıl ilgi kaynağını oluşturan kömür depolarının da yakılmasını emretti. Böylece Ada, Almanlar tarafından harap edilse veya işgal edilse dahi gemileri için altın değerinde olan kömüre ulaşmalarını engellemiş olacaktı. Alman kruvazörlerinin saldırısı sırasında Fransız kıyı bataryalarının komutanı olan Teğmen Charron, emrindeki düşük kalibreli toplar ile kruvazörlere hiç zarar veremeyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden Alman kruvazörlerini engellemek için ve kendi gemilerini vurmamaya özen göstererek baraj atışı yapmayı seçti.
DENİZLERDE AKINCI HAREKÂTI DÜZENLEYEN ALMAN SAVAŞ GEMİLERİ
Amiral Spee’nin komutası altında Scharnhorst ve Gneisenau ağır kruvazörleri dışında hafif kruvazörler ile silahlandırılmış ticari gemilerde bulunuyordu. Bu kruvazörler ve silahlı ticari gemiler ana filoya bağlı olmakla birlikte 1. Dünya Savaşı sırasında tek başına harekatlar düzenleyerek düşman filolarını haritaya yayarak ana filonun harekatlarını rahatlatma konusunda önemli faaliyetler yapmıştır.
Savaş başlamadan hemen önce alman Doğu Asya Filosuna bağlı Hafif Kruvazör Leipzig, Meksika’nın Batı kıyılarında bulunuyordu. Leipzig, 2 Ağustos'ta Meksika'nın Batı kıyısındaki önemli bir kasaba olan Mazatlan'dan yola çıktı. Yolda savaşın çıktığını haber alan Leipzig’in kaptanı yönünü Kuzeye çevirdi. 12 Ağustos'ta, Leipzig, Vancouver’ın girişi olarak bilinen Juan de Fuca Boğazı'nın açıklarında Kanadalı balıkçılar tarafından tespit edilerek yetkililere ihbar edildi. (Juan de Fuca Boğazı konum) Vancouver, Kanada için askeri tersaneler açısından önemli tesisleri bulunan bir şehirdi. Özellikle şehirde bulunan Esquimalt Tersanesi en önemli tesislerden birisiydi. Ancak Leipzig, Juan de Fuca Boğazından geçerek bu önemli şehre saldırı düzenlemedi. Çünkü savaş patlak verdiğinde, Kanada Hükümeti, Seattle'daki bir Amerikan firmasından iki denizaltı satın almıştı. Bahse konu bu satın alma muhtemelen Almanlar tarafından biliniyordu ve bu denizaltıların limanın girişini savunma ihtimali yüksekti. Bir diğer ihtimal ise limanın stratejik noktalarına mayın döşenme ihtimaliydi.
Bununla birlikte Kanada’nın Batı kıyılarını korumak için görevlendirilmiş İngiliz ve Kanada’ya bağlı savaş gemileri de Leipzig’in stratejik tesislerin bulunduğu limanlara saldırı yapmasını engellemek konusunda iyi iş çıkartmışlardı. Özellikle eski olmalarına rağmen Kanada donanmasına ait Hafif Kruvazör HMCS Rainbow ile İngiliz Hafif Kruvazör HMS Algerine, Leipzig’in takibi ve taciz edilmesi konusunda mükemmel işler çıkartmıştı.
Prinz Eitel Friedrich yolcu gemisine silahlar monte edilmesiyle yardımcı kruvazör hüviyeti kazanmış ve bu gemi Amiral von Spee’nin emri altında bulunan filoda görev yapmaya başlamıştı. Büyük ölçüde gözden kaçsa da Prinz Eitel Friedrich, yukarıda bahsettiğimiz Kronprinz Wilhelm'den sonra Almanya'nın ilk yardımcı kruvazör dalgasının en başarılı olanlarından bir tanesiydi. Gemi yazının 3. kısımlarında detaylı olarak anlatacağımız Falkland Deniz Muharebesine kadar Amiral von Spee’nin emri altında kaldı. Falkland Savaşı sonrası gemi Atlantik okyanusuna geçerek akıncı harekatlar düzenlemeye başladı. Faaliyet gösterdiği birkaç aylık dönemde birçoğu yelkenli gemi olan toplam 10 gemiyi ele geçirdi veya batırdı. Mart ayının başlarında gemi motorlarındaki arızadan dolayı Amerika Birleşik Devletleri'nin Newport limanına tadilat için yanaşmak zorunda kaldı. Ancak Amerikalılar batırdığı gemilerden birisinin Amerikan bandıralı taşımasından dolayı gemi personelini hapse attı ve gemiyi enterne ederek geminin akıncı harekâtı geçirdiği günleri sonlandırdı.
Kaiser Wilhelm der Grosse, 1. Dünya Savaşı öncesinde Alman Ticaret Filosunun en önemli gemilerinden birisiydi. Savaşın başlamasıyla birlikte gemiye silah sistemleri yerleştirilerek müttefik ticaret gemilerine karşı Atlantik Okyanusu’nda faaliyetler yürütmek üzere görevlendirildi. Gemi ilk görevini gerçekleştirmek için Atlantik Okyanusuna açıldıktan sonra kömür ve erzak ihtiyacını karşılamak için Batı Sahra’da bulunan ve Rio de Oro limanına yanaştı. Bu dönemde Batı Sahra, İspanya egemenliği altında bir koloniydi ve savaş sırasında İspanya tarafsızlığını ilan ettiği için gemi limanda 48 saatten fazla kalamazdı. Kaiser Wilhelm der Grosse, limanda bulunan diğer 3 Alman ve 1 Avusturya-Macaristan kömür gemisinden ihtiyacını karşılarken İngiliz 5. Kruvazör filosuna bağlı HMS Highflyer Kruvazörü tarafından tespit edildi ve limanda bulunan Alman geminin teslim olmasını talep etti. Ancak Kaiser Wilhelm der Grosse’nin komutanı, İngilizlerin İspanya'nın tarafsızlığını ihlal ettiğini savunarak bu talebi reddetti. İngilizler ise Alman gemisinin tarafsız bir limanda 48 saatten fazla kaldığını ve bu yüzden İspanya’nın tarafsızlığını asıl kendilerinin ihlal ettiğini iddia etti. Bu gelişmeler neticesinde, iki gemi arasında bir çatışma başladı. İki gemi saat 15:10'dan 16:45'e kadar birbirine ateş etti. Ancak Kaiser Wilhelm der Grosse’nin silah sistemleri karşısında bulunan kruvazöre herhangi bir zarar verecek kalibrede olmadığı için başarı sağlayamadı. HMS Highflyer’ın atışları ise Alman gemisinde ciddi zayiatlar ve zarara yol açtı. Bu çarpışma neticesinde, Kaiser Wilhelm der Grosse cephanesi tükendi ve mürettebat geminin vanalarını açarak karaya oturttu. Mürettebat ise karaya çıkarak Sahra Çölü'ne kaçtı. Böylelikle Kaiser Wilhelm der Grosse’nin Akıncı Harekâtı başlamadan bitmiş oldu.
SMS Emden Hafif Kruvazörü, Amiral von Spee komutası altındaki Doğu Asys Filosuna bağlı bir gemiydi. Savaşın başlamasından sonra Amiral von Spee’nin emri ile Pagan limanında toplanan filodan ayrılarak Hint Okyanusu’na geçmiş ve HMCS Sydney tarafından Cocos Adaları'nda batırılana kadar Hint Okyanusu’nda müttefiklerin ticaretine ciddi zararlar veren Akıncı Harekatları düzenledi. Gemi battıktan sonra ise gemi personeli maceralı bir yolculukla kendilerini Osmanlı topraklarında buldu. Geminin gerçekleştirdiği Akıncı Harekâtı ve battıktan sonra yaşananlarla ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler şu yazıyı (Bkz. SMS Emden) inceleyebilirler.
SMS Köningsberg Hafif Kruvazörü ise savaş arefesinde Doğu Afrika Kıyılarında konuşlanmıştı. Savaşın başlaması ile birlikte Doğu Afrika kıyılarında Akıncı Harekâtına girişmiş, bu harekât sırasında kazanlarının arızalanmasından dolayı Rufiji Deltasına sığındı. 19 Eylül 1914 gününün öğlen saatlerinde, Zengibar limanında bir İngiliz savaş gemisinin bulunduğunu bildiren bir rapor Königsberg'in kablosuz telgraf alıcıları tarafından ele geçirildi. Rufiji'den çıkıp Kuzeye ilerledikten sonra hızlıca Zengibar limanına giren Königsberg, kazan arızasından dolayı limanda demirlemiş bir halde bulduğu Pegasus Hafif Kruvazörü’nü batırarak geri Rufiji Deltasına tamir edilmek üzere geri döndü. Burada bulunduğu İngilizler tarafından tespit edilen gemi uzun uğraşlar ve kayıplar sonucu İngilizler tarafından batırıldı. Geminin silahları ise sökülerek Doğu Afrika Cephesinde, von Lettow komutası altındaki birliklerde kullanıldı. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına aynı SMS Emden Kruvazöründe olduğu gibi SMS Köningsberg’in detaylı hikayesini daha önce hazırlanan şu yazının (Bkz. 1. Dünya Savaşında Doğu Afrika Cephesi) içerisinde okuyabilirsiniz.
Yukarıda açıklandığı üzere Okyanuslarda Alman savaş gemileri 1. Dünya Savaşı’nın başında müttefiklere ait ticaret gemilerini ele geçirerek veya batırarak müttefik tedarik hatları üzerinde ciddi baskı kurmuştu. Almanların amacı İngilizlerin sayıca üstün olan donanmasını Akıncı Harekatları ile incelterek haritaya yaymaktı. Bu harekatlar ile Almanlar anakarada bulunan asıl güçlerini oluşturan donanmalarının daha rahat hareket ederek nefes almasını hedeflemişti. Ayrıca korsan faaliyetleri yürüten bu gemilerin müttefik ikmal yollarında yarattığı kaos ve kayıpların müttefiklere zorluk çıkartacağı, hatta bu harekatların başarıya ulaşması durumunda savaşında kazanılabileceği Alman Donanma yetkililerinin hesapları arasındaydı. Özellikle İngiltere savaş boyunca Pasifik ve Atlantik Okyanuslarındaki ikmal yolları üzerinden sağladığı malzeme ve asker sevkiyatlarıyla Batı Cephesinde bataklığa saplanmış siper savaşlarında diri kalabiliyordu. Ancak Almanlar savaşın ilerleyen safhalarında başarısız olacaktı. Bu başarısızlığın ise birkaç nedeni vardı. Başarısızlığın en temel sebebi savaş başladığı sırada Alman Donanmasının savaşa hazırlığını tam olarak tamamlayamaması olarak gösterilebilir. Evet Alman filosu moderndi ve vuruş gücü olarak rakipleri ile başa çıkabilirdi. Ama sayıca rakiplerinden çok gerideydiler. Bir diğer neden ise Alman deniz gücü Akıncı Harekâtını gerçekleştirdiği bölgede gemilerinin ihtiyacı olan kömür ve personelin temel ihtiyacını karşılayabilecek güvenli limanlarının bulunmamasıydı. Her ne kadar Akıncı Harekâtını gerçekleştiren gemiler ele geçirdiği veya batırdığı gemilerden bu ihtiyaçlarını kısmi olarak karşılasalar bile bu ganimetler gemiler için yeterli değildi. Bu konuda Almanların müttefik tedarik hatlarına saldırırken umdukları sonuçlara yaklaşmamış olmasının bir başka nedeni ise büyük ölçüde Alman gemilerini sürekli olarak yeni avlanma alanlarına hareket etmeye zorlayan müttefik savaş gemilerinin durmak bilmeyen takip faaliyetlerinden kaynaklanıyordu. Alman gemilerinin gerçekleştirdiği Akıncı Harekatlarında müttefik gemilerinin sürekli takibinde olmaları sonucu da devamlı yer değiştirmelerine ve bunun sonucu olarak da yukarıda izah ettiğimiz üzere sığınabilecekleri güvenli limanlarının bulunmamasından dolayı zaman içerisinde yukarıda saydığımız ve açıkladığımız nedenlerden ötürü Alman Akıncı Harekâtını gerçekleştiren birçok gemi bir süre sonra yakalanmaktan veya batmaktan kurtulamamıştır.
GÜNEY AMERİKA'DAKİ İNGİLİZ SAVAŞ GÜCÜ
Birinci dünya savaşının başladığı dönemde İngiliz savaş gemileri dünyanın dört bir yanına nispeten küçük birimler halinde dağılmış durumdaydı. Ayrıca bu filolara bağlı gemiler birbirinden çok uzak mesafelerde bulunuyordu. Bu yüzden İngilizlerin Akdeniz Filosu haricinde hiçbir filosu von Spee'nin emrindeki filo ile başa çıkabilecek güce sahip değildi.
1914 yılının ilk yarısında Tümamiral Sir Christopher Cradock, Meksika körfezinde faaliyet gösteren 4. Kruvazör Filosu’nun başındaydı. Amiralin bayrak gemisi ise HMS Suffolk Hafif Kruvazörü idi. Amiral Cradock 2 Ağustos 1914’te Jamaika’nın, Kingston şehrindeyken HMS Good Hope Zırhlı Kruvazörü’nün filosuna katılacağı bilgisini aldı. Bu haber üzerine Good Hope ile buluşmak üzere Kuzeye doğru yol almaya başladı. Bu yolculuk sırasında daha önce değindiğimiz üzere 6 Ağustos'ta Karlsruhe'yi gördü ve onu takip etmeye başladı. Bu takibin başarısız olması üzerine yeniden rotasını değiştirerek Good Hope ile buluşmak için yoluna devam etti ve 10 Ağustos’ta Good Hope ile buluşarak Güneye doğru yol almaya başladı. Amiral Cradock’un görev gücüne Good Hope’un katılması ve Güneye doğru yol almasının en büyük nedeni Amiral Spee’nin büyük olasılıkla Güney Amerika’ya doğru filosunu yola çıktığını donanma komutanlığının tahmin etmesi olarak anlaşılabilir. Keza Amiral Cradock’un filosu 1914 yılının Eylül ve Ekim ayları arasında kademeli genişletildi. Filoya yeni katılan gemiler, Good Hope zırhlısı başta olmak üzere, Canopus Öndretnotu, Monmouth ile Cornwall Zırhlı Kruvazörleri, Glasgow Hafif Kruvazörü, Bristol Hafif Kruvazörü ile birlikte silahlı ticaret kruvazörleri Otranto, Makedonya ve Oroma idi.
İşte bu sırada adayı kontrol etmek için gönderilen Carmania bölgeye ulaştı. Carmania bölgeye ulaştığında Cap Trafalgar, yanında bulunan 2 tedarik gemisinden kömür transferi yapmaya hazırlanıyordu ve Carmania bu tespit üzerine savaş pozisyonu almaya başladı. Cap Trafalgar ile Carmania arasında yaşanan çatışmayı bu kez üçüncü bir gözden değil, Carmania’da görevli bir subayın gözünden anlatarak yazıyı biraz daha farklılaştırmak istiyorum;
Kara, 14 Eylül 1914 sabahı görüldü. Açık bir gökyüzü ve parıldayan güneş ile güzel bir gündü ve Kuzeydoğudan ılık bir rüzgâr esiyordu. Saat 11:00'de karaya yaklaştıkça adanın Güneybatısındaki küçük bir koyda demirlemiş üç vapurun direkleri görülmeye başladı. Bu gemilerden biri büyük bir gemiydi. Diğer gemiler ise daha küçük yük gemileri gibi duruyordu. Gemiler bizi fark eder etmez koydan ayrılıp farklı yönlere doğru yol almaya başladılar. Büyük ihtimalle biz yaklaşırken gemilerin motorları çalışır durumdaydı ve bizi görür görmez hareket ettiler. Aksi halde bu kadar kısa sürede yola çıkmaları imkansızdı.
Görünüşe göre kaçan gemilerden büyük olanı, İngiliz ticaret gemilerine benzer şekilde boyanmış ve 4 tane bacaya sahipti. Bir süre kaçtıktan sonra, Cap Trafalgar olduğu anlaşılan bu büyük vapur, rotasını sancağa çevirdi ve bizim üzerimize doğru gelmeye başladı. Carmania ise güney-batı rotasında 16 deniz mili hız ile ilerliyordu.
Cap Tarafalgar, bize doğru yöneldiği için artık bizimle savaşmak istediğine dair hiç şüphe kalmamıştı. Cap Tarafalgar ile yapacağımız düello, deniz yazarı olan merhum Fred T. Jane tarafından "Samanlıkların Savaşı" kitabında tarif edildiği gibi olacağa benziyordu. Benim fikrime göre, geçmiş günlerin fırkateyn hareketlerinin neredeyse bir kopyası gibi görünen ve muhtemelen Chesapeake ile Shannon arasındaki çatışmaya paralel olarak geçecek bu çatışma; yiğitlik ve kararlılık açısından, geçmişte yapılan bu savaşların birçoğu ile kesinlikle kıyaslanmalıdır.
Öğlen saatlerinde, Carmania ile Cap Tarafalgar arasındaki mesafe 8500 yard iken Carmania’dan tek bir atış yaptık. Bu atış üzerine düşman gemisi hemen sancak tarafındaki silahından bize karşılık verdi. Bu atışlardan sonra her iki tarafta birbirine hızlı ve seri bir şekilde salvolar göndermeye başladı. Bu atışlar o kadar hızlıydı ki tüm silahlar, hedefine ulaşmadan yeni atışını yapıyordu.
Carmania ile düşman gemisinin arasındaki mesafe 7,500 yard’a düştükten sonra Carmania’nın atışları daha etkili olmaya başladı. İki gemi arasındaki mesafe giderek azaldığı için salvo adedi de azaldı. Ama düşman gemisine isabet oranı arttı. Ne yazık ki Alman gemisi Carmania’ya göre daha hızlıydı. Carmania tam yol ile 16 deniz mili yaparken, Cap Trafalgar 17 ila 18 deniz mili arasında hız yapabiliyordu.
İki gemi arasındaki mesafe 4,500 yard’aya düştükten sonra Carmania su hattı boyunca isabet almaya başladı. Mesafe 4.000 yard’anın altına düştüğü anda düşmanın makineli tüfeklerinden gelen atış, geminin her yerine dolu gibi düşmeye başladı. Düşmanın bu saldırısı üzerine Kaptan Grant, hızla rotayı değiştirerek, düşman gemisiyle arasındaki mesafeyi açmaya başladı. Bu rota değişikliği sırasında Carmania’nın sancak bataryası devreye girdi ve düşmana ateş kusmaya başladı. Sancak tarafındaki silahlar 20 yaşının üzerinde olduğu için fazla ısınmışlar ve bu yüzden sık ateş edemiyorlardı. Ancak düşman, yaptığımız bu kaçınma manevrasını kavrayamadığı için geminin kıç bataryalarının da kullanılmasına olanak sağladı ve hem sancak hem de kıç bataryalarından Alman gemisi bombalanmaya başlandı. Almanlar için bu yoğun ateş felaket anlamına geliyor ve saldırılarının azalmasından gemilerinde bir kargaşa olduğu anlaşılıyordu. Carmania ise sancak tarafına dönüşünü tamamladıktan sonra düz bir hatta ilerlediği için iki gemi birbirine çok yaklaşmıştı. Bu sırada Cap Trafalgar’ın aldığı hasarı dürbünlerle daha iyi tespit etme şansımız oldu. Yaptığımız atışlar sonrası Alman gemisinin sahte olmayan iki bacası delinmiş ve gemiden buhar çıkıyordu. Ayrıca geminin güvertesinde yangın vardı ve gemi sancak tarafından birçok isabet aldığı görülebiliyordu.
