Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-2: Adalar Harekatı
Türk tarihinin en acılı dönemlerinden biri olan Balkan
Savaşlarında yaşanan olaylardan gerek askeri ve gerekse siyasi olarak dersler
çıkarılması ve bu sürecin sebep sonuç ilişkisi içerisinde analiz edilmesi
gerekmektedir. Bu bağlamda, Balkan Savaşlarında Osmanlı Ordusunun hem kara hem
de deniz unsurlarının savaş öncesi ve savaş sırasında yaşadığı yetersizlikler,
yönetim zafiyetleri, yönetim zafiyetlerine bağlı olarak yanlış stratejiler
izlemesi ve bunun sonucu olarak neredeyse İstanbul önlerine kadar gelmiş düşman
ordularının durumu tek tek ele alınması gereken konulardır. İrdelenmesi gereken
bu konular hakkında birden fazla tarafın bulunması ve kapsam olarak çok geniş
bir analiz gerektirmesinden dolayı, ben Balkan Savaşları sırasında üzerinde
fazla durulmamış ve bilginin kara ordularına göre kısıtlı olduğu deniz ayağını
ele almayı seçtim. Her ne kadar Osmanlı Devleti’nin karada yaşadığı bu bozgun
ile tüm Balkanlardaki mevcudiyetini kaybettiği bilinse de aynı durum denizler
içinde geçerlidir. Bahse konu denizlerde ki hakimiyetin yitirilmesi ile
ilgili temel olarak iki ama toplamda üç yazı ile bu konuları derinlemesine
anlatmayı ve irdelemeyi planladığımı daha önce belirtmiştim. Bu yazı
serisinin ilki olan bir önceki yazımda Osmanlı Donanması ile Bulgar Donanması arasında
Balkan Savaşları esnasında yaşanan olaylara değinmiştik. (bkz. Balkan Savaşında Osmanlı Donanması Bölüm-1: Karadeniz ve Marmara Harekatları) Bu yazımızda ise Balkan
Savaşlarında yaşanan, sonuçları günümüze kadar uzanan ve halen siyasi sorunlara
sebebiyet veren Ege Adalarının elden çıkışına ait gelişmeleri siz saygıdeğer okuyuculara
aktarmaya çalışacağım.
Balkan savaşlarının sonucunu özetleyecek olursak; Osmanlı
ordusunun son yüzyılda yaşadığı büyük sıkıntıların sonuçlarının telafi edilemez
boyutlara ulaştığı savaşlar olarak tarif edebiliriz. Bu savaşlar, yüzyıllar
boyu askeri güç olarak Dünya’nın en önemli ordusu konumunda olan Osmanlı ordusunun
gerek kara orduları gerekse deniz gücü bakımından geldiği noktayı göstermesi
açısından bizlere önemli dersler sunmuş ve ilerleyen dönemde vuku bulacak 1.
Dünya Savaşı arifesinde Avrupa Devletleri’nin Osmanlı askeri gücüne olan güvensizliğin
temelini oluşturmuştur.
Osmanlı devleti her ne kadar kara ordusunu temel alan bir
yapıya sahip olsa da aslında bir deniz devletiydi. Osmanlıların denize
açılan kapısı ise Ege Denizi üzerinden Akdeniz idi. Ayrıca Ege Denizi, Anadolu toprakları
ile Balkanların stratejik olarak kesiştiği ana nokta olarak da görülebilir. Balkan
Savaşlarının arifesinde Ege Denizi’nin Kuzey ve Doğusunda Osmanlı hakimiyeti
güçlü iken, Batı ve Güney’in de Yunan hakimiyetinin gücü daha fazlaydı. Burada
asıl önemli unsur Ege Denizinde bulunan adalardı. Çünkü Ege Denizinde bulunan
adalara hâkim olan taraf doğrudan stratejik olarak avantajlı duruma
geçebilecekti. Özellikle Çanakkale Boğazı’nın etrafındaki adalardan Bozcaada,
İmroz, Semadirek ve Limni adaları stratejik olarak en
önemli konumda bulunan adalardı. Boğazlar sisteminin bir parçası olan bu adalar
ilerleyen zamanda vuku bulacak 1. Dünya Savaşında Çanakkale Cephesine karşı
yapılan taarruzlarda da üs olarak kullanılmış ve bu üsler potansiyel tehdit
olduğunu kanıtlamıştır.
Kuzey Ege Adalarını gösteren Piri Reis Haritası |
Balkan savaşında Yunanistan’ın denizlerdeki temel
politikası, Ege Denizini hakimiyeti altına almak, Osmanlı Devleti’nin ikmal
yollarını kapatmak ve dolayısı ile Ege Adalarını işgal etmekti. Yunan
donanmasının Boğaz üzerinde egemenlik kurma çabası özellikle adalarda üstünlük
kurma ve adaları ele geçirme stratejisine dayanmaktaydı. Bu kapsamda, Balkan
Savaşında Yunanistan öncelikle Boğaza yakın adalardan başlamak üzere Ege
Denizindeki Adaları işgal etmiştir. Bu dönemde Osmanlı donanması Ege Denizinde kesin
sonuçlu bir muharebe yapma gücünden yoksundu. Donanma Komutan Vekili Albay
Ramiz Bey eldeki mevcut imkanlar ölçüsünde bölgeyi kontrol altına almak ve Yunan
Donanmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak maksadıyla donanmanın toplu olarak
denize çıkmasını ve taarruz harekâtını planlamış; ancak yapılan muharebelerde
başarı sağlanamamıştır. Balkan Savaşları neticesinde; Osmanlı Devleti tarihinin
en ağır yenilgisine uğramış ve Balkanlarda bulunan topraklarını terk etmek
durumunda kalmış; aynı zamanda Ege Denizindeki üstünlüğünü de kaybederek Ege
Adaları üzerindeki tasarrufunu da kaybetmiştir.
Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın başında gerek askeri ve
gerekse ekonomik olarak eski gücünü kaybetmiş, topraklarını dahi korumakta
zorlanan bir duruma gelmişti. Bu süreçte Sultan Abdülaziz döneminde
denizlerdeki üstünlüğü yeniden ele geçirmek adına, 130 parçalık bir
donanma teşkil edilmiştir. Ancak bu donanma plansız, programsız ve amaçsız kurulmuş,
gerekli teknik kadrolar oluşturulmadan ve ön hazırlık yapılmadan bol miktarda
gemi satın alınarak etkinlikten uzak bir yapı oluşturulmuştur. Bunun yanında
donanmanın uzun süre (2. Abdülhamid dönemi) haliçte âtıl bekletilmesi ve
muharebe gücünden uzak tutulması yaşanan bir başka olumsuzluktur. Bu süreçte
özellikle İngiltere’den birçok gemi satın alınmış, fakat İngiltere, Osmanlı
Devleti’nin Akdeniz’de üstünlük sağlayacak bir donanmaya sahip olmasını
engelleyecek politikalarla Osmanlı Bahriye Nezaretini yanlış yönlendirmiştir.
1910 yılında İngiltere’ye staj için gönderilen Osmanlı Subayları, Trablusgarp
Savaşı başlayınca geri dönmüş ancak İngiltere tarafsızlığını bahane ederek
bu subayların savaşa katılmasını engellemiştir. Bu arada Yunanistan, donanma
konusunda sürekli olarak İngiltere ile işbirliğine gitmiş ve Balkan Savaşı öncesi
Yunan Donanması İngilizlerin desteği ile gücüne güç katmıştır. Savaşın hemen
öncesinde Yunanistan, İngiltere’den 4 muhrip, Almanya’dan da 2 muhrip
satın alarak muhrip sayısını 14’e çıkarmış ve Osmanlı Donanmasının 8
muhribine karşı üstün duruma gelmiştir. Bu konudaki bir diğer sıkıntı ise Osmanlı
gemilerinin bakımsız ve onarıma ihtiyaç duyar nitelikte olmasıdır.
Ahmet İzzet Paşa |
Osmanlı donanmasının bünyesinde bulunan gemiler görece
olarak fazla olmasına rağmen teknolojik olarak dönemin şartlarına göre eskiydi.
Bununla birlikte Yunan donanması, Osmanlı donanmasına göre hem daha modern
gemilerden oluşmakta hem de eğitim bakımından daha üst seviyede bulunmaktaydı.
Yazının başında ve önceki yazıda belirttiğimiz üzere Osmanlı donanmasının
ıslahatı için İngiltere’den getirilen donanma uzmanları hem yanlış
yönlendirmeler hem de eksik eğitimlerle donanmanın gelişimine büyük darbe
vurmuşlardı. Yunan donanması ise aynı dönemde yaptığı ıslahat programı ve doğru
yapılanma ile Balkan Savaşları sırasında fazlasıyla mükafatını alacaktı. Bu
bağlamda; yüzeysel olsa dahi Balkan Savaşları öncesinde Yunan donanmasını
incelemekte fayda vardır.
YUNANİSTAN DONANMASI
Denizcilik kültürü Osmanlılara nazaran
daha köklü olan Yunanistan, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda karada yaşadıkları
bozgunu hafifleten denizdeki başarıları sayesinde kamuoyunu donanmaya yatırım
yapmaya ikna etmekte zorluk çekmeyerek ve Osmanlı İmparatorluğu ile kıyasıya
bir silahlanma yarışına girecekti. Yunan donanmasının, Osmanlı donanmasından en
belirgin farkı personel yetiştirme konusunda hassas davranmaları oldu. Yunanistan,
20. Yüzyılın başlarında Fransız, savaşın hemen öncesinde de İngiliz uzmanların
öncülüğünde donanmayı taarruzi anlayışla yetiştirerek en önemli farkı yarattıkları
söylenebilir.
Georgios Averof |
Yunan donanması yukarıda bahsettiğimiz
donanma personelinin eğitimi dışında yapısal olarak da önemli adımlar
atmaktaydı. Bu adımlardan en önemlisi ise Balkan Savaşları sırasında
belirleyici rol üstlenecek olan Averof zırhlısının Yunan donanmasına
katılmasıydı. İtalya’nın Ansaldo Tersanesi’nde inşa edilen zırhlı kruvazör, Georgios
Averof isimli Yunan vatandaşının 280,000 sterlin bağışının üstüne 680,000
sterlin Yunan Hükümeti tarafından eklenerek satın alındı ve adı bağışçısına
atfen Averof olarak belirlendi. Averof, Osmanlı donanmasındaki vurucu
unsurlar olan Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları
ile kıyaslandığında daha yeni teknolojinin ürünü olması nedeniyle sürat ve ateş
gücü üstünlüğüne sahipti. Burada bir parantez açarak Yunan donanmasının elinde
bulunan Averof zırhlısı ile Osmanlı donanmasının elinde bulunan Barbaros
Hayreddin ve Turgut Reis zırhlılarının karşılaştırılması konusuna kısaca
değinmek istiyorum. Öncelikle Osmanlı donanmasının elinde bulunan Barbaros
Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ile ilgili daha önce
hazırladığım iki yazıyı incelemenizi istiyorum. Bahse konu bu iki gemi 1894
senesinde denize indirilerek Alman Kraliyet Donanması (Kaiserliche
Marine) bünyesinde göreve başlamış ve Trablusgarp Savaşı ile Balkan
Savaşı’nın arifesinde, yani 1910 senesinde Donanma-yı Osmani Muavenet-i
Milliye Cemiyeti’nin gayretleri ile Osmanlı donanmasına kazandırılmıştır. Bu
iki gemi 1906 senesinde İngilizlerin devrim niteliğinde bir tasarıma sahip HMS
Dreadnought zırhlısını denize indirmelerini müteakip teknolojik olarak eski
kabul edilmeye başlanmıştı. Bu yüzden HMS Dreadnought ile 1906 yılında
başlayan ve 1. Dünya Savaşı’nın bitişi olan 1918 yılına kadar inşa edilen tüm
gemiler bu konsept üzerinden tasarlanıp inşa edildikleri için dreadnought (dretnot)
dönemi gemiler olarak adlandırılmıştır. Bu tanımlama kapsamında Barbaros
Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ise predreadnought (öndretnot) gemi
sınıfında sayılmaktaydı. Averof zırhlısı hem teknolojisi hem de yapım tekniği
itibarı ile dreadnought (dretnot) sınıfı bir gemi olup; Osmanlı Devleti’nin
elindeki iki kardeş gemiden kat kat üstün teknolojiye sahipti. Bu üstünlük
sadece hız ve top kalibresi noktasında değil, zırh yapısı, dayanım ve personel
eğitimini de kapsamaktaydı. Bu bağlamda; Yunan donanmasının elinde bulunan bu
zırhlı ile Osmanlı donanmasının elinde bulunan gemiler tamamen iki farklı dönem
ve birbirinden bağımsız konseptleri karşılaştırılmış olmaktadır. Kısaca bu
karşılaştırma elma ile armutu karşılaştırmak gibi bir durum doğurmaktadır.
Averof Zırhlısı |
Konumuza dönecek olursak;
Donanmayı güçlendirmek maksadıyla
Yunanlılar 1912 yılında Avrupa’ya dört komisyon gönderdi. Bunlardan birisi inşa
halinde bulunan dretnot ve altı muhribi kontrol etmek üzere Almanya’da,
ikincisi aynı gemilerin cephane tedarik işlemlerini kontrol etmek üzere
Amerika’da, üçüncüsü Averof zırhlısının cephanesini satın almak üzere
İngiltere’de ve dördüncüsü de Xiphias denizaltısı’nın inşasını kontrol
etmek üzere Fransa’da bulunuyordu. Almanya’da bulunan heyet savaşın başlamasına
3 hafta kala Yunanistan için inşası devam eden muhripler yerine Almanya için
yeni tamamlanmış iki muhribi satın almayı başardı. İngiltere’de bulunan heyetin
de Arjantin adına inşa edilmiş olan dört muhribi satın almasıyla Yunan
donanması altı yeni muhribe kavuşmuş ve böylece zırhlılardan sonra muhriplerde
de Osmanlı donanmasına karşı üstünlüğü ele geçirmiş oldu.
Xiphias Denizaltısı |
Yunan donanması 407 subay, 91
yedek subay, 1175 astsubay, 700 yedek astsubay ve 9.200
erat olmak üzere toplam 11.573 kişiden oluşan insan kaynağı ile
Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun karşısındaki asıl deniz gücü
durumundaydı. Yunanistan Başbakanı Panas, donanmasına olan güvenini ‘‘Donanmamız,
Türklerin Güney Trakya ve Makedonya’daki 400.000 kişilik ordusunu durduracaktır.’’
diyerek belirtecekti. Yunanlı donanma yetkilileri gurur duydukları bu kuvvetin
personelini de taarruzi şekilde teşkilatlandırmışlar ve aldıkları yeni gemileri
de doğru seçmişlerdi.
Balkan savaşı öncesinde Navstathmos’ta
toplanan Yunan Donanması yukarıda bahsettiğimiz planlama neticesinde, iki ana
kuvvete ayrıldı. 1. Filo (Ege Denizi Donanması) Tuğamiral Pavlos Kunduriotis
komutasında amiral gemisi Averof zırhlısı dahil, Leon sınıfı 4 muhrip, Keravnos
sınıfı 2 muhrip ve 1 denizaltıdan oluşurken, 2. Filo (İonya Denizi Donanması) Albay
Cineres komutasında amiral gemisi Spezya zırhlısı dahil, Spezya sınıfı 3
zırhlı, Tyella sınıfı 2 muhrip, Slendon sınıfı 2 muhrip, Niki sınıfı 4
muhripten oluşmaktaydı. Yunan donanması Arnavutluk kıyılarının ablukasını
sağlamak için küçük bir kuvveti de Yunan Denizi’nde görevlendirmişti. Görüldüğü
üzere Bu filolar içerisinde Ege Donanması en güçlüsü olup; 5 Ekim 1912
muharebesi öncesinde Faliron’da toplanmıştı.
