Osmanlı
Devleti’nin çöküş döneminde en büyük toprak kaybının yaşadığı Balkan Savaşları
sonuçları itibarı ile birkaç yıl sonra yaşanacak 1. Dünya Savaşında Osmanlı
Devleti’nin safını da belirlediği söylenebilir. Bu savaşlarda Osmanlı kara
orduları kadar donanmada ciddi sınavlardan geçmiş ve kara orduları kadar olmasa
da donanmada operasyonlarında başarısız olmuştur. Ancak bu savaşların
anlatımlarında hep kara ordularının başarısızlıklarına odaklanıldığı için
donanmanın durumu, sıkıntıları ve başarısızlıklarının nedenleri hep göz ardı
edilmiştir. İşte Osmanlı donanmasının Balkan Savaşlarındaki durumunu ve
yaşananları daha fazla kesimin bilmesi için bu yazı serisini siz saygıdeğer
okuyucularla paylaşmak istedim. Çünkü geçmişini bilmeyen gelecekte de
geçmişinde ki hataları yapmaya mahkumdur. Bu yüzden aynı hatalara
düşmemek için tarihimizi tarafsız şekilde anlatılan bir kaynaktan iyi
öğrenmeliyiz.
Osmanlı
Donanmasının Balkan Savaşına girerken durumu ve savaş sırasında yaşananları
yazı dizisi şeklinde sizlerle paylaştığımı yukarıda sizlere belirtmiştim. Bu
Serinin son yayını olan bu yazıya başlamadan önce diğer yazıları hatırlamak
adına çok kısa bir özet geçmek istiyorum.
Serinin
ilk yazısında (Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-1: Karadeniz ve Marmara Harekatları) Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Donanmasının Karadeniz
ve Marmara denizinde yürüttüğü faaliyetleri anlatmıştım. Yazının başında
Osmanlı donanmasının modernize edilme öyküsü ve Bulgar donanmasının savaş
öncesi durumuna kısaca değinerek; savaş sırasında Osmanlı donanmasının
Bulgaristan limanlarını abluka altına alma girişimleri ve yaşanan
başarısızlıktan bahsetmiştim. Yazının ikinci kısmı olarak tabir edebileceğimiz
bölümde ise Çorlu önlerine kadar ilerlemiş Bulgar kara ordularını durdurmak
için donanmanın Osmanlı kara birliklerine sağladığı destekten bahsederek barış
görüşmeleri öncesi Osmanlı donanmasının Karadeniz’de gerçekleştirdiği son
harekatlara değinerek yazıyı bitirmiştim.
Serinin
ikinci yazısında (Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-2: Adalar Harekatı)
bugün halen Yunanistan ile yaşadığımız Adalar Denizi sorununun
başlangıcını öğrenme fırsatımız olmuştu. Yazının başında Yunanistan
donanmasının modernizasyonu ve savaş öncesi durumuna kısaca değindikten sonra
Balkan Savaşının başlamasıyla Yunan donanmasının Adalar Denizinde bulunan
adaları işgal etmesini ve Osmanlı Başkumandanlığının bu işgaller karşısında
kayıtsız veya eli kolu bağlı oluşuna şahit olmuştuk. Yazının ikinci bölümü
olarak addedebileceğimiz kısımda ise Yunan donanması ile Osmanlı donanması
arasında yaşanan İmroz ve Mondros deniz muharebelerini de içine alan çeşitli
çatışmalara değinmiştim.
Serinin
son yazısı olan bu yazıda ise Balkan Savaşları boyunca Osmanlı donanması adına Hamidiye
Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği harekat ile belki denizlerdeki tek başarısını
anlatmaya çalışacağım. Aslına bakılacak olursa Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği
harekatın sadece Balkan Savaşı özelinde değil, tüm ‘’dünya denizcilik
tarihine’’ etkisi ile birlikte incelemek gerekiyor ki; bunu da yazının
ilerleyen bölümlerinde kendimce açıklamaya çalışacağım. Dolayısıyla bu
yazıda önce Hamidiye Kruvazörü’nün bu harekat çerçevesinde hikayesine değinecek,
sonrasında ise bu harekatın dünya denizcilik tarihi üzerindeki etkilerini
sizlere elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Çünkü Hamidiye
Kruvazörü’nün Akıncı Harekatı sonucunda yaşadığı başarı diğer ülkelerin donanma
yetkililerinin de ilgisini çektiği ve incelendiği yadsınamaz bir gerçektir.
Keza günümüzde de herhangi bir askeri harekatın başarısının diğer devletler
tarafından en ince detayına kadar incelenmektedir. Çünkü bu bir gerekliliktir.
HAMİDİYE
KRUVAZÖRÜ’NÜN AKINCI HAREKATI
Aslında
Hamidiye Kruvazörü’nün ‘’Akıncı Harekatı’’ bir önceki yazım olan Osmanlı
donanmasının Balkan savaşlarında gerçekleştirdiği Adalar Harekatı içerisinde
incelenmesi gerekiyordu. Ancak yukarıda izah ettiğim üzere Hamidiye Kruvazörü
çok özel ve tek başına büyük işler başardığı için bence ayrı bir yazıyı
hakkediyordu.
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Düzenlediği Akıncı Harekatının Haritası |
İmroz
Deniz Muharebesi sonrasında Osmanlı donanması Çanakkale tahkimatlarının
koruması dışına çıkamaz olmuştu. Hatta 13 Ocak 1913 günü Sivrihisar
torpidobotu Seddülbahir önünde düşman muhripleri tarafından taciz edilince
Mecidiye Kruvazörü bölgeye gönderilmek zorunda kalmıştı. Mecidiye kruvazörü boğazdan
çıktığında karşısında Averoff zırhlısını bulmuş ve geri dönerek boğaz
tahkimatlarının korunmasına sığınmak zorunda kalmıştı. Bu olay neticesinde,
Hamidiye Kruvazörü’nün bahsi geçen akıncı harekatı görevini almasının en önemli
nedeni Averoff zırhlısının vuruş gücü olarak Osmanlı donanmasındaki diğer
gemilerden üstün olmasından ileri geliyordu. İmroz Deniz Muharebesi sırasında
Yunan donanmasının bayrak gemisi olan Averoff zırhlısının Osmanlı zırhlılarına
karşı atış ve hız üstünlüğünü gören Osmanlı Bahriye yetkilileri yeni bir
harekat planlamasını yaparken Averoff zırhlısını bölgeden uzaklaştırmak adına
Hamidiye Kruvazörüne tek başına yürüteceği ve Averoff zırhlısının peşine
takılmasını sağlayacakları bir harekat planı hazırladırlar. Bu fikri ortaya
atan kişi ise Hamidiye Kruvazörü’nün komutanı Yüzbaşı Rauf Bey’di (Rauf
Orbay). Hamidiye Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey, Donanma Komutan Vekili’ne Yunan
deniz yollarının ve ikmal noktalarının tehdit edilmesi halinde Averoff
zırhlısının buraların güvenliğini yeniden sağlamak için boğaz önünden
uzaklaşmak zorunda kalacağı hakkındaki fikrini iletmiş ve eğer kendisine
müsaade edilirse boğazdan çıkarak bu görevi icra edebileceğini, peşine Averoff
takıldıktan sonra zayıflayan Yunan donanmasının imhasının da bu sayede mümkün
olabileceğini bildirmişti. Rauf Bey’in bu önerisi Bahriye Nezareti tarafından uygun
görülerek yapılacak harekat planları içerisinde yerini aldı.
|
Yüzbaşı Rauf Bey'in Akıncı Harekatı Sonrası Çekilmiş Bir Resmi |
Rauf
Bey’in bu önerisi harekat planına dönüştürüldükten sonra Başkomutan Vekili’nin
onayı alınmasından sonra harp meclisine sunularak; Hamidiye Kruvazörü’nün
gerçekleştireceği harekatın esasları belirlendi. Yapılan plana göre Hamidiye
gündüz Çanakkale boğazının ağzına gelecek, burada güvertesinde sahte bir yangın
çıkarıp düşmanı yanılttıktan sonra gece karanlığından istifade ederek Ege
Denizi’ne açılacaktı. Boğazdan çıktıktan sonra İmroz Adası’nın Kuzeyinden geçerek
Şira (Syeos) Adası’nı bombalayacak, rast geldiği düşman gemilerine
taarruz edecek, Averoff’u üzerine çektikten sonra gece vakti karanlıktan
faydalanarak İzmir Limanı’na gidecekti. Hamidiye Kruvazörü’nün
İzmir’e gitmesinin bir nedeni de daha sonra Midilli Adası’nı kurtarmak için
sevk edilmesi düşünülen birliğe destek olması için seçilmişti. Eğer Hamidiye
Kruvazörü İzmir’e dönemezse Brendizi ve İskenderiye gibi tarafsız
limanlara sığınacaktı. Hamidiye Telsiz muhaberelerinde kod adı olarak ‘‘Fox’’
kullanılacak, muhaberelerde düşmanı yanıltmak için İzmir Limanı’ndan Marmaris
olarak bahsedilecek, Brendizi ile İskenderiye’nin koordinatları ters
verilecekti. Ancak Hamidiye için planlanan bu harekatın en önemli eksiği Averoff
Zırhlısı’nın Hamidiye Kruvazörü’nün peşine takılmaması durumunda bir ‘’B Planı’nın’’
düşünülmemiş olmasıydı. Çünkü Hamidiye’nin başarısız olması durumunda Osmanlı
donanmasının ana unsurlarının gerçekleştireceği harekat sırasında yine Averoff
zırhlısını bulmaları anlamına geliyordu.
|
Harekat Öncesi Hamidiye Kruvazörü |
Hamidiye
Kruvazörü harekat planının onaylanması sonrası 12 Ocak 1913 tarihine kadar
kömür ve diğer ikmal malzemelerinin transferini tamamladı, Başkomutanlık Vekaleti
tarafından ‘’Akıncı Harekatı’’ için görevlendirildiği aynı gün Yüzbaşı
Rauf Bey’e resmen tebliğ edildi. Boğazdan çıkış yapacak
görüntüsü vermek için Hamidiye’ye Mecidiye kruvazörü ile birlikte Yarhisar ve
Basra muhripleri eşlik edecekti. 13 Ocak 1913 günü hareket edildiyse de
yoğun kar yağışı nedeniyle emniyetli seyir mesafesi sağlanamadığından dolayı akşam
saatlerinde Kösetabya önüne demirlenerek harekatın ertesi güne
bırakıldığı Mecidiye Kruvazörü üzerinden Donanma Komutan Vekili’ne bildirildi.