Aynı şekilde Alman gemisi de Carmania’ya birçok isabetli atış yapmıştı. Cap Trafalgar’ın attığı mermilerden birisi ön köprünün altındaki kaptanın kamarasından geçmiş ve patlamamasına rağmen hızlı yayılan bir yangın başlatmıştı. Ne yazık ki bu yangını söndürmek için su yoktu. Çünkü ana yangın söndürücüler alınan isabetlerden dolayı devredışı kalmıştı. Bu yüzden yangını söndürmek için tüm suyun elle taşınması gerekiyordu. Neyse ki, yangının tüm gemiye yayılması yangına dayanıklı bölme kapıların kapatılması sayesinde engellenmişti. Tüm bu önlemlere rağmen yangın güvertenin de alevler içerisinde kalmasına neden oldu ve bu yüzden ön köprünün terk edilmesi gerekti. Bu yüzden Geminin şimdi kıçtan yönlendirilmesi gerekiyordu ve kaptanın verdiği tüm direktifler megafon ile hem makine dairelerine hem de dümeni manuel olarak kumanda eden personele bildirilmesi gerekti. Kaptan Grant, yangının daha fazla yayılmaması için gemiyi rüzgârın yönüne göre çevirmesi gerekti. Bu manevra için geminin sancak tarafına dönmesi gerekiyordu. Bu yüzden Cap Trafalgar ile aradaki mesafe açılacaktı.
Bu manevraya rağmen Carmania’nın tüm silahları Cap Trafalgar’ı ateş altında tutmaya devam etti. Ancak köprünün boşaltılması ve atış gözlemcilerinin yerini terk etmesinden dolayı artık her silah kendi subayının yönlendirmesi altında bağımsız olarak ateşleniyordu. Ayrıca toplara mühimmat ikmali yapan personel arasında da çok kayıp olmuştu. Mermileri geminin silah deposundan taşımak için kullanılan vinçlerin de devredışı kalmasından dolayı taretlerin 21 metre altında bulunan mühimmatların personelin ellerinde taşıması gerekecekti. Bu taşıma işlemi de mermilerin ağırlıklarından dolayı zorlu bir işti. Ancak gemi personeli canını dişine takarak taretlerin işlevsiz kalmasını çatışma boyunca engellemeyi başardı.
Carmania’daki yangından dolayı düşmanı ile arasındaki mesafe açılmasına rağmen iki gemi birbirlerine ateş etmeye devam ediyordu. Bu sırada Cap Trafalgar, Carmania’nın sancak tarafındaydı. Carmania'nın silahlarının maksimum menzili 9.000 yard’aydı, ama yine de düşmana ateş etmeye devam ediyordu. Cap Trafalgar ise Carmania’ya göre daha hızlı olduğu için aradaki mesafeyi her geçen dakika açmaya devam ediyordu. Sonuç olarak Cap Trafalgar saatler 1:30'u gösterdiğinde artık Carmania’nın menzili dışındaydı. Ancak ilerleyen dakikalarda Cap Trafalgar’ın hızı azalmaya başladı. Anlaşılan geminin kazanlarında veya motor tertibatında bir sorun vardı. Düşmanın yavaşlaması üzerine Carmania düşman gemisi ile arasını yeniden kapatmaya başladı.
Carmania’nın yaklaşmaya başlamasına rağmen, Cap Trafalgar'ın ateşi çatışmanın ilk dakikalarında olduğu gibi etkili değildi. Cap Trafalgar’a yaklaştıkça gemide büyük bir yangın olduğunu gördük. Gemi bu yangın yüzünden harabeye dönmüş ve taretlerde görevli personel dışındaki herkesin yangını söndürmeye çalıştığını dürbünle izliyorduk. Saatler 01:50’yi gösterdiğinde gemi bacaları deniz yüzeyine paralel gelecek şekilde yan yattı. Bu görüntü sanki Carmania’yı hedef almış iki devasa top gibi görünüyordu. Gemi birkaç dakika içerisinde alabora oldu ve geminin kıç güvertesi birkaç saniye havada kaldıktan sonra tamamen derinliklere gömüldü. Bu iki gemi arasında yaşanan düello sonucunda Cap Trafalgar batmış ve çatışma bir saat kırk dakika sürmüştü.
Cap Trafalgar ve personeli tarafından ortaya koyulan direniş, yiğitlik ve hırs tüm İngiliz gemicileri tarafından takdirle karşılandı ve Almanların cesur davranışlarına övgüler yüksek sesle söylendi.
Cap Trafalgar ile aynı limanda bulunan ve Carmania’nın gelişiyle başka yöne kaçan yük gemilerinden birisi batan gemiden kurtulanları denizden toplamak için gelmişti. Bu gemi bir Alman gemisi olmasına rağmen Birleşik Devletler Sancağı taşıyordu. Bununla birlikte, Carmania’nın ön kısmında halen devam eden yangın nedeniyle kurtarmaya gelmiş olan bu gemiye müdahale etmek imkansızdı. Carmania ise güvertedeki yangından dolayı denizde bulunan insanları toplamaya gidemezdi. Çünkü gemi rüzgârı karşısına alacak şekilde ilerlediği taktirde yangın daha geniş alana yayılacaktı.
Cap Trafalgar battıktan sonra kuzey istikametinde gözcüler bir duman tespit etti. Bu dumanın sahibi bir Alman Kruvazörü olabilirdi. Çünkü Cap Trafalgar batmadan önce bir Alman gemisiyle telsizle iletişime geçmiş ve yardım istemiş olma ihtimali yüksekti. Carmania’nın durumu göz önüne alındığında başka bir Alman gemisiyle savaşacak durumda olmadığı aşikardı. Bu yüzden çatışma riskine girmeden Carmania, Güneye doğru yol almaya başladı.
Carmania, Güneye doğru yol alırken telsiz ile bağlantı kurduğu, Cornwall Hafif Kruvazöründen verilen koordinatlarda buluşmak ve eşlik etmesi için yardım istendi. Ancak Cornwall, o sırada Karlsruhe’yi arama görevini yürüttüğü ve bu görevi bırakamayacağı için Bristol'dan onun yerini almasını istedi. Ertesi gün, öğlen civardaki Bristol, Carmania ile buluştu ve aynı gece Falkland üssüne kadar gemiye eşlik etti.
Gemi Falkland üssüne ulaştığında yapılan incelemelerde Düşman tarafından atılan mermilerden birinin patlamadan zırhı deldiği ve ön köprünün altında yangına neden olduğu görüldü. Eğer bu mermi patlamış olsaydı; gemi büyük hasar alacak ve tüm sistemleri devredışı kaldığı için Alman gemisi bizi keklik gibi avlayacaktı. Bir başka mermi ise mühimmat taşıma vinçlerine denk gelmiş ve şarapneller her yere dağılmıştı. Carmania’da yapılan tüm incelemelerde geminin 79 kez vurulduğu tespit edildi.
Çatışma boyunca gemi personelinden 38 kişi hayatını kaybetmiş ve 5’i ağır olmak üzere 22 kişi yaralanmıştı. Daha sonra ağır yaralı olan 4 kişi daha hayatını kaybederek bu çatışmanın son kurbanları oldu. Tüm zayiatlar güvertede yangın söndürme ekipleri ile mühimmat ikmal ekipleri ve silah mürettebatı arasında meydana gelmişti. Ayrıca ek bilgi olarak güvertede görevli personelin üçte biri ya vurularak yaralanmış veya ölmüştü.
Carmania, 16 Eylül’de Falkland üssüne ulaştıktan sonra gemiye çıkan bir subay mektuplarında şunları belirtmişti;
"Bu sabah gemiye bindiğimde, her yerdeki deliklerin sayısı göz önüne alındığında bu kadar az zayiat olması beni çok etkiledi. Üst güvertenin her tarafı mermi delikleriyle doluydu. Dikkate değer bir gerçek şuydu: düşmanın geminin ön güvertesini hedef aldığı aşikardı. Bu yüzden ön güvertede görevli birçok asker yaralanmıştı. Gemide görevli silahçıların çoğu donanmadan emekli gemicilerdi.
Gemide görevli üst düzey subaylardan biri bana ilk birkaç salvo sırasında kendisini sesten dolayı 'biraz aptallaşmış' olarak hissetmesine neden olduğunu söyledi. Ancak çatışma ilerledikçe büyük kalibreli mermilere alıştığını belirtti. Düşman gemisi ile mesafe azalınca düşmanın makineli tüfeklerle üzerlerine dolu gibi mermi yollamasını ise çatışmanın "en sinir bozucu" anı olarak niteledi. Her şeye rağmen gemide görevli personelin muhteşem bir şekilde savaştığını ve itfaiyecilerin 'cehennem gibi' bir ortamda çalıştığını ekledi.
Çatışma sırasında elini ve bir bacağını kaybeden silahçılardan biri, Alman gemisinin battığını görmek ve kutlamak için kaldırılmasında ısrar etmiş. Onunla konuştum ve oldukça neşeli şekilde destek almak için kendisine verilen bastonu sallayarak 'Kolumu kaybetmeye değerdi' dedi.
Gemide sağ kalmış herkesin bir hikayesi vardı. Gemicilerin hepsi ülkelerine bağlı ve ölmeye hazır gözüküyorlardı. İhtiyaç anında atalarımızın ruhunun hala aktif olduğunu hissetmek güzel."
Ancak konumuza girmeden önce yazıyı farklı bir gözle okumanızı sağlayacak ve askerliği meslek olarak yapan bir kişinin az çok düşüncelerini birkaç cümle ile çok iyi şekilde özetlemiş şu cümleyi sizinle paylaşmak isterim.
"I, my Lords, have in different countries seen much of the miseries of war. I am, therefore, in my inmost soul, a man of peace. Yet I would not, for the sake of any peace, however fortunate, consent to sacrifice one jot of England's honour." (Speech by Lord Nelson in the House of Lords, November 16th, 1802.)
"Lordlarım, ben, farklı ülkelerde savaşın birçok sefaletini gördük. Bu nedenle, ben ruhen barışçı bir insanım. Yine de olası bir barış uğruna, ne kadar şanslı olursa olsun, İngiltere'nin onurunun zerresini feda etmeyi kabul etmem." (Lord Nelson'ın Lordlar Kamarası'ndaki konuşması, 16 Kasım 1802.)
Yukarıda Lord Nelson’un dediği gibi; her asker savaşın acılarını, sefaletini, yıkımını ve kayıplarını gördükten sonra barışı daha çok arzulamaktadır. Amma ve lakin, o askerin ülkesine ve milletine karşı düşman hasmane bir tutum içerisinde ve zarar verecek şekilde yaklaşım sergiliyorsa o zaman barışçıl olan o askerin içindeki aslan uyanır ve düşmanının üzerine dişleri ile pençelerini geçirmek için saldırır. Ancak bu saldırıyı yaparken tamamen planlı ve disiplinli şekilde yapar ki yukarıda zikrettiğimiz kayıpları az yaşasın. Bir sivil olarak askerliği meslek olarak yapan tüm komutanlarımıza buradan selam eder; bu yazıyı okuyacakların ise empati yaparak konuyu bir askerin gözünden bakarak okumalarını diliyorum.
Herkese iyi okumalar…
İngiltere, 4 Ağustos 1914'te başlayan 1. Dünya Savaşına girdiğinde, Avrupa suları dışında görev yapan tek Alman deniz gücü, Çin’in Tsingtau şehrinde konuşlanmış olan Alman Doğu Asya Filosu idi. Bu filoya ek olarak, dünyanın çeşitli bölgelerinde bireysel olarak faaliyet gösteren Alman Kruvazörleri ve silahlandırılmış ticari gemilerde bulunuyordu. Bahse konu bu savaş gemilerinin çoğu İngiliz gemilerinin yakın takibi altındaydı. Bu durum Almanların savaş başladığı dönemde denizcilik anlamında savaş gücü olarak hazırlığının tamamlanmadığını gösteriyor ve bu nedenden ötürü Almanların, İngiliz donanmasına karşı başarı şansının az olduğu söylenebilir.
Savaşın başlamasından sonraki ilk birkaç ayda Alman gemilerinin birincil amacı İngiliz denizaşırı ticaretine mümkün olduğunca zarar vermek üzerine kurulmuştu. İngiliz denizaşırı ticaretinin kırılganlığına rağmen Almanların bu konudaki başarısı veya başarısızlığı tartışılabilir. Ancak Almanların denizlerde gerçekleştirdiği bu ‘’Akıncı Harekatları’’ ile İngilizleri biraz uğraştırdığı da yadsınamaz bir gerçektir. Almanlar ise bu taktiği 1. Dünya savaşının hemen öncesinde Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında gerçekleşen 1. ve 2. Balkan Savaşları sırasında Osmanlı donanmasına bağlı Hamidiye Kruvazörü’nün Akıncı Harekâtını inceleyerek daha geniş sahada uygulamak üzere geliştirmesiyle ortaya çıktığını iddia edebiliriz. Hamidiye kruvazörünün bahse konu harekâtını daha detaylı incelemek isteyenlerin şu yazıyı (Bkz. Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-3: Hamidiye Kruvazörü’nün Akıncı Harekâtı) okumalarını ve yazının sonunda bulunan değerlendirme ile karşılaştırma bölümlerini irdelemelerini tavsiye ederim.
Peki Almanlar, Asya Kıtasının bu uzak köşesinde hangi amaçla bulunuyordu?
Almanya, 1. Dünya Savaşı başlamadan çok önce Uzakdoğu’da Çin ana karasında bulunan Tsingtau limanını üs olarak seçmişti. Alman yayılmacılığının istasyonu olarak konuşlandırılan Çin’in kuzeydoğusundaki Tsingtau, Almanlar tarafından işgal edilmeden önce Japon İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. Kaiser 2. Wilhelm, Almanya’nın Pasifik Okyanusu'nda bir deniz üssü olması için Tsingtau’yu 1898 yılında iki misyonerinin ölümünü gerekçe göstererek istila etmişti.
Alman İmparatorluk Donanması tarafından devralınan eski Çin mühimmat deposunun ana kapısı, Shandong Yarımadası, 1898 |
Öyle ki Alman yayılmacılığının bir göstergesi olarak, şehrin en görünür tepesinde Luther Kilisesi dahi inşa edilmişti. Hatta almanlar, Çin’in iç kesimleriyle ulaşımı sağlamak için demiryolu hattı bile döşemişler ve yaklaşık 20 Milyon Sterlin tutarında bir harcama yapmışlardı. Almanya, burada bir deniz filosu bulundurarak, hem bölgede var olma mücadelesine girişmiş hem de bu mücadelelerden elde ettiği yeni yerleri koruma amacı güdüyordu. Aslında, Tsingtau limanı Almanlar için bir atlama tahtası görevi görecekti. Almanya’nın bu yayılmacı politikası, onu İngiltere ile karşı karşıya getiriyor ve karada süren mücadele, denizlerde de ortaya çıkıyordu. Dolayısıyla, İngilitere ile yaşanan bu çekişme Almanların kayıtsız şartsız olarak askeri tedbirler almasına da neden oluyordu. Nitekim savaş başladıktan sonra Churchill, Parlamento’da yaptığı konuşmasında, denizlerde bulunan birkaç Alman Kruvazörünü yakalamak için İngiliz donanmasında yaklaşık 90 savaş gemisinin bulunduğunu, deklare etmişti.
1900'lü Yılların Başında Tsingtau Şehri |
İngiltere açısından tehlike arz eden Tsingtau’da konuşlanmış olan Alman filosunun başına, savaş başlamadan önce, 53 yaşında ve ailesi seçkin bir Prusyalı olan Koramiral Maximilian Graf Von Spee getirilmişti. Amiral Spee, topçuluk üzerine almış olduğu özel eğitimin yanı sıra etkili bir donanma uzmanıydı. Spee’nin donanmasında, 1906 yılında hizmete girmiş iki kardeş gemi, “Scharnhorst ve Gneisenau” adlı iki zırhlı kruvazör, Leipzig, Dresden, Nürnberg ve Emden isimlerinde dört hafif kruvazör bulunmaktaydı. Scharnhorst ile Gneisenau zırhlı kruvazörleri, 8 adet 210 mm. ve 6 adet 15 mm'lik toplara sahipti. Hafif kruvazörlerde ise 10 adet 105 mm'lik top bulunmaktaydı. Bu muharip gemilerin dışında dört gambot, üç tane de nehir gambotu ile birlikte savaşın başlamasıyla silahlandırılmış ticari gemilerde Alman filosuna eşlik ediyordu. 1. Dünya Savaşı başlamadan önce Tsingtau’da bulunan Alman filosu, çeşitli sebeplerle sefere çıkmıştı. Amiral Spee’nin komuta gemisi olan Scharnhost ile Gneisenau, savaş başlamadan beş hafta önce yakıt tedarik etmek için Japonya’nın Nagazaki limanına gitmişlerdi.
Koramiral Maximilian Graf Von Spee |
Amiral von Spee'nin amiral bayrağını dalgalandırdığı iki zırhlı kruvazör Scharnhorst ve Gneisenau 28 Haziran 1914 tarihinde Japonya’nın Nagasaki şehrinden ayrılarak Alman Doğu Asya Filosu'nun ana üssü konumundaki Tsingtau limanına doğru yol almaya başladı. Amiral Spee, 1914 yılının Temmuz ayı başlarında, Avrupa’daki gelişmelerin kötüye gittiğine yönelik bilgiler almaya başlayınca, derhal bütün filoyu bir araya topladı ve herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadan 7 Temmuz 1914 tarihinde Caroline Adalar grubuna ait Truk Adasına ulaştı. (konum) Filo, Truk Adasında eksiklerini tamamladıktan birkaç gün sonra doğuya doğru yol alarak Ponape Adasına (konum) doğru yoluna devam etti. Ayın ortalarında hafif kruvazör Nürnberg, aceleyle San Francisco'ya çağrıldı ve Almanya'dan verilen talimatları alarak, 21 Temmuz'da von Spee'nin Caroline adalarından birisi olan Ponape Adasında bulunan ana filoya yeniden katıldı. Nitekim Almanya’nın Belçika’yı işgali sonrası, 4 Ağustos 1914’te İngiltere, Almanya’ya savaş ilan edince Uzakdoğu’da bulunan Alman donanmasının da faaliyet programı değişmiş oldu. Savaş ilanından sonra İngiltere, derhal denizlerde tedbirler alarak, Almanya’ya ait iletişim hatlarını kontrol altına almış ve yine denizden giden Alman iletişim kablolarını kesmişti. Bunun üzerine merkezden çok fazla bilgi alamayan ve telsiz iletişiminin kendileri açısından zararlı olacağını düşünen Amiral Spee, okyanusta tek başına karar vermek zorunda kaldı. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda ve Japonya’nın tutumunun netleşmemesi üzerine Tsingtau’daki üssün güvenli olmadığını düşünen von Spee filosunu Pasifik Okyanusu'nda yaşayacağı bir macera içerisine sokacak ve sonunda beklentilerinin çok ötesine geçecek bir harekât düzenleyecekti. Bu yolculuğun ilk durağı ise Pagan Adası (konum) olacaktı.