Tuğamiral Pavlos Kunduriotis |
Yunan donanması savaşta taarruzi bir
plana sahip olduğunu yukarıda daha önce bahsetmiştim. Bu oluşturulan kuvvetin (Ege
Denizi Donanması) ana hedefi asıl kuvvetleriyle Ege Denizi hâkimiyetini ele
geçirip Çanakkale Boğazı ile Anadolu kıyılarını ablukaya alarak Osmanlı
İmparatorluğu’nun deniz yollarını kesmekti. Böylece Osmanlı Batı ordusunun
denizden destek almasının önüne geçmek donanmanın ana amaçları içerisinde en
büyük yeri tutuyordu. Bu amaç için, Çanakkale Boğazı’nın güneyinde bir deniz
üssü kurarak Osmanlı donanmasının Boğazdan çıkışını engellemek, takip etmek
veya yok etmek, ayrıca Anadolu sahillerinden Trakya ve Makedonya’ya giden
ticaret gemilerinin önünü kesmek amacıyla bölgeye yığınak yapmak, diğer
taraftan Osmanlı kıyılarını vurarak panik yaratmak, Epir ve Makedonya’daki
birliklerinin ikmallerini yapmak ve böylece sürekli Türk tarafına zararlar
verdirmek Yunan donanmasının başlangıçtaki temel stratejisiydi. Bu kuvvetin tali
planı ise Yunan Denizi’ni kontrol altına almaktı. Çünkü bu deniz, daha çok
Yunan nakliyatı için önemli idi. Preveze Limanı’nın işgali de Yunan
donanmasının önemli hedeflerinden biri idi. Bu durumda Yunan donanmasının da
Ege ve Yunan Denizi’nde iki cephede görevlendirilmesi söz konusu olmuş, ayrıca
Osmanlıların Arnavutluk İsyanını bastırmak üzere denizden de asker göndermesi
üzerine bu sularda gemi bulundurmak zorunda kalmıştı.
Yunan donanması ana hedefine ulaşabilmek
için ilk olarak Çanakkale Boğazı’nı kontrol edebilecekleri mesafede bir üsse
ihtiyaçları olduğunun bilincindeydi. Bu kapsamda, öncelikle boğaza yakın
adalardan Bozcaada’yı bir muhrip üssü haline getirerek buradan ikmal yapma
yoluna gitmiş, boğazı gözetleme ve takip görevi alan Yunan Filosu 4 muhrip, 2
torpidobot ve 1 denizaltı ile Bozcaada önlerine gelmiştir. Ancak bölgenin
kontrolünü tam olarak ele geçirme hedefinde olan Yunan donanması sırası ile Limni,
İmroz, Semadirek, Midilli, Sakız Adalarının işgali
için kara ordusu ile işbirliğine başlanmıştır. Bu işgaller sırasında Yunan donanması
Midilli ve Sakız Adaları hariç ciddi bir mukavemetle karşılaşmamıştır.
LİMNİ ADASININ İŞGALİ
Osmanlı İmparatorluğu Ege Denizi’ndeki
adalarda ilk kayıplarını 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını
tanıdığında yaşamış ve Eğriboz (Khalkis), İskiri (Skiros), Şeytan
Adalarını, Yamurgi (Amorgos) Adası da dâhil Kiklad Adaları’nı
Yunanistan’a bırakmıştı. Bu alanlar dışında kalan adalarda ise Osmanlı
hâkimiyeti sürmüştü. Mevcut sınırları ile ‘’deniz imparatorluğu’’
olması gereken ancak deniz hak ve menfaatleri üzerine stratejisi olmayan
Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp Savaşı sırasında 28 Nisan 1912 ile 20
Mayıs 1912 tarihleri arasında, yani bir aydan kısa sürede İtalya tarafından
işgal edilen Menteşe Adaları (Batnoz/Patmos), Lipso (Lipsi), İleryoz
(Leros), Kelemez (Kalimnos), İstanköy (Kos), İncirli (Nisiros), Sömbeki (Syme),
İlyaki (Telos), Herke (Chalki), Rodos (Rhodes), Kaşot (Kasos), Kerpe
(Karpathos), İstanbulya (Astipalaia) ve Meis (Megisti) ile bu denizdeki ilk
büyük kaybını yaşamıştır. Osmanlı hükümeti ise bu kayıp üzerine, silahla
koruyamadığı adalara karşılık ülkede bulunan İtalyan vatandaşlarını sınır dışı
etmekle yetinmiştir.
Trablusgarp Savaşı Sırasında Kaybedilen Adalar |
Balkan Savaşı’nın başlamasıyla birlikte
İtalya ile barış yapmak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu Trablusgarp ve
Bingazi’deki birliklerini geri çektiği takdirde İtalya’nın da adalardan çekilmesi
konusunda anlaşmaya vardı. Ancak İtalya, adaları boşaltması durumunda
Yunanistan tarafından işgale edileceği mazeretiyle adaları boşaltmamış ve
Osmanlı Devleti’nin elinden çıkan bu adalar ne Lozan Konferansı sırasında nede
2. Dünya Savaşı sonrasında bir daha geri alınamamıştır.
Yunan donanmasının daha önce
bahsettiğimiz stratejisi doğrultusunda İlk hedefi Limni Adası olmuştur. Bu
hedef doğrultusunda, Limni Adası’nın işgali için 500 kişilik bir çıkarma
birliği hazırlanarak nakliye gemisine bindirilmiş halde Skiathos Adası
önlerinde bekletilmekteydi. 9 Ekim 1912 günü Yunan Donanma Komutanı 4
muhripten oluşan bir filotillayı Çanakkale Boğazı önlerinde karakol görevine
gönderdi. Kendisi de Averof zırhlısının içinde bulunduğu kuvvetle Limni Adası’nın
merkezi olan Kastro (Mirina) Şehri’nin önüne geldi ve öncelikle adanın teslim
olması için ada mutasarrıfı ile müzakerelere başladı.
Cezayir Bahr-i Sefid vilayetinin 16 Ekim 1912
tarihli telgrafında 7 adet büyük harp gemisinin Karaburun taraflarından
yaklaştıkları ve gemilerin hangi donanmaya ait olduğunun Midilli Liman Reisi tarafından
incelendiği bildirilmişti.
Cezayir Bahr-i Sefid vilayetinin 19 Ekim 1912
tarihli telgrafında ise; 6 parçadan oluşan Yunan düşman filosunun Limni
Limanına gelerek ablukayı genişlettiği, Averof zırhlısından sahile çıkarılan
subay ile ada mutasarrıfının görüştüğü ve bu görüşmede mutasarrıfın, padişahın
iradesine bağlı olduğunu ve adayı teslim etmeyeceğini ve zorla işgal edilirse
bunu protesto edeceği bildirmiştir. Ancak Yunanlı komutanlar tarafından Averof
zırhlısına davet edilen ada yetkilileri ile yapılan görüşmede adanın bir kez
daha teslimi istenmiş ve daha önce tanınan 24 saatlik süre 1 saate
indirilmiştir. Bunun üzerine adanın merkezinde bulunan jandarma ve bir miktar
redif askeri adanın iç kısımlarına çekilerek savunma tertibatı almıştır. Ada
mutasarrıfına verilen talimatta memleketin selameti ve vatan için gösterilen fedakârlık,
neyi icap ediyorsa ona göre hareket etmeleri yönündeydi. Bu arada Bozcaada kaymakamlığından
alınan habere göre bölgede 8 parçadan oluşan Yunan donanmasının hareket halinde
olduğu ve Boğaz girişinde dolaştıkları öğrenilmişti. Cezayir Bahr-i Sefid
Valisi Ekrem Bey (Ali Ekrem Bolayır), 19 Ekim 1912 tarihinde harbiye nezaretine gönderdiği
telgrafta;
“Yunan donanması Limni Adası’nın etrafına geldi ve Ada’nın
teslimini mutasarrıflığa teklif etti. Yunan donanmasının bu cüreti Limni'nin askersiz
bulunmasından ileri geliyor. Midilli’de ve Sakız’da bulunan nizamiye efradının İzmir
Fırkasınca celbine teşebbüs olunması üzerine adı geçen çok sayıda askerin
mutlaka burada bırakılması önceki gün Dahiliye Nezaretine yazılmış idi. Bu
askerlerin öldürülmemesi ve kumandanlarının dahi yanlarında bırakılması için
hemen emir verilmesi gerekmektedir. Midilli’deki kumandan Erkân-ı Harp
Binbaşısı Vasıf Bey bir iki saat sonra gelecek olan vapurla hareket ediyor.”
Mesajı ile Ada’nın işgalinin her an başlayacağını ifade etmekteydi.
Yukarıda bahse konu telgraftan kısa bir süre sonra
görüşmelerin çıkmaza girmesinden dolayı Yunan donanmasına bağlı 20.
Piyade Alayı’nın 2 Taburu Ada’ya çıkartılmaya başlanmıştı. Keşif çıkarması
niteliğinde olan bu ilk çıkarmayı Çimandra Köyüne yapan Yunan donanması
buradan Nera Köyüne ilerleyerek burada Türk askerlerinden 4 jandarma
subayı ve 41 jandarma erini ve bazı köylüleri esir almıştır. Yunan
donanmasının adaya girişinden sonra, Yunan askerleri Kastro Kasabasına
girerek buradaki Türk Mahallesini kuşatmış ve halkı esir almıştır.
Cezayir Bahr-i Sefid Valisi Ekrem Bey (Ali Ekrem Bolayır) |
“Yunanlı kumandanlar karaya asker çıkartmaya başladı.
Kasabadan iki saat mesafede ve askerimizin karargâh olarak kullandığı bölgeyi
istila ederek merkeze doğru ilerlemekte olduğu şu dakikada tahakkuk etti.
Dolayısıyla bu kuvvetlerle irtibatımız kesildi. Yunan kuvvetleri ise Kasaba üzerine
ilerlemektedir. Askerimizin kurtuluşu ve selameti ile hayatımız donanmamıza
bağlı. Son sözümüz ise ''imdat, imdat, imdat''. Ne olursa olsun Osmanlı
Devleti’nin haysiyeti için kendimizi kurban eder ve vatanımın bir parçası dahi
bu kadar adi bir düşmanın elinden hemen alınmalı.’’
Rodos Valisi Ekrem Bey’in, harbiye nezaretine 21 Ekim 1912
tarihinde çektiği telgraf ile Adaların korunması için mutlaka takviye
güçlerin gönderilmesi gerektiği, eldeki mevcut güçlerle adaların savunmasının
mümkün olmadığı belirtilmiştir:
“Düşmanın Mondros Körfezi civarında bulunan Çimandra
Köyüne 500 kadar asker çıkardığı ve kasabadan iki saat mesafede askerin karargâh
kurduğu, mevkiyi istila ederek merkeze doğru ilerlemekte olduğu ve bu
askerlerin merkezle irtibatları kesildiği ve yegâne çarenin Osmanlı Donanması’nın
desteğine kaldığı Limni mutasarrıflığından şimdi alınan telgraf ile
anlaşılmıştır. Adada bulunan kuvvetlerin hiçbir düşmana karşı mukavemette
bulunamaz. İmroz Kaymakamlığından alınan telgrafta dahi Ada’nın bugün yarın Yunan
filosu tarafından işgali muhakkak olarak ön görülmüştür ve Ada’da bulunan
mahalli kuvvetin 13 jandarmadan ibaret olduğu bildirilmiştir.”
Rodos Valisi Ekrem Bey’in, harbiye nezaretine 21 Ekim 1912 tarihinde çektiği telgraf |
Ayrıca Rodos Valisi Ekrem Bey’in çektiği bir başka
telgrafta Limni dışında Midilli ve Sakız’a Yunan askerinin çıkma ihtimaline
karşı Osmanlı Donanması’nın acil olarak Cezayir Bahr-i Sefid Vilayeti’ne gönderilmesini
istemektedir.
İmroz Kaymakamı Lütfü Bey’in 21 Ekim 1912 tarihinde Dahiliye
Nezaretine acilen yazdığı telgrafta; Yunan donanmasının Mondros limanına asker
çıkardığı, 40 kadar askerle savunma yapıldığını, Pire Kariyesini ele
geçirdiklerini, 4 Jandarma askerini esir aldıklarını, şehri de ortadan
çevirmeye başlayarak işgal ettiklerini belirtmektedir. Ayrıca İmroz’un da
işgalinin pek yakında gerçekleşeceğini, bunun için Osmanlı Donanması’nın hızla
yardıma gelmesini istemektedir. Mondros Kaymakamı’nın Dahiliye Nezareti’ne gönderdiği
21 Ekim 1912 tarihli şu telgraf yaşananları açıkça ortaya koymaktadır.
“Üç saattir Limni’den cevap yok. Askerlerimiz düşman
askerleri ile çarpışıyorlar. Şimdi düşman kumandanlığından bir kâğıt aldım.
Yunanlılar teslim teklif ediyor. Telgraf memuru ile yalnızım. Ülkemizin şanını
ayaklar altına almamak için kaçmıyoruz. Bundan dolayı Allah’ın himmetine iltica
ettik. Düşman adaya 2000 asker çıkardı. Yunanlılar 8 ile 10 parçadan oluşan
filo ile adayı ablukaya aldılar. Bundan dolayı Osmanlı'nın şanı ve şerefi için
ölüme intizar ettik.”
İşgalin sırasında, çok
az bir kuvvetle adayı savunmaya çalışan jandarma kuvvetleri bunda başarılı
olamayacaklarını bilerek ve ölümü göze alarak adanın iç kesimlerine doğru
çekilmişler ve yukarıda belirttiğimiz üzere Osmanlı Harbiye Nezaretine yazdıkları
telgrafla acil yardım talep etmişlerdir. Ancak bu taleplerine karşılık
bulamamışlar ve adanın işgaline engel olamamışlardır. Sonuç olarak, ada 22 Ekim
tarihinde tamamen Yunanlıların eline geçmiş ve 23 Ekim 1912 tarihinde Yunan
donanması Mondros limanını bir üs haline getirmiştir. Yunan Ordusu’nun Ada’yı işgali
ile Cezayir Bahr-i Sefid Valisi Ekrem Bey’in Dahiliye Nezaretine 3 Kasım
1912 tarihinde çektiği telgrafta, Limni Adası’nın Yunanlılar tarafından
işgal olunmasının ardından Adadaki memur ve polislerin gözaltına alınarak
nakliye gemileri ile Pire’ye götürüldükleri bilgisi verilmiştir.
SAKIZ ADASININ İŞGALİ
Yunan ordusu kumandanı Selanik’teki 2. Tümen emrinde
bulunan birliklerini hazırlayarak, 21 Kasım 1912 tarihinde Selanik limanında
toplamış ve 23 Kasım günü Sakız Adası önüne gelerek Kondari Mevkiinde
çıkarma harekâtına başlamıştı. Bu arada Yunan ordusunun işgal ettiği adalardan Kolimnoz’da
kiliselerde Yunan Kralı adına dini ayinler yapıldığı ada halkının bir kısmının
sadık davranmadığı bilgisi Sakız Mutasarrıfı Fevzi Bey tarafından Dahiliye
Nezaretine bildirilmişti. İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanı Miralay Mahmut Bey,
24 Kasım 1912 tarihinde çektiği telgrafta; sakız adasının teslimini
isteyen Yunan donanmasının, bir Bahriye Yüzbaşısını adaya çıkararak Yunan donanma
kumandanından talimat almak üzere bir heyetinin gemiye gelmesini bildirdiği,
bunun üzerine tahrirat müdürü, müftü ve metropolit ve bir tercümandan oluşan
heyetin gemiye gönderildiği fakat bir sonuç alınamadığı bildirilmişti.