14
Ocak 1913
sabahı hareket eden Mecidiye, Hamidiye, Yarhisar ve Basra boğazdan çıkarak
harekatı icra etmeye başladılar. Bu gemiler bir saat kadar tahkimat koruması
altında yol aldıktan sonra öğlene doğru yeniden geri dönerek boğaz girişine
geldi. Hellas Burnu önlerinde Hamidiye önceden planlandığı şekilde geminin ön
tarafında sahte bir yangın çıkardı ve bunun boğaz ağzında devriye görevi yapan
Yunan muhripleri tarafından görülmesini sağladı. Öğleden sonra Mecidiye, Basra
ve Yarhisar yeniden boğazdan çıkarak kısa bir süre devriye görevi icra ettikten
sonra geri dönerek akşam güneş batmadan önce Nara Limanı önlerine demirledi.
Hamidiye
kruvazörü, Mecidiye kruvazörü ile birlikte diğer gemiler devriye görevine çıktığında
güvertedeki yangını söndürdü. Düşmanın yangını görüp Hamidiye’nin hareketten yoksun
kaldığına inanması için boğazdan ikinci kez çıkılırken Hamidiye gruba
katılmadı. Akşam saatlerine doğru Hamidiye Kruvazörü’nün Komutanı Yüzbaşı Rauf
Bey hazırlıkların tamamlandığına karar vererek saat 18.00’da hareket emrini
verdi. Hamidiye saat 18.40’da Hellas Burnu’nu geçerek Ege Denizi’ne
açıldı. Hamidiye, Hellas Burnu’nu geçtikten sonra rotasını Küçük Kemikli
Burnu’na çevirerek tam yol ilerlemeye başlasa da aldığı Cardiff-Ereğli
karışımı kömürün aşırı duman çıkarmasından dolayı hızını 15 mile indirmek
zorunda kaldı. Hamidiye Saat 19.45’te Küçük Kemikli Burnuna yaklaştıktan
sonra yönünü kuzeye çevirdi ve saat 21.35’te Meriç Nehri ağzına
yaklaştıktan sonra batıya doğru yol almaya başladı. Saat 23.40’da
Karaağaç’ın 20 mil güneyinde iken bu kez güneye döndü. Hamidiye, 15 Ocak 1913
gece yarısından sonra Limni Adası’nın 22 mil kuzeyinde bulunduğu sırada halen
güneye ilerliyordu. Saat 02.30’da Aynaroz yarımadasının doğu kıyısında
bulunan Tıkata Koyu önlerine geldi ve bu noktadan sonra rotasını hafif
güneybatıya doğru çevirerek ilerlemeye başladı.
Ertesi
gün öğlen vakti Mikoni Boğazı’ndan geçen Hamidiye, harekata başladığından beri 263
mil mesafe kat ederek bir yay çizmişti. Güneybatı yönünde ilerlemeye devam
eden Hamidiye Saat 12.05’de Şira adası önüne geldi. Liman Reisi’ne
gemiye gelmesini, mendirek içindeki gemilere de limanı terk etmeleri işaret ile
bildirildi. Şira (Hermapolis) adası o dönemde Sporat Adalarının en yoğun ticaret
merkeziydi. Ayrıca limanda mühimmat tesisleri ve gemilerin onarımı için bir de
fabrika vardı. Daha önceden istihbarat tarafından Kakamasti ve Phokio
burunları arasında barut ve dinamit depolarının yerleri ayrıntılı olarak tespit
edilmişti. Limanda Makedonya yardımcı kruvazörü ve Alexandra isimli bir
İngiliz ticaret gemisi bulunmaktaydı. Makedonya yardımcı kruvazöründe 4 adet 120
mm, 2 adet 75 mm top ve 2 adet maxim makineli tüfeği ile 20 subay 243
erbaş ve er bulunuyordu. Hamidiye ticaret gemileri limanı terk edene kadar boşa
beklememek için Gaydaros ve Aspro adacıkları arasından geçerek öğlen
saatlerinde sahilde bulunan baruthane ve dinamit fabrikasına ateş açtı. 2.800
metre mesafeden 21 adet 120 mm’lik ve 5 adet 47 mm’lik atış yaptıktan sonra
fabrika ve depolardan birini imha ederek Şira Liman ağzına geri döndü.
Alexandra limanı terk işaretine uymamıştı. Toplarının atışa hazırlandığı gözle
seçilebilen Makedonya yardımcı kruvazörü ise dalgakıranın içine girmeye
çalışıyordu. İngiliz gemisi son ihtar olarak bir adet 47 mm top atılması
üzerine limanı terk etti.
|
Şira Bombardımanını Gerçekleştiren Topçu Personeli ve Arkalarında 120mm'lik Batarya
|
Hamidiye
saat 12.50’de Makedonya yardımcı kruvazörü üzerine 2.900 metre
mesafeden ateşe başladı. 35 dakikada 23 adet 120 mm’lik, 8 adet 47 mm’lik mermi
attı. Atışlarından üçü elektrik fabrikasına, telgrafhane ve sivil bir binaya
isabet etmesine rağmen diğerlerinin tamamı Makedonya yardımcı kruvazörüne
isabet etti. Bu isabetler sonucu hasar alan geminin Komutanı tarafından ‘’gemiyi
terk emri’’ verildi ve gemi bulunduğu limanın derinliğinin az olmasından dolayı
yan yatarak karaya oturdu. Gemi daha sonra kurtarılıp yüzdürülecek olsa da o
gün aldığı hasarlar önemliydi. Bombardıman esnasında kasabada sadece 1 ölü 2
yaralı vardı. Bu rakamlar Hamidiye’nin bombardımanda gösterdiği hassasiyetin
eseriydi. Hamidiye saat 13.24’te Şira Adası’ndan ayrıldı. Düşmana
Anadolu kıyılarına gidiyor izlenimi vermek için rotasını güneydoğuya çevirdi ve
bu rotada 27 mil devam ettikten sonra saat 15.33’te Denesa ve Naksos
adaları arasından geçti. Hamdiye, Pars ve Asmargas adaları arasındaki kanaldan
geçerek saat 16.50’de Amargos Adası’nı geçtikten sonra rotasını güneye
çevirdi. Astropolya ile Anaphi adaları arasından geçerek saat 22.30’da
Girit adasının 15 mil açığında rotasını bu kez güneydoğuya çevirerek yoluna
devam etti.
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Şira Adasına Yaptığı Harekatın Detaylarını Gösteren Harita |
Hamidiye'nin
rotasını güneydoğuya çevirmesindeki maksat Girit'i dolaşıp Yunan denizine
girerek bu sulardaki gambot filotillasına hücum etmek ve sonra Sazan Adası’ndaki
harekat üssünü tahrip etmekti. Hamidiye 16 Ocak 1913 sabahı Gaydaros
Adası’nın takriben 20 mil kadar güneydoğusunda bulunduğu sırada bu adaya doğru seyreden
3 muhrip gördü. Hamidiye bu gemilerle temas yaşayarak çatışmaya girmemek için
rotasını değiştirdi ve hızını arttırarak bölgeden uzaklaştı. Yunan askeri
yetkilileri Şira bombardımanını haber alınca Hamidiye’nin sonraki hedefinin
Pire Limanı olacağını değerlendirerek bu sahillerin tahkim edilmesini hükümete
teklif etti. Yunan hükümeti bu teklifi reddetti. Hamidiye'yi Averoff'la takibe
çıkması bizzat Amiral Kunduriyotis’e emredildi. Fakat durum muhakemesini iyi
yapan amiral kendisi boğaz önünden ayrılmak yerine Sakız ve İpsara geçitlerini
tutmak için 4 muhrip gönderdi. Bu muhripler büyük ihtimalle Hamidiye'nin
gördüğü muhripler olabilirdi. Yunan muhriplerini görünce Hamidiye Adriyatik
Denizi’ne gitmekten vazgeçti. Kömür kapasitesi 720 ton olan Hamidiye kömürünün 275
tonunu yakmasından dolayı planladığı harekatı yapması zaten mümkün değildi.
Hamidiye 16 Ocak 1913 gece yarısına kadar İskenderiye rotasında
seyretti. Daha sonra Beyrut’a gitmek üzere rotasını kuzeydoğuya doğru döndürdü.
18 Ocak 1913 gece saatlerinde Beyrut önüne geldi ve saat 06.39'da
limana demirledi. Gemi limana yanaştıktan sonra yapılan kontrollerde gemide 285
ton kömür kaldığı görüldü.
Gemi
yukarıda anlatılan seferi düzenlerken toplamda 796 mil mesafe kat etmişti.
Hamidiye, Beyrut Limanı’na daha yeni demir atılmıştı ki Port Said
istikametinden yüksek süratle gelmekte olan iki direkli üç bacalı bir savaş
gemisinin Beyrut limanına doğru hareket halinde olduğu raporu eline ulaştı. Bu
geminin Averoff olma ihtimali vardı. Harekata çıkarken geminin demir alma
tertibatında arıza bulunuyordu ve bu durumdan ötürü el ile de demir almak çok
uzun sürecekti. Bu yüzden Hamidiye demirliyken yakalanmamak için demir atarak
(fundo etmek) 17 mil süratle güneybatı istikametinde hareket etti. Hamidiye, Averoff
olarak değerlendirdiği gemi tarafından saat 08.37'ye kadar takip edildikten
sonra sisten faydalanarak izini kaybettirdi. Saat 10.00’da süratini 15 mile
düşürerek Port Said’e intikale devam edildi. Dördüncü bacası fark edilemeyen bu
geminin Alman Breslau Kruvazörü (ileride Osmanlı donanmasına katılarak Midilli
ismini alan gemi) olduğu 22 Ocak 1913 tarihinde öğrenilecekti. Breslau kruvazörünü
Averoff zannedilerek yapılan seyir neticesinde Hamidiye’nin ambarlarında 140
ton kömürü kalmıştı. Bu yüzden Hamidye’nin bir an önce kömür tedarik etmesi
gerekiyordu. Port Said limanına ulaşan Hamidiye süratle kömür ikmaline başladı.