Pagan Adası'nda Gelmiş Olan Alman Filosuna Ait Gemileri Tasvir Eden Tablo |
Amiral Spee, 11 Ağustos 1914’te, tüm filonun Pagan Limanında buluşmasını emretti ve toplanan filo bu adadan 12 Ağustos'ta, ayrılarak güneye doğru varış noktası bilinmeyen bir rotada yol almaya başladı. Pagan adasında toplanan savaş konseyinde enine boyuna bir durum değerlendirilmesi yapıldı. Bu değerlendirme neticesinde, Batı Pasifik’te Kruvazör savaşının yarar sağlamayacağı, hatta filoya bağlı gemilerin dağılmasından dolayı gemilerin tek tek kısa sürede avlanacağı kanaatine varılmış ve bu yüzden kruvazörlerin Akıncı Harekâtı düzenlemesi uygun görülmemişti. Ayrıca izlerini belli etmeden düşman kuvvetlerini oyalamak filonun akıbeti açısından başlıca amaç olarak tespit edildi. Çünkü, Alman filosunun yeterli yakıt ikmal edemeyeceği, düşman kuvvetlerinin üstün olması ve düşman filosunun dikkatini uzun süre farklı bir bölgeye çekme amacı güdülmesi gibi nedenlerle bölgede herhangi bir deniz muharebesine girilmemesi gerektiği sonucuna ulaşıldı. Bu nedenlerden dolayı SMS Emden Hafif Kruvazörü hariç tüm filonun, Amerika sularına doğru harekete geçmesi ve böylece Uzakdoğu’da deniz mücadelesi farklı bölgelere kaydırılması yönünde bir karar alındı.
SMS Emden Hafif Kruvazörü |
Bu gelişmeler ışığında Amiral Spee, detaylarını aşağıda vereceğimiz plan çerçevesinde Almanya’nın koloni yönetimi altında bulunan ada, liman ve toprakları korumak yerine doğrudan İngiltere ve müttefiklerini zor durumda bırakacak saldırı planını uygulamaya karar verdi. Keza 1. Dünya Savaşı başlar başlamaz İngilizler, müttefikleriyle birlikte Alman savaş gemilerinin tedarik yapabileceği denizaşırı limanlarını ve telgraf santrallerini tahrip etmeye başlamıştı. Bir yandan da Alman sömürgelerini denizden abluka altına almış ve işgale girişmişlerdi. Bu işgal girişimine İngiltere’nin yanında Avustralya ve Yeni Zelanda kuvvetlerinin katılımı sağlanmıştı. Bu birleşik işgal kuvveti harekatlarını Almanya'nın Güney Pasifik Okyanusunda ve Avusturalya ile Yeni Zelanda'ya yakın bir konumda bulunan Alman Yeni Gine’si (Yeni Pomeranya, Bismark Takım Adaları, Kaiser-Wilhelmsland), Nauru ve Samoa kolonileri üzerine yaptı.
Aynı dönemde Amiral Spee'nin gerçekleştirmek üzere hazırladığı harekat planının ana amacı, düşmana ait deniz kuvvetlerini üzerine çekerek, Avrupa’da devam eden savaşta Almanya’nın yükünü azaltılmaya çalışmaktı. Ancak bir taraftan da Japonya’nın savaşa girip girmeyeceği Spee’yi düşündürmekteydi. Zira Japonya’nın savaşa girmesi durumunda Tsingtau’yu boşaltmak mecburiyetinde kalacaktı. 26 Ağustos 1914 tarihinde Japonya’nın müttefiklerin yanında savaşa katılması, Spee’nin bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu ortaya koyacaktı. Japonya'nın, müttefiklerin yanında savaşa girmesiyle, Japon donanması 27 Ağustos'ta Tsingtao Kuşatmasını başlattı. 02 Eylül 1914'te subay ve piyade toplam 22.980 askerden oluşan Japon kuvvetleri ele geçirilmesi zor bir mevki olan Tsingtau'ya çıkarma yaptılar. Onları toplam 910 İngiliz ve 450 Sih’ten oluşan İngiliz kuvveti izledi. Almanların mevcudu ise 13.000 civarındaydı. Uzun bir müddet direnecekleri düşünülen Almanlar 2 ay sonra, yani 07 Kasım 1914'de, teslim olmak için başvurdular. 16 Kasım 1914'te Tsingtau'nun idaresi resmen Müttefik Devletleri'ne geçti. Açıkçası Alman diplomasisinin savaştan önce Japonya'yı yeterince önemsememesi Almanya'ya pahalıya patlamış ve Uzakdoğu’daki en önemli üssü konumundaki Tsingtau’yu da kaybetmesine neden olmuştu.
Peki, Amiral von Spee koloni topraklarını korumak yerine neden Amerika’ya doğru yol alma kararı almıştı?
AMİRAL VON SPEE’NİN HAREKÂT PLANI ÜZERİNE
Avrupa’da bulunan donanma ve Akıncı Harekâtını düzenleyen gemiler dışında Almanların anakara dışında bulunan tek deniz gücü Amiral von Spee komutası altındaki Doğu Asya Filosu olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Bu filo her ne kadar Doğu Asya’da bulunan kolonileri korumak üzere oluşturulmuş olsa da savaşın başında eldeki filoyla bu kolonilerin korunamayacağı Amiral Spee tarafından anlaşılmıştı. Bu gerçek üzerine Amiral von Spee harekât planını değiştirme yoluna gitmek zorunda kalmıştı. Şimdi Amiral von Spee’nin harekât planını oluştururken karşısında duran seçenekler üzerine devam etmekte fayda var.
Von Spee'nin harekât planını oluştururken aklından geçenleri bilmemiz pek mümkün değil. Ancak Amiral von Spee’nin gerçekleştirdiği harekât ve bunun sonucuna baktığımızda bazı fikirler yürütebiliriz.
İlk olarak bölgedeki güç dengelerine ve politik gelişmelere kısaca değinerek Amiral Spee’nin Doğu Asya filosunu neden bölgeden uzaklaştırdığını incelememiz gerekiyor.
Bu noktada Amiral von Spee'nin savaş başladığı sırada filosunu Tsingtau’da bulunan ana üsse geri götürmemesi konusu önemli görünüyor. Çünkü von Spee’nin emrindeki filo, bölgede bulunan müttefik filolarına karşı vuruş gücü ve hız olarak aşağı kalır yanı yoktu. Bunun bilincinde olan Amiral bu noktada gemilerini aktif olarak kullanmak istediği anlaşılabilir bir durum. Bununla birlikte, Amiralin SMS Emden Hafif Kruvazörü’nü, Hint Okyanusu'na yollayarak Akıncı Harekatlar düzenlemesini istemesi Alman Donanma Savaş Doktrinine (Ticari Akıncı Harekatları) bağlı kaldığını da gösteriyor. Savaş başlamadan önce, Leipzig ve Nürnberg Hafif Kruvazörleri, Amerika'nın Batı Kıyısında görev yapıyordu. Buda gösteriyor ki Amiral, Emden’de olduğu gibi herhangi bir savaş durumunda bu kruvazörlerinde Amerika’nın Batı Kıyılarında Akıncı Harekatları düzenlemek istediğini bize gösteriyor. Bu fikrin uygulanabilirliği tartışmaya açık olsa da dezavantajının da olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Almanlar sayıca İngiliz donanmasından az olmasından dolayı İngilizleri geniş bir coğrafyada hafif kruvazörlerinin peşine düşmeye zorlayarak yaymayı planlamış ve bireysel olarak hareket eden hafif kruvazörlerinde müttefik tedarik konvoylarını batırarak Avrupa’da devam eden savaşta avantaj sağlamasını planlamıştı. Ancak bu durum Alman Doğu Asya filosu için çok geçerli bir durum değildi. Amiral Spee komutasındaki Uzakdoğu Filosu haritaya dağılmak yerine savaşın başladığı dönemde bir arada bulunsaydı Çin bölgesinde bulunan İngiliz savaş unsurlarından belirgin bir şekilde üstün olacaktı. Bu durum, Pagan Adası'nda yapılan savaş konseyinde Filo'nun Emden dışında bir arada kalması kararının alınması ve Amiral Spee'nin ileri tarihlerde gerçekleştirmeyi planladığı harekat hakkında bize bazı ipuçları verdiğini de unutmamak gerekiyor.
Ancak bu harekat planında denklemi bozan ve görüldüğü üzere Amiral Spee’nin de hesaba kattığı başka bir durum daha vardı.
Güney Pasifikte bulunan İngiliz kolonilerinin barış zamanı İngiliz Hükümeti tarafından kendi donanmalarını inşa etmesine izin verilmişti. Bu politik yaklaşımı ilk benimseyen ve uygulamaya başlayan ise Avusturalya olmuştu. İşte, Almanlar için buradaki denklemi bozan unsur İngiliz kolonilerinin kendi donanmalarıydı. Bölgede bulunan İngiliz savaş unsurlarıyla Avusturalya ve Yeni Zelanda’ya ait donanmalar birleştiği taktirde Alman Doğu Asya Filosu'nun gücü bu birleşik filoya göre yetersiz kalacaktı. Özellikle Amiral Spee, 8 adet 12 inch’lik ana silahı bulunan güçlü Avustralya Zırhlı Kruvazörü ile karşılaşma riskini göze alamazdı.
HMAS Avustralya Zırhlı Kruvazörü |
Bu olasılıklardan dolayı von Spee, Polinezya'daki birçok koloniyi kaderlerine terk etmek zorunda kalmıştı. İngiliz Hükümeti'nin Güney Pasifik'teki Alman kolonilerine karşı operasyonları başlatması ise Amiral Spee’nin aldığı kararların isabetini gösteriyor. Keza İngiliz hükümetinin gerçekleştirdiği bu işgal planı savaş başlamadan çok önce oluşturulmuş ve düşmanın bu işgale karşı hazırlık yapmak için zaman bırakmadan gerçekleştirilmesi planlanmıştı. İngilizler, bu planı kusursuz şekilde uygulamaya almış ve Alman deniz gücünün Güney Pasifik'te ki tedarik zincirini hızlı şekilde yok etmişti.
Japonya'nın 23 Ağustos 1914'e kadar savaş ilan etmediği düşünüldüğünde Japonya’nın tutumundaki belirsizlik Amiral Spee’nin planlamasını yaparken dikkate aldığı diğer bir husustu. Amiral, savaşın hemen öncesinde filosunu Tsingtau üssüne götürmüş olsa ve Japonya müttefiklerin yanında savaşa girerek limanı müttefik kuvvetleriyle birlikte abluka altına almış olsa Alman Doğu Asya Filosu savaşın başında bertaraf olacaktı. Amiral Spee, bu olasılığı dikkate alarak yazının başında belirttiğimiz üzere filosunu Tsingtau limanından uzak tutmayı seçmişti. Keza Amiral Spee’nin aldığı kararın doğruluğu Ağustos ayının sonunda Japonya’nın müttefiklerin yanında savaşa girmesi ve Tsingtau Limanı'nı işgal edilmesine güçlü şekilde iştirak etmesi noktasında görmüş oluyoruz.
Alman Amiral planını oluştururken karşılaştığı en büyük sorun gemilerinin kömür ihtiyacı ile erzak tedarikinin nasıl yapılacağıydı? Bu sorunun çözümü ise iki şekilde olabilirdi. Birinci seçenek yapacakları harekât sırasında karşılaşacakları nakliye gemilerinin yağmalanması seçeneğiydi. Ancak böyle bir işe kalkışırken belirsiz bir kaynaktan yararlanmaya kalkmak tam bir kumardı. İkinci seçenek ise dost veya tarafsız limanlardan tüm ikmalin tamamlanmasıydı. Bu seçenekte de imkanlar çok kısıtlıydı. Çünkü Güney ve Batı'da bulunan tüm limanlar düşmanın kontrolü altındaydı. Kuzey ise seçenekler arasında dahi değildi. Doğuda ise önlerinde koskocaman bir Okyanus vardı.
Amiral Spee’nin bir başka dikkat etmesi gereken husus ise filosunu düşman gözetiminden ve telsiz trafiğinden uzak tutması gerekliliğiydi. Çünkü yapılacak bu yolculukta yerlerinin belli olması tüm düşman savaş unsurlarının toplanarak kendisine saldırması anlamına geliyordu. Bu yüzden harekât boyunca Amiral uzun menzilli telsiz haberleşmesinin yapılmamasına karar verdi. Böylelikle filonun yerinin gizli tutulması için harekât boyunca büyük özen gösterildi ve telsiz haberleşmesi minimum seviyede tutuldu.
İngilizler açısından Amiral Spee ve emrindeki filonun kendi tedarik hatlarının güvenliği için bir an önce ortadan kaldırılması en büyük hedefti. Ayrıca tek başına hareket eden Alman Hafif Kruvazörleri ve silahlandırılmış ticari gemilerinin Akıncı Harekatlarını engellemek ve bulundukları anda yok edilmeleri içinde İngilizler birçok gemiyi görevlendirmişti. İngilizlere göre bu kruvazörler ve silahlı ticari gemilerin yok edilmesi an meselesiydi. Ancak Alman Amiral, Tsingtau’dan ayrıldıktan sonra İngilizlerin aklındaki en önemli soru ise Alman Amiral'in amacının ne olduğuydu? İngiliz kurmay heyetinde bulunan tüm deniz subaylarının düşüncelerini meşgul eden en önemli soru buydu. Bu sorunun cevabını bulmak için İngilizlerin önündeki seçeneklere ve cevaplarına bakarak Amiral Spee’nin olası harekât planını da öğrenebiliriz:
SEÇENEK-1: Afrika'nın batı kıyısında bulunan İngiliz kolonilerine bağlı limanları bombalamak ve zayıf savunmalara sahip deniz haberleşme istasyonlarına (St. Helena gibi) saldırmak. Aynı zamanda Batı Afrika kıyılarında Alman kolonilerine karşı faaliyet gösteren İngiliz ve Fransız kuvvetleri ile tedarik konvoylarına saldırarak Afrika’da bulunan kolonilerin güvenliğini sağlamak. Tedarik sorunu veya başarısızlık durumunda Avrupa’daki ana filoya katılmak;
UYGULANABİLİRLİK: Bu plan uygulanabilir gözüküyor. Ancak planın uygulanabilmesi için Amiral Spee’nin önce Doğuya doğru hareket ederek Pasifik Okyanusunu aşması, Okyanusu geçtikten sonra İngiliz devriyelerine yakalanmamak için Macellan Boğazı’nın Güneyinden (Hope Burnu) geçerek Atlantik Okyanusuna çıkması ve buradan Batı Afrika kıyılarına ulaşması gerekiyordu. Kat edilecek bu kadar uzun yolda Amiral gemilerinin hem kömür ihtiyacı hem de personelin erzak ihtiyacını karşılamak konusunda zorluk yaşayacağı bir gerçekti. Bununla birlikte Güney Amerika kıyılarında tarafsız ve Almanlara sempati duyan Devletlerin bulunması Amiralin bu planı uygulama konusunda elini kuvvetlendirebilecek bir seçenekti. Bu seçenek hayata geçirilip uygulansa bile Amiral Atlantik Okyanusuna açıldığı anda Güney Amerika kıyılarındaki tarafsız Devletlerin limanlarından uzaklaşmış olacak ve tedarik sıkıntısı çekmeye başlayacaktı. İngiltere'ye bu kadar yakın harekât düzenlemek bölgede bulunan İngiliz kuvvetlerinden dolayı muhtemelen Alman filosunun hareket sahasının büyük ölçüde kısıtlanmasına sebep olacaktı. Ayrıca Amiralin emrindeki filonun hem erzak hem de kömür sıkıntısı çekeceğe benziyordu. Çünkü Batı Afrika kıyılarında Almanların elinde çok az liman vardı ve bu limanların çoğu müttefik kuvvetleri tarafından abluka altına alınmıştı. Bu sorunların yanında Alman filosunun her hareketi İngilizler tarafından bilinir olacak ve iletişim kanallarının tamamı İngilizlerin tekelinde olduğu için rahatlıkla takip edilebileceklerdi. Sonuç olarak, yukarıda yazdığımız nedenlerden ötürü Alman Filosunun bölgede gerçekleştireceği harekatların başarısının kısa ömürlü olacağı kesindi.
SEÇENEK-2: Güney Afrika'ya gidilerek, Cape Town'daki zayıf İngiliz filosunun yok edilmesi, limanın ablukaya alınarak tedarik hatlarının koparılması ve Güney Afrika’da daha önce İngilizlere karşı ayaklanmış BOER’lerin yeniden desteklenerek ayaklanmalarının sağlanması sonucu, Jan Smuts ile Louis Botha’nın emrindeki Güney Afrika Birliği'ne karşı bölgede bulunan Alman birlikleri ile birlikte Boer’lerin harekete geçirilmesi;
UYGULANABİLİRLİK: Açıkçası bu planın uygulanabilirliği ve başarısı imkansıza yakındı. Çünkü Cape Town’daki İngiliz filosu yok edilmiş olsa dahi Amiral Spee’nin elindeki gemilerle bir ablukayı devam ettirmesi zordu. Alman Amiralin bunu uygulamaya kalkması ‘’kafasını aslanın çenesine sokmak’’ ile eşdeğer bir durum ortaya çıkartırdı. Keza İngilizler, Güney Afrika gibi önemli bir kolonisini kendi kaderine bırakmayacak kadar akıllıydı. Buna en iyi örnek ise ilerleyen dönemde Alman Doğu Afrika Kolonisinde, İngiliz ve Almanlar arasında yaşanan gelişmeler ve Köningsberg gibi tek bir gemi için koca bir İngiliz Filosunun Güneydoğu Afrika’ya yollanması gösterilebilir. Ayrıca BOER’lerin Almanların desteği ile yeniden ayaklanıp ayaklanmayacağı da tam bir muammaydı. Keza bir BOER olan Jan Smuts İngiliz birliklerinin başında Almanlara karşı savaşıyordu. Her şey bir kenara Alman Amiralin, Güneydoğu Afrika’ya ulaşmak için iki seçenek vardı. Bu yollardan ilk seçenek filosunu Güneye doğru hareket ettirip MALAY BARİYERİ üzerinden geçirip Hint Okyanusuna geçmesi, diğer seçenek ise birinci seçenekte olduğu gibi Pasifik Okyanusu üzerinden yol alarak Doğu Afrika’ya ulaşmasıydı. Amiral Spee için ilk seçenek doğrudan devre dışı kalıyordu. Çünkü filosu Malay Bariyerini müttefik kuvvetlerle (İngiltere, Fransa, Avusturalya) çarpışmadan geçemezdi. Malay Bariyeri olarak isimlendirilen bölge günümüzde Singapur’dan Papua Yeni Gine Adasına kadar olan ve Endonezya’nın da içinde olduğu adalar grubunu içermektedir. Bahsi geçen bölge Güneyde Avusturalya ana karasına, kuzeyde ise Fransız Çinhindi bölgesini de içine aldığı için Amiralin fark edilmeden ve kayıp vermeden bu bölgeden çıkması imkansızdı. Çıktığını farz etsek dahi Hindistan’dan yola çıkan tedarik konvoylarının güvenliği için İngiltere ve Avusturalya birçok gemiyi bölgede bulunduruyordu. Eğer Amiral imkansızı başarıp Hint Okyanusuna açılsa dahi müttefik kuvvetlerinin tamamı filoyu yok etmek için ‘’kovanına çomak sokulmuş arılar’’ gibi tepesine toplanacak ve ağır bir saldırıya uğrayacaktı. Sonuç olarak hem yol güzergahı hem de yapılacak operasyon açısından bu seçenek doğrudan devre dışı bırakılabilir.