Yunan donanmasının bu ilk çıkarmasının ardından Yunan birlikleri
Sakız Adası’nın içlerine doğru ilerlemeye başlamış ve ilk çatışmalarda 6
askerimiz şehit olmuş ve 16 yaralı verilmişti. Ayrıca bu çatışma sırasında 22
askerimizde esir düşmüştü. Adayı savunan askerlerin dağlık bölgelere
çekilerek mücadele etmesi Yunan askerlerinin işini zorlaştırmış ve işgali
geciktirmiştir. Sakız mutasarrıfı Nazım Bey, 26 Kasım 1912 tarihinde Dahiliye
Nezareti’ne çektiği telgraf ile Sakız Adası’nın durumunu şu şekilde
açıklamaktadır.:
“Bir gün muharebeden sonra Kasaba’nın tahliyesi
savunmamız için askeri olarak daha münasip görülmesi üzerine tüm kuvvetlerimiz
ile bendeniz ada içerisine çekildik. Bilumum jandarma zabit ve efradı ile polis
komiseri benimle beraberdir. Düşman kuvvetinin bir kısmı Karies Kariyesi’ni
işgal etmiş ise de hâkim bölgeleri tutmuş olan askerlerimiz düşmanın
ilerleyişini durdurmuştur. Düşman kuvvetleri hali hazırda iki torpidobotun
himayesinde ilerlemesini sağlamış bulunmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı donanmasının
gerçekleştireceği bir harekât düşmanın perişan olmasına neden olacaktır.”
Çeşme Liman Reisi Osman Bey, 25 Kasım 1912 tarihinde
Başkumandanlık Vekaleti’ne çektiği telgrafta Sakız Adası’nın bombalanmaya
başlandığını şu şekilde bildirmektedir;
“Yunanlıların iki gemisinden beşer kez ateşlenen topların
sesinden anlaşıldığı kadarıyla Yunan gemilerinde bulunan topların 12 santimetre
çapından fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Bu gemiler sabahleyin Sakız’ı bombardımana
tuttuğu ve ahalinin ayaklar altında bulunduğu maruzdur.”
Çeşme Liman Reisi Osman Bey, 25 Kasım 1912 tarihinde Başkumandanlık Vekaleti’ne çektiği telgraf |
Bu telgrafın hemen ardından aynı gün çekilen bir başka
telgrafta Sakız Adası’nın işgal edildiği ilan edilmiştir.
Sakız Adası’nın işgali ile birlikte bölgede başlayan
mücadele sırasında İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığına yollanan bir emirle, Yunanlıların
Sakız’dan sonra Çeşme, Urla ve Sığacık’a asker
çıkarabilecekleri, bu bölgenin süratle takviye edilmesi ve korunması yönünde
tedbir alınması bildirilmiştir. Bu emrin hemen sonrasında gerekli önlemler
alınmış ve bölgeye takviye birlikler yollanmıştır. Bu birliklerden; Ödemiş
Taburu sahilin muhafazası için görevlendirilmiş, Nazilli, Denizli,
Çivril Tabur’larına sahilin güvenliği için Soma Alay’ından 600,
İzmir Alay’ından 800, Muğla Alay’ından 1000
mevcutlu 3 Muvazzaf Taburu ve Mekkari Tabur’undan 250 mevcutlu
bir Muvazzaf Bölüğü ile takviye edilmiştir. Ancak bu taburların silah ve
malzemelerinin bir kısmı yeni kurulan Taburlara gönderildiği için, elbise ve
silah ihtiyacı olduğu karargâha bildirilmiştir.
Çeşme Liman Reisi Osman Bey, harbiye nezaretine 29 Kasım
1912 tarihli telgrafında Sakız Adası’nın 6 gündür kuşatma altında olduğunu
ve muharebenin bütün şiddeti ile devam ettiğini bildirmektedir. Yine aynı
makamdan 3 gün sonra çekilen bir başka telgrafta ise Alay bandırası ile
donanmış ve içerisi asker yüklü bir nakliye gemisinin Sakız önlerine geldiği ve
muharebenin devam ettiği bildirilmektedir. Ertesi gün güneşin doğması ile
birlikte Sakız’da şiddetli bir muharebenin başladığı rapor edilmiş ve top
atışlarının adayı zor durumda bıraktığı bilgisi iletilmiştir. Donanma Kumandan
Vekaletine yollanan 3 Aralık 1912 tarihli telgrafta; Sakız Adası’nın üstünde
top dumanlarını görüldüğü Ilıca Körfezi, Karaburun ve Çeşme istikametinde
dolaşan bir Yunan nakliye vapurunun Sakız bölgesine doğru ilerlemekte olduğu ve
Yunan torpidobotlarının bölgede gözetleme faaliyetleri yaptığı, sık sık Çeşme ve
civarını projektörlerle inceledikleri bildirilmiştir. 13 Aralık 1912
tarihinde Sakız limanına iki Yunan nakliye gemisi daha geldiğinden, Ada’nın
Batısı ve Limni Körfezi istikametinden iki torpidobot ve kruvazörle çift yönden
taarruz hareketine geçecekleri anlaşılmış ve bu yönde tedbir alınmaya
çalışılmıştır. Burada yapılan muharebede az miktarda şehit ve yaralı verilmiş,
topçularımız tarafından yapılan taarruz atışlarında düşmana zayiat
verdirilmiştir. Limni istikametinde ise düşmanın zayiatı çok daha fazla
olmuştur.
20 Aralık 1912
tarihinde Yunan Ordusu adada ilerlemiş ve Türk kuvvetlerinin bir kısmını esir
almıştı. Esir alınan 1800 er ve 37 subaydan oluşan birliklerimiz
derhal gemilere bindirilerek önce Epir’e, oradan da Selanik’e nakledilmişlerdi.
Bu işgal sırasında Yunan ordusunda 2 subay ölü, 6 subay yaralı, 37
er ölü, 160 er yaralı zayiatı tespit edilmiştir. İzmir Kuvve-i Mürettebe
Kumandanının, Başkumandanlık Vekaletine çektiği 22 Aralık 1912 tarihli
telgrafta; düşman gemilerinin çocuk ve kadınların yoğun olarak bulunduğu Profitis
Kariyesini bombardıman ettiği ve birçok kişinin öldüğü bilgisi verilmiş,
ayrıca Yunanlıların bölgede yaşayan halkı toplayarak Makedonya Vapuruna doldurduğu
bilgisi verilmiştir.
İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığına çekilen 1 Ocak 1913
tarihli telgrafta ise Sakız’ın teslim olmaması şu şekilde emredilmiştir.
“1 Ocak 1913 Sakız Kumandanlığına iletilen
emir ve talimat münasiptir. Donanma-yı Hümayun Adalar denizine çıkmak üzere
bulunduğundan Sakız’daki müfrezenin bir müddet daha sabrederek vakit kazanması
önemlidir. Teslim katiyen caiz değildir. Kumandanlığa tebliği tavsiye olunur.”
Ancak bu emre rağmen Sakız Adası savunulamamış ve 3 Ocak
1913 tarihinde ada tamamen teslim olmuştur.
MİDİLLİ ADASININ İŞGALİ
İzmir Vilayet’i Kuvve-i Mürettebe Kumandanı 22 Kasım 1912
tarihli çektiği telgrafta, 21 Kasım 1912 günü Yunan Donanması,
Midilli’ye asker çıkararak adayı işgale başlamış ve adadaki mevcut askerlerin
dağlara çekildiği bilgisi verilmiştir. Çıkarma yapan 1600 kişilik Yunan birliği
Midilli şehrinin içinde bulunan belirli noktaları ele geçirmiş ve ileri
karakollar oluşturarak gözetleme faaliyetine başlamıştı. Bu ilk çıkarmanın
ardından adaya, 210 kişilik Midilli Bölüğü, 165 kişilik Piyade
Bölüğü, altı adet dağ topu bulunan batarya gönderilmiş ve ilk etapta Yunan birliklerinin
toplam sayısı 3175’e çıkmıştı. Bahr-i Sefid Boğazı Kuvve-i Mürettebe
Kumandanından alınan 25 Kasım 1912 tarihli şifreli telgrafta ise; Midilli
Adası’nın işgalinin başladığı şu şekilde bildirilmektedir:
“24 Kasım 1912 günü güneş batmadan bir
saat evvel Ayvalık Limanına gelen İngiliz bandıralı bir motordan alınan
malumatta Yunan donanmasının Midilli Adası’na 3400 tam donanımlı asker
çıkardıktan sonra sağ salim ayrıldığının anlaşılmış olduğunu Ayvalık Liman
Reisi bildirmektedir.”
Karasi Mutasarrıfının, 1 Aralık 1912 tarihinde Dahiliye
Nezareti’ne yolladığı telgrafta Midilli civarında Yunan donanmasının
faaliyetleri hakkında şu bilgileri vermektedir.
“30 Kasım 1912
akşamı saat 15:00’da Midilli’de bulunan Yunan donanmasından küçük büyük 5
geminin arkalarına bağladıkları mavnalarla birlikte Bababurun istikametine
gittikleri, mavnaların Midilli’deki tüccar mavnaları olup onlardan iskele
yapmak maksadıyla yüzen bir köprü oluşturdukları bilgisi verilmiştir. 8 Aralık günü
Türk Birlikleri teslim kararı almış ve 10 Aralık günü de merkezde toplanan
esirler Molivan’a nakledilmiştir.''
Yapılan muharebelerde Yunanlılara az da olsa kayıp
verdirilmiş, 1 subay ile 8 er ölü, 1 subay ile 80 er
ise yaralı olarak muharebe sona ermiştir. Midilli Mevki Kumandanı tarafından, Harbiye
Nezaretine çekilen 16 Aralık 1912 tarihli telgraftan anlaşıldığı üzere, Osmanlı
donanması bu bölgeye henüz ulaşmamış ve muharebeye başlamamıştır. Ayrıca Ayvacık
bölgesinde bulunan top, cephane ve mühimmatın güvenli vasıtalarla Midilli’deki
Müfrezeye nakli istenmiş, düşmanın müfrezeyi sardığı ve Ada’nın işgalinin
başladığı, donanmamızın acil olarak yardıma gelmesi gerektiği bildirilmiştir.
Midilli’de bulunan Osmanlı askerleri ile Yunan askerleri
arasında 19 Aralık 1912 tarihinde yaşanan şiddetli çarpışmalar
neticesinde, Osmanlı askerleri teslim olmak zorunda kalmış ve Ada’nın işgali
hızla devam etmiştir. Bu arada Osmanlı donanması tüm yardım çağrılarına rağmen
bölgeye ulaşmamıştır.
Sonuçta, Midilli Adasındaki Osmanlı kuvvetleri 20 Aralık
1912 tarihinde teslim olmuş ve ada tamamen işgal edilmiştir. 21 Aralık 1912
tarihinde Midilli Adası’nın Yunan askeri birliğinin kumandanı ile Türk
komutanlar arasında bir protokol imzalanmış ve bu protokole göre, Osmanlı subaylarının
barış sağlanıncaya kadar adada kalmalarına ve kılıç taşımalarına müsaade
edilmiş, Osmanlı esirlerinin silahları ile birlikte teslim olmaları ve
iaşelerinin Yunan hükümetince karşılanmasına karar verilmiştir.
24 Aralık 1912
tarihinde Donanma-yı Hümayun Kumandanlığına çekilen telgrafta; Midilli’ye çıkan
800 Yunan askerinin köylerde bulunan Müslüman halkın can, mal ve ırzına
geçtikleri, eşyalarını yağmaladıkları bilgisi verilmiş ve bu tehlikenin başka
bölgelere de yayılabileceği ve acilen yardıma gelinmesi talep edilmektedir. 26
Aralık 1912 tarihinde Çeşme’den çekilen telgrafta işgal karşısında Osmanlı donanmasının
gelmeyişi şu şekilde anlatılmaktadır;
“Rumeli’nin muazzez
toprakları İslam kardeşlerimizin çoluk çocukları zalim düşmanların ayakları
altında çiğnendi. Birçok vatan evladı ve masum halk şehit oldu. Yunan gibi bir
devlet posta vapurlarını kruvazör, istimbotlarını torpidobot yaparak
adalarımızı işgal ederek, askerlerimizi dağların tepesinde avlıyor. Buna da
kani olmayarak Anadolu’da bulunan limanlarda filikalara varıncaya kadar deniz
vasıtalarımızı topluyor. Boğazda Yunan donanmasını perişan eden donanmamız
aradan günler geçti gözlerimiz gece gündüz Yunan gemilerinden başka bir şey
görmüyor. Millet donanmayı bugün için beslemiyor mu? Yoksa bunları Bizans surları
önünde geçit merasimi için mi saklayacağız. İşte biz Çeşmeliler eğer donanmamız
gelmezse düşmanın ayakları altında çiğnenmeden hicrete mecbur olacağımızı arz
ediyoruz.”
26 Aralık 1912 tarihinde Çeşme’den çekilen telgraf |
DİĞER ADALARIN İŞGALİ
Aydın vilayetinden Harbiye Nazırı namına Müsteşar
Selahaddin Bey’e gönderilen 17 Mart 1913 tarihli telgrafa göre; 15 Mart
1913 tarihinde Yunan donanmasının Sisam adasına 400 asker çıkardığı
ve adayı işgal ettiği bilgisi verilmiştir.
İzmir Kuvve-i Mürettebe Kumandanlığından çekilen 18 Mart
1913 tarihli telgrafta ise; 4 Mart akşamı itibarı ile iki Yunan torpidobotunun
Meis Adasına gelerek adayı işgal ettiği, adada sadece bir bölük
muhafızın olduğu, bu askerlerinde adanın işgalini engelleyemeyeceği ve yardım
edilmesi gerektiği bildirilmiştir. 31 Ekim 1912 tarihinde Yunan donanması
İmroz, Taşoz, Bozbaba (Strati) adasını işgal etmiştir.
1 Kasım 1912 tarihinde Semadirek adasını işgal etmiştir. Yunan
donanması daha sonraki günlerde, 6 Kasım 1912 tarihinde Averof zırhlısı
ile Karaburunu bombalamış, 7 Kasım 1912 tarihinde Bozcaada’yı, 17
Kasım 1912 tarihinde Nikarya adasını, son olarak, 15 Mart 1913
tarihinde Sisam Adasına giren Yunan güçleri, ada halkının coşkun
tezahüratları eşliğinde karaya çıkarak herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan
adayı zapt etmiş, böylece Ege Denizinin bütün adaları Yunanistan tarafından
işgal edilmişti. İşgal edilen adaların bazılarında haberleşme ağı olmadığı için
işgalden geç haber alınmış ve bu adalar kaderlerine terk edilmiştir.
1 Kasım 1912 tarihinde Semadirek
Adasının işgalinden hemen önce Selanik Limanı önündeki engelleri aşan bir Yunan
torbidobotu gizlice limana girerek Feth-i Bülent Korvetini batırmıştır. Feth-i
Bülent korvetinin nasıl batırıldığı ile ilgili detaylara girerek Osmanlı
ordusunun acziyetini birde bu olay üzerinden değerlendirmekte fayda var.