Hamidiye’nin 20 Ocak 1913 tarihi itibari ile aldığı kömür 360 tona
ulaştı. Hamidiye Port Said’den sabah saatlerinde kılavuz kaptan eşliğinde hareket
ederek o günün akşamı Süveyş Kanalı’na demirledi ve makinesindeki arızayı sebep
gösterip burada beş gün kalmak için izin aldı. 25 Ocak 1913 öğleden sonra
limanda kalma süresi dolduğundan akşam saatlerinde hareket ederek Süveyş kanalından
çıktı ve Resulhat ile Kaduttavila arasındaki koya girerek demirledi.
|
Hamidiye Kruvazörü Port Sait Limanında |
Hamidiye’nin
yeni emirler almak ve durum raporu vermek için İstanbul ile haberleşme sağlamak
maksadıyla telgraf istasyonu olan bir limana ihtiyacı vardı. Bu maksatla, 30
Ocak 1913 günü Akabe Körfezi ağzındaki Senafie Adası’na gitti. Port
Said telgraf istasyonu ile haberleşmeyi sağlayamayınca 31 Ocak’ta Medine’ye
bağlı Müveylih’e demirledi. 1 Şubat’ta Diba’ya geçildi. Ancak
Hamidiye Son iki limanda da İstanbul ile haberleşme imkanı bulamadı. Yiyecek
malzemesi ikmali yapmak, İstanbul ile irtibat sağlayabilecek telsiz istasyonu
bulmak ve makinelerindeki ufak tefek arızaları onarmak için 3 Şubat 1913
tarihinde Cidde'ye demirleyerek durumunu 4 Şubat’ta Başkomutanlık Vekaletine
rapor etti.
Başkomutanlık,
26 Ocak 1913 tarihinde Hamidiye’nin Akdeniz'e geçmesinin tehlikeli olup
olmadığını, tehlikeli değilse geri dönerek donanmaya katılması ya da Arnavutluk
kıyılarına karşı bir taarruz yapması fikirlerinden hangisinin mümkün olduğunu
Bahriye Nezareti’nden sormuştu. Bahriye Nezareti de 27 Ocak’ta verdiği cevapta
Hamidiye'nin harekatı hakkında anlık bilgisinin olmadığını bildirmiş, Akdeniz’e
çıkmasında tehlike bulunsa da Averoff zırhlısı onarımda olduğundan donanmaya
katılması ya da İzmir’e gitmesi seçeneklerinden birine Hamidiye Komutanı
tarafından karar verilmesi gerektiği ve Arnavutluk kıyılarına yapılacak
taarruzun yalnız başına bir faydası olmayacağından dolayı vazgeçilmesini önerilmişti.
Hamidiye’nin Cidde'den aldığı 320 ton kömür ile kömür miktarı 651
tona çıkmıştı. Hamidiye 6 Şubat 1913 günü Cidde'den hareket etti ve 9
Şubat 1913 tarihinde yeniden Süveyş kanalına giriş yaptı. Hamidiye, Süveyş
kanalında ilerleyerek 10 Şubat 1913 günü yeniden Akdeniz'e açıldı. Hamidiye’nin
Akdeniz’e açılmasındaki amacı Yanya ve Arnavutluk kıyılarını abluka altında
tutan Yunan gambot filosuna taarruz etmekti. Bunu başarırsa düşman bu bölgeye
ya boğaz önünden gemi gönderecek ve Osmanlı donanmasının harekat düzenlemesi
için rahatlatacak ya da Yunan denizi hakimiyeti Hamidiye'de kalacaktı. Bu
maksatla Hamidiye 11 Şubat 1913 öğle saatlerine kadar 480 mil yol
kat ederek Girit'in kıyılarının 53 mil güneyine ulaştı. Bu sırada Hamidiye’nin
kömür stokunun 281 tona düşmesi üzerine harekat planında değişikliğe
giderek gemi 13 Şubat 1913 sabahı Otranto boğazına girdi. Bu yeni plana
göre Hamidiye hava şartları müsaade ederse Sazan Adası’na baskın yapmayı planlıyordu.
Hamidiye, bölgede bulunan Yunan güçlerini ölçebilmek için 13 Şubat 1913 gece
yarısından 14 Şubat 1913 sabahına kadar Korantı Adacığı ile İskalamberi Burnu açıklarında
yol alarak zaman geçirdi. Ancak geminin kömür stokunun azalmasından dolayı bu
baskından da vazgeçilerek Malta’nın Valetta limanına hareket edildi ve Hamidiye
14 Şubat 1913 sabahı Valetta Limanına girdi. Hamidiye, Valetta limanına
girerken depolarında 160 ton kömürü kalmıştı.
|
Akıncı Harekatını Düzenleyen Hamidiye Kruvazörü'nün Personelinin Resmi
|
Hamidiye
limanda bulunduğu dönemde İngiliz gemisindeki genç subaylar Hamidiye’yi ziyaret
ettiler. Bu vesileyle Hamdiye’nin Malta'ya geliş haberi hızla yayıldı. Bu haber
üzerine Yunan Bahriye Nezareti, Abluka Müfrezesi Komutanına telgrafla tüm
gemilerini Preveze'ye çekilmesini ve Donanma Komutanı Amiral
Kunduriyotis’e de Aetos, Lonki ve Aspis muhriplerini
Preveze’ye göndermesini emretti. Bu emir kapsamında hareket eden muhripler ancak
18 Şubat 1913 tarihinde Mondros'tan kalkıp 20 Şubat’ta Korfu'ya varabildiğinden
kısa süreliğine Yunan ablukası kalkmış oldu. Başkomutanlık Vekaleti boğazdan
çıkış harekatı yapılarak Hamidiye'ye bilgi verilmesini 15 Şubat’ta Donanma
Komutan Vekili’ne bildirdi. Donanma Komutan Vekili ise Başkomutanlık Vekaleti’ne
15 ve 17 Şubat’ta verdiği cevaplarda;
‘‘Hamidiye'yi
donanmadan ayırarak tek başına harekata sevk edenler ona bir talimat vermiştir.
Bu hususa dair hiçbir malumatım olmadığından ona ne yolda talimat vereyim.’’
demiştir.
Bu
sırada Malta’da bulunan Hamidiye limanda üç gün kalarak 480 ton kömür
aldı. 17 Şubat 1913 tarihinde gemi kömür tedarikini tamamladıktan sonra
hareket ederek limandan ayrıldı ve rotasını Sicilya adalarına doğru olacak
şekilde kuzeydoğu istikametine çevirdi. Hava ve deniz şartlarından dolayı gemi
rotasını biraz daha kuzeye döndürmek zorunda kaldı. Sabah fırtınanın
hafiflemesiyle yeniden eski rotasına dönüş yaptı. Geminin makinelerinin daha
önceden bakıma ihtiyaç duymasından dolayı aynı gün akşamı iskele makinesi arıza
nedeniyle devreden çıkarıldı ve makinenin tamiri 1 saatlik çalışmayla
giderildikten sonra yeniden devreye alındı.
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Çarkçılarının Resimleri |
Hamidiye,
makinelerinin tamir edilmesi sonrası Sicilya ve Malta Adaları arasından geçerek
Girit adasının güneyinden, doğuya doğru yol almaya devam ederek, 22 Şubat
1913 günü Gazze limanına ulaştı. Hamidiye bu yolculuğu sırasında toplam 1.400
mil yol kat etmiş ve ambarlarında 128 ton kömürü kalmıştı. Rauf bey,
Gazze limanına ulaştıktan sonra Bahriye Nezareti’ne donanmanın harekat planları
hakkında bilgi isteyen bir telgrafı çekti. Ancak cevabı beklemeden aynı gün
Hayfa'ya hareket etti ve akşam saatlerinde limana ulaştı. Burada Başkomutanlık
Vekaletinden aldığı telgrafta;
‘’Harekatınızı
kolaylaştırmak için donanmadan muhripler zaman zaman boğazdan çıkıyor. Burada
daha büyük bir harekat olmayacaktır. İmkan bulursanız donanmayla birleşiniz.
Değilse harekatınızda serbestsiniz. Adriyatik harekatı düzenlemeniz tercih
olunur.’’ deniyordu.
Hayfa'dan
23 Şubat’a kadar 350 ton kömür alan Hamidiye öğle saatlerinde limandan
ayrılarak gece Beyrut'a geldi. Hayfa'da iken Yanya'ya cephane ve para götürme
görevi almıştı. Batı Ordusuna ait cephaneyi Saman Deresi ağzındaki iskeleye
boşaltacak, parayı da gelecek memurlara teslim edecekti. Görevi icra edeceği
kıyılar Osmanlı Batı Ordusu kontrolünde gözükse de bölgedeki durum istikrarlı
değildi.
Teslim
alacağı malzeme ve para hazırlanana kadar düşmanı yanıltmak için Ege Denizi’nin
güneydoğusunda bulunmaya karar verildi. Başkomutan Vekaleti tarafından Batı
ordusuna da talimat verildi. Hamidiye 24 Şubat 1913 sabaha karşı Beyrut'tan
ayrıldı. Hamidiye’nin harekatını kolaylaştırmak ve üzerindeki baskıyı
azaltabilmek için Donanma Vekaletine de 22 Şubat 1913 tarihinde boğaz dışında
harekat icra etme emri verildi. Hamidiye, Beyrut’tan sonra personeli biraz
olsun dinlendirebilmek maksadıyla Gökova Körfezi’ne hareket etti ve 25 Şubat
1913’de koya girdi. Burada Rauf Bey kıyıya Avusturya bayrağı resmi
çizildiğini gördü. Yüzbaşı Rauf Bey sahile bir müfreze çıkararak bayrağı
sildirdi ve yerine Türk bayrağı çizdirdi. Hamidiye, Gökova Körfezinde 2 gün
kaldıktan sonra Antalya’ya doğru hareket etti.
Hamidiye
28 Şubat 1913 günü Antalya limanına ulaştı ve kısa süreli ikmal yaptı. Yüzbaşı
Rauf Bey, 1 Mart’ta Başkomutanlık Vekaletinden Draç’ta Sırpların bulunduğu,
Yunan ablukasının Draç'a kadar uzadığı, Avlonya'da bağımsızlık ilan eden
Arnavutların sevkiyata engel olmayacakları ve bin liranın iskeleye gelecek olan
Selahattin Bey’e teslim edilmesini, ardından Karadağ kıyılarının
bombardıman edilmesi ve Yunanlılara azami miktarda zarar verilmesini bildiren
telgrafı aldı. 2 Mart 1913'te Trablusşam kuzeyinde Arvat Adası’na
gelen Hamidiye burada yelkenlilerle getirilen 200 ton kömür, 200
sandık cephane ve bin lirayı alarak akşam Beyrut'a gitti. 3 Mart 1913
günü Elbe vapurundan aldığı kömür ile kömür mevcudunu tamamladı. 5 Mart’ta
gelmesi gereken 3 sandık cephaneyi almak için İskenderun Limanı'na gitti. 6
Mart’ta cephaneyi aldı. Aynı gece Anamur Burnu’nun 28 mil doğusundaki
Babadol Beşparmak adacığındaki limana girdi. Burada Başkomutanlık Vekaletinden
Yunanlıların Saman iskelesini takviye ettiklerini, haftada üç gün
Birendizi-Avlonya arasında Yunan vapurlarının dolaştığını ve bu sırada 4
torpidobotun Preveze-Draç arası karakol görevi yaptığını öğrendi.