SEÇENEK-3: Kuzey Atlantik’te müttefik konvoyları ve savaş gücüne karşı faaliyetler yürütmek; gerekirse Almanya’nın Avrupa’da bulunan donanmasının ana unsurlarından destek almak;
UYGULANABİLİRLİK: Bu seçenek uygulanabilirlik olarak imkansızdı. Çünkü İngiliz anakarasına bu kadar yakın bir operasyon düzenleyerek filonun hayatta kalması imkansızdı. İngiliz donanması savaşın başından beri ablukaya alarak Alman donanmasını ana üssünde hapsetmiş durumdaydı. Amiralin bölgeye ulaşması durumunda İngiltere hem Britanya adasını korumak hem de tedarik hatlarının güvenliği için büyük bir görev gücü oluşturması kaçınılmazdı. Ayrıca donanma gücü olarak İngiltere anakarasını korumak için en kuvvetli gemilerini Kuzey Atlantik’te konuşlandırmış durumdaydı. Hal böyleyken Amiral Spee’nin Kuzey Atlantik’e geçerek müttefik tedarik gemilerine veya savaş gücüne saldırmayı düşünmeyeceği aşikardı. Keza Amiralin emrindeki filo ile bölgeye ulaşana kadar karşılaşacağı müttefik savaş unsurlarıyla da savaşması gerekiyordu ki bu durum filonun Kuzey Atlantik’e gelene kadar ciddi şekilde yıpranmasına ve hatta ulaşamadan yok olmasına neden olacağı da bir gerçekti.
SEÇENEK-4: Pasifik Okyanusunu aşarak Güney Amerika’da İngiliz ticaret konvoylarına saldırı düzenlemek;
UYGULANABİLİRLİK: Savaş başlamadan önce İngiltere, Güney Amerika ülkeleriyle ciddi şekilde ticari faaliyetler yürütüyordu. Bu ticari faaliyet savaşın başladığı dönemde de devam etmekteydi. Dolayısıyla Amiral Spee yönetimindeki filonun bölgede faaliyet göstermesi bu ticareti felç etme olasılığını bir hayli arttıracaktı. Çünkü bölgede İngiltere’nin ciddi bir deniz gücüde bulunmuyordu. Ayrıca Brezilya kıyılarında Alman etkisi bir hayli fazlaydı. Bu durum Alman gemilerinin tedarikini de kolaylaştıracaktı. Özellikle Alman istihbaratının Güney Amerika’da bulunan ülkelerde çok etkin olması Amiral Spee’nin İngiltere’nin Güney Amerika'daki gücü hakkında bilgi sahibi olduğu da bilinmekteydi. Dolayısıyla bütün seçenekler içerisinde en akla yatkın harekât planı bu seçenek gözüküyordu. Bu harekât sayesinde Amiral bölgedeki zayıf İngiliz etkisinden dolayı daha rahat hareket edebilecek, bölgenin büyük olmasından dolayı tespit edilme olasılığı az olduğu için uzun süre İngiliz gemilerini de peşinden sürükleyerek Avrupa’da devam eden savaşa Almanlar lehine büyük hizmetler sunabilecekti.
Yukarıdaki seçenekler içerisinde görüldüğü üzere Amiral Spee yönetimindeki filonun doğuya doğru geleceği aşikardı. Çünkü Batı ve Güney rotalarında Alman Amiralin yolunun kapalı olduğu ve o kapalı yolu açıp geçse dahi yolun ilerisinde geçtiği yoldan daha kötü durumda kalacağı aşikardı. Keza Pagan Adasında yapılan toplantıda Kruvazör ve silahlı ticari gemilerin Batı Pasifik bölgesinde faaliyette bulunmama kararının alınması da Amiralin aklından geçenleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Amiral Pasifik Okyanusunu aştıktan sonra Güney Amerika’nın Batı Kıyılarında faaliyet gösterebilirdi. İkinci seçenek olarak ya Magellan Boğazı'ndan geçeceği ya da daha büyük bir olasılıkla, nerede olduğunu düşmanları tarafından bilinirliğini önlemek için Hope Burnu açıklarından geçerek Atlantik Okyanusuna açılacağı kesindi. Sonuç olarak İngiliz donanma otoritelerinin bu seçenekler içerisinde Amiral Spee’nin Güney Amerika kıyılarına geleceği konusunda hemfikir olduğunu varsayabiliriz. Ancak bu kadar öngörüye rağmen İngiliz donanma yetkililerinin Alman Amirale karşı yeterli önlemleri almadığını da ilerleyen safhalarda göreceğiz.
Görüldüğü üzere Amiral Spee’nin elindeki seçenekler ve kendisi için en uygun planı maddeler halinde paylaşmış olduk. Ancak puzzle'ı tamamlamak için halen eksik parçalar olduğu da aşikar. Amiral, Güney Amerika ve Atlantik Okyanusuna geçişten sonra ne yapmayı planladığını maalesef hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Yine de bu safhaya kadar iyi bir kurmay subayın yapması gerektiği gibi seçenekleri iyi değerlendirerek en doğru planı seçen Alman Amiral planını uygulamaya koydu. Şimdi bu yolculuğun başında yaşanan gelişmelere değinme vakti geldi.
DOĞUYA YOLCULUĞUN BAŞLANGICI VE YAŞANAN GELİŞMELER
Yukarıda değindiğimiz üzere Amiral Spee olası seçenekler içerisinde uygulamaya alınacak en uygun planı ele alarak yolculuğuna başladı. Ancak Alman Amiralin gideceği bu yol uzun ve çetrefilli idi. Bu yolculuğa katılan askerlerin yazdığı mektuplardan anlaşıldığı üzere filo gerçekleştirdiği yolculuk sırasında erzak ve kömür sıkıntısı çektiği bilinmektedir. Bu erzak sıkıntısı yüzden yolculuk boyunca filo içerisinde sıkı bir diyet uygulanıyordu. Bu diyetin ana menüsünde ise ağırlıklı olarak kurutulmuş et (spun yarn) bulunuyordu. Bu sıkı diyete ve olumsuz şartlara rağmen filoda görevli askerlerin morali yüksek ve savaşmaya hazır oldukları da bahsi geçen mektuplarda dikkat çeken başka bir husustu. Kömür depolarını yitiren Alman filosunun yüzebilmek için karşılaştığı gemilerdeki kömürü gasp etmek veya okyanusa dağılmış adalarda bulunan kömür depolarını yağmalamaktan başka bir seçenekleri olmadığı da bir başka gerçekti.
Filo, Güneye doğru yol alırken Ağustos ayının ortalarında Nürnberg kruvazörü, bazı belgeleri almak ve telgraf göndermek için Honolulu'ya gönderildi. Nürnberg bu görevi tamamladıktan sonra 22 Ağustos’ta yeniden filoya katıldı. 24 Ağustos’ta ise filodan yeniden ayrılarak Kuzeye doğru yol aldı ve Fanning Adasında bulunan İngiliz telgraf istasyonunu yok ederek, 7 Eylül’de yeniden filoya katıldı. Aynı dönemde İngiliz kuvvetlerinin Alman sömürgesi Apia'da (Samoa Adaları konum) olduğunu haber alan von Spee, filosunu Güneye (Samoa Adalarına) doğru yönlendirdi. Ancak düşman donanmasının Samoa Adalarından ayrıldığını gördü. Adalar ise düşman tarafından işgal edilmiş ve Alman hakimiyeti Ada'da son bulmuştu. Amiral Spee adaların yeniden ele geçirilmesini düşünmüş olsa dahi bölgede bulunan İngiliz ve Avusturalya filolarına karşı kendisine destek gelmemesi durumunda başa çıkamayacağı aşikardı.
Bunun üzerine filo düşmanın yerini tespit etmek için bu kez yönünü Doğuya çevirerek Fransız Polinezya’sına doğru yol almaya başladı. Filo, Fransız Polinezya’sına bağlı Sosyete Adalarından (French Society Islands konum) birisi olan Bora Bora Adasına ulaştığında düşmanla yine temas kuramadı. Filo buraya ulaştığında gemilerin kömürü ciddi şekilde azalmıştı. Bunun üzerine filo Ada'da bulunan depolardan kömür ihtiyacını tamamlayarak yeniden Doğuya doğru yola çıktı ve 22 Eylül'de Fransız Polinezya’sının en büyük adası olan Tahiti'ye ulaştı. (Tahiti konum) 22 Eylül 1914 sabah 7:00 civarında, Fransızlar kimliksiz iki kruvazörün (Scharnhorst ve Gneisenau) Tahiti’nin başkenti Papeete'ye yaklaştığını gördü. Bunun üzerine adaya yaklaşan gemilerin kendilerini tanıtmaları için üç uyarı atışı yapıldı. Uyarı ateşinin üzerine adaya yaklaşmakta olan kruvazörler, limanı ve şehri bombalamaya başladı.
Daha önce Zélée Gambot’u tarafından ele geçirilen Alman yük gemisi Walküre, Alman gemilerinin limana erişimini engellemek için liman girişinde batırıldı. Ayrıca ada komutanı Teğmen Maxime Destremau, Almanların asıl ilgi kaynağını oluşturan kömür depolarının da yakılmasını emretti. Böylece Ada, Almanlar tarafından harap edilse veya işgal edilse dahi gemileri için altın değerinde olan kömüre ulaşmalarını engellemiş olacaktı. Alman kruvazörlerinin saldırısı sırasında Fransız kıyı bataryalarının komutanı olan Teğmen Charron, emrindeki düşük kalibreli toplar ile kruvazörlere hiç zarar veremeyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden Alman kruvazörlerini engellemek için ve kendi gemilerini vurmamaya özen göstererek baraj atışı yapmayı seçti.
Fransızlar Tarafından Limanın Girişinde Batırılan Alman yük gemisi Walküre |
Teğmen Maxime Destremau (Soldan ikinci) |
Alman kruvazörleri ise liman girişinde kendilerine tuzak kurulma riskine karşı açıktan bombardımana devam etti. Bu bombardıman sırasında Alman kruvazörlerinden 80 tane top mermisi ateşlendi. Ateşlenen bu top mermileri Zélée gambotunun karaya oturmasına ve şehrdeki binaların ağır hasar almasına neden oldu. Amiral Spee, Fransızlar tarafından adadaki kömür depolarının ateşe verildiğini görmesiyle adaya olan saldırıyı durdurma kararı aldı. Çünkü adanın işgal edilmesi ve elde tutulması kömüre ulaşamadığı sürece Alman Amiral için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bu çatışma ise tarihe Papeete Muharebesi olarak geçti. Bu saldırının en önemli sonucu ise Alman Doğu Asya Filosu'nun, Pasifik Okyanusu'nun Hangi bölgesinde olduğunun ifşa olması ve bunun sonucu olarak da İngiliz Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na yerini bilmedikleri Alman filosunun yeri ile birlikte engellemek için nerelere bakması gerektiğini göstermesiydi. Amiral Spee, Papeete'de ihtiyacı olan kömüre erişimi sağlayamayacağını anladıktan sonra filosunu Kuzeydoğuya doğru çevirerek Marquesas Adaları'na doğru yol aldı. Bu adada herhangi bir direnişle karşılaşmadan kömür tedarikini tamamladı ve rotasını doğuya çevirerek 12 Ekim'de ulaşacağı Paskalya Adası'na doğru yönlendirdi. (Paskalya Adası konum)
Papeete Muharebesini Haber Yapan Fransız Gazete Küpürü |
Papeete Muharebesi Sonucu Şehirde Oluşan Hasar |
Amiral Spee Yöentimindeki Doğu Asya Filosunun Paskalya Adasına Kadar Yol Aldığı Yol |
Şimdi, Amiral Spee ve emrindeki Doğu Asya Filosuna veda edip; denizlerde faaliyet gösteren diğer Alman savaş gemilerinin durumu ve akıbetlerine bir bakalım. Çünkü aşağıda anlatacağımız gemiler içerisinde Amiral Spee'nin emrinde de bulunan bazı gemiler bulunuyordu.
DENİZLERDE AKINCI HAREKÂTI DÜZENLEYEN ALMAN SAVAŞ GEMİLERİ
Amiral Spee’nin komutası altında Scharnhorst ve Gneisenau ağır kruvazörleri dışında hafif kruvazörler ile silahlandırılmış ticari gemilerde bulunuyordu. Bu kruvazörler ve silahlı ticari gemiler ana filoya bağlı olmakla birlikte 1. Dünya Savaşı sırasında tek başına harekatlar düzenleyerek düşman filolarını haritaya yayarak ana filonun harekatlarını rahatlatma konusunda önemli faaliyetler yapmıştır.
Savaş başlamadan hemen önce alman Doğu Asya Filosuna bağlı Hafif Kruvazör Leipzig, Meksika’nın Batı kıyılarında bulunuyordu. Leipzig, 2 Ağustos'ta Meksika'nın Batı kıyısındaki önemli bir kasaba olan Mazatlan'dan yola çıktı. Yolda savaşın çıktığını haber alan Leipzig’in kaptanı yönünü Kuzeye çevirdi. 12 Ağustos'ta, Leipzig, Vancouver’ın girişi olarak bilinen Juan de Fuca Boğazı'nın açıklarında Kanadalı balıkçılar tarafından tespit edilerek yetkililere ihbar edildi. (Juan de Fuca Boğazı konum) Vancouver, Kanada için askeri tersaneler açısından önemli tesisleri bulunan bir şehirdi. Özellikle şehirde bulunan Esquimalt Tersanesi en önemli tesislerden birisiydi. Ancak Leipzig, Juan de Fuca Boğazından geçerek bu önemli şehre saldırı düzenlemedi. Çünkü savaş patlak verdiğinde, Kanada Hükümeti, Seattle'daki bir Amerikan firmasından iki denizaltı satın almıştı. Bahse konu bu satın alma muhtemelen Almanlar tarafından biliniyordu ve bu denizaltıların limanın girişini savunma ihtimali yüksekti. Bir diğer ihtimal ise limanın stratejik noktalarına mayın döşenme ihtimaliydi.
Hafif Kruvazör SMS Leipzig |
Bununla birlikte Kanada’nın Batı kıyılarını korumak için görevlendirilmiş İngiliz ve Kanada’ya bağlı savaş gemileri de Leipzig’in stratejik tesislerin bulunduğu limanlara saldırı yapmasını engellemek konusunda iyi iş çıkartmışlardı. Özellikle eski olmalarına rağmen Kanada donanmasına ait Hafif Kruvazör HMCS Rainbow ile İngiliz Hafif Kruvazör HMS Algerine, Leipzig’in takibi ve taciz edilmesi konusunda mükemmel işler çıkartmıştı.
Bu gelişmeler ışığında Leipzig, Ekim ayının ortalarına kadar Amerika'nın Batı kıyılarında kalmasına rağmen, tedarik konvoyu veya stratejik limanlara herhangi bir kayda değer saldırı gerçekleştiremedi. Leipzig’in, Amerika Batı kıyılarında kayda değer bir başarı gösteremeyeceğinin anlaşılması üzerine Ekim ayı içerisinde Amiral von Spee'nin Paskalya Adası'ndaki filosuna katılmak üzere güneye doğru yol aldı.
Savaş başlamadan önce Hafif Kruvazör Dresden, Karayip Denizinde bulunan Virgin Adaları'nın en büyük adası olan St.Thomas'da bulunuyordu. Dresden, 1 Ağustos'ta Doğu Asya Filosuna katılmak üzere Güneye doğru yol almaya başladı. Dresden’in rotası günümüz Şili’nin güney ucu olan Horn Burnu'ndan Pasifik Okyanusuna geçmek ve Tsingtau’da bulunan Amiral Spee komutasındaki ana filoya katılmak üzere çizilmişti. Ancak Dresden, Ağustos ayında savaşın patlak vermesi ve yolda İngiliz savaş gemilerinin saldırı ihtimaline karşı Atlantik Okyanusunda bulunan ticaret yollarının rotasından uzağından geçecek şekilde bir rota çizerek kendi güvenliğini sağlamayı seçti. Bu yolculuk sırasında Dresden, sadece saldırı ihtimalinin düşük olduğu limanlarda özellikle kömür tedarikini gerçekleştirerek 5 Eylül'de, Horn Burnu’nun birkaç mil kuzeybatısındaki büyük, ıssız ve doğal bir limana sahip olan bir adaya ulaştı. Burada motorlarında ayarlamalar yapmak için 11 gün kaldı. Bu uzun süreli kalmalar çoğunlukla savaş zamanı gemiler için büyük tehlike arz etmekteydi. Ancak Dresden’in kaptanı, Atlantik Okyanusu'nda aldığı yoldan sonra belli ki artık tehlikeden kurtulmuş olduğunu düşünüyordu. Keza aynı dönemde İngilizlerin bu bölgede Dresden’i rahatsız edecek bir görev gücü bulunmadığı biliniyordu. Dresden, tamirat işlerini hallettikten sonra Pasifik Okyanusuna açılarak ticaret yolu üzerinde bir rotada 8,5 knot gibi yavaş bir hızla yoluna devam etti. Dresden, 19 Eylül'de Magellan Boğazı’nın Kuzeyinde Alman ticari savaş gemisi Eber ile karşılaştı ve müttefik ticaret gemilerini avlayarak batırmak için Pasifik Okyanusu’nun Kuzeybatısına doğru yoluna devam etti. Ancak Dresden ve Eber, Ekim ayına kadar gerçekleştirdiği bu yolculukta toplam değeri 250.000 Sterlin olan 5 gemi batırabildi. Bu harekât sonrası 12 Ekim 1914 tarihinde Dresden, Paskalya Adası'na ulaşmış olan Amiral von Spee yönetimindeki ana filoya katıldı.
