Coğrafi konumu nedeniyle asırlar boyu birçok ulusun Avrupa ile Asya arasındaki geçiş güzergâhı olan Balkanlar, topraklarında barındırdığı çeşitli milletler ve farklı inançlara mensup halklara ev sahipliği yapan ve aynı zamanda telafisi mümkün olmayan kanlı çatışmalara sahne olmuş stratejik önemi yüksek bir bölgedir. Balkanlara tarih boyunca yaşanmış göçler neticesinde, bölgenin demografik yapısı oldukça karmaşık hale gelmiş, bunun sonucu olarak Balkanlar tarih boyunca çeşitli çatışmalara sahne olmuştur. Bölge Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra çatışmalar son bulmuş olsa da bölgede yaşayan milletler arasındaki husumet içten içe devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması ve Fransız İhtilali sonrası Dünyayı saran Milliyetçi akımların etkisinde kalan bölge halkları bağımsızlıkları için hem Osmanlı İmparatorluğu ile hem de kendi aralarında ki eski husumetlerden dolayı çatışmaya başlamıştır. 1914 öncesi yaşanan bu çatışmalar Osmanlı Devleti’nin akıbetini büyük ölçüde belirlemiştir. (bkz. Balkan Savaşları) 1. Dünya Savaşı sonrası irili ufaklı birçok Balkan Ülkesi ortaya çıkmış ve bölgenin büyük bölümünü kapsayan Batı Cephesinde bugünkü Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Slovenya’yı içine alan Yugoslavya Krallığı kurulmuştur. 2. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanya’sının hızlı ilerleyişi, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da da gerçekleşmiş ve bu ülkeler teslim olup; Almanların safına katılmaya zorlanmış ve bunun sonucu olarak bölgede Nazi güdümünde kukla yönetimler oluşmaya başlamıştır.

Yugoslavya Krallık Bayrağı

2. Dünya Savaşı sonrasında General Tito yönetiminde kurulan Yugoslavya’nın 1990 yılından itibaren dağılması ve bunun sonucu olarak Balkanlar’da yaşanan zulmü daha detaylı anlayabilmemiz için bu bölgede 2. Dünya Savaşı dönemi boyunca yaşanan hadiseleri öğrenmemiz gerekir. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Sırpların hem Müslüman Boşnaklara hem de Hırvatlara karşı uyguladığı vahşi tavırların kökenini ise hem Osmanlı döneminde hem de 2. Dünya Savaşı’nda aramamız gerekmektedir.

Yugoslavya İç Savaşı sırasında Sırp Milliyetçilerinin Müslümanlara önemli derecede zarar verdiği kanlı çatışmaların sebebi günümüzde “Osmanlı torunlarından alınan intikam” olarak lanse edilmiştir. Öte yandan Yugoslavya İç Savaşı’nda, Sırplar’ın 2. Dünya Savaşı döneminde yaşadıkları zulme cevap olarak Hırvat Cephesine gösterdikleri vahşi tavır da gözlerden kaçmıştır.

USTAŞA ÖRGÜTÜ’NÜN KÖKENLERİ

Tarihe bakıldığında 2. Dünya Savaşı öncesinde Yugoslavya Krallığı kurulmuş ve Belgrad merkezli Sırp ekolünün siyasi ağırlığının olmasından dolayı Krallık bünyesindeki diğer milletleri huzursuz etmiş ve bu huzursuzluk neticesinde, Krallıktan ayrılmaya yönelik bir takım silahlı hareketlerin önünü açmıştır. Doktor Ante Paveliç tarafından İtalya’da sürgünde iken kurulan USTAŞA ÖRGÜTÜ’de başta Hırvatlar’ın Belgrad yönetimine siyasi bir tepkisi olarak doğmuş, fakat zamanla bu örgüt silahlanarak, İtalya ve Nazi Almanya destekli soykırımcı ve faşist bir örgütlenme yapısına bürünmüştür.