Hamidiye
8 Mart 1913 günü Babadol Limanı’ndan hareket ederek Anamur’un güneyinden
Girit’e doğru yol almaya başladı. Hamidiye, 10 Mart 1913’de Girit’in
güneyinden geçerek rotasını kuzeybatıya çevirdi ve Yunan denizine girdi. Hamidiye’nin
bölgeye ulaştığı dönemde, Adriyatik Denizi güvenliği için bölgede bulunan 4 Yunan
muhribinden Lonki nakliye gemilerine refakat etmek ve boşaltılan
gemileri geri Preveze'ye götürmek için Korfo'dan Şingin'e hareket etmişti. İpsara
ve diğer savaş gemileri ise Korfo Limanı’nda bulunuyordu. Avlonya
bölgesinde ise Atina yardımcı kruvazörü karakol görevi icra ediyordu.
Hamidiye, Otranto Boğazı’nı gece geçebilmek için 11 Mart gününü Toronto Körfezi
içinde kıyının görüş sahası dışında geçirmeye karar verdi. 12 Mart gecesi
hareket ederek Otranto fenerinin 6 mil açığından geçti. O günün sabahında ise Leros
isminde bir Yunan vapuruna rastladı. Rauf bey, yapılan kontrolde boş olduğu
görülen gemideki yirmi personeli gemiye aldıktan sonra dört mahmuz darbesi ile gemiyi
batırarak yoluna devam etti.
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Leros İsimli Yunan Gemisini Mahmuzlayarak Batırması |
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Batırdığı Leros Gemisi Mürettebatının Hamidiye'de Çekilmiş Resimleri |
Leros’un kaptanının sorgulanması neticesinde; İpsara
zırhlısı ile 4 muhribin Korfu'da bulunduklarını, Yanya'nın birkaç gün evvel
düştüğünü, Şingin Limanı’nda asker nakliyesinin devam ettiğini, Draç'ta da bir
karargahın bulunduğunu öğrendi. Hamidiye’nin Leros’u batırmasından birkaç
saat sonra Şingin açıklarında Korfo'ya gitmekte olan Lonki muhribini tespit
edildi ve herhangi bir temas yaşanmaması için Hamidiye dönerek uzaklaştı.
Kruvazörü görüp tanıyan Lonki durumu telsizle İpsara'ya bildirdi. İpsara ve iki
muhrip Hamidiye'yi karşılamak için Arnavutluk sularına yöneldiler. Hamidiye’nin
bu temas nedeniyle Saman iskelesine cephane ve para çıkarması tehlikeye girdiğinden
düşman gemilerine, nakliyata ve askeri birliklere taarruz kararı alındı. Bu
maksatla Hamidiye süratini arttırarak öğlene doğru Draç şehrinin önüne
geldi ve limanın kuzeybatısındaki Sırp karargahını bombaladı. Bu bombardıman
sırasında Hamidiye tarafından 1 adet 150 mm’lik, 17 adet 120 mm’lik ve 5 adet
47 mm’lik mermi atıldı. Hamidiye bombardımanı tamamladıktan sonra yine yüksek
süratle Draç'tan ayrılarak Şingin'e yol almaya başladı. Hamidiye Şingin
limanına ulaştığında limanda 8 vapur ve 1 yelkenli vardı. Vapurlara Draç
bombardımanı haber alınınca dış limandan iç limana girmeleri ve batı taraftaki
kumsala yüklerini boşaltmaları emredilmişti. Bu talimata kazanları sönük olan Elpis
vapuru hareket edemediği için uyamamıştı. Zanos Sfenos vapuru iç
limana giren ilk gemi oldu ve telgrafhane önünde bulunan iskeleye yanaşarak
yükünü boşaltmaya başladı. Biraz sonra Marika vapuru da limana girip
onun yükünü boşaltmaya başladı. Ververiyotis vapuru iç limana girebildi
ise de geminin yan tarafı limanın sığ sularında karaya oturduğu için daha fazla
hareket edemiyordu. Hamidiye saat 13.15'te Şingin limanının önünde geldiğinde
ise Zefs vapuru yeni hareket ediyordu. Bu sırada Hamidiye bekleme
yapmadan 3.500 metre mesafeden ateşe başladı. Telgrafhane önündekiler görünmediği
için ateş dış limandaki Elpis, Zefs, iç limandaki Ververiyotis, Trifelya ve
Hırısomalis üzerinde toplanmıştı. Karadan ateşe karşılık verilmesi üzerine
Hamidiye 4.500 metreye çekildi. Zefs vapuru birçok isabet almasına rağmen ve
halen ateş altında olmasına rağmen iç limana sığınmayı başardı.
|
Hamidiye Kruvazörü'nün Şirgin Bombardımanının Detaylarını Gösteren Harita |
Hamidiye
Şingin bombardımanında 100 kadar mermi sarf etti ve saat 13.45'te top atışını
durdurarak rotasını batıya çevirip Şingin limanının önünden ayrıldı. Hamidiye,
aynı gün Saat 16.35'te rotasını güney yönüne çevirdi ve Adriyatik Denizi’nden
çıktı. Bu sırada gemide 185 ton kömür kalmıştı. Yunan Lonki muhribinin Hamidiye’yi
17 saat önce görmüş olmasına rağmen Hamidiye hiçbir baskı ile karşılaşmadan
yoluna devam etmişti. Hamidiye, kömürü bitmek üzere olduğundan İskenderiye'ye
gitmeye karar verdi. Bombardıman sonucunda ikisi Trifelya’nın makinisti
olmak üzere 4 Yunan ölürken Sırpların toplam kaybı ölü ve yaralı olarak 50
kişiydi.
|
Hamidiye kruvazörü Mısır Açıklarında İstimbot ve Mavnalardan Kömür Tedariki Yaparken Çekilmiş Bir Resim |
Hamidiye’nin
ikinci kez Adriyatik sularında görünmesi üzerine seyir emniyetini kısıtlamak
için Yunan adalarındaki fenerler söndürüldü. Nakliyeler için Yunan savaş
gemileri görevlendirildi. En önemlisi Sırpların Selanik'ten Adriyatik'e
başlattıkları sevkiyat ertelendi. Hamidiye ise İskenderiye rotasında yoluna
devam ederek 16 Mart 1913 günü İskenderiye limanına giriş yaptığında
depolarında 20 ton kömür kalmıştı. Yüzbaşı Rauf Bey, İskenderiye liman
yetkililerine kömür ihtiyacı olduğunu bildirdi. Ancak liman içinde kömür
almasına izin verilmedi. Bunun üzerine 17 Mart gecesinin ilk saatlerinde Mısır
karasuları dışına çıkarak demirledi ve 450 ton kömür ile 900 kg
makine yağını burada transfer etti ve 17 Mart akşamı Gazze'ye doğru hareket
etti. Ağır hava şartları altında ilerleyen Hamidiye 18 Mart günü Gazze'ye
ulaştı. Hamidiye Gazze limanına ulaştığı sırada Balkanlarda bir Sırp tümeni
Selanik'ten Şingin'e ve 40.000 Yunan askeri de Preveze'den Selanik'e
naklediliyordu. Bu yüzden nakliyatların koruması için Hamidiye'nin takibinden
vazgeçilmiş ve Ege denizinde Hydra'nın, Yunan denizinde de İpsara'nın gemilere
refakati kararlaştırılmıştı. Gazze'de 3 gün kalan Hamidiye 21 Mart’ta Hayfa'ya
hareket etti ve aynı günün akşam saatlerinde Hayfa'ya ulaştı. Hayfa
limanında gemide esir tuttuğu Leros gemisi mürettebatını mahalli hükümete
teslim etti ve buradan 420 ton kömür aldı. Hayfa'dan ayrılan Hamidiye 22
Mart’ta Beyrut'a vardı. Batı ordusu için almış olduğu para ve cephaneyi
geri verdi. Su ve makine yağı transfer etti. Personelin birkaç aydan beri maaş
almadığını 150 ve 120 mm’lik topların cephanesinin kalmadığını, çoktan beri
gemi boyanmadığı için geminin harap bir görüntü sergilediğini İstanbul'a bildirerek
paranın Beyrut'a, cephanenin Mersin'e, boyanın da Antalya'ya gönderilmesini arz
etti.
|
Hamidiye'nin 120mm Topu |
Hamidiye,
16 Mart’a kadar 8.000 mil yol yapmış olduğundan kazanlarının bakıma
personelinin istirahate ihtiyacı kaçınılmazdı. Başkomutanlık Vekaleti verdiği
cevapta isteklerinin karşılanması için ilgililere emir verildiğini, istirahat
ve bakım için Kızıldeniz'e gitmekte serbest olduğunu Yüzbaşı Rauf Bey’e
bildirdi. Gemi 22 Mart 1913 gece yarısı Beyrut'tan ayrıldı. Kıbrıs'ın
doğusundan geçerek Anamur’a ulaştı. 26 Mart’ta Başkomutanlık Vekaletine
personelin maneviyatının sağlamlığından ve bir miktar cephanesi daha bulunduğundan
dolayı Kızıldeniz'e geçmeyip harekata devam edeceğini bildirdi. Hamidiye, 28
Mart 1913 günü Antalya açıklarında yeniden kömür takviyesi alarak gece
yarısı Alanya'ya vardı.