Feth-i Bülent Korveti |
FETH-İ BÜLENT KORVETİNİN BATIRILMASI
Selanik Limanı, 4 adet 210 mm’lik, 6
adet 87 mm’lik top ile Feth-i Bülent korvetinden sökülen 4 adet 150 mm’lik, 4
adet 75 mm’lik ve 4 adet 57 mm’lik olmak üzere toplam 22 parça top ile
savunulan müstahkem bir limandı. Ayrıca büyük tonajlı gemilerin limana
girmesine mâni olmak için iki de mayın hattı mevcuttu. Yeterli topa sahip
olmasına rağmen bunların limanı koruyacak şekilde konuşlandırılmamış olmaları,
gece ihtiyaç duyulan ışıldak sisteminin yetersizliği ve gözetleme ekipmanlarının
olmaması liman savunmasının zaafları arasındaydı. 31 Ekim 1912 sabahı
Feth-i Bülent, Beşçınar mevkii karşısında bulunan mendireğin yaklaşık 200
metre dışında demirli bulunuyordu. Trablusgarp savaşı esnasında limanda
bulunan gemilere İtalyan donanmasına ait gemilerin limana girmesi durumunda
kendilerini batırmaları emredilmişti. Balkan Savaşı ile birlikte ilave bir emir
verilmemişti.
Donanma ana kuvvetini Ege Denizi’ne sevk
eden Yunanlılar, Adriyatik’te kalan unsurları ile de harekât icra ediyordu. Bu
harekatlar kapsamında bir Yunan torpidobotu gece yapacağı operasyon için 31
Ekim 1912 günü Selanik Körfezi’nde bulunan Katerin Kasabasına geldi
ve Aynı gün akşamı saat 21:00’da Selanik Limanı’na doğru harekete geçti.
Topları sökülen Feth-i Bülent korvetinde mürettebat olarak 13 subay ve 9 er
bulunmaktaydı. Mürettebatın elinde gemisini savunacak sadece 9 mavzer tipi
tüfek vardı.
Emniyet tedbiri olarak liman ağzında
filikalarla Müstahkem Mevki Komutanlığı tarafından devriye yapılarak Feth-i
Bülent korveti korunuyordu. Ancak Feth-i Bülent herhangi bir karakol
vasıtası çıkarmadığı gibi ışıldak ile gemi etrafında olası tehditlere karşı bir
tarama da yapmıyordu. Saat 22:30 civarında Yunan torpidobotu liman
ağzına geldi. Liman giriş şamandırasının yerinde bırakılması Yunan
torpidobotunun girişini kolaylaştırdı. Yunan torpidobotu şamandıranın batısından
geçerek yaklaşık bir saat sonra Feth-i Bülent’in sancak tarafında belirdi. Yunan
torpidobotu saat 23:35’te sancak kovanından ve 150 metre mesafeden ilk
torpidosunu ateşledi. Torpido Feth-i Bülent’in kazan dairesine isabet etti.
Yunan torpidobotu Feth-i Bülent’e attığı ikinci torpido ve limanda demirli olan
silahlı yatı hedef aldığı üçüncü torpidolarda ise isabet sağlayamadı. Bulunduğu
yerde karaya oturan Feth-i Bülent’te bu saldırı neticesinde, gemi imamı ve 6 er
şehit oldu. Bu operasyondan sonra Yunan Torpidobotu limana girdiği yerden
çıkarak karanlıkta gözlerden kayboldu. Oldukça eski ve makinesi arızalı olan,
topları sökülmüş ve neredeyse eğitim atışı için hedef haline getirilmiş olan
Feth-i Bülent’in batırılması deniz gücü açısından önemsiz olsa da korunaklı bir
limanda böyle bir harekât Yunanlılar için cesaret, Osmanlılar için ise
ihmalkârlık göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Feth-i Bülent Korvetini Batırılmasını Gösteren Bir Tablo |
Feth-i Bülent Korvetini Batırılmasını Gösteren Bir Propaganda Broşürü |
Limanda bulunan silahlı yat daha sonra
Yunanlıların Selanik’e girmelerinden evvel Kızılay hastane gemisine çevrildi. Ancak
Selanik’i teslim alan Yunan Prensi, hastaneye çevrilen yatın hastane gemisi
olduğunu kabul etmeyerek 17 Kasım’da gemiye Yunan bayrağı çektirdi. Sürat,
Selanik ve Teslihat römorkörleri 27 Kasım 1912 tarihine kadar
limana giren tarafsız gemilere kılavuzluk ettiler. Bu tarihte Fransız kruvazörü
Sürat römorkörünü, Selanik römorkörü de Teslihat römorkörünü yedeğine alarak
limandan ayrıldı. Fransız kruvazörü römorkörlerimizi Çanakkale Boğazı girişine
kadar getirerek burada serbest bıraktı. Seddülbahir önlerine geldiğinde
römorkörler Fransız bayrağını indirerek ederek Osmanlı bayrağını çekti ve
boğazdan içeri girdi.
DENİZ MUHAREBELERİ ÖNCESİ GELİŞMELER
Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey 25
Kasım 1912 tarihinde Başkomutan Vekiline 3 rapor göndermişti. Bu raporlarda
özetle görev verilen gemilerin durumları hakkında bilgiler verirken görevlerini
yapamayacaklarını belirtiyordu. Başkomutan Vekili Nazım Paşa ise
raporlarda belirtilen hususlarda öne sürülen nedenlerin gemilerin durumundan
değil Albay Tahir Bey’in savaşmak istememesinden kaynaklandığını düşünüyordu.
Bu nedenle 27 Kasım ve 29 Kasım günlerinde iki defa Donanma Komutan Vekilinin
değiştirilmesini Bahriye Nezaretine teklif etti. 7 Aralık’ta donanma Komutan
Vekili Albay Tahir Bey görevinden alınarak yerine yardımcısı Albay Ramiz Bey atandı.
Başkomutan Vekili Nazım Paşa |
Donanma üzerinde Ege Denizi’ne çıkması
için baskıların arttığı günlerde komuta kademesinde yapılan bu değişikliğe
ilaveten teşkilat yapısına da Başkomutanlık Vekâleti tarafından müdahalede
bulunuldu. Osmanlı İmparatorluğu Berlin Elçisi Ali Nizami Paşa denizcilik
alanındaki gelişmelere karşı ilgisiyle tanınıyordu ve bu sayede Alman Büyük
Amiral Von Tirpitz ile arkadaşlık kurmuştu. İkili arasındaki bir görüşmede
Amiral, Ali Nizami Paşa’ya Osmanlı donanması Averof zırhlısından çekindiği için
Ege Denizi’ne çıkamıyorsa görevlendireceği bir Alman deniz subayının emrine 4
muhrip verilmesi halinde bir gece harekâtı ile Averof’u batırabileceğini
söylemişti.
Elçi durumu İstanbul’a aktardığında
teklif Başkomutan Vekili tarafından hemen kabul edildi ve donanmadan 4 muhrip
ayrılarak Müstakil Fırka adıyla bir görev kuvveti oluşturuldu. Ancak
Almanya’dan gelen subay emrine verilen muhripleri inceledi ve ‘‘Bunlarla
ile hiçbir harekât yapılamaz!’’ diyerek görevi kabul etmedi. Durum
karşısında geri adım atmayan Başkomutanlık Vekâleti 11 Aralık 1912
tarihinde gemisi onarımda bulunan Yüzbaşı Rauf Bey’i (Rauf Orbay) Müstakil
Filotilla komutanlığına atadı. Müstakil Filotilla; Yadigâr-ı Millet, Muavenet-i
Milliye, Basra ve Taşoz muhriplerinden kurulmuştu. Yüzbaşı
Rauf Bey emrine verilen filotillaya 12 Aralık 1912 günü Marmara
Denizi’nde torpido atışları yaptırdı. Talimler sonrası Başkomutanlık Vekâletine
gönderdiği raporda atışların başarılı olduğu ve personelin maneviyatının yüksek
olduğunu bildirdi.
Basra Torpidobotu |
Yadigâr-ı Millet Muhribi |
Aynı gün saat 08:30’da
Seddülbahir önlerinde devriye görevi yürüten Sultanhisar torpidobotuna boğaz girişinde
gözetleme görevinde bulunan 3 Yunan muhribi tarafından 7000 metre mesafeden beş mermi atıldı. Donanma Komutan
Vekili’nin bu olaydan ancak Sultanhisar limana döndükten sonra saat 09:40’da
haberi oldu. Haber alınır alınmaz derhal Mecidiye’ye hareket emri verildi. Saat
10:20’de hareket eden gemi saat 11:30’da boğazdan çıktı. Boğazdan
çıkan Mecidiye kruvazörü önce Muarız Körfezi ile İmroz Adası
istikametinde düşmanı aradı. Bu bölgede düşmana rastlamayınca Beşige
önlerine yöneldi ve saat 13:30’da 4 Yunan muhribi ile temas sağladı.
Yaklaşık bir saat uzak mesafeden topçu düellosu sonucu muhripler ateş keserek
uzaklaşınca Mecidiye de saat 16:45’de Nara Limanı’na döndü. Başkomutan
Vekili Nazım Paşa 15 Aralık 1912 tarihinde Mecidiye’nin düşman üzerine
tek başına sevk edilmesini eleştiren bir telgraf ile Donanma Komutan Vekilini
ikaz etti.
Savaşın başlamasının üzerinden iki ay
geçmesine rağmen Osmanlı donanması henüz Ege Denizi’ne çıkamamış aksine Yunan
donanması bu denizde sürekli hareket halinde bulunmuştu. Kara savaşlarındaki
bozguna bir de Ege Adaları’nın kaybedilmesi eklenince İstanbul’da siyaset
ortamı gerilmiş ve hükümet tarafından kamuoyunu yatıştırmak maksadıyla
donanmanın Ege Denizi’ne çıkarak Yunan donanmasını arayıp bulması ve imha
etmesi çare olarak düşünülmüştü. Bu düşünce Bahriye Nazırı tarafından donanmaya
gönderilen mesajdaki ‘‘İstanbul’da kamuoyu hükümetin geleceğini mutlaka
donanmanın Ege’ye çıkmasına bağlı olduğunu söylüyor’’ cümlesiyle açıkça
ifade edilmişti.
Yeni göreve atanan Albay Ramiz Bey, 14 Aralık 1912
tarihinde toplanan harp meclisi, Ege Denizinde yapılacak olan muharebe ile
ilgili durumu gözden geçirerek muharebenin esaslarını tespit etmişti. Yapılan
görüşmede Osmanlı ve Yunan donanmalarının kuvvet mukayeseleri ele alınmış ve Yunan
donanmasının sürat ve teçhizat açısından üstünlüğü ortaya çıkmıştı. Bu
üstünlüğü ortaya koyan belirleyici faktör ise Averof Zırhlısının hız ve atış
kabiliyeti bakımından Barbaros Hayreddin zırhlısından daha kapasiteli olması
olarak değerlendirilmişti. Ancak Osmanlı donanması da bölge olarak kendi
müstahkem mevkiinde bulunması açısından durum üstünlüğüne sahipti. Neticede
harp meclisi her türlü sıkıntıya rağmen muharebe yapma kararı almış, bu kararı
almalarında Bahriye Nazırının emir ve telkinleri etkili olmuştu. Osmanlı harp
meclisi, Ege Denizinde muharebeye karar verdikten sonra elindeki gemilerin
durumunu tekrar incelemiş ve Mesudiye ile Asar-ı Tevfik gemilerinin
bakımsız ve az sürat yapmalarından dolayı savaş dışı bırakılmalarına, bunun
yanında Karadeniz filosunda bulunan Berk-i Satvet Torpido Kruvazörü’nün muharebeye
dahil edilmesine karar vermişti. Ancak savaşın ilerleyen safhalarında zor
durumda olan Osmanlı donanmasının takviyesi için Mesudiye ve Asar-ı Tevfik gemileri
de bu Adalar bölgesindeki harekatlara iştirak etmek üzere bu bölgeye
çekilecekti.
İMROZ DENİZ MUHAREBESİ
Osmanlı donanması, yukarıda zikrettiğimiz karar
çerçevesinde oluşturulan filo ile Çanakkale Boğazı'na intikal etmiş, boğaz dışına
yapılan çıkışlarda sık sık Yunan gemileri ile karşılaşılması sonucu Osmanlı
donanmasının, Yunan donanmasına karşı dezavantajı bir kez daha görülmüştü. Bu
dezavantajda en büyük pay sahibi ise Yunanların Averof zırhlısı idi. Önceki
yıllarda Yunanlıların Averof atağına karşı Osmanlılar zırhlı Alman Kruvazörü SMS
Blücher veya Ağır Kruvazör SMS Moltke tipinde bir gemi almaya
çalıştılarsa da fahiş fiyatlar ve bu gemilerin maliyetinin karşılanamayacak
olmasından dolayı bu planı rafa kaldırılmış, onun yerine 2.el ve 1890'lardan
kalma Alman donanmasından emekli edilmiş olan SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm
(Barbaros Hayreddin) ve SMS Weissenburg (Turgut Reis)
gemileri alınmıştı. (bkz: Barbaros Hayreddin Zırhlısı) / (bkz: Turgut Reis Zırhlısı) Osmanlı
İmparatorluğu, hem finansal sıkıntılar hem de diğer nedenlerden dolayı teknolojiyi
takip edememiş ve bu durumun acısını Balkan Savaşında çok kötü ödeyecekti.
Dahası 1912 yazına gelindiğinde, donanmada bulunan bu gemiler ile birlikte
diğer gemilerinde çoğu finansal sıkıntılarından dolayı ihmal edilmişti.
Gemilerin çoğunda telefonlar çalışmıyor, mühimmat asansörleri ve mesafe
ölçerler yerinden sökülmüş, pompalar korozyona uğramış, su geçirmez kapılarının
çoğu artık kapanmaz durumdaydı. Balkan savaşı sırasında ise bu eksiklikler tam
olarak kapatılamadığı gibi personelin eğitimi ve taktik bilgisi de son derece
yetersizdi. Zira Osmanlı Devletindeki siyasal karışıklıklar, bozuk ekonomik
durum ve mektepli (asker kökenli ve askeri okullardan mezun reform isteyen genç
ama tecrübesiz subaylar) ile alaylı (asker kökenli olmayıp erlikten başarıları
nedeniyle yükseltilen veya padişah tarafından atanan reformlara karşı kimseler)
çekişmesinden doğan etkenler donanmadaki reformları da ciddi manada
etkilemişti. Ayrıca Balkan Savaşı öncesinde Osmanlı donanmasında görevli İngiliz
ıslah heyetinden Arthur Limpus’un sadarete samimiyetiyle verdiği; savaş
öncesinde Osmanlı donanması ile Yunan donanmasının kapasitelerinin
karşılaştırılması ve harbin sonunda elde edilecek avantaj ve dezavantajlarına
dair raporu önemli idi. Bu rapor Limpus’un kendi hükümeti tarafından da
baskı altında tutulduğunu göstermektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz Osmanlı donanmasının içinde bulunduğu
tüm olumsuzluklara karşı Ege Denizine çıkma kararı alması bir bakıma hem
zorunluluk hem de karşısında bulunan Yunan donanmasının gücünden dolayı bir
intihar göreviydi. Ayrıca tüm harekât planlarının detaylı şekilde önceden
yapılmamış olması bir başka dezavantajı beraberinde getiriyordu. Bu dezavantaj
ise kaşı tarafın harekât planlarını iyi değerlendirilmeden yapılmış olmasıydı.