Doktor Ante Paveliç

1941-1945 yılları arasındaki Hırvatistan’da Faşist yönetim ile Naziler’i aratmayan ve Hırvatça’da “isyancı” anlamına gelen USTAŞA’nın fikir babası ve kurucusu Ante Paveliç 14 Temmuz 1889 tarihinde bugünkü Hersek bölgesinin Konjiç şehrine bağlı Bradina köyünde Dünya’ya gelmiştir. Babası demiryolu işçisidir. Maddi zorluklar sebebiyle Hersek, Bosna ve Hırvatistan’a taşınarak defalarca okulunu değiştirmek zorunda kalmıştır. Paveliç, 1910 yılında Zagreb’de liseyi bitirir ve milliyetçilik akımı ile üniversite zamanında tanışarak “Genç Hırvatistan” (Mlada Hrvatska) adındaki siyasi öğrenci örgütüne katılır. Zagreb Üniversitesi’nde hukuk dalında doktorasını bitiren Paveliç aynı şehirde avukatlık ofisi açar. Mensubu olduğu örgütün idolü Hırvat Milliyetçiliğin o dönemki sembolü Ante Starceviç’tir. Starceviç’in, Eugen Dido Kvaternik ile kurduğu Hırvat Sağcılar Partisi (HSP – Hrvatska Stranka Prava) bu öğrenci örgütündeki Hırvat gençlerinin ileride siyasete atılacağı cephe olacaktır. Bu milliyetçi kulvar, köken konusunda İliryacılık Propogandası güderek kendilerinin Yunan mitolojisindeki Sami ırkına mensup Fenike kralı Agenor’un torunu İliryus’un soyundan gelen halk olduklarını iddia etmeye başlayarak kendilerini Slav kökenli milletlerden ayırmaya çalışır.

Ante Starceviç

Eugen Dido Kvaternik

Yugoslavya Krallığı’nın halkları birleştirici ideolojisi ile ilk ters düşmeler 1. Dünya Savaşı sonrasına denk gelir. Bosna-Hersek’teki Katolik Hırvat azınlık, kendilerini bu bölgedeki Sırp ve Müslüman Boşnaklar’dan daha üstün görerek siyasi propagandaya başvurur ve böylece ilk milliyetçilik kıvılcımları atılır. Savaş döneminde HSP’nin genel sekreterliğine seçilen Paveliç’in 1919’da yayınladığı manifestoda Dalmaçya ve Bosna’nın dâhil edildiği bağımsız bir Hırvatistan Devleti’nin kurulması gerektiğini ortaya koyar. Bu tarihten itibaren siyasi arenada Hırvatlar’ın bağımsızlık yönündeki istekleri artar ve kendilerinden olmayan halklara karşı agresif bir politika izlemeye başlarlar. 1927 ile 1929 yılları arası Krallık Parlamentosunda yaşanan Sırp-Hırvat tartışmaları zaman zaman silahlı çatışmalara sebebiyet verir ve iki tarafın partilerine mensup milletvekillerinin öldürüldüğü hadiseler gerginliği tırmandırır. Paveliç’in partisinden daha güçlü ve popüler olan Hırvatistan Köylü Partisi (HSS – Hrvatska Seljacka Stranka) lideri Stjepan Radiç’in bir suikaste kurban gitmesi sonrası Genel Başkanlığa getirilen Vladko Maçek’in bağımsızlık ideallerini gerçekleştirecek vasıflara sahip olmaması Paveliç ve HSP yanlısı milliyetçileri huzursuz eder. Sokaklardaki siyasi olaylar ülke genelinde iç güvenliği tehdit etmeye başladığından Yugoslavya Kralı 1. Aleksander 6 Ocak 1929 tarihinde tüm partileri feshederek baskıcı rejim dönemini başlatır. Böylece Paveliç’de örgütünü yurtdışına taşıma kararı alır.