Yüzbaşı
Rauf Bey, Alanya'da Başkomutanlık Vekaletinden 1 zırhlı 3 muhripten oluşan
Yunan filotillasının Hamidiye'yi aramak için Bodrum kanalından geçtiği haberini
aldı. Bu haber üzerine akşamüzeri gemi demir alarak Manavgat Deresine hareket
etti ve akşam burada demirlerdi. Geminin bulunduğu konumun riskli olması
üzerine ertesi gün Antalya Limanı’na gidildi. Yüzbaşı Rauf Bey; Antalya
limanına ulaştığında Bahriye Nezaretinden Trablusgarp ve Tobruk limanlarına
uğranılmaması konulu telgrafı aldı. Antalya'ya geldiğinde boya talebinin
Bahriye Levazım Dairesi tarafından gereksiz olarak değerlendirildiği, 35
humbaranın ancak 29 Mart’ta sevk edildiği, maaşların ise Beyrut'a
gönderildiğini öğrendi. Bunun üzerine Kruvazör 29 Mart 1913 günü Girit
ve Kıbrıs sularında bir akın yapmak üzere Antalya'dan ayrıldı. Hamidiye, 30
Mart 1913 öğleden sonra Girit yönünde yol alırken Ispondis adında
kiremit ve maden suyu taşıyan Yunan gemisine el koydu.
|
El konulan Ispondis Yelkenlisine Çıkmış Olan Türk Personeli ve Hamidiye Kruvazörü'nün Beşparmak Limanına Girişi |
1
Nisan’da Beşparmak Limanı’na demirlendi. El konulan Ispondis yelkenlisi sahile
330 metre mesafeye demir attırıldı. Teğmen Şemseddin ve Mühendis Ahmet
Efendiler komutasında 8 er ve 2 adet 37 mm’lik top muhafaza maksadıyla karaya
çıkarıldıktan sonra Hamidiye limandan ayrılındı. 2 Nisan’da Anamur
Kaymakamlığı’ndan üç harp gemisinin Anamur Burnu doğusuna doğru seyrettikleri
haberini alınması üzerine ertesi sabah kruvazör yeniden yola çıktı ve 5 Nisan’da
Gazze'ye vardı. Limana gönderilen filika şiddetli fırtınadan dolayı battı ve
filikada bulunan 4 er kayboldu, 3 subay ve diğer erler kurtarıldı. Kruvazörün
Gazze’den ayrılması gerektiği için üç subay ve erler tedavi maksadıyla Yafa'ya
nakledildi. Hamidiye artık seyir yapmakta güçlük çekiyordu. Makine ve
kazanlarının onarım ihtiyacının kaçınılmaz duruma geldiğini telgraf ile
Başkomutanlık Vekaletine bildirdi. Aldığı cevapta iki ay sürecek bakımlar için
Cidde'ye gidilmesi emredildi.
Hamidiye,
verilen bu emir uyarınca Gazze’den 6 Nisan gece yarısı hareket ederek Port
Said’e girdi. Buradan tatlı su ihtiyacını karşıladıktan sonra 7 Nisan akşamı
Süveyş Kanalına girdi ve demirledi. 9 Nisan öğle saatlerinde yeniden yola çıktı
ve 13 Nisan’da Cidde'ye vardı. Gemi buradan 160 ton kömür aldı ve 14 Nisan öğle
saatlerinde Cidde'den demir alıp; 16 Nisan akşamı Kamaran Limanı’na demirledi.
Burada ‘‘Sefinenin seyre mani tamiratının Kamaran'da icrası ve Fersan,
Habal, Halle sahilleri arasında gözlemde bulunulması’’ konulu emri aldı. Bu
kıyılarda bir İngiliz şirketi petrol kaynakları keşfetmiş ve Seyit İdris'e
müracaat ederek arama teşebbüsüne başlamıştı. Hamidiye buna mani olmak için
görevlendirilmişti. Hamidiye'nin Port Said’e geldiği duyulunca Hydra, Keravnos
ve Dokas muhriplerinden oluşan bir görev kuvveti oluşturuldu. 13 Nisan’da
Mondros'tan yola çıkan kuvvet Meis Adası’nı işgal ettikten sonra 20
Nisan’da Port Said’e vararak kara suları dışında demirledi. Bu birlik
Kızıldeniz'e geçmek için hiçbir teşebbüste bulunmaksızın barış yapılana kadar (30
Mayıs 1913) yanındaki Aliki kömür gemisi ile beraber Port Said önünde bekledi.
Hamidiye
16 Nisan’da geldiği Kamaran Limanı’ndan 600 ton kömür aldı ve 23 Nisan sabahı
demir alarak Lahya limanına ulaştı, Seyit İdris ile müzakereleri yürütecek olan
Yemen Valisi Mahmut Nedim Paşa ve heyetini alarak 24 Nisan sabahı hareket
etti ve akşam saatlerinde görüşmelerin yapılacağı Habel şehrine ulaşıldı. Hamidiye
kruvazörü 26 Nisan ile 17 Mayıs tarihleri arasında Arap Yarımadasındaki 7
limanı dolaştı. Yüzbaşı Rauf Bey, yoğun şekilde bu sularda yaptığı seyirler sonrası
onarıma ihtiyacı olan makinelerini iyice yorduğundan Başkomutanlık Vekaletinden
Kamaran’a gitmek için izin istedi. 10 Haziran’da geldiği Kamaran’dan alt yapı
ve teknik imkanların sınırlı olmasından dolayı 19 Haziran’da Süveyş’e geçti.
|
Yemen Valisi Mahmut Nedim Paşa |
Yüzbaşı
Rauf Bey, Süveyş’te bulunduğu dönemde Başkomutanlık Vekaletinden geri dönmek
için dört defa izin istedi. İlki 3 Temmuz, ikincisi 14 Temmuz tarihlidir ki bu
ikinci talebine gerekirse savaşarak gelmek istediğini eklemişti. 13 Ağustos’ta
yaptığı üçüncü teklifi kabul edilmeyecekse görevden affedilmesini isteyen
Yüzbaşı Rauf Bey’in en son 19 Ağustos’ta yaptığı talep kabul edildi. Bahriye
Nezareti tarafından Yunanlılarla kesin barış imzalanmadığı için taarruz riski
altında bulunulduğu hatırlatılarak emniyetli şekilde intikal etmek kaydıyla
hareketlerinde serbest olduğu cevabı verildi. 21 Ağustos’ta Süveyş’ten hareket
ederek Port Said’e geçti ve kömür ikmali yaptı. 22 Ağustos’ta buradan ayrılarak
23 Ağustos’ta Gazze’ye ulaştı. 25 Ağustos öğle saatlerinde makine arızası
nedeniyle geminin hızı 5,5 mile düştü. Onarılmadan Çanakkale’ye gitmesi mümkün
görülmediğinden İzmir limanına gidilmesine karar verildi. Bu karar neticesinde
yeniden belirlenen rotada yol alındı ve 26 Ağustos sabahı İzmir’e varıldı. 28
Ağustos’ta Rauf Bey, Başkomutan Vekili Ahmet İzzet Paşa’dan tebrik
telgrafı aldı. Geminin arızasının giderilmesinden sonra 5 Eylül 1913’de demir
alarak 6 Eylül’de Çanakkale Boğazı’na ulaştı.
|
Ahmet İzzet Paşa |
Hamidiye
Kruvazörü’nü boğaz girişinde saat 06.42’de donanma adına Berk-i Satvet
karşıladı. Boğaz sularında ilerlerken kale surlarına çıkarılan askerler
tarafından ‘‘Padişahım çok yaşa!’’ nidalarıyla selamlandı ve
gemide yerlerini almış personel tarafından da aynen karşılık verildi. Donanma
Komutan Vekili gemi Çanakkale limanına yanaşırken 13 pare top atışı ile Hamidiye’yi
selamladı. Saat 14.33’de İstanbul’a hareket edildi. 7 Ağustos sabahı saat
07.40’ta Yeşilköy önlerine geldiğinde Hamidiye, Şirketi Hayriye vapurları ve
bazı donanma gemileri tarafından karşılandı. Saat 08.07’de Bahriye Nazırı Çürüksulu
Mahmut Paşa, bazı bakanlar, İstanbul Belediye Başkan Vekili ve Donanma
Cemiyeti Başkanı gemiye gelerek başta gemi komutanı Yüzbaşı Rauf Bey olmak
üzere personeli tebrik etti. Saat 10.09’da Dolmabahçe önüne gelinerek padişah
21 pare top atışı ile selamlandı. Padişahın Ertuğrul yatı ile hareketini
takiben Moda Deniz Yarışlarına iştirak edildi.
|
Hamidiye'nin Moda Deniz Yarışlarının Düzenleneceği İntikali Sırasında Çekilmiş Bir Resim. |
Hamidiye 8 Eylül 1913
sabahı Haliç Tersanesi önlerindeki şamandıraya bağladı. Böylece 7 ay 24
gün süren Akın Harekâtı sona ermiş oldu. Harekat boyunca
Gazze’de Filika kazasında dört, Port Said Hastanesinde tifodan bir ve Şam
Hastanesinde zatürreden iki olmak üzere toplamda 7 şehit verildi. Balkan
Savaşı’nın deniz cephesinde kısmi başarı sayılabilecek bu harekat 14 Şubat
1914 tarihinde gemi personeline dağıtılan 318 adet tunç Hamidiye
Madalyası ile ödüllendirildi.
|
Hamidiye Personeline Madalya Verilmesi İle İlgili Düzenlenmiş Berat |
|
Hamidiye Madalyası (ÖN YÜZ) |
|
Hamidiye Madalyası (ARKA YÜZ) |
HAMİDİYE
‘’MODERN KORSAN GEMİSİ’’
Hamidiye
Kruvazörünün Balkan Savaşında gerçekleştirdiği harekat neticesinde, kendisi
için ‘’modern korsan gemisi’’ tabirini kullanabiliriz. Bu konuyu açmadan
önce ‘’modern korsan gemisi’’ teriminin altını biraz doldurmak gerekiyor. Hamidiye kruvazöründen öncede denizlerde
korsanlık faaliyetleri devam etmekteydi. Ancak ahşap gövdeli ve yelkenli gemi
devirlerinde bu faaliyetler daha farklı statülerde icra edilmekteydi. Akdeniz özelinde
bu faaliyetlere baktığımızda korsanlık yapan denizcilerin herhangi bir ülkenin
sancağı altında veya donanmasına bağlı olmadığını görebiliriz. Konuyla ilgili
daha detaylı bilgi almak için Fatih Altaylı’nın hazırlayıp sunduğu ‘’teke
Tek’’ programında ağırladığı Doç. Dr. Emrah Safa Gürkan ile ilgili
bölümü izlemenizi tavsiye ederim.
Bahsi
geçen bölümde özet olarak Dünya’ya nam salmış Türk denizcisi Barbaros Hayreddin
Paşa’nın Osmanlı donanmasının başına Kaptan-ı Derya olarak geçmeden önce ve
geçtikten sonra dahi kendi oluşturduğu filolarla Avrupa devletlerinin Akdeniz’deki
limanlarına yaptığı baskınlardan bahsediliyor. Barbaros Hayreddin Paşa Osmanlı Devleti
adına herhangi bir sefer düzenleyeceği zaman Osmanlı sancağını gemisine
çekiyordu. Bu duruma en iyi örnek ise Barbaros Hayreddin Paşa yönetiminde
çoğunluğu korsan olan gemilerin Fransa Kralına yardım için gittikleri Nice ve
Toulon kentlerinde 1 sene konaklamaları olarak gösterilebilir. Burada bir başka
husus ise Kadırga ve Ship Of The line (hatt-ı harp gemisi) (Bkz. Ship of The line-ZeroX) dönemlerinde
korsanlık faaliyetlerinin ağırlıklı olarak ele geçirilen gemiler (ticari veya
savaş gemileri) ile baskın yapılan limanların yağmalanarak ganimet elde
edilmesi üzerine olduğudur. Tabi ki Barbaros Hayreddin Paşa’nın yaptığı gibi
diğer devletlerde karşısındaki hasmına zarar vermek için korsanlık faaliyetleri
yürüten insanlarla anlaşmalar yapıyordu. Bunun en iyi örneklerinden birisi
İngilizlerin Atlantik Okyanusunda faaliyet gösteren korsanlarla anlaşma yaparak
İspanyol gemilerini yağmalamaya başlaması ve sonucunda İspanya Krallığına büyük
zarar vermeleri ile sonuçlanan durum gösterilebilir. Bahsi geçen bu durum
sanayi devrimi ile birlikte gemilerin metal gövdeli ve buhar teknolojisi ve
kendinden tahrikli itiş gücüne (uskur ve pervane) kavuşması ile birlikte korsanlık
faaliyetlerinin giderek azalmasına sebebiyet vermiştir.