Savaş başlamadan önce Hafif Kruvazör Dresden, Karayip Denizinde bulunan Virgin Adaları'nın en büyük adası olan St.Thomas'da bulunuyordu. Dresden, 1 Ağustos'ta Doğu Asya Filosuna katılmak üzere Güneye doğru yol almaya başladı. Dresden’in rotası günümüz Şili’nin güney ucu olan Horn Burnu'ndan Pasifik Okyanusuna geçmek ve Tsingtau’da bulunan Amiral Spee komutasındaki ana filoya katılmak üzere çizilmişti. Ancak Dresden, Ağustos ayında savaşın patlak vermesi ve yolda İngiliz savaş gemilerinin saldırı ihtimaline karşı Atlantik Okyanusunda bulunan ticaret yollarının rotasından uzağından geçecek şekilde bir rota çizerek kendi güvenliğini sağlamayı seçti. Bu yolculuk sırasında Dresden, sadece saldırı ihtimalinin düşük olduğu limanlarda özellikle kömür tedarikini gerçekleştirerek 5 Eylül'de, Horn Burnu’nun birkaç mil kuzeybatısındaki büyük, ıssız ve doğal bir limana sahip olan bir adaya ulaştı. Burada motorlarında ayarlamalar yapmak için 11 gün kaldı. Bu uzun süreli kalmalar çoğunlukla savaş zamanı gemiler için büyük tehlike arz etmekteydi. Ancak Dresden’in kaptanı, Atlantik Okyanusu'nda aldığı yoldan sonra belli ki artık tehlikeden kurtulmuş olduğunu düşünüyordu. Keza aynı dönemde İngilizlerin bu bölgede Dresden’i rahatsız edecek bir görev gücü bulunmadığı biliniyordu. Dresden, tamirat işlerini hallettikten sonra Pasifik Okyanusuna açılarak ticaret yolu üzerinde bir rotada 8,5 knot gibi yavaş bir hızla yoluna devam etti. Dresden, 19 Eylül'de Magellan Boğazı’nın Kuzeyinde Alman ticari savaş gemisi Eber ile karşılaştı ve müttefik ticaret gemilerini avlayarak batırmak için Pasifik Okyanusu’nun Kuzeybatısına doğru yoluna devam etti. Ancak Dresden ve Eber, Ekim ayına kadar gerçekleştirdiği bu yolculukta toplam değeri 250.000 Sterlin olan 5 gemi batırabildi. Bu harekât sonrası 12 Ekim 1914 tarihinde Dresden, Paskalya Adası'na ulaşmış olan Amiral von Spee yönetimindeki ana filoya katıldı.
Alman imparatorluğunun ana filo dışında kolonilerde görevlendirmek üzere görevlendirdiği en hızlı ve en modern savaş gemilerinden bir tanesi olan Hafif Kruvazörü Karlsruhe, savaşın başlangıcında Meksika Körfezi'nde konuşlanmıştı. Karlsruhe, 6 Ağustos 1914 tarihinde savaşın başlamasıyla Atlantik Okyanusu’nda operasyon düzenlemek için hazırlıklara başladı. Bu hazırlık kapsamında aynı gün silahlı yolcu gemisi Kronprinz Wilhelm'den denizde kömür alırken İngiliz Kruvazörü Suffolk tarafından tespit edildi. Karlsruhe ve silahlı yolcu gemisi Kronprinz Wilhelm tespit edilir edilmez farklı yönlere doğru kaçmaya başladı. Amiral Cradock yönetimindeki Suffolk ise Karlsruhe’nin peşine takılarak onu takibe başladı. Amiral Cradock, öğleden sonra aynı bölgede bulunan Hafif Kruvazör Bristol'e telsizle Karlsruhe'nin konumunu vererek durdurmasını emretti. Çünkü Suffolk’un hızı Karlsruhe’ye göre azdı ve bu yüzden takibi sürdüremiyordu. Bu hız farkına rağmen Suffolk, Karlsruhe’yi birkaç saat takip etmeyi başarmasına rağmen silah menzili içine hiçbir zaman alamadı. Aynı akşam 18:00'da Bristol, Karlsruhe’yi tespit ederek yetişti ve 15 dakika içerisinde ateş açmaya başladı. Karlsruhe ise manevra yaparak Bristol’e karşılık vermeye başladı. Ancak havanın karanlık olmasından dolayı her iki gemide birbirine isabet sağlayamadı. Her iki gemi de 55 dakika birbirine ateş etmeye devam etti ve Karlsruhe’nin menzil dışına çıkması ile çatışma sona erdi. Bu sırada Amiral Cradock, Bristol’e telgraf ile, "Takibe devam et-geliyorum." şeklinde mesaj yolladı. Ancak Suffolk tüm çabasına rağmen hızının Karlsruhe’ye göre düşük olmasından dolayı iki gemiye de yetişemedi. Karlsruhe ise Bristol’ün takibinden karanlıktan yararlanarak kurtuldu ve izini kaybettirdi. Karlsruhe, izini kaybettirdikten sonra Güney Atlantik ticaret yolları üzerinde İngiliz ticari gemilerine yaptığı baskınlarda yaklaşık 1,622,000 Sterlin değere sahip 17 gemi batırmış ve İngilizlere ciddi zararlar vermiştir. Bu zarar yüzünden İngilizler Karlsruhe’yi bulmak için özel görev gücü oluşturmak durumunda kaldı. Ancak Karlsruhe, 1914 yılının Kasım ayında Atlantik’in ortasında durduk yere kazanlarının patlaması sonucu battı. Karlsruhe, batana kadar ‘’Akıncı Harekâtı’’ konusunda başarılı bir seyir izlediği pek tabii söylenebilir. Buna karşın Karlsruhe battıktan sonra Alman Donanma İstihbaratı tarafından Kasım 1914'ten Mart 1915'e kadar gizli tutmayı başarıldı. Bunun sonucu olarak ortada olmayan bir Alman Kruvazörünü ''fleet in being'' doktrini ile ''hayalet gemi'' olarak İngilizler tarafından oluşturulan özel görev gücü Karlsruhe’yi bulmak için Atlantik Okyanusunu dört dönmesine yol açtı. Karlsruhe’nin batması ile ilgili ilk ipucu ise 1915 senesinde Bahamalar’da bulunan St. Vincent Adası’nın kıyılarına vuran enkaz parçaları ile ortaya çıktı ve geminin battığı kısa süre sonra anlaşılarak oluşturulan özel görev gücünün faaliyetleri sonlandırıldı.
Karlsruhe’ye kömür aktarırken İngiliz Suffolk Hafif Kruvazörü tarafından tespit edilen bir diğer gemi olan Kronprinz Wilhelm silahlı bir ticaret gemisiydi. Gemi, Karlsruhe’ye kömür aktarırken Kronprinz Wilhelm’e geçmiş olan subaylardan birisi Suffolk’un tespiti üzerine geri Karlsruhe’ye geçememiş ve bunun sonucunda geminin komutasını ele almıştır. Kronprinz Wilhelm, ön ve arka güvertelerine konulmuş bir top ile silahlı ticaret gemisi hüviyetini kazanmıştı. Karlsruhe’de görevli subayın kaptan olmasıyla gemi, Atlantik’te Akıncı Harekatları gerçekleştirmeye başladı. Alman silahlı ticaret gemisi 8 ay boyunca gerçekleştirdiği akınlarda İngiliz savaş gemilerinden kaçınma ve yakalanmama konusunda oldukça şanslıydı. Ayrıca ele geçirdiği ticaret gemilerinden kömür ihtiyacını da fazlasıyla karşılama şansı olmuştu. Bu 8 aylık süreçte Kronprinz Wilhelm, dördü yelkenli olmak üzere 15 adet müttefiklere bağlı gemiyi ele geçirdi veya batırdı. Bu kayıplar Atlantik Okyanusu'nda, Karlsruhe ile birlikte Kronprinz Wilhelm’in ticaret yollarının güvenliği konusunda İngilizleri ciddi şekilde endişelenmesine ve savaşın başında Almanların asıl amacının İngiliz ticaret yollarına karşı harekatlarının nelere mal olacağına anlamalarına neden oldu. Ancak Kronprinz Wilhelm, 8 ayın sonunda gemide beriberi hastalığı ile birlikte çeşitli hastalıkların ortaya çıkması ile harekâtı sonlandırmak zorunda kaldı. Ayrıca hastalıkların çıktığı dönemde gemi su alıyor ve onarıma ihtiyacı vardı. Bu yüzden 11 Nisan 1914’de gemi Amerika’nın Newport limanına girdi. Amerikalı yetkililer hasta olan personeli tedavi için hastaneye gönderdi. Geri kalan personel ise gemi ile birlikte enterne edilerek gözaltına alındı. Böylelikle Kronprinz Wilhelm’in 1. Dünya savaşındaki faaliyeti son bulmuş oldu.
Kronprinz Wilhelm'in Akıncı Harekatını Konu Alan Bir Gazete Küpürü |
Kronprinz Wilhelm, Amerika'nın Newport Limanında Enterne Edildiği Dönemde Çekilmiş Bir Fotoğrafı |
Prinz Eitel Friedrich yolcu gemisine silahlar monte edilmesiyle yardımcı kruvazör hüviyeti kazanmış ve bu gemi Amiral von Spee’nin emri altında bulunan filoda görev yapmaya başlamıştı. Büyük ölçüde gözden kaçsa da Prinz Eitel Friedrich, yukarıda bahsettiğimiz Kronprinz Wilhelm'den sonra Almanya'nın ilk yardımcı kruvazör dalgasının en başarılı olanlarından bir tanesiydi. Gemi yazının 3. kısımlarında detaylı olarak anlatacağımız Falkland Deniz Muharebesine kadar Amiral von Spee’nin emri altında kaldı. Falkland Savaşı sonrası gemi Atlantik okyanusuna geçerek akıncı harekatlar düzenlemeye başladı. Faaliyet gösterdiği birkaç aylık dönemde birçoğu yelkenli gemi olan toplam 10 gemiyi ele geçirdi veya batırdı. Mart ayının başlarında gemi motorlarındaki arızadan dolayı Amerika Birleşik Devletleri'nin Newport limanına tadilat için yanaşmak zorunda kaldı. Ancak Amerikalılar batırdığı gemilerden birisinin Amerikan bandıralı taşımasından dolayı gemi personelini hapse attı ve gemiyi enterne ederek geminin akıncı harekâtı geçirdiği günleri sonlandırdı.
Alman Prinz Eitel Friedrich Silahlı Ticari Gemisi |
Prinz Eitel Friedrich'in Akıncı Harekatını Konu Alan Bir Gazete Küpürü |
Kaiser Wilhelm der Grosse, 1. Dünya Savaşı öncesinde Alman Ticaret Filosunun en önemli gemilerinden birisiydi. Savaşın başlamasıyla birlikte gemiye silah sistemleri yerleştirilerek müttefik ticaret gemilerine karşı Atlantik Okyanusu’nda faaliyetler yürütmek üzere görevlendirildi. Gemi ilk görevini gerçekleştirmek için Atlantik Okyanusuna açıldıktan sonra kömür ve erzak ihtiyacını karşılamak için Batı Sahra’da bulunan ve Rio de Oro limanına yanaştı. Bu dönemde Batı Sahra, İspanya egemenliği altında bir koloniydi ve savaş sırasında İspanya tarafsızlığını ilan ettiği için gemi limanda 48 saatten fazla kalamazdı. Kaiser Wilhelm der Grosse, limanda bulunan diğer 3 Alman ve 1 Avusturya-Macaristan kömür gemisinden ihtiyacını karşılarken İngiliz 5. Kruvazör filosuna bağlı HMS Highflyer Kruvazörü tarafından tespit edildi ve limanda bulunan Alman geminin teslim olmasını talep etti. Ancak Kaiser Wilhelm der Grosse’nin komutanı, İngilizlerin İspanya'nın tarafsızlığını ihlal ettiğini savunarak bu talebi reddetti. İngilizler ise Alman gemisinin tarafsız bir limanda 48 saatten fazla kaldığını ve bu yüzden İspanya’nın tarafsızlığını asıl kendilerinin ihlal ettiğini iddia etti. Bu gelişmeler neticesinde, iki gemi arasında bir çatışma başladı. İki gemi saat 15:10'dan 16:45'e kadar birbirine ateş etti. Ancak Kaiser Wilhelm der Grosse’nin silah sistemleri karşısında bulunan kruvazöre herhangi bir zarar verecek kalibrede olmadığı için başarı sağlayamadı. HMS Highflyer’ın atışları ise Alman gemisinde ciddi zayiatlar ve zarara yol açtı. Bu çarpışma neticesinde, Kaiser Wilhelm der Grosse cephanesi tükendi ve mürettebat geminin vanalarını açarak karaya oturttu. Mürettebat ise karaya çıkarak Sahra Çölü'ne kaçtı. Böylelikle Kaiser Wilhelm der Grosse’nin Akıncı Harekâtı başlamadan bitmiş oldu.
Alman Kaiser Wilhelm der Grosse Silahlı Ticaret Gemisi |
MS Highflyer Kruvazörü |
Kaiser Wilhelm der Grosse İle MS Highflyer Kruvazörü Arasında Gerçekleşen ''Rio de Oro Muharebesini'' Gösteren Bir Tablo |
Hafif Kruvazör Geier, kömür ve erzak tedariki için 29 Temmuz 1914 tarihinde Singapur limanında bulunuyordu. Avusturya-Macaristan'ın Sırbistan'a savaş ilan etmesinden bir gün sonra Singapur limanından ayrılarak Alman Doğu Asya Filosu'nun ana üssü olan Tsingtau’ya gitmek üzere Güneydoğu yönünde yol almaya başladı. Gemi kaptanı, 1 Ağustos'ta Filipin Adaları ile Tayvan Adası arasında bulunduğu sırada Doğu Asya Filosu Komutanı Maximilian von Spee'den, Pagan Adası'nda filoya katılma emrini aldı. 6 Ağustos'ta, bu emir değiştirilerek Geier’in Ticari Akınlara başlaması için talimat verildi. Bu emir üzerine Geier 10 Ağustos'ta buluştuğu Bochum Vapurundan kömür ve erzak tedarikini tamamladı ve motor ile kazanlarında geçici onarımlar yaptıktan sonra Güneye yönelerek Palau Adalarına doğru yol almaya başladı. Geier, Palau Adalarına doğru yol alırken 20 Ağustos'ta Doğu Asya Filosundan ayrılan ve ticaret Akıncısı olarak faaliyet gösteren Hafif Kruvazör Emden ile temasa geçmeyi başardı ve iki gemi ertesi gün buluştu. İki gemi kaptanının yaptığı görüşme neticesinde, Emden’in Hint Okyanusu’na gitmesi, Geier’in ise Orta Pasifik'te Doğu Asya Filosu ile buluşması kararlaştırıldı. Bu karar kapsamında Geier rotasını Kuzeye çevirerek Bismark Takımadaları boyunca ilerledi. Bu yolculuk esnasında Geier, İngiliz kargo gemisi Southport ile 4 Eylül 1914 tarihinde karşılaştı ve geminin motorlarını devre dışı bırakarak yoluna devam etti. Ancak Southport’un mürettebatı hasarı onardı ve Avustralya'ya ulaşarak buradaki yetkililere geminin konumunu bildirdi.
Bochum Vapuru |
Geier ise Southport’u devre dışı bıraktıktan sonra yoluna doğu yönünde ilerleyerek Doğu Asya Filosu ile buluşmak üzere yoluna devam ederek, 11 Eylül'de Marshall Adaları’na ulaştı. Geier, Marshall Adaları’na ulaştığında geminin motorları o kadar kötü durumdaydı ki, geminin acil tadilata ihtiyacı vardı. Bu yüzden aslında geminin Tsingtau limanına dönmesi gerekiyordu. Ancak Japonya’nın müttefiklerin yanında savaşa girmesi ve limanı Japon kuvvetleri kuşattığı için geminin Tsingtau'ya gitmesi imkansızdı. Ayrıca geminin ana görevi olan müttefik tedarik gemilerine karşı uygulaması istenen Akıncı Harekât için bölgede fazla ticari faaliyet olmamasından dolayı başarı şansı zayıftı. Bunun dışında geminin ihtiyacı olan kömür ve erzak tedariki için bölgede Alman yük gemileri veya güvenli limanda bulunmamaktaydı. Bunun üzerine Geier’in kaptanı Grabhoff, geminin motorlarındaki soruna rağmen Doğu Asya Filosunu Güney Amerika'ya kadar takip etmeye karar verdi. Gemi yolculuğu sırasında hızını 8 knot'a (15 km) düşürmesine rağmen yolda yeniden arızalandı ve 25 Eylül’de Norddeutscher Lloyd vapuru tarafından çekilerek daha detaylı onarım görebilmesi için 15 Ekim’de Hawaii Adalarının, Honolulu limanına ulaştı. Gemi limana girdiğinde su ve yiyecek kaynakları o kadar azalmıştı ki, personel açlıktan ölmek üzereydi. Gemi limana girdiği tarihlerde Amerika tarafsızlığını koruyordu. Müttefik Devletler ise Geier’in limana girdiğini öğrenir öğrenmez Amerikalı yetkililere başvurarak geminin enterne edilmesini istedi. Ayrıca Geier’in limandan çıkması durumunda batırılması için Japonya bölgede devriye gezen Hizen ve Asama Zırhlı Kruvazörlerini, Honolulu açıklarına gönderdi. Geier’in kaptanı Grabhoff, geminin tadilatını ve kötü hava koşullarını bahane ederek müttefiklerin gemi ile personelinin enterne edilmesi talebini 7 Kasım'a kadar erteletmeyi başardı. Ancak Ertesi gün, ABD’li yetkililer Geier'i enterne ederek mürettebatını tutukladı. Amerika Birleşik Devletleri, 6 Nisan 1917'de Müttefiklerin yanında savaşa girdi ve ABD Donanması 9 Haziran 1917 tarihinde Geier'in ismini USS Schurz olarak değiştirerek 15 Eylül 1917'de pasifik filosuna dahil etti.
Hafif Kruvazör SMS Geier (aka USS Schurz) |
Yukarıda yüzeysel olarak akıncı harekatlarını anlattığımız gemiler dışında Hafif kruvazörler Emden ve Königsberg'de denizlerde önemli işler yapmıştır.
SMS Emden Hafif Kruvazörü, Amiral von Spee komutası altındaki Doğu Asys Filosuna bağlı bir gemiydi. Savaşın başlamasından sonra Amiral von Spee’nin emri ile Pagan limanında toplanan filodan ayrılarak Hint Okyanusu’na geçmiş ve HMCS Sydney tarafından Cocos Adaları'nda batırılana kadar Hint Okyanusu’nda müttefiklerin ticaretine ciddi zararlar veren Akıncı Harekatları düzenledi. Gemi battıktan sonra ise gemi personeli maceralı bir yolculukla kendilerini Osmanlı topraklarında buldu. Geminin gerçekleştirdiği Akıncı Harekâtı ve battıktan sonra yaşananlarla ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler şu yazıyı (Bkz. SMS Emden) inceleyebilirler.