Stjepan Radiç

Yugoslavya Kralı 1. Alexander

USTAŞA’NIN KURULUŞU

Pavleviç’in Sürgün dönemindeki ilk adresi İtalya’nın Bologna şehri olacaktır. Paveliç, 10 Ocak 1929 tarihinde sürgündeki yeni örgütü USTAŞA’yı burada kurar. Örgütün önde gelenleri bu süreçte Macaristan ve Bulgaristan’a da geçerek bağımsızlık mücadelesi için destek arayışı içerisine girerler. Osmanlı döneminde Balkanlar’daki isyan kıvılcımını ateşleyen ve komitacılık hususunda ciddi tecrübeye sahip olan İç Makedon Devrimci Örgütü’nün (İMDÖ) halen Bulgaristan’da aktif olması USTAŞA’nın bu ülkede de örgütlenmesinin önünü açar. Paveliç, uzun süre ikamet edeceği İtalya’da bizzat Mussolini tarafından karşılanır. Hatta kendisi ve ailesine Bologna’da bir ev tahsis edilerek örgütün İtalya merkezi burada kurulur. Paveliç ve ailesinin güvenliğini ise İtalyan Gizli Polis teşkilatında çalışan Ercole Conti ile ekibi tarafından sağlandı. Conti’nin istihbarat şebekesi ile polis teşkilatından sorumlu bakan Arturo Bocchini’nin yardımları ile Fontechio ve San Demetrio bölgelerinde USTAŞA kampları kurularak 1930’lu yılların ortalarına kadar 500 civarında örgüt militanı buralara yerleştirildi.

İtalya Polis Teşkilatından Sorumlu Bakan Arturo Bocchini

Sürgündeki USTAŞA üyelerinin barındığı ülkeler sadece İtalya ve Balkan Ülkeleri değildi. Berlin’de de bir propaganda merkezi kurularak Hırvatça yayınlar çıkartılmaya başlanmış ve bu yayınları Krallığa muhalif olan kesimlerin eline geçmesi için özel bir ekip kurulmuştu. USTAŞA yayınlarının Almanya’daki sorumlusu Paveliç’in öğrencilik döneminden dava arkadaşı Doktor Branimir Jeliç’ti. Jeliç’in cemiyetteki bir diğer görevi ise uluslararası bağlantılar kurarak yurtdışında yaşayan Hırvatlar’ı örgütün militan kadrosuna katmayı sağlamaktı. Bu kapsamda Jeliç, 2. Dünya Savaşı döneminde Almanya, Amerika, İtalya ve İspanya’da bulunarak örgütün nüfuz alanını genişletmeye çalışacaktı.

USTAŞA’NIN SİLAHLANMASI VE İLK EYLEMLER

1929 senesinde başlatılan sıkıyönetim nedeniyle Hırvatistan’da basın sansürü olmasına rağmen Paveliç’in ekibi gizli yollardan örgüt propagandası yapan yayınları ülkeye sokmayı başardı. Öte yandan yazılı propaganda ile Krallığa karşı mücadele edilirken silahlı hamleler de ihmal edilmedi. Örgüt yönetimi 1929 yılının sonunda Kral 1. Aleksander’a bir tren seyahatinde suikast düzenleyerek ilk silahlı eylemini yapma kararını aldı. Ancak bu plan yerel Yugoslav Polisi tarafından deşifre edildi ve kurulan mahkeme sonrası USTAŞA örgütü ilk silahlı eylemini hayata geçiremeden militanlarını idama kurban vermiş oldu. 1932 senesinde İtalya’daki örgüt kamplarından Hırvatistan’ın Adriyatik kıyısındaki Valebit Bölgesine isyan çıkarmak için gönderilen ekip de Yugoslav güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirildi. Bu operasyonun önemli bir özelliği de örgüt lideri Doktor Ante Paveliç’in bu çatışmaya bizzat katılmış olmasıydı ve Paveliç bu çatışmadan yara almadan kaçmayı başarmıştı. 


Bir sonraki silahlı eylem kararı Kral’ın 1933 senesinde Zagreb’e yapacağı ziyareti sırasında gerçekleştirilecekti. Ancak eylem bilgisinin ekip içinden Yugoslav İstihbaratına sızmasının anlaşılması üzerine bu girişim henüz başlamadan sonlandırıldı. 1933 yılına kadar yapılan veya yapılmaya çalışılan eylemlerin başarısızlığı örgüt içerisine sızmış istihbarat elemanları yüzünden olmuştu. Ancak örgüt bu başarısızlık zincirini kıracak ve adını Dünya’ya duyuracaktı. Örgütün adının tüm Dünya tarafından duyulmasına neden olacak icraatı ise 9 Ekim 1934 gerçekleşti. 9 Ekim 1934 tarihinde Yugoslav Kralını’nın, Marsilya’da gerçekleştirdiği resmi ziyaret sırasında Kral, bir örgüt militanı tarafından silahla vurularak öldürdü ve USTAŞA ismi Kral’ı öldürmesiyle tüm Dünya tarafından bilinir hale geldi. 


Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou

Ancak suikastte Kralın yanındaki Fransa Dışişleri Bakanı Louis Barthou'da hayatını kaybetmişti. Bu eylem neticesinde Fransız kolluk kuvvetleri tarafından yapılan tahkikat sırasında Fransa’daki USTAŞA bağlantılı Hırvatlar tutuklandı ve İtalya’dan Paveliç’in yargılanmak üzere Fransa’ya gönderilmesi talep edildi. Fransız yetkililerin bu isteği İtalya tarafından olumsuz yanıtlandıktan sonra Fransa yargısı tarafından Paveliç’in gıyabında idam kararı çıkartıldı. İdam kararının alındığı sıralarda halen İtalya’da ikamet eden Paveliç, Torino ve Siena’da göstermelik olarak göz hapsinde tutuldu. Fransız yargısının idam kararını alması ve İtalyanların alınan kararlara rağmen Paveliç’i göndermemesi üzerine Yugoslavya ile İtalya arasında diplomatik krizin doğmasına sebep oldu. Öte yandan Almanya’da yükselen USTAŞA aktiviteleri Yugoslavya tarafından Alman yetkililere bildirilerek diplomatik baskı oluşturulmaya çalışılıyordu. Yugoslavya’nın bu isteklerine ‘’görece’’ olarak uyan Alman yetkililer Almanya’da örgüt yayın organlarının bazılarını kapatmaya başladı. Almanya’da kapatılan örgüt yayın organları ise Amerika ve Arjantin’e taşınarak faaliyetlerine oradan devam etti.

2. DÜNYA SAVAŞI’NIN BAŞLAMASI VE USTAŞA’NIN YUGOSLAVYA İÇİNDE GÜÇLENMESİ

Almanlar’ın ‘’görece’’ olarak bu hareketi yapmasında bazı önemli nedenler vardı. Almanlar, 1939 senesi boyunca gerçekleştirecekleri büyük harekâta odaklanmıştı ve hali hazırda Yugoslavya ile diplomatik veya askeri bir krizle uğraşacak durumda değillerdi. Keza 1 Eylül 1939 tarihinde Almanlar’ın Polonya’yı işgal etmesi ile birlikte 2. Dünya Savaşı da başlamış oluyordu. Bu nedenden ötürü bir yandan mevcut Yugoslavya yönetimi ile sıcak ilişkileri muhafaza etmeye gayret gösteren Nazi Almanya’sı görece olarak USTAŞA örgütüne ait yayın yapan matbaaları kapatırken, diğer yandan ayrılıkçı USTAŞA örgütünün diğer faaliyetlerine müsaade etmekteydi.

USTAŞA örgütü Almanya’dan gizli destek aldığı gibi Mussolini yönetiminde ki İtalya’dan ise açık destek görmekteydi. Buna en iyi örnek ise Fransa’da gerçekleşen eylem sonrası örgüt lideri olan Paveliç’in iadesine yanaşmamaları olarak gösterilebilir. 27 Ocak 1939 tarihinde İtalya Dışişleri Bakanı ve Mussolini’nin damadı Galeazzo Ciano’yu ziyarete gelen örgüt temsilcisi Josip Bombelles yakın zamanda Hırvatistan’da geniş çapta bir ayaklanmanın mümkün olabileceğini haber vermişti. İtalya’nın destek vermesi amaçlanan ayaklanmanın aşamaları özetle şu şekilde planlanmıştı:

"Toplumsal başkaldırı, Zagreb’in işgali, Paveliç’in Zagreb’e gelişi, Hırvat Krallığı’nın kurulması ve İtalyan Kralı’na taç teklif edilmesi..."
 