Hamidiye
kruvazörü ise yukarıda yelkenli çağında gerçekleştirilen faaliyetlerden tamamen
bağımsız bir konuma ve amaca sahipti. Yelkenli çağı korsanları ile Hamidiye
Kruvazörünü birbirinden ayıran en önemli konu Hamidiye’nin Osmanlı Donanmasının
sancağını taşıyor olması ve Osmanlı subayları tarafından yönetilerek
faaliyetlerini yürütmesiydi. Yelkenli Devri korsanları herhangi bir devletle
anlaşarak, anlaştıkları devletin hasmına saldırı veya yağma yaparken tam olarak
resmi bir unvanları yoktu. Hamidiye bunun tam tersi olarak Osmanlı devletinin
malı olan ve Osmanlı subayları tarafından yönetilen bir savaş gemisiydi. Burada
asıl önemli olan husus ise Hamidiye’nin gerçekleştirdiği taarruzların ganimet
elde etmek için değil, düşmanın hem ilgisini kendisinin saldırdığı bölgelere
çekmek hem de lojistik veya tedarik hatlarını kesintiye uğratarak Yunanlıları
cephelerde zor durumda bırakmaya yönelik hareket etmesiydi. Mondros Deniz Muharebesi
öncesi Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği taarruzi harekat ile Averoff
Zırhlısını üzerine çekme planı gerçekleştirilememiş olsa dahi Adalar Denizi’nin
Güneyi ve Adriyatik Bölgesinde Yunan donanmasının belirli bir gücünün
bulundurulmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla bu taarruzi harekatın asıl
başarısı tüm Yunan donanmasının Çanakkale açıklarında bulunarak boğazın abluka
altına alınması ve Adalar Denizi’nin kontrolünü tam sağlayamadığını iddia
edebiliriz. Burada bir parantez açarak Averoff Zırhlısı’nın Komutanı Amiral
Kunduriyotis’in hakkını teslim etmek gerekiyor. Hamidiye Kruvazörü ilk
saldırılarını gerçekleştirdiğinde Osmanlı Donanma yetkililerinin beklentisi
Amiral Kunduriyotis’in, Averoff zırhlısı ile Hamidiye’nin peşine düşmesi
yönündeydi. Ancak Amiral Kunduriyotis durum muhakemesini iyi yaparak Çanakkale
boğazının abluka altında bulundurulması gerekliliğini ve Adalar Denizi’nin
kontrol altında tutulmasının Osmanlı’nın can damarı sayılabilecek doğu
illerinden gelecek tedarik hatlarının kesilmesi anlamına geleceğini düşünerek ana
filoyu terk etmeden daha ufak gemileri (torpidobotlar) Hamidiye’nin peşine
göndermiş ve netice olarak önceki yazıda anlattığım gibi Mondros Deniz
Muharebesinde Osmanlı donanmasının karşısına en güçlü gemisi olan Averoff
zırhlısı ile çıkarak Osmanlıların bu deniz hareketını bertaraf etmeyi başarmakla
kalmamış, Adalar Denizinin kontrolünü kaybetmeden Osmanlı Devletini zor durumda
bırakmıştır.
|
Amiral Kunduriyotis |
HAMİDİYE’NİN
GERÇEKLEŞTİRDİĞİ HAREKATIN DÜNYA DENİZCİLİK TARİHİNE ETKİSİ
Hamidiye
Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği taarruzi harekat diğer ülkelere ait
donanmalarında ilgisini çektiği yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü o dönemde bireysel
(tek bir gemi veya filotilla) olarak uzun mesafeler kat eden ve geniş alana
sirayet eden bir harekat düzenleyerek başarı elde edilebileceği teorik olarak
düşünülmüş olsa dahi pratiğe dökülmemişti. Dolayısıyla Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği
bu harekat sonrasında diğer denizci devletler bu tür harekatların nasıl
yapılacağı veya bu tür harekatlara karşı nasıl önlemler alınacağı ile ilgili
fikir yürüterek taktiksel veya doktrinsel yaklaşımlar geliştirmeye başladılar.
Bana
göre Hamidiye’nin bu harekatını analiz ederek içselleştiren ve taktikler
üretmeye başlayan donanma ise Alman İmparatorluk Donanması (Kaiserliche
Marine) olmuştur. Alman İmparatorluk Donanması’nın bunu doktrin haline
getirerek uygulamaya başlaması ise 1. Dünya Savaşında gerçekleşmiştir. Peki Almanlar
bu taarruzi harekat şeklini neden doktrin haline getirmiştir veya getirmek
zorunda kalmıştır?
Bu
sorunun cevabı için öncelikle Almanların 1. Dünya savaşı öncesinde
donanmalarının gelişimi ve durumuna kısaca değinmek gerekiyor. Almanlar 1. Dünya
Savaşından önce hızlı şekilde donanmasını modernize etme konusunda önemli
adımlar attı ve gemilerini en modern teknolojiler ve teçhizatlar ile donattılar.
Bu gelişim neticesinde, donanmanın envanterine giren gemiler ateş gücü ve zırh
açısından dönemin birçok gemisiyle baş edebilecek, hatta dönemin birçok
muharebe gemisini yenebilecek durumdaydı. Ancak 1. Dünya Savaşına girildiğinde
Alman donanması halen modernizasyonunu tamamlamamış ve karşısında döneminin en
büyük filosu ve en modern silahlarla teçhiz edilmiş bir başka deniz gücü olan İngiliz
Kraliyet Donanması bulunmaktaydı. Dolayısıyla, Balkan Savaşları sırasında
Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği ‘’Akıncı Harekatı’’ üzerinde değerlendirmeler
ile analizlerde bulunan Alman donanma yetkilileri savaş sırasında İngiliz donanmasıyla
baş edebilmek için tek gemi ya da ufak filotilla akıncılığına el atarak Hamidiye’nin
gerçekleştirdiği harekatı daha geniş alanlarda gerçekleştirmek için bir doktrin
benimsediler. Buradaki amaç, İngilizlerin sayıca üstün olan donanmasını akıncı
harekatlarıyla incelterek haritaya yaymaktı. Bu harekatlar ile Almanlar, anakarada
bulunan ana güçlerini oluşturan donanmalarının daha rahat hareket ederek nefes
almasını hedefliyordu. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Hamidiye Kruvazörü
gerçekleştirdiği harekat neticesinde, Yunan Donanması Adalar Denizi’nin Güneyi ve
Adriyatik Denizinde güvenlik için belli miktar güç bulundurma zorunluluğu ile
Almanların da paralel bir beklenti olduğu görülebilir. Ayrıca korsan
faaliyetleri yürüten bu gemilerin müttefik ikmal yollarında yarattığı kaos ve
kayıpların müttefiklere zorluk çıkartacağı, hatta bu harekatların başarıya
ulaşması durumunda savaşında kazanılabileceği Alman Donanma yetkililerinin
hesapları arasındaydı. Özellikle İngiltere savaş boyunca Pasifik ve Atlantik ikmal
yolları üzerinden sağladığı malzeme ve asker sevkiyatlarıyla batı cephesinde
bataklığa saplanmış olsa da siper savaşlarında halen diri kalabiliyordu.
Almanların,
Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği harekat kapsamında geliştirdiği doktrin
çerçevesinde 1. Dünya Savaşında, Atlantik ve Hint Okyanuslarında akıncı
harekatlar düzenlemesi için çeşitli tarihlerde SMS Karlsruhe, SMS
Königsberg, SMS Geier ve SMS Emden kruvazörleri görevlendirildi.
Bu gemilerden SMS Karlsruhe, Atlantik okyanusunda gerçekleştirdiği taarruzlara
iyi başlamış olsa da Atlantik Okyanusu’nun ortasında durduk yere kazanlarının
patlaması sonucu batmıştır. Ancak Alman Donanma İstihbaratı, Karlsruhe'nin batışını
Kasım 1914'ten Mart 1915'e kadar gizli tutmayı becerebilmiş. Bunun
sonucu olarak ortada olmayan bir Alman Kruvazörünü ''fleet in being'' doktrini
çerçevesinde ''hayalet gemi'' olarak bir sürü İngiliz gemisi bulmak için
Atlantik Okyanusu’nu dört dönmesine yol açmıştır. SMS Königsberg ise Doğu
Afrika açıklarında kısa süreli akıncı harekatları düzenledikten sonra
mürettebat arasında çıkan tropik hastalıklardan dolayı ve eksilen malzemelerini
tamamlamak için Afrika kıyılarına yönelmiş ve bu sırada peşlerine HMS
Hyacinth kruvazörü takılmıştır. İngiliz kruvazörüne karşı koyacak durumda
olmayan SMS Königsberg mürettebatı Tanzanya’nın Manza Körfezi girişinde
vanalarını açarak kendini batırmıştır. SMS Geier ise Güney Atlantik’te akıncı
harekat için yol alırken karşılaştığı İngiliz Saint Theodore kruvazörü
tarafından kısa sürede batırılmıştır. SMS Emden ise gerçekleştirdiği akıncı
harekatlar ile denizcilik tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.