Bununla birlikte yazının başında belirttiğimiz üzere Yunanlılar derslerine iyi
çalışmış ve Osmanlı donanmasının yapabileceği her hareketi en ince ayrıntısına
kadar değerlendirmişti. Dolayısıyla Yunan donanmasının bu savaş sırasında çok
iyi teşkilatlandığı ve her duruma hazırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Haliyle
Yunanlılar, Osmanlı donanmasının savaş sırasında boğazlardan çıkarak bir
harekât düzenlemesini bekliyorlardı. Bu bağlamda; Yunan Donanması 16 Aralık
1912 sabahı saat 06:00’da ana kuvvet; 4 Zırhlı (Averof, Spezya,
Hydra, Psara) ve 4 Muhrip (Leon, Panter, Yeraks,
Aetos), Karakol Grubu; 3 muhrip (Velos, Doksa, Aspis)
ve Bozcaada’da ikmal yapan 6 Muhripten oluşan Muhrip Filotillası olarak
teşkilatlanmıştı. Bu kuvvetin başında ise Tuğamiral Pavlos Kunduriotis bulunmaktaydı.
Hydra Öndretnotu |
Psara Öndretnotu |
Spezya Öndretnotu |
Osmanlı Donanması Hellas Burnu Önlerinde |
Yunan donanmasına ilk haber boğaz önünde
gözetleme yapan Velos muhribinden geldi. Osmanlı donanması Hellas
Burnu önlerinde saat 09:15’te boğazdan çıkmak üzereyken her iki
donanma birbirini 6 mil mesafeden tespit etti. Osmanlı donanması rüzgârı ve
güneşi arkasına almıştı. Rüzgârın arkadan esmesi sayesinde yapılacak atışlarda
namludan çıkan duman hemen dağılacak, güneşin arkasında olması da Yunan
gemilerindeki nişancıların sağlıklı nişan almalarına mâni olacaktı. Kısacası
Osmanlı donanması önemli bir avantaja sahipti. Osmanlı Donanma Komutan Vekili
kendisini görmesine rağmen Yunan donanmasının güneye seyrediyor olmasını
düşmanın kendisini denizaltı sahasına çekmeye çalıştığı şeklinde değerlendirdi.
Osmanlı donanması saat 09:15’de 9 mil süratle boğazdan 3-4 mil kadar açıldı.
Osmanlı donanması pozisyon avantajını koruyarak sancak tarafına dönmeye
başladı. Kesin muharebeye kararlı olan Yunan donanması da saat 09:39’da
kuzeye döndü. Dönüşten sonra Osmanlı donanmasındaki gemi sıralaması; en önde Barbaros
Hayreddin olmak üzere sırasıyla Turgut Reis, Mesudiye ve Asar-ı Tevfik şeklindeydi.
1. Muhrip Filotillası ana kuvvetin sancak tarafında, 2. Muhrip Filotillası ise
iskele tarafında ateş hattında bulunmayacak şekilde seyrediyordu.
Her iki donanma kuzeye seyrederken daha
elverişli durumda olan Osmanlı donanması bayrak gemisinden verilen işaret ile
Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, Averof’u hedef alan atışlarıyla saat 09:40’da
muharebeyi 11.000 metre mesafeden başlattı. İmroz Deniz Muharebesi’nin
resmî raporunda bu durum şöyle belirtilmektedir:
“İlk ateş filomuz tarafından
açıldı. Atılan ilk mermiler, düşmana pek yakın düşüyor ve tezyidi sürat
edinceye kadar, sükûtlar muntazam vaki oluyordu. Başla ateş emrinden sonra plan
mucibince donanmamız Averof üzerine konsantre etti. Bu esnada Averof’un
baş tareti civarında siyah bir dumanın suudu, atılan mermilerden isabet vaki
olduğunu gösterdi. İsabeti müteakip Averof’un baş tareti ile sancak
omuzluğundaki tareti sukut ettiği ve bilahare ateşe iştirak etmedikleri
görüldü. Averof’un endahtı me’mûl edildiği kadar seri olmadı. Attıkları
mermilerin kffesi âli feveranlı idi. Ekserisi toptan çıkar çıkmaz iştial ederek
Averoff’un tûlünce ve pek yakınında köpüklü su kütlesi kaldırıyor ve
intişar eden humbara dumanı ile beraber Averof’u nazarımızdan tamamen
setrediyordu.”
Kısa bir süre sonra Yunan zırhlıları da
Barbaros’u hedef seçerek karşılık vermeye başladı. Averof’a ilk isabeti 234 mm’lik
mermisiyle Mesudiye sağladı, onu bir 280 mm’lik mermi isabeti izledi. Her iki
donanmada atışlarını düşman amiral gemisi üzerinde birleştirdiği için sağlıklı
gözlem bilgisi elde edememiş ve bu yüzden doğru düzeltme uygulayamadıkları
toplarından elde ettikleri isabet oranının oldukça düşük kaldığı
değerlendirilmişti.
Amiral Kountouritos'un Saldırı Sinyalini Simgeleyen Plaket (Günümüzde Averof Gemisinin Kıç Güvertesinde Bulunmaktadır.) |
“Mesafe 3000’e pek terekküz edince
Averof’un torpido endaht ettiğini ve pruvamızdan geçtiğini ifade ediyorlar.
Barbaros’un düşman gemisine olan mesafesi 3200 iken sefain yekdiğerinin ateşine
maske etmemek, menzili artırarak torpido mesafe-i müessiresinden çıkmak üzere
10.17’de bir anda 16 kerte sancağa tebdili rota edildi. 10.20’de Mesudiye
rehber olmuştu...”
İki Donanmanın ''T'' Geçiş Pozisyonundaki Konumu (Kırmızı renkteki Gemiler Osmanlı Donanması - Mavi Renkteki Gemiler Yunan Donanmasını Temsil Etmektedir) |
Averof manevra yapan Osmanlı donanması
ardından dönüş yaptı ve iskele topları ile bir müddet ateş etti. Ancak Osmanlı
donanmasının Boğaz ağzına seyretmesi nedeniyle takibe devam etmedi ve rotasını Mondros
Limanı’na doğru çeviren Averof diğer zırhlılar ile birleşerek uzaklaştı.
Böylece iki donanma birbirinden ayrılmış oldu. Bu saldırı neticesinde; Barbaros
Hayreddin 7 ölü ve 14 yaralı vermiş, Barbaros Hayreddin'in kardeş
gemisi olan Turgut Reis ise 8 ölü ve 20 yaralı vermiş, Mesudiye
Kruvazörü ise 3 ölü ve 7 yaralı verilmişti. Bu çatışma sırasında Yunan
donanmasının kaybı ise sadece 2 ölü olup, hiçbir gemi ciddi hasar
almamıştı.
Osmanlı donanması saat 10:45’de
ateş keserek bir kez daha düşmanı aramak için muharebe alanına seyre geçmeyi
denedi. Ancak filo halinde 8 mil sürat yapabilmelerinden dolayı Yunan donanması
ile mesafeyi kapatmak mümkün gözükmüyordu. Israrlı takiplerine rağmen Yunan
donanmasının tüm unsurlarıyla birlikte batıya uzaklaştığının tespit edilmesi
nedeniyle saat 13:00’da Çanakkale Boğazı yaklaşma rotasına dönüldü. Sonuçta
zaten Yunanlılardan teknolojik olarak daha geri gemilere sahip iken bir de
taktiksel hataya düşme neticesi, bu saldırıya karşı koyamayan Osmanlı donanması
geri çekilmek zorunda kalırken Aetos, Ierax ve Panthir adlı yunan muhripleri 13
Aralık 1912 ile 26 Aralık 1912 tarihleri arasında Osmanlı filosunu yakından
izlemeyi sürdürmüşlerdir.
Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlılarında
450 mm’lik torpido kovanları olduğu halde muharebe esnasında torpido attığı
değerlendirilen Averof zırhlısına misilleme yapılamamıştı. Çünkü, savaş
başlamadan hemen önce Almanya’dan sipariş edilen 3.000 metre menzilli
torpidolar gelmediği için zırhlılarımızda 800 metre menzilli torpidolar
bulunuyordu. Menzili kısa olan bu torpidolar ise muharebe sırasında iki tarafın
birbirine bu kadar yaklaşmamış olmasından ötürü kullanılmamıştı. Bununla
birlikte Almanya’dan sipariş edilen torpidolar Osmanlı Devleti’nin eline
ulaşmış olsa dahi Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlılarında torpido
atışından sorumlu personelin yeterli eğitiminin ve tecrübesinin olmamasından
dolayı iki filo muharebe sırasında birbirine yaklaştığı takdirde bu torpido
kovanlarını kullanarak düşman gemilerine hasar verip veremeyeceği ise ayrı bir
tartışma konusudur. Müstakil Filotilla gemilerinde 3.000 metre menzilli
torpidolar bulunmasına rağmen bu torpidolarda kullanılmadı. Yunan muhripleri de
zırhlılarımıza yaklaşmış olmasına rağmen torpido hücumu gerçekleştirmemişti.
Bunun nedeni olarak o dönem donanmalarının torpido hücumu konusunda
yetersizlikleri gösterilebilir. Ayrıca torpido hücumu dönemin donanma
konjonktüründe düşman kuvvetini yok etmek için değil caydırıcı olarak
kullanılan bir yöntemdi ve dönemin donanmaları çoğunlukla düşman kuvvetini
topçu atışları ile yok etme yolunu seçiyordu.
Bu bağlamda; Osmanlı Donanması bu
savaşta çeşitli kalibrede 1.407 adet mermi sarf etti. Limana dönen donanmada
yapılan hasar tespitinde; Barbaros Hayreddin zırhlısına isabet eden bir büyük
ve bir küçük çaplı mermiden başka Osmanlı gemileri isabet almamıştı. Buna
karşın gemilerin çok eski olmalarından ötürü Osmanlı zırhlıları, kendi
salvolarının meydana getirdiği sarsıntıdan dolayı ufak tefek zararlar görmüştü.
Bu meyanda; Asar-ı Tevfik’in orta batarya toplarının kürsüleri yerinden oynamış,
Turgut Reis’in de ışıldak ve filikaları hasar görmüştü. Yunan donanmasında ise
hasar Osmanlı donanmasına göre daha azdı.
Muharebe sırasında Osmanlı donanmasının
yaptığı geri manevra daha sonra çeşitli tartışmalara neden olmuştu. Donanma Komutan
Vekilinin muharebe sonunda verdiği raporda, Yunan donanmasına hücum etmesi için
1. Muhrip Fırkası komutanına işaretle emir verdiği bildirilmiş ve muharebe
değerlendirmesinde komutanlar arasında tartışmalar olmuştu. Averof zırhlısını
imha için uygun fırsat yakalanmasına rağmen muhtemelen hatalı gözcü raporları
ve önceden kararlaştırılmış kara bataryalarının savunma şemsiyesi altında
harekât icra etme kararıyla bu savaşta Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey
hatalı bir kararla aksi rotaya dönüş emri vermiş ve büyük bir fırsatı
kaçırmıştı. Ayrıca komutasını aldığının ertesi günü filotillasını Marmara
Denizi’nde atış talimine götüren ve sonuçların başarılı olduğunu rapor eden
Yüzbaşı Rauf Bey’in Müstakil Filotillayı Averof üzerine taarruza sevk etmemesi
de büyük hata olarak değerlendirilebilir.
Balkan savaşının tüm hızıyla sürdüğü bu dönemde Osmanlı donanma
komutan Vekili Albay Ramiz bey 24 Aralık 1912 tarihinde Çanakkale’den
İstanbul’a gelerek hem muharebe sonuç raporunu sunmuş hem de Başkomutanlık
Vekaleti, Bahriye Nezareti ve Hükümetin ileri gelenleri ile görüşmeler yapmış
ve donanmanın Boğaz ve Ege Denizinde düzenlenecek yeni harekât plan ve programı
üzerine çalışmıştır. Çalışılan plana ve program neticesinde;
1- Deniz egemenliği sağlanmadan
adalara sevkiyat yapılmayacaktır.
2- Çanakkale’deki gemilerin
tamirleri bittikten ve tersanedeki gemiler donanmaya katıldıktan sonra harekât düzenlenecektir.
3- Adalara sevk olunmak üzere, Akdeniz
Boğazı Kuvve-i Mürettebe Komutanlığı, İzmir Mürettebe Komutanlığı ve Ezine bölgesinde
görevli Tevfik Paşa koordinesinde uygun iskelelerde yeterli miktarda kuvvet
toplanacaktır.
4- Donanma öncelikle Bozcaada’yı geri alacak ve sonra Limni
Adası’nın Mondros limanına taarruz ederek buradan Midilli ve Sakız Adalarına yönelecektir.
Yukarıda kısaca özetlenen plan ve
program ile Osmanlı donanmasının İmroz Deniz Muharebesi sonrasında hedeflenen
amaçlara ulaşılacağı öngörülmekteydi. Bununla birlikte yapılan plan
çerçevesinde hedeflenen başarı için donanma personelinin eğitiminin
yetersizliği de göz ardı edildiği yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yeni plan çerçevesinde öncelikle bir keşif harekatının
düzenlenmesi de elzem konulardan birisiydi. Bu bağlamda; Donanma Komutan Vekili
yeni teşkilat düzeni ile bir keşif harekâtı yaptırarak Yunan donanması hakkında
bilgi edinmek istiyordu. Görevi Mecidiye kruvazörü ve Berk-i Satvet
torpido kruvazörü ile takviye edilmiş Müstakil Filotillaya verdi. Görev
esnasında Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları ile 2.
Muhrip Filotillası boğazda demirli fakat harekete hazır bekleyecekti.
KEŞİF HAREKÂTLARI
Keşif harekâtı kapsamında Müstakil
Filotilla Muavenet-i Milliye muhribi önde, diğer muhripler, Mecidiye ve Berk-i
Satvet arkalarında olmak üzere 22 Aralık 1912 saat 07:00’da
hareket etti. Saatler 08:08’i gösterdiğinde Filotilla Hellas Burnu önünde
süratini 12 mile çıkarılarak batıya doğru ilerlemeye başladı. Saatler 08:25’i
gösterdiğinde Tavşan Adası civarında iki Yunan muhribi görülünce Müstakil
Filotilla Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey, Mecidiye ve Berk-i Satvet’i üzerlerine
gönderdi. Ancak temas sağlanamadan Yunan muhripleri bölgeden uzaklaştı. Bu İki muhribin gece verdikleri rapor üzerine 8 muhripten oluşan bir Yunan
görev gücü Mondros Limanı’ndan çıkmıştı. Yunan Donanma Komutanı ise emrindeki 4
zırhlı ve 2 muhrip ile harekâta hazır durumda bekliyordu.
Müstakil Filotilla saat 08:40 ve 09:50’de
Romanya bandıralı iki ticaret gemisini durdurarak gemi kaptanlarını sorguladı.