Galeazzo Ciano

Aynı dönemde, Fransa ve Doğu Avrupa’nın işgali ile meşgul olan Nazi Almanya’sı, Balkanlar’da henüz bir istikrarsızlık istemediği için İtalya’nın olası bir Yugoslavya müdahalesinden uzak durması yönünde Büyükelçi Dino Alfieri’yi uyardı. 1940 yılında Fransa’nın mağlup edilerek işgal edilmesiyle Almanya artık rotasını Balkanlar’a çevirecek fırsatı bulmuş ve akabinde Macaristan, Romanya ve Slovakya’da artık Almanya saflarına katılma kararı almıştı. Fakat bu hamleler İtalya’da pek hoş karşılanmadı. Çünkü Mussolini Romanya’nın bu pakta katılması sonrası Almanya’nın bu bölge üzerinden Yunanistan’a yöneleceğini öngörerek İtalya’nın çevresindeki ülkelerin Alman himayesine girmesinden rahatsız olmuştu. Nitekim Mussolini yukarıda bahsettiğimiz şüphelerinde haklı çıkmış ve Alman kuvvetlerinin pakta katılan ülkelerin topraklarını transit geçerek Yunanistan’a saldırması üzerine Yugoslavya hükümeti de çaresizlik içinde Almanya saflarına katılmak zorunda kalmıştı. Bu gelişmeler bir bakıma Doktor Ante Paveliç’in sürgünden lideri olacağı Hırvatistan’a dönüş bileti olacaktı.

Büyükelçi Dino Alfieri

NAZİ GÜDÜMÜNDE BAĞIMSIZ HIRVATİSTAN DEVLETİ’NİN KURULMASI

10 Nisan 1941 tarihinde Bağımsız Hırvatistan Devleti (NDHNezavisna Drzava Hrvatska) resmen kuruldu. Ante Paveliç henüz sürgünden dönmediği için Zagreb’de onun yokluğunda geçici bir hükümet kuruldu. Ülkenin yönetim şekli aslında monarşi olacaktı. Bağımsızlıklarını bir nevi borçlu oldukları İtalyanlar’a da pay vermeleri gerektiğinin farkında olan Hırvat Milliyetçiler, İtalya Krallığı tahtındaki Savoya Hanedanı’ndan Aosta Dükü Prens Aimone’ye Hırvat Kralı olması için teklif götürdüler. Bu aslında sadece göstermelik bir unvandı; gerçekte İtalya Hanedanından kimse Hırvatlar’ın gelecekteki siyasetine müdahale etmeyecekti. Teklifi kabul eden Prens Aimone’ye Ortaçağ’daki Hırvat Ulusunun ilk Kralı olan Tomislav’ın ismini verilerek 2. Tomislav adıyla taç giydirildi. 


Aosta Dükü Prens Aimone

Bağımsız Hırvatistan Devleti

Böylelikle hükümet resmiyete kavuşmuş ve ilk önemli icraatını hayata geçirmişti. Bu icraat sayesinde yeni hükümet Hırvat halkı içerisindeki meşrutiyetini de perçinlemiş oluyor ve Hırvatların bağımsızlığını monarşi üzerinden olsa dahi ilan etmiş oluyordu

Hükümetin el attığı diğer önemli bir icraat ise güvenliğin sağlanması ve düzenli bir silahlı kuvvet mekanizmasının oluşturulmasıydı. Bu kapsamda yeni bir silahlı gücün oluşturulması ve kolluk kuvvetlerinin organizasyonu için üç aşamalı bir sistem üzerinde çalışmalar başladı. Bahsi geçen bu üç aşamalı sistem şu şekilde oluşturulacaktı:

İlki dağılan Yugoslavya Kraliyet Ordusu’nda görev almış Hırvat Subay ve askerlerin yer alacağı iç güvenlik kuvvetleri (Hrvatska Domobranstvo, kısaca Domobrani), Alman ve İtalyan rejimlerindeki ‘’SS’’ ile ‘’Kara Gömlekliler’’ modelindeki Ustaşa Milis Kuvvetleri (Ustaska Vojnica) ve istihbarat faaliyetlerinden sorumlu Ustaşa Gözlem Servisi (Ustaska Nadzorna Sluzba) şeklinde bir örgütlenme şeması oluşturulmuştu. Devletin istihbarat kanadını yöneten kişi de Hırvatistan Savaş Bakanı Slavko Kvaternik’in oğlu Eugen Dido Kvaternik’ti.