SMS
Emden’in hikayesini detaylı olarak incelediğimizde Hamidiye Kruvazörü’nün
hikayesi ile büyük benzerlikler içerdiğini görebilirsiniz. Aradaki tek fark Hamidiye
Kruvazörü Doğu Akdeniz ve Adriyatik Bölgesi gibi görece daha dar alanda bu
harekatları düzenlerken, SMS Emden Kruvazörü neredeyse tüm Hint Okyanusu’nun tamamını
içine alacak geniş bir harekat alanına sahip olmasıydı. SMS Emden düzenlediği
akıncı harekat ile iki ay gibi kısa süre içerisinde İngiltere’ye ait 16
gemi batırmıştı. Bu gemilerin toplam tonajı ise 70.800 tona tekabül
etmekteydi. Bunun dışında Rusya’ya ait bir kruvazör ve bir de Fransız
destroyerini batırmıştı. Dolayısıyla SMS Emden’in doğrudan yaptığı bu etki, müttefiklerin
Hindistan’a giden deniz ticaret güzergahını felce uğratmıştı. Emden müttefik
kuvvetlerinin Avrupa anakarasında yürüttükleri muharebe için gerekli olan
malzeme ve asker sevkiyatını bir müddet sekteye uğratmıştı. Bu ise başta İngiltere
olmak üzere, müttefik güçlerini zora sokuyordu. SMS Emden’in faaliyetleri
sonucu İngiltere’ye verdiği zarar 2.000.000 poundun üzerinde olarak
hesaplanmıştı. SMS Emden son seferinde müttefiklere ait önemli tesislerin
bulunduğu Cocos Adalarında baskın düzenlemek için gitmiş ve Adadaki görevlilerin
şüphelenerek yakınlarda bulunan Avustralya filosuna ait SMAS Sydney Kruvazörüne
haber vermişlerdi. Bölgeye gelen SMAS Sydney ile SMS Emden arasında yaşanan
kısa çatışma sonucunda SMS Emden ağır hasar almış ve mürettebatı gemiyi terk
ederek teslim olmuştur.
Her
ne kadar SMS Emden batırılmış olsa da Hint Okyanusunda tek başına
gerçekleştirdiği başarılı harekat kimsenin gözünden kaçmamıştır. Jutland
açıklarında Alman ve İngiliz filolarının karşı karşıya gelerek dünyanın
günümüze kadar gerçekleşmiş en büyük deniz muharebelerinden birisini yaşamaları
ve yaşanan muharebe neticesinde; Almanların taktiksel başarısına karşın,
İngilizlerin stratejik başarıları bir bakıma Almanların denizlerde İngiliz
hegemonyasına karşı durmayacağının bir göstergesi olmuştur. Eğer SMS Emden gibi
diğer gemilerde akıncı harekatlarında başarılı olsaydı, bence Jutland Muharebesi
neticesinde yaşananlar yine de değiştirmeyecekti. Çünkü Almanların İngilizlere
göre imkanları (sömürgeler) ve kuvveti (deniz gücü) orantısız
şekilde azdı. Dolayısıyla İngiliz ablukasına maruz kalan Almanların tedarik
zinciri ciddi şekilde bozulmuş ve bu tedarik zincirinin sekteye uğramasıyla
birlikte Almanların 1. Dünya Savaşını kaybetmesi kaçınılmaz olmuştu.
Ancak
Almanlar 1. Dünya savaşını kaybedip önce Veymar Hükümeti’nin kurulması ve
sonrasında Hitler önderliğinde Nazi Almanya’sının başa geçmesinden sonra da SMS
Emden’in bu başarısının unutulmadığını iddia edebiliriz. Bilindiği üzere Versay
Anlaşması kapsamında Alman Donanmasının yeni savaş gemileri üretmesi ciddi
kısıtlamalara tabiydi. Hitlerin başa geçmesiyle uluslararası alanda çeşitli siyasi
hamleler sayesinde donanma yeniden organize edilerek dönemine göre en ileri
teknolojiye sahip savaş gemilerini yeniden devreye sokulmaya başlandı. Bu
kapsamda ilk önce ‘’cep zırhlısı’’ olarak tabir edilen Deutschland sınıfı
kruvazörler (Lützow (Deutschland), Admiral Scheer ve Admiral
Graf Spee), ardından Scharnhorst sınıfı zırhlılar (Scharnhorst ve Gneisenau),
son olarak da Bismarck sınıfı zırhlılar (Bismarck ve Tirpitz) Kriegsmarine
bünyesinde göreve başlamıştır.
Yukarıda
bahsi geçen gemilerin tarihini tek tek anlatmaktan ziyade taktiksel
yaklaşımlarına değinmek istiyorum. 2. Dünya Savaşında, Kriegsmarine yukarıda
saydığım gemiler sayesinde hatırı sayılır bir deniz gücüne sahip olsa da yine
1. Dünya savaşında olduğu gibi karşılarında kendilerinden daha kalabalık ve
güçlü İngiliz Kraliyet Donanması bulunuyordu. Dolayısıyla Almanlar, Jutland Deniz
muharebesi neticesinde taktiksel başarı kazanıp, stratejik olarak savaşı
kaybetmelerinden çıkarttıkları ders ile büyük bir çatışmaya girmek yerine ufak
filotilla harekatları ile düşman tedarik zincirini bozmak, yok etmek veya
tedarik zincirini korumak için İngiliz donanmasının konvoylara refakat etmeye
zorlamak gibi seçenekleri masaya yatırıldı. Almanlar, İngiltere’nin bir ‘’Ada
Devleti’’ olmasından dolayı lojistik bakımdan denizden gelecek malzemelere
ihtiyacı olduğunun farkındaydı. Bu yüzden konvoylara yapılacak baskınlar veya
saldırıları önlemek için İngiliz donanmasının konvoylara refakat etmesi
bekleniyordu. Bu durum gerçekleştiği anda ise Alman Donanmasının 1. Dünya Savaşında
ki beklentilerinde olduğu gibi daha rahat hareket etmesi anlamına geliyordu.
Bununla birlikte İngilizlerin haritaya yayılmış deniz kuvveti sayesinde Almanların
modern savaş platformları hasımları ile daha rahat başa çıkabilecekti. Çünkü
denize indirilen yeni Alman gemileri hem ateş gücü hem de karşıdan gelen ateşe
dayanım açısından oldukça iyiydi. Buna örnek olarak Admiral Graf Spee’nin River
Plate Deniz Muharebesinde 3 İngiliz gemisine karşı başarısı, Scharnhorst’un
Kuzey Burnu Denizi Muharebesinde İngiliz destroyerlerinden yediği
torpidolara rağmen savaşmaya devam etmesi ve Bismarck’ın Rheinübung
Operasyonu sonunda İngiliz zırhlılarına karşı koyuşunda görebiliriz.
Yukarıda saydığımız bu harekat ve savaşlarda bahsi geçen gemilerin amacı aynı
1. Dünya savaşında SMS Emden’in yaptığı gibi düşman konvoylarına saldırı ve
tedarik zincirlerini bozmak üzerineydi. Dolayısıyla Hamidiye Kruvazörü ile
başlayan sürecin 2. Dünya Savaşı sırasında Kriegsmarine tarafından benimsenerek
devam ettiği açıkça karşımıza çıkıyor. Özetle, Osmanlı döneminde
Hamidiye’nin gerçekleştirdiği bu harekat Alman donanma yetkilileri tarafından
fikri olarak geliştirilmiş ve 2. Dünya savaşında taktiksel olarak
kullanılmıştır diyebiliriz.
Bu
harekatlar Kriegsmarine tarafından 2. Dünya savaşı sırasında sadece yukarıda
saydığımız büyük platformlar tarafından değil, daha küçük platformlar
tarafından da gerçekleştirilmiştir. Buna en iyi örnek ise ticaret gemisinden,
yardımcı kruvazöre (Auxiliary Cruiser) çevrilen Pinguin Yardımcı
Kruvazörü’nün yaptığı akıncı harekatıdır. Pinguin, Norveç’ten başladığı
harekatına Hint Okyanusunda devam etmiş olup, hem Hamidiye Kruvazörü hem de SMS
Emden’in toplam kat ettiği yoldan daha fazla yol kat etmiş ve bu iki geminin
batırdığından daha fazla gemi batırmıştır. Dolayısıyla Alman suüstü savaş
platformlarının kullanımı ve taktiklerinin içerisinde Hamidiye Kruvazöründen esintiler
olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak yine karşımıza çıkmaktadır.
Hamdiye
kruvazörü’nün uyguladığı taarruzi harekatın Kriegsmarine suüstü platformlarında
kullanıldığı gibi bu taktiğin geliştirilerek sualtı unsurlarda da
kullanıldığını iddia edebiliriz. Balkan Savaşında gerçekleştirilen bu harekatta
Hamidiye Kruvazörü’nün asıl alamet-i farikası düşman unsurlara baskın
düzenleyip, daha sonra bulunmamak üzere ortadan kaybolmasıydı. Yani Balkan
Savaşında Hamidiye Kruvazörü bir ‘’hayalet gemi’’ hüviyetine bürünmüştü.
Her ne kadar denizaltılar 1. Dünya Savaşında kullanımda olsa dahi, efektif ve
caydırıcı unsur olarak asıl 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından
kullanılmaya başlanmıştı. 2. Dünya Savaşında kullanılan Alman denizaltılarını
da müttefik kuvvetler için Hamidiye Kruvazöründe olduğu gibi ‘’hayalet gemi’’
olarak adlandırabiliriz. Bu denizaltıların amacı da aynı Kriegsmarine suüstü
platformlarının olduğu gibi müttefik tedarik zincirinin en önemli halkası olan
konvoyları pusuya düşürerek yok etmekti. Bu çerçeveden baktığımızda
denizaltıların gerçekleştirdiği harekatların mantalite olarak Hamidiye
Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği harekatla 2 yönden benzerliği bulunmaktadır. İlk
benzerlik denizaltıların tespitinin zor olmasından dolayı ‘’hayalet gemi’’
sıfatına uymaları veya yanıltıcı manevralarını daha kolay yapmaları benzerlik
gösterirken, ikinci olarak düşman ikmal hatlarına saldırı ile düşmanın daha çok
önlem alma gerekliliğini ortaya çıkartmaları ve düşman tedarik zincirlerine
vurdukları darbe Hamidiye’nin amacı ile benzerlik göstermektedir. Savaşın ilerleyen
safhalarında bu denizaltılar filotilla halinde saldırılarını gerçekleştirerek
‘’wolfpack’’ (kurt sürüsü) terimini denizcilik tarihine yazdırmış ve
müttefik konvoylarına büyük zararlar vermişlerdir.
Peki
Hamidiye kruvazöründen başlayarak 2. Dünya Savaşına kadar süren bu doktrinin
panzehiri nedir? Başka bir değişle bu doktrin nasıl kullanım dışı kalmıştır?
Bu
sorunun cevabı teknolojinin gelişmesi ile gerçekleşti diyebiliriz. 2. Dünya Savaşında
radar teknolojisinin ortaya çıkması ve bu teknolojinin geliştirilerek
gemilere entegre edilmesi ‘’akıncı harekatı’’ olarak isimlendirebileceğimiz
doktrinin sonunu getirmiştir. Aynı şekilde ilerleyen dönemde uçak gemilerinin
gelişimini hızlandırarak sahada yerini alması da bir başka etkendir.