SMS Köningsberg Hafif Kruvazörü ise savaş arefesinde Doğu Afrika Kıyılarında konuşlanmıştı. Savaşın başlaması ile birlikte Doğu Afrika kıyılarında Akıncı Harekâtına girişmiş, bu harekât sırasında kazanlarının arızalanmasından dolayı Rufiji Deltasına sığındı. 19 Eylül 1914 gününün öğlen saatlerinde, Zengibar limanında bir İngiliz savaş gemisinin bulunduğunu bildiren bir rapor Königsberg'in kablosuz telgraf alıcıları tarafından ele geçirildi. Rufiji'den çıkıp Kuzeye ilerledikten sonra hızlıca Zengibar limanına giren Königsberg, kazan arızasından dolayı limanda demirlemiş bir halde bulduğu Pegasus Hafif Kruvazörü’nü batırarak geri Rufiji Deltasına tamir edilmek üzere geri döndü. Burada bulunduğu İngilizler tarafından tespit edilen gemi uzun uğraşlar ve kayıplar sonucu İngilizler tarafından batırıldı. Geminin silahları ise sökülerek Doğu Afrika Cephesinde, von Lettow komutası altındaki birliklerde kullanıldı. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına aynı SMS Emden Kruvazöründe olduğu gibi SMS Köningsberg’in detaylı hikayesini daha önce hazırlanan şu yazının (Bkz. 1. Dünya Savaşında Doğu Afrika Cephesi) içerisinde okuyabilirsiniz.
Bu gemiler dışında Atlantik Okyanusu ile Brezilya kıyıları arasında faaliyet gösteren Cap Trafalgar Silahlı Ticaret gemisi de bulunuyor. Bahse konu geminin hikayesini yazının ilerleyen bölümünde daha detaylı olarak anlatacağım.
Yukarıda açıklandığı üzere Okyanuslarda Alman savaş gemileri 1. Dünya Savaşı’nın başında müttefiklere ait ticaret gemilerini ele geçirerek veya batırarak müttefik tedarik hatları üzerinde ciddi baskı kurmuştu. Almanların amacı İngilizlerin sayıca üstün olan donanmasını Akıncı Harekatları ile incelterek haritaya yaymaktı. Bu harekatlar ile Almanlar anakarada bulunan asıl güçlerini oluşturan donanmalarının daha rahat hareket ederek nefes almasını hedeflemişti. Ayrıca korsan faaliyetleri yürüten bu gemilerin müttefik ikmal yollarında yarattığı kaos ve kayıpların müttefiklere zorluk çıkartacağı, hatta bu harekatların başarıya ulaşması durumunda savaşında kazanılabileceği Alman Donanma yetkililerinin hesapları arasındaydı. Özellikle İngiltere savaş boyunca Pasifik ve Atlantik Okyanuslarındaki ikmal yolları üzerinden sağladığı malzeme ve asker sevkiyatlarıyla Batı Cephesinde bataklığa saplanmış siper savaşlarında diri kalabiliyordu. Ancak Almanlar savaşın ilerleyen safhalarında başarısız olacaktı. Bu başarısızlığın ise birkaç nedeni vardı. Başarısızlığın en temel sebebi savaş başladığı sırada Alman Donanmasının savaşa hazırlığını tam olarak tamamlayamaması olarak gösterilebilir. Evet Alman filosu moderndi ve vuruş gücü olarak rakipleri ile başa çıkabilirdi. Ama sayıca rakiplerinden çok gerideydiler. Bir diğer neden ise Alman deniz gücü Akıncı Harekâtını gerçekleştirdiği bölgede gemilerinin ihtiyacı olan kömür ve personelin temel ihtiyacını karşılayabilecek güvenli limanlarının bulunmamasıydı. Her ne kadar Akıncı Harekâtını gerçekleştiren gemiler ele geçirdiği veya batırdığı gemilerden bu ihtiyaçlarını kısmi olarak karşılasalar bile bu ganimetler gemiler için yeterli değildi. Bu konuda Almanların müttefik tedarik hatlarına saldırırken umdukları sonuçlara yaklaşmamış olmasının bir başka nedeni ise büyük ölçüde Alman gemilerini sürekli olarak yeni avlanma alanlarına hareket etmeye zorlayan müttefik savaş gemilerinin durmak bilmeyen takip faaliyetlerinden kaynaklanıyordu. Alman gemilerinin gerçekleştirdiği Akıncı Harekatlarında müttefik gemilerinin sürekli takibinde olmaları sonucu da devamlı yer değiştirmelerine ve bunun sonucu olarak da yukarıda izah ettiğimiz üzere sığınabilecekleri güvenli limanlarının bulunmamasından dolayı zaman içerisinde yukarıda saydığımız ve açıkladığımız nedenlerden ötürü Alman Akıncı Harekâtını gerçekleştiren birçok gemi bir süre sonra yakalanmaktan veya batmaktan kurtulamamıştır.
GÜNEY AMERİKA'DAKİ İNGİLİZ SAVAŞ GÜCÜ
Birinci dünya savaşının başladığı dönemde İngiliz savaş gemileri dünyanın dört bir yanına nispeten küçük birimler halinde dağılmış durumdaydı. Ayrıca bu filolara bağlı gemiler birbirinden çok uzak mesafelerde bulunuyordu. Bu yüzden İngilizlerin Akdeniz Filosu haricinde hiçbir filosu von Spee'nin emrindeki filo ile başa çıkabilecek güce sahip değildi.
Tümamiral Sir Christopher Cradock |
1914 yılının ilk yarısında Tümamiral Sir Christopher Cradock, Meksika körfezinde faaliyet gösteren 4. Kruvazör Filosu’nun başındaydı. Amiralin bayrak gemisi ise HMS Suffolk Hafif Kruvazörü idi. Amiral Cradock 2 Ağustos 1914’te Jamaika’nın, Kingston şehrindeyken HMS Good Hope Zırhlı Kruvazörü’nün filosuna katılacağı bilgisini aldı. Bu haber üzerine Good Hope ile buluşmak üzere Kuzeye doğru yol almaya başladı. Bu yolculuk sırasında daha önce değindiğimiz üzere 6 Ağustos'ta Karlsruhe'yi gördü ve onu takip etmeye başladı. Bu takibin başarısız olması üzerine yeniden rotasını değiştirerek Good Hope ile buluşmak için yoluna devam etti ve 10 Ağustos’ta Good Hope ile buluşarak Güneye doğru yol almaya başladı. Amiral Cradock’un görev gücüne Good Hope’un katılması ve Güneye doğru yol almasının en büyük nedeni Amiral Spee’nin büyük olasılıkla Güney Amerika’ya doğru filosunu yola çıktığını donanma komutanlığının tahmin etmesi olarak anlaşılabilir. Keza Amiral Cradock’un filosu 1914 yılının Eylül ve Ekim ayları arasında kademeli genişletildi. Filoya yeni katılan gemiler, Good Hope zırhlısı başta olmak üzere, Canopus Öndretnotu, Monmouth ile Cornwall Zırhlı Kruvazörleri, Glasgow Hafif Kruvazörü, Bristol Hafif Kruvazörü ile birlikte silahlı ticaret kruvazörleri Otranto, Makedonya ve Oroma idi.
Bu filo oluşturulurken Pasifik Okyanusunda Scharnhorst, Gneisenau, Emden, Nürnberg ve Leipzig'den oluşan Alman filosunun nerede olduğuna dair hiçbir haber alınamamıştı. Bu filo içerisinde Sadece Nürnberg ile Leipzig’in Doğu Pasifik’te faaliyet gösterdiği müttefikleri tarafından haber verilmişti. Emden'in ise Bengal Körfezi'nde olduğu ve Hint Okyanusuna açıldığı ile ilgili etrafta birbiriyle çelişen muğlak söylentiler dolaşıyordu. Bu haberlerin kaynağının İngiliz Donanma İstihbaratı tarafından Alman ajanları tarafından yayıldığı düşünülüyordu.
Amiral Cradock, Eylül ayının ortalarında Güney Amerika sularında olduğunu düşündüğü Karlsruhe ve Dresden'i engellemeyi umarak, Güneye doğru yol aldı. Bu yolculuk sırasında Amiralin emrinde Bayrak Gemisi Good Hope ile birlikte Monmouth, Glasgow, silahlı ticaret kruvazörleri Otranto ve Oroma bulunmaktaydı. Amiral Cradock’un amacı, Karlsruhe veya Dresden’in Magellan Boğazından geçerek Pasifik Okyanusuna açılmasını önlemekti. Bu bağlamda, Amiral, Falkland Adalarında bulunan Üssü komuta merkezi olarak kullanmak şartıyla Magellan Boğazı'nı izlemek ve orayla River Plate arasında devriye gezmeyi hedeflemişti. Falkland Adalarındaki üs ise bu devriye görevleri sırasında kavşak ve tedarik noktası görevi görecekti.
22 Eylül 1914’de Almanların Fransız Polinezya’sının en büyük adası Tahiti’nin başkenti Papeete şehrini bombalamasının İngilizler tarafından öğrenilmesi üzerine Amiral Cradock, Alman filosunu durdurmak için Güney Amerika'nın batı kıyılarında da devriye gezilerek Almanların tedarik için uğramaları muhtemel limanlarında kontrol edilmesi yönünde planlama yaptı. Bu planlama çerçevesinde Ekim ayının başlarında Monmouth, Glasgow ve Otranto, Pasifik Okyanusuna geçerek Alman gemilerinin yanaşabileceği pek çok körfezi ve limanı özenle araştırdı ve görev gücü 15 Ekim 1914'de Şili’nin Valparaiso şehrine ulaştı. Ancak İngiliz görev gücü şehirde malzeme tedarikini tamamlayamadan 1 gün kalarak yeniden Güneye doğru yola çıktı. Şehirde kısa kalmalarının nedeni ise Good Hope ve Canopus’un Pasifik Okyanusuna çıktıklarını öğrenmeleri ve bu iki gemiyle birleşerek bölgede oldukları bilinen Leipzig veya Dresden'i İngiliz ticaret gemilerini batırmalarını engelleyerek, bu gemileri de bertaraf etmekti. Bu iki grup Şili’nin Güney kıyılarında 29 Ekim’de bir araya geldi ve Pasifik Okyanusunda Alman gemilerini aramaya başladılar.
İngiliz gemileri görevlerini sürdürürken, hava şartlarının kötü olmasından dolayı büyük zorluklar yaşadı. Özellikle Ekim ayından itibaren Pasifik Okyanusu bırakın savaşmayı, yolculuk için bile en deneyimli denizcileri zorlayan şartlar sunuyordu. Ayrıca düşmanla ne zaman karşılaşılacağı konusundaki belirsizlik denizcileri zorlayan başka bir konuydu. Glasgow'da bu dönemde görev yapan bir personel bahsi geçen zorluklar için şunları diyordu:
"Bu görevi gerçekleştirmek için yağmur, kar, fırtına demeden uzun süre yol aldık. Denizde yol alırken zaman zaman geminin bizimle birlikte suya gömüleceğini düşündüm. Yolculuk yaptığımız deniz, yüksek dalgalar ile bizi büyük bir sınava tabi tutuyordu. Görev yaptığımız gemi ise bu dalgalar için uygun bir tasarıma sahip değildi. Bize dalga vurduğunda bazen gemi 35 derece yatıyordu ve gemi adeta bir denizaltı gibi suyun altında kalıyordu. Bu hava şartlarında savaşmak imkansızdı. Monmouth’un durumu bizim kadar olmasa da oldukça kötüydü."
Amiral Cradock, Eylül ayının ortalarında Güney Amerika sularında olduğunu düşündüğü Karlsruhe ve Dresden'i engellemeyi umarak, Güneye doğru yol aldı. Bu yolculuk sırasında Amiralin emrinde Bayrak Gemisi Good Hope ile birlikte Monmouth, Glasgow, silahlı ticaret kruvazörleri Otranto ve Oroma bulunmaktaydı. Amiral Cradock’un amacı, Karlsruhe veya Dresden’in Magellan Boğazından geçerek Pasifik Okyanusuna açılmasını önlemekti. Bu bağlamda, Amiral, Falkland Adalarında bulunan Üssü komuta merkezi olarak kullanmak şartıyla Magellan Boğazı'nı izlemek ve orayla River Plate arasında devriye gezmeyi hedeflemişti. Falkland Adalarındaki üs ise bu devriye görevleri sırasında kavşak ve tedarik noktası görevi görecekti.
22 Eylül 1914’de Almanların Fransız Polinezya’sının en büyük adası Tahiti’nin başkenti Papeete şehrini bombalamasının İngilizler tarafından öğrenilmesi üzerine Amiral Cradock, Alman filosunu durdurmak için Güney Amerika'nın batı kıyılarında da devriye gezilerek Almanların tedarik için uğramaları muhtemel limanlarında kontrol edilmesi yönünde planlama yaptı. Bu planlama çerçevesinde Ekim ayının başlarında Monmouth, Glasgow ve Otranto, Pasifik Okyanusuna geçerek Alman gemilerinin yanaşabileceği pek çok körfezi ve limanı özenle araştırdı ve görev gücü 15 Ekim 1914'de Şili’nin Valparaiso şehrine ulaştı. Ancak İngiliz görev gücü şehirde malzeme tedarikini tamamlayamadan 1 gün kalarak yeniden Güneye doğru yola çıktı. Şehirde kısa kalmalarının nedeni ise Good Hope ve Canopus’un Pasifik Okyanusuna çıktıklarını öğrenmeleri ve bu iki gemiyle birleşerek bölgede oldukları bilinen Leipzig veya Dresden'i İngiliz ticaret gemilerini batırmalarını engelleyerek, bu gemileri de bertaraf etmekti. Bu iki grup Şili’nin Güney kıyılarında 29 Ekim’de bir araya geldi ve Pasifik Okyanusunda Alman gemilerini aramaya başladılar.
HMS Glasgow Hafif Kruvazörü |
İngiliz gemileri görevlerini sürdürürken, hava şartlarının kötü olmasından dolayı büyük zorluklar yaşadı. Özellikle Ekim ayından itibaren Pasifik Okyanusu bırakın savaşmayı, yolculuk için bile en deneyimli denizcileri zorlayan şartlar sunuyordu. Ayrıca düşmanla ne zaman karşılaşılacağı konusundaki belirsizlik denizcileri zorlayan başka bir konuydu. Glasgow'da bu dönemde görev yapan bir personel bahsi geçen zorluklar için şunları diyordu:
"Bu görevi gerçekleştirmek için yağmur, kar, fırtına demeden uzun süre yol aldık. Denizde yol alırken zaman zaman geminin bizimle birlikte suya gömüleceğini düşündüm. Yolculuk yaptığımız deniz, yüksek dalgalar ile bizi büyük bir sınava tabi tutuyordu. Görev yaptığımız gemi ise bu dalgalar için uygun bir tasarıma sahip değildi. Bize dalga vurduğunda bazen gemi 35 derece yatıyordu ve gemi adeta bir denizaltı gibi suyun altında kalıyordu. Bu hava şartlarında savaşmak imkansızdı. Monmouth’un durumu bizim kadar olmasa da oldukça kötüydü."
Silahlı Ticaret Kruvazörü HMS Otranto |
Düşman hafif kruvazörlerini aramak için bu yolculuğa silahlı ticaret gemisi Otranto’da katılmıştı. Bu gemi, Alman kruvazörlerinden birisi ile karşılaşması durumunda onları batırması mümkün değildi. Bu olasılığa rağmen yolculuk sırasında Otranto'nun personeli hava şartlarının kötülüğü ve denizin bitmek tükenmek bilmez dalgalarından o kadar yılmıştı ki başlarına ne gelirse gelsin düşman ile karşılaşmayı istiyorlardı. Gemi personelinden birinin sözleri bu durumu çok iyi özetliyor:
"Nihayet başımıza neler gelebileceğini umursamayı geçtik. Aşırı soğuk, fırtınalı hava ve dalgalar bizim enerjimizi düşmanla karşılaşmadan bitirdi. Bundan dolayı herkes artık düşmanı bulmayı ve onunla karşılaşmayı daha çok istiyor."
Gemilerin kömürünün azalmasından dolayı görev gücü daha fazla devriye gezemeden kömür ve erzak tedariki için geri dönme kararı aldı. Böylelikle bu kadar zorluğa karşın görev gücü Güney Amerika’da bulunan üslerine düşman ile karşılaşamadan elleri boş dönmüş oldu.
Yukarıda bahsettiğimiz denizciler için tatsız tecrübelere rağmen devriye gezecek gemilerin denizlerde daha uzun süre kalabilmesi için Amiral Cradock göreve çıkacak gemilerle birlikte yanlarında yakıt tedarikini denizde yapabilecekleri kömür yüklü gemilerin de devriye gruplarının yanında yola çıkmasına karar verdi. Çünkü Güney Amerika'nın hem Batı hem de Doğu kıyılarında bulunan koylar ve limanlara ek olarak, Tierra del Fuego'nun kanalları arasında bol miktarda bulunan sayısız kanalın kapsamlı ve etkili bir şekilde incelemesini gerekiyordu. Bu görev için ise filoyu küçük birimlere bölmek gerekliydi. Bu karar neticesinde, göreve çıkmış gemiler artık Falkland Adaları'ndaki üsse dönmeden uzun süre denizde kalabilecek ve devriye görevleri sırasında gemilerin azalan kömürü tedarik için üsse dönmeleri gerekmeyecekti. Böylelikle değerli zamanın kaybedilmemesi sağlanacaktı.
Alman hafif kruvazör ve silahlı ticari gemilerinin İngiliz ticaret yollarında yarattığı kaos İngiltere ile ticaret yapan ülkelerde de endişeye yol açmıştı. İngiltere ile Güney Amerika’nın Kuzey ve Doğu kıyılarında ticaret yapan birçok firma artık gemilerinin İngiliz bandıralı altında yük taşımasını istemiyordu. Buna karşın Alman Ticari Akıncı gemileri çoğunlukla Orta Atlantik bölgesinde faaliyet gösteriyordu. Yani Avrupa’ya yada Güney bölgelerinde Alman saldırısı çok görülmemişti. Eylül ayının sonlarında Karlsruhe'nin İngiliz ticaret gemilerine karşı saldırıları artınca, Amiral Cradock'un komutası altındaki filo İngiliz donanma yetkilileri tarafından yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeyle donanma komutanlığı Karlsruhe’nin saldırması muhtemel ticaret yollarını güvence altına almayı ve Karlsruhe’yi bertaraf etmeyi umuyordu. Bu düzenleme kapsamında, Canopus, Cornwall, Bristol Kruvazörleri ile silahlı ticaret gemisi Makedonya ve Orama'dan oluşan ikinci bir filo oluşturuldu. Böylelikle Amiral Cradock komutasında Güney Filosu ve Kuzey Filosu şeklinde iki filo oluşturulmuş oldu. Bu yeni filo, Eylül ve Ekim aylarında, her zaman yakalanması ve tespit edilmesi zor olan Karlsruhe için sonuçsuz bir arama görevi gerçekleştirdi. Ancak bu filo Karlsruhe’yi bırakın bulmayı, yerini dahi tespit edemedi. Böylelikle Kuzey Filosu ‘’hayalet gemi’’ hüviyeti kazanmış bir düşman Kruvazörünün arkasında aylar boyunca onu bulmak için çabaladı.