Gemi kaptanlarından düşmanın Bozcaada civarında bulunduğu yönünde bilgiler
alması üzerine Filotilla Bozcaada istikametine döndü. Müstakil Filotilla
Komutanı saat 09:55’te güney istikametinde Yunan muhriplerini görünce
Mecidiye ve Berk-i Satvet’i bu gemilerin üzerlerine gönderdi. Mecidiye
kruvazörü ilk ateşi 8.000 metreden açtı. 15 dakika kadar çatışma devam
ettikten sonra Yunan muhripleri hızla geri çekildi. Bu esnada muhriplerin Yunan
komutanı bir muhribi telsizi olmayan Delphin denizaltısını
bilgilendirmek üzere göndermişti. Mecidiye ve Berk-i Satvet bir kol, muhripler
diğer kol olmak üzere iki hat halinde güneye intikal ederken saat 10:40’da
Aetos muhribini ile temas kuruldu. Üstün Osmanlı Filotillası
karşısında tek başına yakalanan Aspis risk alarak sığ suları kullandı ve
kuşatılmaktan kurtularak uzaklaştı. Denizaltı da süratle daldığından filotilla
tarafından görülemedi. Müstakil Filotilla Bozcaada’yı bombardımana başladığı anda
Delphin denizaltısı 500 metre mesafeden Mecidiye’ye torpido hücumu
gerçekleştirmesine rağmen başarılı olamadı. Bir saat kadar aranan
denizaltıyı bulmak mümkün olmadı. Filotilla saat 11:45’ten itibaren
Yunan donanmasının Bozcaada’ya girişini kolaylaştıran Gadaro Adası’ndaki
fener kulesini 10 dakika süreyle bombaladı. Gece aldıkları rapor üzerine denize
açılan Yunan muhriplerinin bölgeye ulaşması ile birlikte Müstakil Filotilla ile
bu gemiler arasında kısa süreli bir çatışma yaşandı. Mecidiye ve Berk-i Satvet’in
de katıldığı çatışmada Mecidiye 105 mm’lik bir mermi isabeti aldı, fakat onun
attığı mermilerden birinin Panter muhribinde oluşturduğu hasar sonucu
Yunan gemileri muharebe alanını terk etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine
Müstakil Filotilla da geri dönerek saat 14:20’de Nara Limanı’na
demirledi. 22 Aralık 1912 günü keşif harekâtında görev kuvveti çeşitli
çapta 140 mermi sarf etti. Ertesi gün müstahkem mevki gözcülerinin denizaltının
son görüldüğü yerde Yunan muhriplerinin dolaştığını rapor etmesi üzerine
denizaltının batmış olabileceği değerlendirildi.
Delphin Denizaltısı |
Aetos Muribi |
Başkomutanlık Vekâleti donanmanın Ege Denizi’ne
yeniden çıkması için baskı yapıyordu. Donanma Komutan Vekili ise gemilerin
mevcut onarım ihtiyaçlarının üzerine bir de İmroz Deniz Savaşı’nda aldıkları
hasarların onarılmasının öncelik arz ettiğini öne sürüyordu. 25 Aralık 1912
günü Donanma Komutan Vekili yaşanan bu anlaşmazlığı Başkomutan Vekili ile
bizzat görüşmek üzere İstanbul’a gitti. İki gün süren görüşmeler sonunda
adaları kurtarmak için asker sevk edilmesi gerektiği, bunun da ancak deniz
hâkimiyeti sağlandıktan sonra yapılabileceği konusunda hem fikir oldular. Bu
maksatla 13 Ocak 1913 tarihine kadar gemilerin onarımlarının
tamamlanması, ardından sırasıyla Bozcaada ve Mondros Limanı’na taarruz edilerek
buralardaki Yunan donanma ve tesisleri imha edilerek ya da ablukaya alınarak
harekât sahasının Midilli ve Sakız adaları sularına kadar genişletilmesine
karar verdiler.
1913 yılı Ocak ayı başında Hamidiye
kruvazörü ve Numune-i Hamiyet muhribinin tersaneden çıkması sonucunda donanma
bir kez daha teşkilat değişikliğine gitti. Bu yeni teşkilatlanmaya göre; Donanma
Komutan Vekili Albay Ramiz Bey komutasında 4 zırhlı (Barbaros Hayreddin,
Turgut Reis, Mesudiye, Asar-ı Tevfik), 2 kruvazör (Hamidiye,
Mecidiye) ve 1 torpido kruvazörü (Berk-i Satvet) olacaktı. Yarbay
Rıfat komutası altında 1. Muhrip Filotillası; 3 muhrip (Muavenet-i Milliye,
Gayret-i Vataniye, Numune-i Hamiyet), 2. Muhrip Filotillası; 3
muhrip (Taşoz, Basra, Yarhisar), 3. Muhrip Filotillası; 1
muhrip (Samsun), 5 torpidobot (Akhisar, Demirhisar, Sivrihisar,
Sultanhisar, Hamidabat) bulunacaktı.
DONANMANIN 4 OCAK 1913
TARİHLİ BOZCAADA HAREKÂTI
İstanbul’da yapılan toplantıda gemilerin
eksiklerinin giderilerek hazırlıklarının tamamlanmasını müteakip 13 Ocak
1913 tarihinden itibaren Ege Denizi hakimiyetini ele geçirmeye yönelik harekatlar
icra edilmesi üzerine varılan mutabakata rağmen Başkomutan Vekili 2 Ocak
1913 gününde ''Sakız Adası’nın kurtarılması donanmanın acele yapacağı
harekata bağlıdır.'' şeklinde verdiği emir üzerine Donanma Komutan Vekili 4
Ocak 1913 günü bir harekât planladı. Harekât planı gereği kruvazör ve
muhripler Bozcaada civarında keşif harekâtı yaptıktan sonra adanın Kuzey ve Güney
geçitlerini kontrol altına alırken Peleng-i Derya vapuruna bindirilen kara
askerleri de Bozcaada’ya çıkarılacaktı. Zırhlılar boğaz ağzında uzaktan destek
görevi görürken Asar-ı Tevfik ve 3. Muhrip Filotillası da boğaz girişinin
emniyetini sağlayacaklardı. 4 Ocak 1913 sabahı Karanlık Liman’a bir gün
önceden ulaşmış olan Plevne vapuru karaya çıkacak askerlerin gelmemesi üzerine
yüklemeyi yapamadı. Buna rağmen Hamidiye Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey komutasında
Hamidiye, Mecidiye ve Berk-i Satvet saat 06:00’da hareket ettiler. Bu
kuvvet saat 07:12’de Hellas Burnu’nu geçerek 20 mil sürat ile batıya
seyretmeye başladılar. 1. ve 2. Muhrip Filotillaları saat 07:15’te
boğazdan çıkarak 25 mil süratle ilerlemeye başladı. Ancak kısa süre sonra Basra
muhribi arızalandığı için geri dönmek zorunda kaldı. Plan çerçevesinde destek
olacak olan Zırhlılar ve 3. Muhrip Filotillası da saat 07:00’da hareket
ederek Karanlık Liman’a geldiler. Bu esnada Yunan ana kuvveti Mondros
Limanı’nda, Muhrip Filotillaları Bozcaada’da, iki muhrip de boğaz ağzında gözetleme
görevi yapmakta, 3 muhrip de onları değiştirmeye geliyordu.
Peleng-i Derya Vapuru |
Osmanlı kruvazörleri saat 07:40’da
bu beş yunan muhribini gördü. Hamidiye durumu Donanma Komutan Vekili’ne
işaretle rapor ederken aynı anda düşman üzerine ateşe de başladı. Donanma
Komutan Vekili bu işarete cevap vermedi. 1. ve 2. Muhrip Filotillaları ise
derhal dönerek kruvazörlere katıldı. Yunan muhripleri saat 08:20’ye
kadar menzil dışında kaldıktan sonra gözden kayboldular. Düşmanın uzaklaşması
üzerine Hamidiye Komutanı Yüzbaşı Rauf Bey’in emriyle Bozcaada harekâtı
başladı. Bu harekât kapsamında, 1. Muhrip Filotillası Tavşan Adası’nın
batı, 2. Muhrip Filotillası da aynı adanın doğu tarafında mevki aldı. Mecidiye
ve Berk-i Satvet Bozcaada’nın kuzeyini Hamidiye ise güneyini tutacak şekilde
harekete geçti. Bozcaada’da bulunan 3 muhrip Mecidiye ve Berk-i Satvet’in
geldiğini görünce demir alarak adanın güneyine yöneldi ve uzaklaştılar.
Uzaklaşan muhripleri, Güneye intikalde olan Hamidiye gördü fakat mesafenin
uzaklığından dolayı kaçışlarına engel olamadı. Ancak çıkartma yapacak kara
birliklerinin zamanında gelerek vapura bindirilememesi nedeniyle kuşatma
anlamsız kalmıştı. Bundan ötürü daha fazla risk almamak için Saat 09:40’ta
Hamidiye komutanı filotillalara Çanakkale’ye dönüş emri verdi.
Harekata destek için boğaz ağzına gelmiş
olan Barbaros Hayreddin ve beraberindeki destek kuvvetleri saat 10:15’de
dönüş yapan görev kuvveti ile birleşerek Donanma Komutan Vekili komutasında
boğazdan çıkılarak batıya seyre başladı. Filo ilerlerken Saatler 10:55’i
gösterdiğinde Yunan filosu batı istikametinde görüldü. Osmanlı gemilerinin
üzerine geldiğini gören Yunan filosu saat 11:03’de rota değiştirerek
hızla uzaklaşmaya başladı. Saat 12:10’a kadar takibe edilmeye çalışılan
Yunan filosunun hızından dolayı uzaklaşması nedeniyle Osmanlı donanması da aksi
rotaya dönerek Nara Limanı’na intikale geçti ve öğleden sonra 15:21’de limanda
demirlemeye başladı.
DONANMANIN 10-11-12
OCAK 1913 TARİHLİ KEŞİF HAREKÂTLARI
Başkomutanlık Vekâleti 5 Ocak 1913
tarihinde Donanma Vekâletine düşman nakliye gemilerinin Midilli ve Sakız
adaları arasında serbestçe dolaşmasından duyduğu rahatsızlığı belirterek Sakız
Adası’na yardım gönderilerek kurtarılmasını istedi. Donanma Komutan Vekili
bu talebe karşı ısrarla adaların kurtarılması için öncelikle deniz
hâkimiyetinin ele geçirilmesi gerekliliğini vurguladı. Donanmanın bu haliyle
bir harekâtı kaldıramayacağından bahisle sorumluluk alamayacağını belirterek
durumun Bahriye Nezareti Daire Başkanları tarafınca tetkik edilmesini talep
etti. Donanma Komutan Vekili’nin bu talebi üzerine 9 Ocak 1913 günü
Bahriye Nezareti’nde nazırın başkanlığında yapılan toplantıda 18 yüksek rütbeli
subay hazır bulundu. Yapılan toplantının ardından yalnız gündüz saatlerinde
boğazdan çıkılması, rastlanılırsa Yunan donanması ile muharebe yapılmasına
karar verildi.
Yunan donanması 4 Ocak tarihindeki
Bozcaada bombardımanının intikamını almak için 10 Ocak 1913 günü
Beşige’de bulunan gözetleme istasyonunu tahrip etmek bahanesiyle sivil alanlara
46 mermi attı. Bu olayı Çimenlik Kalesi gözetleme istasyonunun verdiği haberden
öğrenen Donanma Komutan Vekili saat 13:45’te Hamidiye Kruvazörünün Komutanı
Yüzbaşı Rauf Bey’e emrine diğer kruvazörleri de alarak Bozcaada istikametinde
keşif yapmasını, rast gelinirse düşman muhriplerine birkaç mermi atarak Nara
Limanı’na geri dönmesini emretti. Saat 14:00’de kruvazörler Hamidiye
Komutanı emrinde hareket etti. Bu kuvveti takiben 15 dakika sonra 1. ve 2.
Muhrip Filotillaları da hareket etti. Bozcaada istikametinde çok uzaklarda bir
muhrip görülmesine rağmen etki alanında olmadığı için Hamidiye ve Mecidiye
kruvazörleri İmroz Adası istikametini kontrol için kuzeye yöneldi. Bu sahada
karakol görevi yapan iki Yunan muhribi gördüler ve Donanma Komutan Vekili’nin
emri gereği tek bir mermi attılar. Bu atışlar üzerine Yunan muhripleri Limni
Adası istikametinde uzaklaştı. Osmanlı donanması filotillaları da Beşige
istikametine giderek Yunan muhripleriyle temas aradı. Ancak temas sağlanamayınca
Nara Limanı’na geri döndüler. Böylece bir muhribin Beşige’yi bombardıman
etmesine cevap olarak 2 kruvazör, 1 torpido kruvazörü ve 6 muhrip denizde bir
netice elde edemeden boş yere dolaştırılmış oldu.
11 Ocak 1913 günü 3 zırhlı, 2
Kruvazör, 1 torpido kruvazörü ve 6 muhripten oluşan kuvvet saat 07:00’da
hareket etti. Saatler 08:20’yi gösterdiğinde Hellas Burnu geçilerek
boğazdan çıkıldı. Boğazdan çıkan filonun öncüleri olan Hamidiye ve Mecidiye
kruvazörleri, İmroz Adası’nın güneyinde iki Yunan muhribini görerek derhal
üzerlerine yol almaya başladılar. Donanma geri kalan unsurları ise çıkış
rotasında seyre devam ediyordu. Bu esnada Yunan donanmasının İmroz Adası
güneyinde olduğuna dair rapor alındı. Bu raporlama üzerine Donanma Komutan
Vekili gemileri dört hat halinde teşkilatlandırdı. Bu teşkilatlanmaya göre, Batıdan
doğuya doğru kruvazörlerin oluşturduğu hat, 3 zırhlıdan oluşan hat, 1. ve 2.
Muhrip Filotillalarının oluşturduğu hat ve 3. Muhrip Filotillasının oluşturduğu
hat olarak tertiplenildi. Saat 11:30’da donanma kuzeye seyrederken
gözetleme mevkiinde bırakılan Asar-ı Tevfik 3 Yunan muhribi ile kısa bir
muharebeye tutuştu. Donanma Komutan Vekili top seslerinden Asar-ı Tevfik’in bir
düşmanla karşılaştığını anlamış fakat düşman ana kuvvetinin kuzeyde olduğu
inancıyla zayıf bir düşmanla muharebe edildiğine kanaat getirmişti. Donanma
Komutan Vekili bu düşünceden ötürü sadece 3. Muhrip Filotillasını yardıma
göndermekle yetindi.
Asar-ı Tevfik |
Bir müddet sonra kruvazörler de bölgeye
sevk edildi. İki kol halinde ilerleyen kruvazörlerden sadece Hamidiye iki Yunan
muhribi ile karşılaşarak kısa bir muharebeye tutuştu. Hamidiye komutanının
verdiği rapor ile donanma saat 12:50’de rotasını güneye doğru döndürdü. Donanma,
Saat 14:05’e kadar bu yönde seyrettikten sonra geri dönme emri verildi
ve tüm gemiler 16:23’de Nara Limanı önlerine demirledi.
12 Ocak 1913 günü Mecidiye
kruvazörü boğaz dışında keşif için görevlendirildi. Saat 06:43’de demir alarak
hareket eden Mecidiye bir müddet Hellas Burnu feneri önünde bekledikten sonra saat
08:20’de boğazdan çıktı. Mecidiye kruvazörü Saat 08:45 civarında
İmroz Adası güneyinde Yunan gemilerini tespit etti ve rotasını üzerlerine
çevirdi. Mesafeyi kapatamaması nedeniyle 09:45’de rotasını güneydoğu
istikametine çevirdi. Mecidiye kruvazörü saat 13:35’e kadar farklı rotalarda
seyrettikten sonra batı istikametinde yeniden düşmanı tespit etti. Bunun
üzerine yönünü yeniden batıya çevirerek düşmanı takibe başladı. Bu takip
sırasında mecidiye uzak mesafeden birkaç atış yaptı. Ancak düşman sürekli atış
mesafesinin dışında kalmaya devam ettiğinden saat 13:42’de rotasını
bğaza doğru döndürerek saat 14:30’da Hellas Burnu üzerinden boğaza girdi
ve Saat 16:15’de Nara Limanı önlerine demir attı.