Denizaltılarda ise sonar teknolojisinin gelişmesi ile birlikte müttefiklerin
Atlantik okyanusunda deniz uçaklarının menzilinin artmasıyla denizaltıların
harekat sahasının daralması ve kolay tespit edilmeleri bu doktrinin sonunu
getirmiştir.
Bu
konuyu biraz daha detaylandırmak gerekirse; Deniz uçaklarının menzilinin
kısıtlı olduğu dönemde uçakların deniz tarama alanlarının yetmemesinden dolayı
Atlantik Okyanusunda kör noktalar olarak niteleyebileceğimiz bölgeler
bulunmaktaydı. Bu durumu Kriegsmarine iyi değerlendirerek bahsi geçen kör
noktalarda önce bireysel, daha sonra kurt sürüsü (wolfpack) şeklinde
denizaltılarını konumlandırabiliyor ve bu bölgede denizaltılar rahat hareket
sahası bularak müttefik konvoylarına büyük zararlar verebiliyordu. Her ne kadar
müttefik kuvvetler konvoyları korumak adına destroyer gücü görevlendirse de
konvoy yine de gemi kaybetmeden yol alamıyordu. Bu konuyla ilgili Tom Hanks’in başrolünü
oynadığı ‘’Greyhound’’ filmini izlemenizi tavsiye ederim. Filmde savaş
sahnelerinden ziyade konvoy koruyucularında (destroyerler) görevli personelin psikolojik
durumlarına ve yaşadıkları strese dikkat ederek izlemenizi öneririm.
Radar
öncesi dönemde yukarıda bahsettiğimiz şekilde akıncı harekatı düzenleyen gemiler
düşman unsurlarını yanıltıcı manevralar yaparak saldırı alanından
uzaklaşabiliyordu. Veya baskını gerçekleştiren gemiyi takip eden düşman
unsurlarını aynı taktikle atlatıp, takipten kurtuluyor ve sonra yeni
hedeflerine doğru yol alabiliyorlardı. Bu tür taarruzlarda düşmanı yanıltmak
için kullanılan bir başka yöntem ise kendi gemilerini düşman gemilerine
benzetme yöntemiydi. Mesela SMS Emden esas olarak 3 bacalı klasik bir Alman kruvazörüyken;
saldırı yapmak amacıyla sahte bir 4. baca ekleyerek kendisini İngiliz
kruvazörlerine benzetme yöntemini seçmişti. Ancak radar teknolojisinin ortaya
çıkarak gelişmesiyle baskın şeklinde taarruz yapmak zorlaştığı gibi bu taarruz
gerçekleştirilse dahi baskın yapan gemiyi takip eden düşman gemilerinin
radarından kurtularak yanıltıcı manevra yapmak pek mümkün olmuyor. Aynı şekilde
baskın yapacak geminin düşman gemisine benzemek için yaptığı kamuflajlar da 2.
Dünya savaşı sonunda işlevini yitirmiştir.
Sonuç
olarak Hamidiye Kruvazörü’nün taarruzi harekatıyla başlayıp; bana göre
Bismarck’ın batışı ile son bulan ‘’akıncı harekat’’ doktrininin panzehiri
teknolojinin gelişimi sonucunda radarların ortaya çıkması ile gelişmeye
başlaması ve sonar teknolojisinin gelişmesiyle gerçekleşmiştir.
Bu
bilgiler ışığında son birkaç yıldır insansız hava araçları üzerinden TSK’nın
oluşturduğu yeni doktrinde Hamidiye Kruvazörü’nün gerçekleştirdiği harekat gibi
ilk adımlarını atarak emekleme dönemindedir. Her ne kadar İHA ve SİHA gibi
platformların sahada başarıları yadsınamaz bir gerçek olsa da alınması gereken
ciddi bir yol ve zorluklar bu doktrinin önünde tüm gerçekliği ile durmaktadır. İHA
ve SİHA’lar Bahar Kalkanı Harekatı, Libya İç Savaşındaki etkinlikleri ve son
olarak Karabağ Cephesinde etkin şekilde kullanılmış olsa da ilgiyle takip
ettiğim Arda Mevlütoğlu kendisine yöneltilen bir soru üzerine
cevapladığı tweetinde İHA sistemlerinin bazı noktalarda yetersizliklerine güzel
bir şekilde değinmiştir. Ben bahsi geçen tweeti doğrudan sizlere aktarmak
yerine biraz kendi yorumumla aktarmak istiyorum:
‘’SİHA
ve İHA’lar katıldıkları harekatlarda her ne kadar başarılı olsa da eğer düşman
hava savunması, iyi bir erken ihbar ve komuta kontrol şebekesi ile idare
ediliyorsa, İHA’lar özellikle alçak irtifa / kısa menzil hava savunma
sistemlerine karşı önemli kayıplar verebiliyorlar. Buna en iyi örnek Bahar
Kalkanı Harekâtı’nda da her ne kadar zayıf olsa da Suriye hava savunması bir
miktar Türk İHA’sı düşürmesidir. Türkiye’nin bu harekat sırasındaki avantajı,
kayıplarını kısa sürede telafi edebilmesi idi.’’
Yukarıda
zikredilen mesajdan anlaşılacağı üzere mevcut İHA/SİHA sistemleri hali hazırda
katıldıkları harekatlarda güçlü bir düşman erken ihbar ve hava savunma sistemi
ile karşılaşmamıştır. Dolayısıyla başarı bir bakıma kısıtlı imkanlara sahip
düşman unsurlara karşı kazanılmıştır. Ancak bu dezavantaj TSK tarafından oluşturulan
bu doktrinin temellerinin zayıf olduğu anlamına gelmiyor. Aynı Hamidiye
Kruvazörü ile ilk defa denenmiş olan bir harekatın 30 yıl boyunca gelişime
uğrayarak uygulamasına devam edilmesi gibi bu doktrinde ‘’panzehiri’’ buluna
kadar gelişerek uygulama alanları bulmaya devam edecektir. Bu gelişim konusunun
ne kadar derinlere gidebileceği hakkında azda olsa fikir sahibi olabileceğimiz
yazılardan birisi de ilgiyle takip ettiğim bir diğer yazar olan @anglachelm’in
şu yazısında (LİNK) kısaca bu sistemlerinin gelişiminin hangi seviyelere gelebileceğine
değinilmektedir:
‘’Havadan
mini drone bırakma konusuna dönersek, bu tip görevleri iki yerine elli uçakla
yaptıklarında her istikametten uçak gemilerine ya da çok yoğun korunan karadaki
perimeter hedeflerine (mesela karargahlar) gelen 2550 adet dronu hangi donanma
hangi ciwsle durduracak? vurulamayan %35-40 hedeflerine ulaştığında o kaybı
hangi askeri mantıkla nasıl açıklayacağız? uzaktan kumandalı oyuncaklarla uçak
gemisi batırılma ihtimali bile koca bir devrin sonunu haber veriyor gibi sanki.
Uzaktan kumandalı oyuncaklarla operasyonel taktik bombardımanın başarısı sayesinde
şimdi stratejik ve naval drone based bombardıman fikri gerçeğe bir adım
uzaklığa geldi.’’
Yukarıda
bahsedildiği üzere insansız hava araçlarının gelişim konusunda önünün açık
olduğu kısa bir örnek ile anlatılmaktadır. Dolayısıyla oluşturulan SİHA doktrininin
başarısı aynı Hamidiye ile başlayan doktrinin gelişerek etkin bir şekilde
kullanılması ve sonrasında radar teknolojisinin devreye girmesiyle yok olması
gibi daha yeni gelişimine başlamış ve ömrümüz yeterse doktrinin safhalar
halinde belki 30 yılda belki de daha kısa sürede gelişimini tamamlayıp daha
efektif şekilde kullanımına şahit olacağımız bir dönem içerisindeyiz.
Aynı
Hamidiye Kruvazörü ile başlayıp 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren
doktrinde olduğu gibi ‘’SİHA Doktrini’’ de aynı evrelerden geçmek
zorundadır. Bu evrelerden tarih boyunca çoğu askeri doktrin de aynı şekilde
geçmiştir. Örneğin ‘’zırhlı gemi çağı’’ olarak niteleyebileceğimiz ve
1900’lü yıllarda başlayıp 2. Dünya Savaşında son bulmuş devasa büyüklükteki
zırhlıların (battleship) panzehiri uçak gemileri ve bunlardan kalkan uçaklar
olmuştur.
Burada
bir başka dikkat edilmesi gereken husus ise bu savaş aletlerinin üretiminden
ziyade etkin kullanımı konusudur. Hamidiye Kruvazörü ve Emden için söylediğim
bir söz vardır:
‘’Denizlerde
iyi mürettebat ve iyi komutayla hiçbir şeyin imkansız olmadığına en iyi örnek
Emden ve Hamidiye’nin gerçekleştirdiği harekatlarla karşımıza çıkmaktadır.’’
Bu
sözden de anlaşılacağı üzere dünyanın en iyi savaş makinesini üretmiş olsanız
dahi bu makineyi kullanacak bilgiye sahip yetenekli personeliniz olmadığı
taktirde bu makineler çöp olmaya mahkumdur. Bu yüzden herkesin makineleri
üreten şahıs veya kurumlardan ziyade bu makineleri efektif ve limitlerinde
kullanan personele odaklanarak taktir etmeleri gerekmektedir. Aynı şekilde
yukarıda saydığımız operasyonları planlayan ve hayata geçiren TSK’nın değerli
kurmay heyetinin de taktir edilmesi gerekliliği bir başka meseledir. Ancak
bizler bu makinelerin kimler tarafından yüzde kaçının yerli üretim olduğuna
takılmış durumdayız. Bu makinelerin, harekatı planlayan ve onu kullanan
personel kadar ‘’değerli’’ olduğunun farkında değiliz. Ayrıca İHA
sistemleri uzun yıllardır gelişimine devam eden ve bizim yeni sayılabilecek bir
zaman diliminde üretimine el attığımız sistemlerdir. Bu sistemler halen bana
göre emekleme aşamasında olup; önlerinde uzun bir yol olduğu aşikardır. Ancak
TSK’nın değerli komutanları bu savaş sistemlerini en efektif ve öldürücü
şekilde kullanmanın yolunu bulmuş ve ilerisi için kapıyı aralamışlardır.
Kısaca;
‘’Bir deli
kuyuya taş attı. Kırk akıllı o taşı çıkartmaya çalışıyor.’’
Bakalım bu taşı ilk kim
çıkartıp kendine avantaj sağlayacak zamanla göreceğiz.
1 Yorumlar
Sonuna kadar zevkle okudum. Çok teşekkürler.
YanıtlaSil