Amiral Cradock komutasında görev yapan Kuzey ve Güney filolarının birçok sorunu bulunuyordu. Bunlardan en göze çarpanı ise filoya bağlı gemilerin çok geniş bir alana dağılmış olmasıydı. Bu geniş alana dağılmış gemilerin birbiri ile veya Falkland Adasındaki ana üs ile haberleşmesini imkânsız hale getiriyordu. Çünkü olayların yaşandığı dönemde bu kadar uzun mesafeden kablosuz haberleşmeye teknoloji elvermiyordu. İletişim sorununu aşmak için amiral İngiliz ticaret gemileri veya posta gemilerine mesajları kodlayarak göndermekten başka çaresi yoktu. Bunun kaçınılmaz sonucu, Amiral Cradock'un, Kuzey filosuyla iletişim halinde olması çoğu zaman uzun sürelere yayılıyor; sonuç olarak ani alınması gereken kararlar Kuzey Filosunu yöneten komutanların inisiyatifine kalıyordu. Bu iletişim kopukluğu yüzünden hem yanlış kararlar alınarak düşmana avantaj sağlama ihtimalini çoğalıyor hem de birbiri ile çelişen talimatlardan dolayı kaosa neden oluyordu. Zaten bu iletişim eksikliği ile ilgili ilerleyen zamanlarda İngilizler acı tecrübeler de yaşayacak ve iletişimin önemini zor yolla öğrenmiş olacaklardı.
İngiliz Amiralin bir diğer sorunu ise bu kadar geniş alana yayılmış gemilerinin kömür ve erzak tedarik sorunuydu. Bu sorunu Amiral takdire şayan bir şekilde aştı. Amiral Cradock, İkili ilişkileri iyi kullanarak Almanların Güney Amerika’daki tarafsız Devletlerin üzerinde etkisinin fazla olmasına rağmen bu devletlerin limanlarının açıklarında gemilerinin demirleyerek kömür ve erzak ihtiyaçlarını karşılama şansı elde etti. İngiliz gemileri bazen Brezilya’ya ait limanların açıklarında gerekli ihtiyaçlarını giderirken, Brezilya Sahil Güvenlik birimleri kontrol amaçlı muhrip gönderdiler. Ancak bu kontrollerde herhangi bir sorun çıkmadı. Tedarikin yapıldığı dönemde İngiliz gemiciler ise günlerini balık tutarak geçirerek sıkıntılarını bir nebze olsun gidermeye çalıştılar.
İngiliz gemilerinin ihtiyaçları yukarıda belirttiğimiz gibi sadece dost limanlardan değil, İngiltere’den de sağlanıyordu. Örneğin Edinburg Castle isimli silahlı ticaret gemisi Falkland Adaları'nda ki üsse erzak ile birlikte yeni personel taşımak üzere yola çıkmış ve 12 Ekim’de hedefine ulaşmıştı. Gemi burada yükünü boşalttıktan sonra İngiltere’ye dönmek yerine Karlsruhe’yi aramak için oluşturulan Kuzey Filosuna katılmıştı.
"Nihayet başımıza neler gelebileceğini umursamayı geçtik. Aşırı soğuk, fırtınalı hava ve dalgalar bizim enerjimizi düşmanla karşılaşmadan bitirdi. Bundan dolayı herkes artık düşmanı bulmayı ve onunla karşılaşmayı daha çok istiyor."
Gemilerin kömürünün azalmasından dolayı görev gücü daha fazla devriye gezemeden kömür ve erzak tedariki için geri dönme kararı aldı. Böylelikle bu kadar zorluğa karşın görev gücü Güney Amerika’da bulunan üslerine düşman ile karşılaşamadan elleri boş dönmüş oldu.
Yukarıda bahsettiğimiz denizciler için tatsız tecrübelere rağmen devriye gezecek gemilerin denizlerde daha uzun süre kalabilmesi için Amiral Cradock göreve çıkacak gemilerle birlikte yanlarında yakıt tedarikini denizde yapabilecekleri kömür yüklü gemilerin de devriye gruplarının yanında yola çıkmasına karar verdi. Çünkü Güney Amerika'nın hem Batı hem de Doğu kıyılarında bulunan koylar ve limanlara ek olarak, Tierra del Fuego'nun kanalları arasında bol miktarda bulunan sayısız kanalın kapsamlı ve etkili bir şekilde incelemesini gerekiyordu. Bu görev için ise filoyu küçük birimlere bölmek gerekliydi. Bu karar neticesinde, göreve çıkmış gemiler artık Falkland Adaları'ndaki üsse dönmeden uzun süre denizde kalabilecek ve devriye görevleri sırasında gemilerin azalan kömürü tedarik için üsse dönmeleri gerekmeyecekti. Böylelikle değerli zamanın kaybedilmemesi sağlanacaktı.
Alman hafif kruvazör ve silahlı ticari gemilerinin İngiliz ticaret yollarında yarattığı kaos İngiltere ile ticaret yapan ülkelerde de endişeye yol açmıştı. İngiltere ile Güney Amerika’nın Kuzey ve Doğu kıyılarında ticaret yapan birçok firma artık gemilerinin İngiliz bandıralı altında yük taşımasını istemiyordu. Buna karşın Alman Ticari Akıncı gemileri çoğunlukla Orta Atlantik bölgesinde faaliyet gösteriyordu. Yani Avrupa’ya yada Güney bölgelerinde Alman saldırısı çok görülmemişti. Eylül ayının sonlarında Karlsruhe'nin İngiliz ticaret gemilerine karşı saldırıları artınca, Amiral Cradock'un komutası altındaki filo İngiliz donanma yetkilileri tarafından yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeyle donanma komutanlığı Karlsruhe’nin saldırması muhtemel ticaret yollarını güvence altına almayı ve Karlsruhe’yi bertaraf etmeyi umuyordu. Bu düzenleme kapsamında, Canopus, Cornwall, Bristol Kruvazörleri ile silahlı ticaret gemisi Makedonya ve Orama'dan oluşan ikinci bir filo oluşturuldu. Böylelikle Amiral Cradock komutasında Güney Filosu ve Kuzey Filosu şeklinde iki filo oluşturulmuş oldu. Bu yeni filo, Eylül ve Ekim aylarında, her zaman yakalanması ve tespit edilmesi zor olan Karlsruhe için sonuçsuz bir arama görevi gerçekleştirdi. Ancak bu filo Karlsruhe’yi bırakın bulmayı, yerini dahi tespit edemedi. Böylelikle Kuzey Filosu ‘’hayalet gemi’’ hüviyeti kazanmış bir düşman Kruvazörünün arkasında aylar boyunca onu bulmak için çabaladı.
Amiral Cradock komutasında görev yapan Kuzey ve Güney filolarının birçok sorunu bulunuyordu. Bunlardan en göze çarpanı ise filoya bağlı gemilerin çok geniş bir alana dağılmış olmasıydı. Bu geniş alana dağılmış gemilerin birbiri ile veya Falkland Adasındaki ana üs ile haberleşmesini imkânsız hale getiriyordu. Çünkü olayların yaşandığı dönemde bu kadar uzun mesafeden kablosuz haberleşmeye teknoloji elvermiyordu. İletişim sorununu aşmak için amiral İngiliz ticaret gemileri veya posta gemilerine mesajları kodlayarak göndermekten başka çaresi yoktu. Bunun kaçınılmaz sonucu, Amiral Cradock'un, Kuzey filosuyla iletişim halinde olması çoğu zaman uzun sürelere yayılıyor; sonuç olarak ani alınması gereken kararlar Kuzey Filosunu yöneten komutanların inisiyatifine kalıyordu. Bu iletişim kopukluğu yüzünden hem yanlış kararlar alınarak düşmana avantaj sağlama ihtimalini çoğalıyor hem de birbiri ile çelişen talimatlardan dolayı kaosa neden oluyordu. Zaten bu iletişim eksikliği ile ilgili ilerleyen zamanlarda İngilizler acı tecrübeler de yaşayacak ve iletişimin önemini zor yolla öğrenmiş olacaklardı.
İngiliz Amiralin bir diğer sorunu ise bu kadar geniş alana yayılmış gemilerinin kömür ve erzak tedarik sorunuydu. Bu sorunu Amiral takdire şayan bir şekilde aştı. Amiral Cradock, İkili ilişkileri iyi kullanarak Almanların Güney Amerika’daki tarafsız Devletlerin üzerinde etkisinin fazla olmasına rağmen bu devletlerin limanlarının açıklarında gemilerinin demirleyerek kömür ve erzak ihtiyaçlarını karşılama şansı elde etti. İngiliz gemileri bazen Brezilya’ya ait limanların açıklarında gerekli ihtiyaçlarını giderirken, Brezilya Sahil Güvenlik birimleri kontrol amaçlı muhrip gönderdiler. Ancak bu kontrollerde herhangi bir sorun çıkmadı. Tedarikin yapıldığı dönemde İngiliz gemiciler ise günlerini balık tutarak geçirerek sıkıntılarını bir nebze olsun gidermeye çalıştılar.
İngiliz gemilerinin ihtiyaçları yukarıda belirttiğimiz gibi sadece dost limanlardan değil, İngiltere’den de sağlanıyordu. Örneğin Edinburg Castle isimli silahlı ticaret gemisi Falkland Adaları'nda ki üsse erzak ile birlikte yeni personel taşımak üzere yola çıkmış ve 12 Ekim’de hedefine ulaşmıştı. Gemi burada yükünü boşalttıktan sonra İngiltere’ye dönmek yerine Karlsruhe’yi aramak için oluşturulan Kuzey Filosuna katılmıştı.
HMS Defence Zırhlı Kruvazörü |
İngiliz Donanma Komutanlığı, Amiral Cradock komutasında bulunan Güney Filosunu güçlendirmek üzere HMS Defence Zırhlı Kruvazörü’nü, Eylül ayının sonlarında yola çıkarttı. HMS Defence’ın yolculuğu sırasında kötü hava şartlarından dolayı kazanları delindi ve 27 Ekim’de Montevideo limanına geniş çaplı tamirat için yanaşmak zorunda kaldı. HMS Defence’in arızasından dolayı Güney filosuna katılamaması Amiral Cradock için büyük bir kayıptı. Çünkü Amiralin planları arasında, Alman Hafif Kruvazörleri Dresden ve Leipzig’in Amiral Spee yönetimindeki ana filoya katılmadan önce bulmak vardı ve HMS Defence bu görev için biçilmiş kaftandı. HMS Defence’in filoya katılamaması Güney Amerika’nın Doğu kıyıları ile Pasifik Okyanusu'nda filonun faaliyetlerine büyük sekteye uğrattı. Bununla birlikte HMS Defence’in görev yapamayacak durumda olması ileride yaşanacak olaylarda daha fazla hissedilecekti. Bahse konu olaylar ile ilgili detaylar ise yazının 2. bölümünde teferruatlı olarak işlenecektir. HMS Defence’in ilerleyen tarihlerde tamiratı tamamlandıktan sonra ilk olarak Güney Afrika kıyılarında görev aldı. Daha sonra Avrupa’ya geçerek ana filoya katıldı. Gemi Jutland Deniz Muharebesi’nde batana kadar yaklaşık 23.000 millik bir yol kat etmiş ve birçok harekata katılmıştı.
CAP TRAFALGAR SİLAHLI TİCARET GEMİSİNİN BATIRILMASI
Ağustos ayının ikinci yarısında İngiliz Donanma Komutanlığı tarafından, silahlı Ticaret Kruvazörü Carmania’yı, Amiral Cradock'un yönetimi altındaki filoya büyük miktarda kömür ve erzak ulaştırmak üzere yola çıkarttı. Carmania, Güneye doğru ilerlerken 11 Eylül'de Cornwall Hafif Kruvazörü ile birlikte Güney Amerika’nın Batı kıyılarını araştırması için görevlendirildi. Çünkü bölgede faaliyet gösterdiği bilinen Karlsruhe’nin, burada bulunan Adalardan kömür tedarik edeceği düşünülüyordu. Bu görev kapsamında Carmania’nın, Güney Atlantik’te bulunan Trindade Adasını (konum) kontrol etmesi; eğer Adada herhangi bir düşman unsuruyla karşılaşmaması durumunda yoluna devam ederek Amiral Cradock’un ana üs olarak kullandığı Falkland Adalarına ulaşarak, gemide yüklü olan erzak ile kömürü bırakması talimatı verildi.
Bu talimat üzerine Carmania, Güney Amerika'nın yaklaşık 600 mil Doğusunda ve Rio de Janeiro ile aynı enlemde bulunan Adaya doğru yol almaya başladı. Brezilya’nın hakimiyetinde bulunan Trindade Adası bu dönemde ıssız bir adaydı ve İngilizler, Almanların bu adayı geçici tedarik üssü olarak kullanabilecekleri muhtemel yerlerden birisi olarak görüyordu. Eğer Almanlar adayı İngilizlerin öngördüğü şekilde tedarik için kullanıyorsa Almanlar, Brazilya’nın tarafsızlığını çiğnemiş olacak ve bunun sonucu olarak İngiltere, Almanların bu girişimini kendi lehine kullanarak Brezilya’yı kendi safına çekme şansıda bulabilecekti.
Tabi ki Almanlarda, İngilizlerin öngörüsünü boşa çıkartmamıştı. Trindade Adası, Atlantik Okyanusu’nun ıssızlığının ortasında en yakın karaya millerce uzakta olduğu için gizlice tedarik yapmak isteyen gemiler için biçilmiş kaftandı. Keza ticaret akıncısı görevi alan Alman gemilerinin en önemli dayanağı gizlilikti. Bu ada sayesinde tedarik edilecek malzemelerin gizli ve gözden uzakta yapılması sağlanabiliyordu. Bölgede faaliyet gösteren gemilerden birisi olan Cap Trafalgar’da bu Alman gemilerinden birisiydi. Şimdi Cap Trafalgar’ın 1. Dünya Savaşı başladıktan sonraki hikayesine kısaca değinelim:
Ağustos 1914'te Avrupa'da savaş ilan edildiğinde Cap Trafalgar, Buenos Aires’de bulunuyordu. Gemi Alman Donanma Komutanlığı’nın talimatıyla silah takılarak Ticari Akınlar düzenlemek üzere görevlendirildi. Bu kapsamda gemi ilk olarak 18 Ağustos'ta kömür almak için Montevideo'ya geldi. Cap Trafalgar, Montevideo’dan ayrıldıktan sonra silahlandırılmak ve personel almak üzere SMS Eber Gambot’ı ile buluşmak üzere Trindade Adasına doğru yola çıktı. Cap Trafalgar, adaya ulaştıktan sonra gemiye İngiliz savaş gemilerini yanıltmak ve İngiliz ticari gemilerine bezmek için sahte bacalar eklendi. Aynı zamanda silah sistemleri ve silahları kullanacak personel gemiye geçerek gemi silahlandırıldı. Bu işlemler bittikten sonra gemi Akıncı Harekâtına girişti. Ancak bu ilk harekâtında herhangi bir başarı gösteremedi. Harekat sonucunda Cap Trafalgar’ın kömürü azaldığı için 13 Eylül'de yeniden Alman kömür gemilerinden yakıt almak için Trindade Adası'ndaki gizli ikmal üssüne döndü.
CAP TRAFALGAR SİLAHLI TİCARET GEMİSİNİN BATIRILMASI
Ağustos ayının ikinci yarısında İngiliz Donanma Komutanlığı tarafından, silahlı Ticaret Kruvazörü Carmania’yı, Amiral Cradock'un yönetimi altındaki filoya büyük miktarda kömür ve erzak ulaştırmak üzere yola çıkarttı. Carmania, Güneye doğru ilerlerken 11 Eylül'de Cornwall Hafif Kruvazörü ile birlikte Güney Amerika’nın Batı kıyılarını araştırması için görevlendirildi. Çünkü bölgede faaliyet gösterdiği bilinen Karlsruhe’nin, burada bulunan Adalardan kömür tedarik edeceği düşünülüyordu. Bu görev kapsamında Carmania’nın, Güney Atlantik’te bulunan Trindade Adasını (konum) kontrol etmesi; eğer Adada herhangi bir düşman unsuruyla karşılaşmaması durumunda yoluna devam ederek Amiral Cradock’un ana üs olarak kullandığı Falkland Adalarına ulaşarak, gemide yüklü olan erzak ile kömürü bırakması talimatı verildi.
Silahlı Ticaret Kruvazörü HMS Carmania |
Bu talimat üzerine Carmania, Güney Amerika'nın yaklaşık 600 mil Doğusunda ve Rio de Janeiro ile aynı enlemde bulunan Adaya doğru yol almaya başladı. Brezilya’nın hakimiyetinde bulunan Trindade Adası bu dönemde ıssız bir adaydı ve İngilizler, Almanların bu adayı geçici tedarik üssü olarak kullanabilecekleri muhtemel yerlerden birisi olarak görüyordu. Eğer Almanlar adayı İngilizlerin öngördüğü şekilde tedarik için kullanıyorsa Almanlar, Brazilya’nın tarafsızlığını çiğnemiş olacak ve bunun sonucu olarak İngiltere, Almanların bu girişimini kendi lehine kullanarak Brezilya’yı kendi safına çekme şansıda bulabilecekti.
Tabi ki Almanlarda, İngilizlerin öngörüsünü boşa çıkartmamıştı. Trindade Adası, Atlantik Okyanusu’nun ıssızlığının ortasında en yakın karaya millerce uzakta olduğu için gizlice tedarik yapmak isteyen gemiler için biçilmiş kaftandı. Keza ticaret akıncısı görevi alan Alman gemilerinin en önemli dayanağı gizlilikti. Bu ada sayesinde tedarik edilecek malzemelerin gizli ve gözden uzakta yapılması sağlanabiliyordu. Bölgede faaliyet gösteren gemilerden birisi olan Cap Trafalgar’da bu Alman gemilerinden birisiydi. Şimdi Cap Trafalgar’ın 1. Dünya Savaşı başladıktan sonraki hikayesine kısaca değinelim:
Ağustos 1914'te Avrupa'da savaş ilan edildiğinde Cap Trafalgar, Buenos Aires’de bulunuyordu. Gemi Alman Donanma Komutanlığı’nın talimatıyla silah takılarak Ticari Akınlar düzenlemek üzere görevlendirildi. Bu kapsamda gemi ilk olarak 18 Ağustos'ta kömür almak için Montevideo'ya geldi. Cap Trafalgar, Montevideo’dan ayrıldıktan sonra silahlandırılmak ve personel almak üzere SMS Eber Gambot’ı ile buluşmak üzere Trindade Adasına doğru yola çıktı. Cap Trafalgar, adaya ulaştıktan sonra gemiye İngiliz savaş gemilerini yanıltmak ve İngiliz ticari gemilerine bezmek için sahte bacalar eklendi. Aynı zamanda silah sistemleri ve silahları kullanacak personel gemiye geçerek gemi silahlandırıldı. Bu işlemler bittikten sonra gemi Akıncı Harekâtına girişti. Ancak bu ilk harekâtında herhangi bir başarı gösteremedi. Harekat sonucunda Cap Trafalgar’ın kömürü azaldığı için 13 Eylül'de yeniden Alman kömür gemilerinden yakıt almak için Trindade Adası'ndaki gizli ikmal üssüne döndü.