Mecidiye Kruvazörü |
Başkomutanlık Vekâleti, Donanma
Vekâletinin gönderdiği harekât sonuç raporundan ikna olmadığı için raporu
Bahriye Nezareti Askeri Meclisi’ne sevk etti. Aldığı cevapta Mondros’a gitmek
için emir alan donanmanın kuzeye gitmek yerine güneye inerek düşmanı araması
gerektiği belirtiliyordu. Başkomutan Vekili aldığı cevabı Donanma Komutan
Vekiline aktardı. Albay Ramiz Bey bu yorumu yapan heyeti durumu bir de
yerinde incelemek üzere Çanakkale’ye davet etti. Aralarında geçen bu mesajlaşma
Başkomutan Vekili’nde Donanma Komutan Vekili’nin savaşma arzusunun olmadığı
fikrini uyandırdı ve 15 Ocak 1913 tarihinde Sadarete gönderdiği yazıda
Donanma Komutan Vekili’nin değiştirilmesini talep etti. Ancak bu talep Sadrazam
Kamil Paşa tarafından reddedildi ve Donanmanın başında Albay Ramiz Bey’in
kalmasında karar kılındı.
MONDROS DENİZ MUHAREBESİ
Osmanlı Donanma Komutan Vekili’nin
gemilerin yetersizliğinden şikâyet etmesine ve bu taleplerinden dolayı sadarete
sevk edilmesiyle birlikte, İstanbul’da Bahriye ıslahatıyla görevli İngiliz
Amiral Limpus, 15 Ocak 1913 tarihinde Sadrazam Kâmil Paşa’ya donanmanın
Ege Denizi’ne açılarak Yunan donanması ile harp etmesi tavsiyesinde bulunmuştu.
Bu tavsiye ile Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey’in görevden alınması
ileri bir tarihe ertelenerek harekât planları üzerine çalışılmaya başlanmıştı.
Bu gelişmeler ışığında Başkomutanlık vekaleti, Donanma Komutan
Vekili Albay Ramiz Bey’e çektiği mesajla Yunan Donanması ile muharebeye girilmesi
ve adaların geri alınmasını emredilmiştir. Hazırlanan plana göre Hamidiye kruvazörü
Yunan donanmasını kendi bölgesine çekerek Adalar önünü boşaltacak, Osmanlı donanması
bu boşluktan yararlanarak Mondros Limanını ve daha sonra diğer adaları geri
alacaktı. Daha önce yapılan keşif harekâtlarında verilen raporlar doğrultusunda
Osmanlı donanması Barbaros Hayreddin, Turgut Reis, Mesudiye, Mecidiye ve Berk-i
Satvet gemilerinden oluşan filo ile Mondros Limanı’na baskın şeklinde bir harekâtı
yapılması planlanmıştı. Bu plan
kapsamında 18 Ocak 1913 tarihinde donanma Çanakkale Boğazından çıkarak
muharebe düzeni almaya başlayacaktı. Bu arada Hamidiye Kruvazörü’nün Komutanı
Yüzbaşı Rauf Bey, Bahriye Nezaretinden Yunanistan üs ve denizyolları üzerinde harekât
yaparak Yunan donanmasının en güçlü gemisi olan Averof zırhlısını engelleme ve
durdurma görevini almış, bu görev çerçevesinde Ege Denizini Güneyden Akdeniz’e kapayan
Şira Adasını bombalama ve adadaki askeri tesisleri ortadan kaldırma
görevini üstlenmişti. Ayrıca Kızıldeniz ve Arnavutluk kıyılarında da görev
yapan Hamidiye kruvazörü Balkan Savaşında Osmanlı Donanmasının yüz akı
olmuştur. Hamidiye Kruvazörü’nün bu görev kapsamında yaptığı ‘’Akıncı
Harekâtı’’ ile ilgili teferruatlı bir yazı ve değerlendirme bundan sonraki
yazımızın konusu olacak olup; bu yazı içerisinde Hamidiye’nin harekâtına çok
kısa değinilmiştir.
Hazırlanan harekât planına göre; muharebenin ana kuvveti Barbaros
Hayreddin, Turgut Reis ve Mesudiye zırhlılarından oluşacak, Mecidiye
Kruvazörü muharebe hattında topçu atışları ile destek verecek, Berk-i Satvet
torpido kruvazörü ve muhripler muharebe hattının ateş altı mevkiinde
konuşlanacaklardı. Muharebe hattında bulunan gemiler Averof zırhlısını hedef
alarak toplu taarruz hareketinde bulunacak ve muharebe toplu ve ortak seyir
hareketi ile gerçekleşecekti.
Bu harekât planı çerçevesinde, 18
Ocak 1913 tarihinde Osmanlı donanması bir kez daha Yunan donanması ile
çarpışmak maksadıyla Nara Limanı’ndan saat 07:00’da demir alarak harekete
geçti. Bu kuvvet Saat 08:20’de boğazı geçerek Ege Denizi’ne açıldı. Saatler
08:50’yi gösterdiğinde donanmanın rehber gemisi olan Mecidiye
kruvazörü donanmanın 5 mil önünde seyrettiği esnada boğaz önünde
devriye görevi yapan Leon ve Aspis muhriplerini tespit etti.
Bahse konu muhripler de Osmanlı donanmasını görmüş ve temas raporunu 09:10’da
Mondros Limanı’nda bulunan donanma komutanına göndermişti. Tuğamiral Tuğamiral
Pavlos Kunduriotis, Osmanlı donanmasına limanda yakalanmamak için derhal üç
hat halinde limandan çıkış emri verdi. En doğudaki hat Averof zırhlısı, Aetos
ve Yeraks muhriplerinden, orta hat Psara, Hydra ve Spezya
zırhlılarından, en batıdaki hat ise Velos, Dokas ve Niki
muhriplerinden oluşuyordu.
Saat 09:45'te Mondros Koyundan yukarıda
belirtilen nizamda ayrılan Yunan Filosu Limni'nin yaklaşık 12 mil
güneydoğusunda Osmanlı güçleriyle karşılaştı. Donanmalar saat 10:42’de
birbirlerine 15.000 metre kadar yaklaşmıştı. Yunan donanması, sürat
avantajı ile Osmanlı donanmasını yine ‘’T’’ durumuna almak istedi.
Osmanlı donanması buna engel olabilmek için 10:54’te rotasını çevirmeye
başladı. Yunan donanması da Osmanlı donanması ile aynı rotaya dönünce,
donanmalar birbirlerine paralel duruma geldi. Ancak eski zırhlılar Averof’a
ayak uyduramadığından Averof, Osmanlı donanmasının sancak gemisi olan ve en önde ilerleyen Barbaros zırhlısı
ile yan yana gelmişken, Spezya, Osmanlı savaş hattının üçüncü gemisi ile yan
yana idi ve Psara bu hattan bir miktar geride kalmıştı. Osmanlı donanması, kısa
zaman önce gerçekleşen İmroz Muharebesinden ders çıkarmayarak yine tüm
toplarını Averof üzerine çevirirken, Yunan donanmasında ise Averof ve Spezya
Barbaros Hayreddin’e, Hydra ve Psara ise Turgut Reis’e ateş edecek şekilde
konumlanmıştı. Ancak Psara bir müddet sonra atışlarını kendisini hedef alan
Mecidiye üzerine yoğunlaştıracaktı.
İki donanma arasında ilk atışları saat 11:35’de ‘’Ateşe
başla!’’ komutu ile osmanlı donanması gerçekleştirdi. Bundan iki dakika
sonra da Yunanlılar ateş açmaya başladı. Bu sırada topçuların başlangıç atış
mesafesi 8.800 metre idi. Osmanlı tarafındaki dört geminin aynı hedef
üzerinde ateş birleştirmeleri, İmroz Muharebesinde olduğu gibi, Mondros
Muharebesinde de mermilerin düşüş noktalarını gözetleme güçlükleri meydana
getirdi.
Saat 14:07’de Turgut Reis’ten atılan
bir adet 280 mm’lik mermi Averof’un baş tarafına isabet etti. Geminin hastane
ve subay kamaralarının bulunduğu bölmeleri harap ederek yangın çıkardı.
Yangınla mücadelenin zorluğuna bir de Bozcaada’ya yaklaşmak eklenince Averof
tekrar Osmanlı nizamının iskele tarafına geçti. Osmanlı donanması saat 14:30’da
tamamen boğaz yaklaşma rotasına dönünce müstahkem mevki toplarının menziline
girmek istemeyen Averof takibi keserek rotasını Mondros Limanı’na çevirdi.
Osmanlı donanması da 14:50’de ateşi tamamen kesti. Saat 14:55’de
Barbaros filonun yeniden önüne geçti. Saatler 15:51’i gösterdiğinde filo
süratini 8 mile indirildi ve Nara Limanı’na dönüş emri verildi. Yunan donanma
komutanı ise, Osmanlı donanmasını takip etmeye karar verdi ve Yunan savaş gemileri
Osmanlı filosunu Çanakkale boğazına kadar takibini sürdürdü.
MONDROS DENİZ MUHAREBESİ’NİN DEĞERLENDİRMESİ
Bu muharebe sonunda Osmanlı gemilerinin
ateş gücü çatışma boyunca beklentilerin üzerinde seyretmiş, ancak isabet
oranında aynı başarı sergilenememiştir. Averof, gövdesinde küçük yaralar
açan iki atıştan kaçamamış, diğer savaş gemileri ise tek bir isabet bile
almamışlardır. Osmanlı gemileri ise görece ağır yara almış, 20 kez
isabet alan Barbaros Hayreddin'in top taretleri kullanılamaz duruma gelirken 75
mürettebat yaşamını yitirmiş, 130 da yaralı verilmiştir. Turgut Reis'in gövdesinde
büyük bir gedik açılmış ve 47 mürettebat yaşamını yitirmiştir.
Mesudiye'de birçok kez isabet almış; ancak asıl hasar, 150 mm'lik taretlerin
bulunduğu platformuna denk gelen ve 68 kişinin ölümüne neden olan 270
mm'lik top atışı sonucunda meydana gelmiştir.
Sonuç olarak; bu muharebede Osmanlı donanması
planladığı stratejik hedeflere ulaşamamıştır. Osmanlı donanmasında danışmalık
yapan İngiliz askerlerinin karşısında aynı zamanda Yunan donanmasında da
görevli İngiliz askerleri mevcuttur. Özellikle bu muharebede ve Ege Denizindeki
Yunan harekât planlarında İngiliz amirallerinin büyük katkıları olmuştur. Özetle,
bu muharebe neticesinde Amiral Pavlos Kunduriotis komutasındaki Yunan
donanması 18 Ocak 1913 tarihinde tüm gücüyle boğaz dışına çıkan Osmanlı
donanmasını boğaza geri çekilmeye mecbur bırakmış ve Birinci Balkan Savaşı’nın
son muharebesi olan bu çatışma sonucunda Yunanistan'ın Ege Denizindeki
egemenliği güçlenmiştir.
Donanma Komutan Vekili muharebe sonrası
Başkomutanlık Vekâletine gönderdiği raporda donanmanın halini ve ihtiyaçlarını
sık sık bildirdiğini, buna rağmen harekât için verilen emre bir asker olarak
itaat ettiğini, icra edilen harekât sonucunda önemli sayıda şehit verildiği ve
başta Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis zırhlıları olmak üzere gemilerimizde
büyük hasarlar olduğunu belirtti. Bunlara sebep olanların hesap vermesinin
gerektiğini de raporunun sonuna ekledi.
Başkomutan bu rapora verdiği 19 Ocak
1913 tarihli cevabında göstermiş olduğu cesaret ve fedakârlıktan dolayı
donanma personelini tebrik ettikten sonra şikâyet edilen şehit sayısının
kara muharebelerinde düşmanla yaşanan en basit temaslarda ortaya çıkan sayıdan
bile az olması itibariyle askerliğin doğasından sayılması gerektiğini belirtti.
Devamında donanmadaki hasarın da normal karşılanması gerektiği, vatan suları
düşman gemileri tarafından kirletilirken onurlu her denizcinin düşman
donanmasını batırmak ya da sonuna kadar savaşarak sancağının şerefini korumakla
görevli olduğunun altını çizdiği metni aşağıdadır:
‘’Mondros muharebesinde Donanma
zabitan ve efradının milli namusu cesaretleriyle düşmana göstermiş olmalarından
dolayı onlara candan memnuniyetimi beyan ederim. Ancak uğranılan zayiat ve
haşarat üzerine gösterdiğiniz telaşa ve öteye beriye mesuliyet atfetmenize
teessürlerimi bildiririm. Verilen zayiat bir piyade bölüğünün adi bir
muharebede devamlı verdiği zayiat derecesinden hafiftir. Gemilerdeki hasara
gelince, bu da bir emri tabidir. Milletler donanmalarını havuzlarda saklamak
için vücuda getirmezler. Her hamiyetli donanmaya düşen yüksek bir vazife vardır
ki o da düşman donanmasını batırmak yahut kendi batarak bayrağının şan ve
şerefini kurtarmak ve millete karşı borcunu ödemektir. Binaenaleyh, size
emrediyorum. Donanmayı hazırlayınız ve düşman donanmasını arayıp batırınız.
Eğer bunu yapamazsanız namuskarane kendiniz batınız.’’
Muharebe raporundan sonra Başkomutan
Vekili, Albay Ramiz Bey’in Donanma Komutan Vekilliğini yürütemeyeceğine karar
verdi ve 23 Ocak 1913 tarihinde Sadarete yeniden yazdığı
yazı ile görevden alınmasını ve yerine Albay Sermet Bey’in atanmasını
istedi. Ancak o gün yapılan hükümet darbesi kararın ertelenmesine neden oldu.
Donanma Komutan Vekili 24 Ocak 1913 günü Başkomutanlığa gönderdiği
yeni raporunda İstanbul’da yapılan değerlendirmelerde bile Yunan donanmasının
üstünlüğü kabul edilmekle birlikte yine de kendisinin donanma ile birkaç defa
boğazdan çıkarak muharebe ettiğini, gelinen noktada gemilerin durumları
hakkında detaylı bilgi vererek bundan sonra ancak kara tahkimatlarına destek görevi
yapılabileceğini bildirdi. Rapor İstanbul’a ulaştığında dönemin Erkan-ı
Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa, Donanma Komutan Vekili Albay Ramiz Bey
için şu yorumda bulunacaktı:
‘’Donanma korkaklık ve kötü idaresi
yüzünden çap ve sayıca toplarımızın hayli altında olan düşman topçusu önünde
kaçmaktan ve yenilmekten mahcup ve müteessir olacağına, verdiği raporun sonunda
şehitlerin kanından kimin sorumlu olacağını ima ile soruyordu. Anlaşılan bu
zatlar askerliği tehlike ve zahmetlerini hiç düşünmeden yalnız nimetleri için
mesleğe girmişler.’’
Başkomutanlık Vekâleti, Donanma Komutan
Vekilini 27 Ocak 1913 günü İstanbul’a çağırdı ve görevi Turgut Reis Komutanı
Yarbay Kasımpaşalı İsmail Ahmet Bey’e devretmesini istedi. Turgut
Reis Komutanı gemilerin onarımlarının baştan savma yapıldığını belirterek
görevi kabul etmeyince Albay Ramiz Bey, Albay Tahir Bey’in ikinci defa Donanma
Komutan Vekili olarak atanarak Çanakkale’ye geldiği 4 Şubat 1913 gününe
kadar görevinin başında kaldı. Albay Tahir Bey 4 Şubat saat 07:30’da
Kütahya torpidobotu ile geldi ve üç saat gibi kısa bir sürede görevi teslim
aldı. Albay Ramiz Bey aynı torpidobot ile saat 10:30’da İstanbul’a hareket
etti.