Silahlı Ticaret Kruvazörü SMS Cap Trafalgar |
SMS Eber Gambotu ile SMS Cap Trafalgar Yanyana |
İşte bu sırada adayı kontrol etmek için gönderilen Carmania bölgeye ulaştı. Carmania bölgeye ulaştığında Cap Trafalgar, yanında bulunan 2 tedarik gemisinden kömür transferi yapmaya hazırlanıyordu ve Carmania bu tespit üzerine savaş pozisyonu almaya başladı. Cap Trafalgar ile Carmania arasında yaşanan çatışmayı bu kez üçüncü bir gözden değil, Carmania’da görevli bir subayın gözünden anlatarak yazıyı biraz daha farklılaştırmak istiyorum;
Kara, 14 Eylül 1914 sabahı görüldü. Açık bir gökyüzü ve parıldayan güneş ile güzel bir gündü ve Kuzeydoğudan ılık bir rüzgâr esiyordu. Saat 11:00'de karaya yaklaştıkça adanın Güneybatısındaki küçük bir koyda demirlemiş üç vapurun direkleri görülmeye başladı. Bu gemilerden biri büyük bir gemiydi. Diğer gemiler ise daha küçük yük gemileri gibi duruyordu. Gemiler bizi fark eder etmez koydan ayrılıp farklı yönlere doğru yol almaya başladılar. Büyük ihtimalle biz yaklaşırken gemilerin motorları çalışır durumdaydı ve bizi görür görmez hareket ettiler. Aksi halde bu kadar kısa sürede yola çıkmaları imkansızdı.
Cap Tarafalgar, bize doğru yöneldiği için artık bizimle savaşmak istediğine dair hiç şüphe kalmamıştı. Cap Tarafalgar ile yapacağımız düello, deniz yazarı olan merhum Fred T. Jane tarafından "Samanlıkların Savaşı" kitabında tarif edildiği gibi olacağa benziyordu. Benim fikrime göre, geçmiş günlerin fırkateyn hareketlerinin neredeyse bir kopyası gibi görünen ve muhtemelen Chesapeake ile Shannon arasındaki çatışmaya paralel olarak geçecek bu çatışma; yiğitlik ve kararlılık açısından, geçmişte yapılan bu savaşların birçoğu ile kesinlikle kıyaslanmalıdır.
Öğlen saatlerinde, Carmania ile Cap Tarafalgar arasındaki mesafe 8500 yard iken Carmania’dan tek bir atış yaptık. Bu atış üzerine düşman gemisi hemen sancak tarafındaki silahından bize karşılık verdi. Bu atışlardan sonra her iki tarafta birbirine hızlı ve seri bir şekilde salvolar göndermeye başladı. Bu atışlar o kadar hızlıydı ki tüm silahlar, hedefine ulaşmadan yeni atışını yapıyordu.
İlginçtir ki, düşmanın ilk atışları kısa düşüyor veya geminin gövdesinden sekti. Ancak iki gemi arasındaki mesafe azaldıkça, düşmanın atışlarında isabet oranı arttı ve bunun sonucu olarak atışlar geminin gövdesine, donanımlarımıza, direklerimize ve bacalarımıza zarar vermeye başladı. Ancak geminin su hattına yakın tarafında herhangi bir zarar yoktu. Bu durum geminin ağır hasar alarak batmasına engel oldu.
Carmania ile düşman gemisinin arasındaki mesafe 7,500 yard’a düştükten sonra Carmania’nın atışları daha etkili olmaya başladı. İki gemi arasındaki mesafe giderek azaldığı için salvo adedi de azaldı. Ama düşman gemisine isabet oranı arttı. Ne yazık ki Alman gemisi Carmania’ya göre daha hızlıydı. Carmania tam yol ile 16 deniz mili yaparken, Cap Trafalgar 17 ila 18 deniz mili arasında hız yapabiliyordu.
İki gemi arasındaki mesafe 4,500 yard’aya düştükten sonra Carmania su hattı boyunca isabet almaya başladı. Mesafe 4.000 yard’anın altına düştüğü anda düşmanın makineli tüfeklerinden gelen atış, geminin her yerine dolu gibi düşmeye başladı. Düşmanın bu saldırısı üzerine Kaptan Grant, hızla rotayı değiştirerek, düşman gemisiyle arasındaki mesafeyi açmaya başladı. Bu rota değişikliği sırasında Carmania’nın sancak bataryası devreye girdi ve düşmana ateş kusmaya başladı. Sancak tarafındaki silahlar 20 yaşının üzerinde olduğu için fazla ısınmışlar ve bu yüzden sık ateş edemiyorlardı. Ancak düşman, yaptığımız bu kaçınma manevrasını kavrayamadığı için geminin kıç bataryalarının da kullanılmasına olanak sağladı ve hem sancak hem de kıç bataryalarından Alman gemisi bombalanmaya başlandı. Almanlar için bu yoğun ateş felaket anlamına geliyor ve saldırılarının azalmasından gemilerinde bir kargaşa olduğu anlaşılıyordu. Carmania ise sancak tarafına dönüşünü tamamladıktan sonra düz bir hatta ilerlediği için iki gemi birbirine çok yaklaşmıştı. Bu sırada Cap Trafalgar’ın aldığı hasarı dürbünlerle daha iyi tespit etme şansımız oldu. Yaptığımız atışlar sonrası Alman gemisinin sahte olmayan iki bacası delinmiş ve gemiden buhar çıkıyordu. Ayrıca geminin güvertesinde yangın vardı ve gemi sancak tarafından birçok isabet aldığı görülebiliyordu.
SMS Cap Trafalgar ile HMS Carmania Arasında Gerçekleşen Muharebe Haritası |
Bu manevraya rağmen Carmania’nın tüm silahları Cap Trafalgar’ı ateş altında tutmaya devam etti. Ancak köprünün boşaltılması ve atış gözlemcilerinin yerini terk etmesinden dolayı artık her silah kendi subayının yönlendirmesi altında bağımsız olarak ateşleniyordu. Ayrıca toplara mühimmat ikmali yapan personel arasında da çok kayıp olmuştu. Mermileri geminin silah deposundan taşımak için kullanılan vinçlerin de devredışı kalmasından dolayı taretlerin 21 metre altında bulunan mühimmatların personelin ellerinde taşıması gerekecekti. Bu taşıma işlemi de mermilerin ağırlıklarından dolayı zorlu bir işti. Ancak gemi personeli canını dişine takarak taretlerin işlevsiz kalmasını çatışma boyunca engellemeyi başardı.
Carmania’daki yangından dolayı düşmanı ile arasındaki mesafe açılmasına rağmen iki gemi birbirlerine ateş etmeye devam ediyordu. Bu sırada Cap Trafalgar, Carmania’nın sancak tarafındaydı. Carmania'nın silahlarının maksimum menzili 9.000 yard’aydı, ama yine de düşmana ateş etmeye devam ediyordu. Cap Trafalgar ise Carmania’ya göre daha hızlı olduğu için aradaki mesafeyi her geçen dakika açmaya devam ediyordu. Sonuç olarak Cap Trafalgar saatler 1:30'u gösterdiğinde artık Carmania’nın menzili dışındaydı. Ancak ilerleyen dakikalarda Cap Trafalgar’ın hızı azalmaya başladı. Anlaşılan geminin kazanlarında veya motor tertibatında bir sorun vardı. Düşmanın yavaşlaması üzerine Carmania düşman gemisi ile arasını yeniden kapatmaya başladı.
Carmania’nın yaklaşmaya başlamasına rağmen, Cap Trafalgar'ın ateşi çatışmanın ilk dakikalarında olduğu gibi etkili değildi. Cap Trafalgar’a yaklaştıkça gemide büyük bir yangın olduğunu gördük. Gemi bu yangın yüzünden harabeye dönmüş ve taretlerde görevli personel dışındaki herkesin yangını söndürmeye çalıştığını dürbünle izliyorduk. Saatler 01:50’yi gösterdiğinde gemi bacaları deniz yüzeyine paralel gelecek şekilde yan yattı. Bu görüntü sanki Carmania’yı hedef almış iki devasa top gibi görünüyordu. Gemi birkaç dakika içerisinde alabora oldu ve geminin kıç güvertesi birkaç saniye havada kaldıktan sonra tamamen derinliklere gömüldü. Bu iki gemi arasında yaşanan düello sonucunda Cap Trafalgar batmış ve çatışma bir saat kırk dakika sürmüştü.
Cap Trafalgar ile aynı limanda bulunan ve Carmania’nın gelişiyle başka yöne kaçan yük gemilerinden birisi batan gemiden kurtulanları denizden toplamak için gelmişti. Bu gemi bir Alman gemisi olmasına rağmen Birleşik Devletler Sancağı taşıyordu. Bununla birlikte, Carmania’nın ön kısmında halen devam eden yangın nedeniyle kurtarmaya gelmiş olan bu gemiye müdahale etmek imkansızdı. Carmania ise güvertedeki yangından dolayı denizde bulunan insanları toplamaya gidemezdi. Çünkü gemi rüzgârı karşısına alacak şekilde ilerlediği taktirde yangın daha geniş alana yayılacaktı.
Cap Trafalgar battıktan sonra kuzey istikametinde gözcüler bir duman tespit etti. Bu dumanın sahibi bir Alman Kruvazörü olabilirdi. Çünkü Cap Trafalgar batmadan önce bir Alman gemisiyle telsizle iletişime geçmiş ve yardım istemiş olma ihtimali yüksekti. Carmania’nın durumu göz önüne alındığında başka bir Alman gemisiyle savaşacak durumda olmadığı aşikardı. Bu yüzden çatışma riskine girmeden Carmania, Güneye doğru yol almaya başladı.
Carmania, Güneye doğru yol alırken telsiz ile bağlantı kurduğu, Cornwall Hafif Kruvazöründen verilen koordinatlarda buluşmak ve eşlik etmesi için yardım istendi. Ancak Cornwall, o sırada Karlsruhe’yi arama görevini yürüttüğü ve bu görevi bırakamayacağı için Bristol'dan onun yerini almasını istedi. Ertesi gün, öğlen civardaki Bristol, Carmania ile buluştu ve aynı gece Falkland üssüne kadar gemiye eşlik etti.
Gemi Falkland üssüne ulaştığında yapılan incelemelerde Düşman tarafından atılan mermilerden birinin patlamadan zırhı deldiği ve ön köprünün altında yangına neden olduğu görüldü. Eğer bu mermi patlamış olsaydı; gemi büyük hasar alacak ve tüm sistemleri devredışı kaldığı için Alman gemisi bizi keklik gibi avlayacaktı. Bir başka mermi ise mühimmat taşıma vinçlerine denk gelmiş ve şarapneller her yere dağılmıştı. Carmania’da yapılan tüm incelemelerde geminin 79 kez vurulduğu tespit edildi.
Çatışma boyunca gemi personelinden 38 kişi hayatını kaybetmiş ve 5’i ağır olmak üzere 22 kişi yaralanmıştı. Daha sonra ağır yaralı olan 4 kişi daha hayatını kaybederek bu çatışmanın son kurbanları oldu. Tüm zayiatlar güvertede yangın söndürme ekipleri ile mühimmat ikmal ekipleri ve silah mürettebatı arasında meydana gelmişti. Ayrıca ek bilgi olarak güvertede görevli personelin üçte biri ya vurularak yaralanmış veya ölmüştü.
Carmania, 16 Eylül’de Falkland üssüne ulaştıktan sonra gemiye çıkan bir subay mektuplarında şunları belirtmişti;
"Bu sabah gemiye bindiğimde, her yerdeki deliklerin sayısı göz önüne alındığında bu kadar az zayiat olması beni çok etkiledi. Üst güvertenin her tarafı mermi delikleriyle doluydu. Dikkate değer bir gerçek şuydu: düşmanın geminin ön güvertesini hedef aldığı aşikardı. Bu yüzden ön güvertede görevli birçok asker yaralanmıştı. Gemide görevli silahçıların çoğu donanmadan emekli gemicilerdi.
Gemide görevli üst düzey subaylardan biri bana ilk birkaç salvo sırasında kendisini sesten dolayı 'biraz aptallaşmış' olarak hissetmesine neden olduğunu söyledi. Ancak çatışma ilerledikçe büyük kalibreli mermilere alıştığını belirtti. Düşman gemisi ile mesafe azalınca düşmanın makineli tüfeklerle üzerlerine dolu gibi mermi yollamasını ise çatışmanın "en sinir bozucu" anı olarak niteledi. Her şeye rağmen gemide görevli personelin muhteşem bir şekilde savaştığını ve itfaiyecilerin 'cehennem gibi' bir ortamda çalıştığını ekledi.
Çatışma sırasında elini ve bir bacağını kaybeden silahçılardan biri, Alman gemisinin battığını görmek ve kutlamak için kaldırılmasında ısrar etmiş. Onunla konuştum ve oldukça neşeli şekilde destek almak için kendisine verilen bastonu sallayarak 'Kolumu kaybetmeye değerdi' dedi.
Gemide sağ kalmış herkesin bir hikayesi vardı. Gemicilerin hepsi ülkelerine bağlı ve ölmeye hazır gözüküyorlardı. İhtiyaç anında atalarımızın ruhunun hala aktif olduğunu hissetmek güzel."
Cap Trafalgar'ın batırılma hadisesi ile birlikte bu bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Bu bölümü özetleyecek ve değerlendirecek olursak:
Savaş başlamadan önce Amiral Spee, Almanya ile İngiltere arasındaki gerginliği ve bunun sonucu olarak olası bir savaşı öngörerek emrindeki filoyu Tsingtau yerine açık denizde tutması kendisine büyük avantaj sağlamıştır. Bu avantaj sayesinde yazı içerisinde bahsettiğimiz gibi emrindeki filo Japon İmparatorluğu'nun müttefiklere katılarak Tsingtau limanını işgali sırasında kapana kısılmamış oldu. Ancak Amiral Spee filosunu açık denizde tutarken gerçekleştireceği harekat konusunda kararsız olduğu da gözlerden kaçmamalı. Bu kararsızlığı savaş başladıktan sonra filonun ağır hareket ederek bölgede dolaşmasından anlayabiliriz. Pagan Adasında toplanan savaş konseyinden sonra Amiral Spee'nin kafasında bazı planların oturmaya başladığı görülse de; yolculuğunun ilk duraklarından birisi olan Samoa Adalarında Alman hakimiyetinin son bulması ile bölgede düşmanlarına karşı varlık gösteremeyeceğini anlayarak rotasını Güney Amerika sularına doğru çevirdiğini gördük. Buraya kadar Amiral Spee'nin öngörü, taktiksel yaklaşım ve yönetimsel olarak ne kadar başarılı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Özellikle filonun telsiz sessizliğini koruması konusunda ısrarcı olması düşmanlarının koca okyanusta kendisine karşı kör ve sağır kalmasını sağlamış; bunun sonucu olarak düşmanları her ne kadar kendisinin yol alacağı rota konusunda öngörüde bulunsa dahi yeterli hazırlıkları yapmasına mani olmuştur. Bu kadar olumlu gelişmeye rağmen Amiral Spee'nin en büyük handikabı gemilerinin tedarikini sağlayabileceği güvenli bir liman veya bölgede takviye alabileceği yük gemilerinin bulunmamasıydı. Bu tedarik handikabı yüzünden Amiral Spee tedarik için düşman kontrolünde bulunan adalara saldırmak zorunda kalmış; bu saldırılar neticesinde de düşmanlarının tam olarak yerini tespit etmesinden kaçınamamıştır. Eğer Alman filosu tedarik sorunu ile karşılaşmamış olsa düşmanlarının aldığı tüm tedbirlere rağmen Macellan Boğazı veya Hope Burnu etrafından rahatça ilerleyerek Amiral Cradock yönetimindeki İngiliz filosuna baskın mahiyetinde saldırı düzenlemesi içten bile değildi.
Yazı içerisinde ayrı bir bölümde işlenmiş olan Almanların ''Ticari Akıncı'' harekatlarının Almanların beklentisinden daha kısıtlı bir yarar sağladığı görülmüştür. Evet Alman ticari akıncı gemileri birçok müttefik gemisini batırmıştı. Ancak bu akınları düzenleyen gemilerin çoğu 1915 yılını göremeden ya batırılmış yada enterne edilmişti. Gemilerin kısıtlı yararına rağmen bu harekatların Avrupa'da devam eden savaşı uzattığı pek tabi söylenebilir. Bahse konu ticari akıncıların ömrü eğer daha uzun olsaydı; büyük ihtimalle İngiltere tedarik sıkıntılarına düşecekti. Bunun sonucu olarak Avrupa'da devam eden savaş Almanların lehine dönebilirdi. Ancak ''olsaydı'' ile tarih yazılmadığı için bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Alman Amiralin planı konusuna İngiltere açısından bakacak olursak; Amiral Spee yönetimindeki Doğu Asya Filosu İngilizlerin başına bela olabilecek bir güce sahipti. Her ne kadar İngiltere kolonilerinin donanmaları ile birlikte hareket ettiği Güneydoğu Pasifik bölgesinde Alman Amirale karşı büyük üstünlük kurmuş olsa dahi; Amiral Spee'nin bu bölgeden uzak duracağını pek tabi tahmin etmişlerdi. Dolayısıyla Amiral Spee'nin yol alacağı rota konusunda da doğru tahminde bulundukları söylenebilir. Ancak Alman Amiralin geleceği rotayı bilmelerine rağmen Amiral Cradock komutasında oluşturdukları filoyu Atlantik Okyanusu'nun Güneyinde faaliyet gösterdiği düşünülen Alman ticari akıncılarına karşı ikiye bölmeleri hem iletişim olarak hem de filonun haritaya fazlaca yayılmasından dolayı büyük bir dezavantajı da ortaya çıkartmıştı. Bu gelişmelerden de anlaşıldığı üzere İngiltere ne kadar denizlerin tek hakimi olursa olsun her tarafa yetişemeyeceği ve bunun sonucu olarak yumuşak karınlarının Güney Pasifik olduğu rahatça söylenebilir. Bu kadar büyük bir alanda Amiral Spee'nin rahat hareket etmesi ileride kendilerine felaket getireceği de unutulmamalı...
Bu felaketi ise yazının ''GELİŞME'' olarak nitelediğim 2. bölümde detaylıca işleyeceğiz.
0 Yorumlar