ŞUBAT-NİSAN 1913
AYLARINDAKİ HAREKÂTLAR
Yeni Donanma Komutan Vekili 6 Şubat’ta
Başkomutanlık Vekâletine donanma hakkında detaylı rapor gönderdi. Raporunda
Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis’te birer büyük topun çalışabilir durumda
olduğunu, onların da namlularındaki aşınma nedeniyle atışlarında istikrar vaat
etmediklerini, Mesudiye’nin toplarından tamamen ümit kesildiğini, Hamidiye’nin
hatalı bir fikirle Akdeniz’e gönderildiğini bildiriyordu. Raporuna
donanmanın bu haliyle boğazdan çıkış için değil ancak Marmara Denizi’nde ordu
yanlarına kısmi destek sağlamak maksadıyla kullanılabileceğini de ekledi.
İstanbul’da Bulgarların Dedeağaç
üzerinden ikmal aldıkları istihbaratının alınması üzerine Başkomutanlık
Vekâleti, Donanma Komutan Vekiline Ege Denizi’ne çıkarak faaliyete engel
olmasını emretti. Bu faaliyet aynı zamanda Yunanlıların dikkatini bölgeye
çekerek Hamidiye üzerindeki baskıyı hafifletmeyi de amaçlıyordu. Donanma
Komutan Vekili 20 Şubat 1913 tarihinde Mecidiye, Berk-i Satvet,
Gayret-i Vataniye, Muavenet-i Milliye, Yarhisar, Demirhisar
ve Hamidabat oluşan bir görev gücü oluşturulması emrini verdi. Bu görev
gücü 22 Şubat 1913 sabahı saat 06:45’te Nara Limanı’ndan hareket
etti ve saat 08:00’da Hellas Burnu önlerine gelerek durdu. Görev gücü
Hellas Burnu önlerinde beklerken görev gücünde bulunan gemilerden Muavenet-i
Milliye muhribi Saroz-İmroz arasını gözetleme yapmak üzere bu bölgeye
gönderildi. Saat 09:00’da Donanma Komutan Vekilinden verilen emir ile
görev gücünün geri kalan gemileri Karanlık Liman’a geçti ve saat 12:00’a
kadar burada bekledikten sonra Nara Limanı’na döndü.
Berk-i Satvet |
Muavenet-i Milliye |
2 Mart 1913 tarihinde Yunan, Elli muhribi Bozcaada’nın güney kıyılarında karaya oturdu. Hava şartlarının
kötülüğünden dolayı kurtarma işlemi muhripler tarafından yapılamayınca 8
Mart 1913 günü Averof zırhlısı ve Esparia vapuru bölgeye gelerek Yeraks’ı
kaza yerinden kurtardı. Bu işlem devam ederken yakınlardan geçen ticaret
gemileri Averof’u görmüş ancak hareketsiz durmasına anlam verememişti.
Başkomutanlık Vekâleti bu haberleri Averof’un karaya oturduğu şeklinde
yorumlayınca donanmaya yeni bir harekât emri verildi. Oluşturulan görev gücü Mecidiye,
Berk-i Satvet, Gayret-i Vataniye, Muavenet-i Milliye, Yarhisar,
Demirhisar gemilerinden oluşuyordu ve 8 Mart 1913 sabahı saat 06:30’da
Nara Limanı’ndan hareket etti. Gemiler saat 07:55’te Hellas Burnu’na
ulaştılar. Plan gereği Mecidiye destek için boğaz ağzında beklerken Muavenet-i
Milliye Saroz körfezini, Gayret-i Vataniye ve Yarhisar Bozcaada civarını,
Berk-i Satvet ise İmroz Adası civarını keşfe çıkacaktı. Keşif seyirlerinde
sadece Berk-i Satvet bölgesinde düşman ile temas sağladı. Berk-i Satvet, önce saat
09:35’te iki muhrip ile sonra 09:45’de Yunan ana kuvveti ile
karşılaştı. Üstün düşman kuvveti karşısında boğazın 15 mil açığında tek başına
yakalanan Berk-i Satvet süratle geri çekilerek Mecidiye’nin yanına dönmek
zorunda kaldı. Yunan ana kuvveti de Bozcaada istikametine ilerleyince iki taraf
arasında bir çatışma yaşanmadı.
Elli muhribi |
Gayret-i Vataniye |
SONUÇ
Yukarıda değindiğimiz olayları analiz ettiğimizde, Osmanlı donanması
Balkan Savaşına hazırlıksız yakalanmış ve büyük eksiklikler ile savaşa
girmiştir. Bu dönemde kara cephelerinde yaşanan olumsuzluk ve aksaklıklar
denizde de yaşanmış ve Ege Denizindeki üstünlük tamamen elimizden çıkmıştır.
Oysa Balkan Savaşında, Balkanlarda ve özellikle Makedonya bölgesine yapılacak
en önemli lojistik destek deniz yolu ile gerçekleşecekti. Ancak Osmanlı donanmasının
Çanakkale Boğazı dışına etkili bir şekilde çıkamaması ve Yunan donanmasına
üstünlük sağlayamaması bu desteği engellemiştir. Ayrıca Çanakkale Müstahkem
Mevki Kumandanlığı, Donanma Kumandanlığı ve Bahriye Nezareti arasında yaşanan
çekişme ve kopukluk, emir komuta bağlantısını da bozmuş ve bu durum donanmamız
açısından olumsuz gelişmelere neden olmuştur. Osmanlı donanmasının uzun yıllar
bakıma alınmaması, lojistik imkân ve kabiliyetlerinin yükseltilmemesi Balkan
Savaşı öncesinde büyük sıkıntılara neden olmuştur. Oysa Yunan donanması bu
süreçte özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya'dan aldığı destekle yenilenmiş ve
Osmanlı donanmasının gücüne ulaşmış; hatta Osmanlı donanmasından daha güçlü bir
konuma ulaşmıştır. Ayrıca Yunan gemilerinin hız ve kapasiteleri artırılmış
manevra kabiliyetleri yükseltilmiştir. İşte tüm bu gelişmeler üzerine Balkan
Savaşında, Ege Denizinde yapılan muharebeler kaybedilmiş ve adalar birer birer
elden çıkmıştır. Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşlarında Ege Denizi ve Ege
Adalarında ciddi bir direnişle karşılaşmayan İtalyan ve Yunan donanması, Ege
Denizini kendi iç denizi gibi kullanmaya başlamıştır.
Osmanlı donanması Ege Denizinde yer alan adalara gerekli
askeri müdahaleyi ve takviyeyi yapmış olsaydı Yunan donanmasının bu denizdeki
üstünlüğünün önüne geçilme ihtimalinin olacağı halen tartışılan konulardan
birisidir. Ancak Bahriye Nezareti bu stratejik planlamayı gerçekleştirememiş ve
adalarda üstünlük Yunan deniz gücüne geçmiştir. 18 Aralık 1912 tarihinde
toplanan Büyükelçiler Konferansı’nın ikinci toplantısında Ruslar, Limni, İmroz ve
Semadirek adalarının Osmanlı devletine bırakılmasını, İngilizler ise Yunanistan’a
verilmesi tezini savunmuşlardır. Tartışmalar neticesinde bu adaların ileride
alacakları durum ne olursa olsun büyük devletlerin nezaret ve kontrolleri
altında tarafsızlaştırılmaları kararı kabul edilmiştir. Bu arada Osmanlı
Devleti, Yunanistan’ın adaları işgalini hiçbir zaman kabul etmemiş ve
tanımamış, adalar üzerindeki egemenlik haklarının devam ettiğini uluslararası
alanda beyan etmiştir. 30 Mayıs 1913 tarihinde imzalanan Londra
Anlaşması ile Girit dışındaki adaların geleceği konusunda karar verme
yetkisi, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerine
verilmiştir. Bu çerçevede altı devletin aldığı karar gereği Bozcaada, Gökçeada ve
Tavşan Adası dışında kalan adaların silahsızlandırma şartı ile Yunanistan’a bırakılması
14 Şubat 1914 tarihinde karara bağlanmış, ancak Osmanlı Devleti bu
kararı tanımamıştır. Bu konu Lozan Barış Antlaşmasına kadar açıkta kalmış, Lozan’ın
15’inci maddesi gereği 12 ada İtalya’ya devredilmiş, ancak daha sonra
1947 yılında Paris Barış Konferansında adalar silahsızlandırma şartı ile
tekrar Yunanistan’a devredilmiştir. Sonuç olarak, Ege Denizin'de bulunan adalar ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki sorunlar günümüze kadar devam etmiş ve etmektedir. Bahse konu sorunların temeli ise bu yazımızda anlatılan gelişmeler sonucunda ortaya çıkmıştır.
Son olarak birçok yazılı ve görsel mecrada, dile getirilen
bazı yanlışlara bu yazı vasıtası ile değinmek istiyorum.
Öncelikle biraz araştırma ile dijital veya yazılı olarak
belgelerine ulaşılabilecek olan tarihi bilgiler çeşitli mecralar tarafından tahrif
edilerek insanlara sunulmaktadır. Dolayısıyla tarih bilgimiz bu tahrif
edilmiş bilgilerden yola çıkarak oluşmaktadır. Tarih, geçmişi
ele alan bir bilim dalı olduğunu unutmamız gereken bir mevhumdur. Bu geçmiş ise
bugün için bilgi sahibi olacaklara bazı saç ayakları verebilir ve bu ayakların
doğru şekilde yorumlanarak bir obje haline getirilmesi
gerekmektedir. Bu araştırma nihayetinde oluşan ve elimizdeki objeyi bir insanın
geçmişi gibi değerlendirilebiliriz. Nasıl ailemizin fertleri olan atalarımızın,
dedemizin ve babalarımızın yaşamlarını irdeleyerek ve dikkatli şekilde ele
alıyorsak, bahsi geçen konuları da sanki şeceremizi araştırıyormuş gibi
irdeleyerek ahkam kesmeliyiz. Ancak bilgi sahibi olmayan veya araştırma
zahmetine girmeyen kişiler bu tarihi olayları ''bu olay öyle değil,
buradan şu şekilde yapıldı.'' veya ''bu şekilde
yapılmayıp, şu şekilde yapılsaydı daha iyi olurdu.'' şeklinde
yorumlamaktan çekinmemektedir.
Bu bağlamda; çeşitli mecralarda karşılaştığımız yukarıda
bahsi geçen olaylar neticesinde 12 Adalar ile Ege Adaları’nın İsmet İnönü
tarafından terk edildiği tezi tamamen yanlıştır. Çünkü bu adalar
kaybedildiğinde İsmet İnönü'nün rütbesi Yarbaydı. Bu yüzden bir Yarbaya kimse
bu konuyu soracak değildir. Ayrıca İsmet İnönü bu olayların yaşandığı dönemde o
bölgede dahi değildi. Maalesef sınırın ötesinde kalan ve resmen burnumuzun
dibinde olan adalar günümüzde de Yunanistan'ın kontrolü altındadır. Sınırın
ötesinden kalandan kastımız da hazin bir manzara olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısaca Bodrum veya Çeşme'nin tam karşısında tüfek atımı mesafede başka bir
devlete ait bir ada bulunmaktadır. Ege denizinde bulunan bu topraklar
kaybedilirken adalarda yoğun bir Türk nüfusu da bulunmaktaydı. Bu nüfusun çoğu,
Kurtuluş Savaşı sonrası doğup, büyüdükleri toprakları mübadeleler neticesinde
terk etmek durumunda kalmıştır.
Diğer yanlış bilinen konu ise 2. Dünya Savaşı sırasında
yukarıda bahsi geçen adaların Almanlar veya İtalyanlar tarafından Türkiye'ye
terk edilmek istendiğidir. Almanların adaları Türklere vermek istediği her
kesim tarafından bilinmektedir. Fakat Almanların adaları bırakmasının arkasında
tamamen bir hinlik olduğu bilinmelidir. Bu konuda Almanların yapmak istediği Türkiye'nin
müttefiklerin tarafına geçerek kendilerine savaş açmasını engellemekti. Aslında
o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin, Almanlara savaş açmak veya Almanlara katılmak
gibi bir planı da yoktu. Çünkü İsmet İnönü gibi savaş görmüş ve savaşın
nelere yol açtığını iyi bilen bir lider olarak tarafsız kalmanın ne kadar
önemli olduğunu biliyordu. Ayrıca bu dönemde Almanlar, Türkiye'nin başına ne
geleceğini hesaplamak gibi bir durumda da değildi. Çünkü Almanlar savaştığı
cephelerde artık gerilemeye başlamıştı. Almanya ile Türkiye müttefik olsaydı ve
bu adaları Türkiye işgal etmiş olsaydı; bu toprakları Türk Ordusu ve Hükümeti kontrol
altına alarak idare edebilecek durumda değildi. Çünkü Türk donanması o dönemde
bu toprakları yönetecek ve koruyacak düzeyde değildi. Dolayısıyla Türk donanmasını
güçlendirmek için müttefiki olan Almanya'dan gemi almak durumunda kalacaktı.
Böyle bir durumda ise Türkiye ister istemez İngiltere ve müttefiklerle bir
çatışma içerisine girmek durumunda kalacaktı. İlerleyen dönemde Türkleri, Alman
belasından kurtaracak yine çatıştığı müttefiklerden başkası da değildi. Ancak
bu kurtarıcılar Churchill yönetimindeki İngilizler değil Stalin'in yönetimindeki
Kızıl Ordu olacaktı. Bu durumda ise bazı kesimlerin umduğu gibi Türkiye'ye
ne Sosyalizm gelir nede ülke Komünizm ile yönetilirdi. Çünkü böyle bir
durum olduğu takdirde Türkiye, sosyalist bir iktidara en hazırlıksız olan
ülkelerden birisiydi. Örneğin Türkiye'nin yanı başında bulunan Yunanistan'ın iyi
veya kötü bir Komünist Partisi vardı veya Bulgarlar'ın Sosyalist Parti geçmişi
vardı. Türkiye, Kızıl Ordu tarafından işgal edildiği takdirde başına gelecek
felaketin en iyi örneği ise Türkiye ile aynı durumda olan Romanya’dır. Romanya,
Kızıl Ordu tarafından işgal edildikten sonra sözde demokratik seçim
gerçekleştirmiş ve seçim sonucu Komünist Parti yine de iktidara gelememiştir.
Bu seçimlerin akabinde Stalin'in emri ile Kızıl Ordu harekete geçerek Komünistleri
el altından teşkilatlandırmış ve Komünistler bir darbe ile iktidarı ele
geçirmiş, ilerleyen dönemde bu darbenin sonucu olarak Romanya resmen perişan
olmuş ve uzun sürede kendisini toparlayamamıştır.
Bu cihetle; böyle bir durum hasıl olduğu takdirde biz 12
adalarla birlikte Ege Adalarını o dönemde öyle kolay kolay elde tutamazdık.
Aslında adalarda Türklerin işgali için gerekli ortamda mevcuttu. Yani adalarda
yaşayan sadece Türkler değil Rumlar bile savaş döneminde istihbarat konusunda
hizmette bulunmuşlardır. Bu görüşün ve bilginin doğruluğu çeşitli tarihçilerin
arşivlerde yaptığı çalışmalardan anlaşılmıştır. Ayrıca bu çalışmaları adalarda
bulunan halk herhangi bir maddi yardım talep etmeksizin gönüllü olarak
gerçekleştirmiştir. Örneğin adalarda bulunan İtalyanların levazım birliklerinin
kaç tane ekmek aldığı veya aldığı şilte adedinden bölgede kaç tane askerin
bulunduğu birçok kez istihbarat görevlilerine bildirilmiştir. Ancak bu
gelişmelere rağmen Türkiye yine de 2. Dünya savaşında nötr kalmayı seçmiştir.
Birçok defa karşılaştığımız adaların 2. Dünya Savaşı sonrasında İsmet İnönü başkanlığındaki
hükümet tarafından neden işgal edilmediği konusu yukarıda ki nedenlerden dolayı
açıklığa kavuşmuş olduğuna inanıyorum.
0 Yorumlar