Hırvat Kara Gömlekliler Birliği

NAZİ ALMANYA’SI İLE USTAŞA İLİŞKİLERİ VE SİYASİ GÖRÜŞ BENZERLİKLERİ

1941 yılının Mayıs ayında Adolf Hitler, Dışişleri Bakanı Joachim Von Ribbentrop ile yaptığı görüşmede bugünkü Avusturya’nın Kärnten ve Slovenya’nın Untersteiermark bölgelerindeki yaklaşık 200.000 Sloven uyruklu vatandaşın Hırvatistan’a gönderilerek bu ülkedeki Sırp nüfusun oranını düşürmeyi planladığını dile getirmişti. Paveliç’in, 7 Haziran 1941’deki ziyaretinde Hitler kendisine,

Eğer yeni kurulan ülkenizi sağlam zemine oturtmak istiyorsanız iç siyasette en az 50 sene sıkıyönetim uygulamak zorundasınız. ” mesajını verdi.

Ante Paveliç-Hitler Buluşması

Nazi rejimi gölgesinde faaliyetlerini sürdüren USTAŞA, aryan ırkının tanımı Nasyonal Sosyalist çizgide belli iken bu kavramı Hırvatistan’da farklı bir şekilde yorumlamaya başlar. Buna göre ideal bir vatandaş,

Hırvat Ulusunun bağımsızlığı ülküsüne karşı olmadığını davranışlarıyla kanıtlayan ve Hırvat Ulusu ile Bağımsız Hırvatistan Devleti’ne hizmet etmeye hazır aryan ırkının ulusal bir üyesi…” olarak tanımlandı.

İşin ilginç tarafı, Nazi Almanya’sında Yahudiler’i etnik temizliğe dâhil eden bir sistem yürütülürken; Hırvatlar bazı Yahudiler için ‘’onursal aryan statüsü’’ başvurusunu da mümkün kılmıştı. Çünkü örgütün başındaki iki önemli isim olan Ante Paveliç ve Slavko Kvaternik’in eşleri Yahudi kökenliydi. Bu yüzden aile bireylerini korumak adına sadece kendilerine özel kanun çıkartmaktan da geri kalmamışlardı. Zulüm ve soykırımdan kaçmaya çalışan Yahudiler başka bir seçenek olarak Müslüman Boşnakların dini lideri Fehim Spaho’ya başvurarak İslamiyet’e geçmeyi denemiş ve bazıları bu şekilde soykırımdan kurtarılabilmiştir.
 
Fehim Spaho

Yeni hükümet yüzyıllarca boyunduruğu altında yaşayıp yıldızının bir türlü barışmadığı Ortodoks Sırplar’ı birincil düşman olarak görüyordu. Bu yüzden Hırvatların, Sırplar’a olan garezin faturası kullanılan alfabeye de kesildi. 25 Nisan 1941’de alınan bir karar ile Hırvatistan’da Kiril Alfabesinin kullanılması yasaklandı. İlerleyen haftalarda Ortodoks Kilisesine bağlı tüm okullar kapatıldı. Öte yandan Yahudiler ve Çingeneler de kara listeye çoktan alınmıştı.

USTAŞA ÖRGÜTÜ İÇERİSİNDEKİ BOŞNAK MÜSLÜMANLAR

Müslümanların statülerinin farklı olması Hırvat yöneticilerin onları kendi saflarına çekmeye çalışmasına neden olmuştu. Bosnalı, Hersekli ve Sancaklı Müslümanların 16. ve 18. yüzyıllarında İslâmiyet'i kabul eden Hırvatlar olduğunu vurgulayan USTAŞA ideologları Hırvatların Alman soyundan geldiğini ve bu nedenle en saf ırk olarak tanımlandığını iddia etmekteydiler. Hatta USTAŞA propagandaları Balkan Müslümanlarının İslam’a geçen eski Katolik Hırvatlar olduğunu yayınlamaya başlamış ve NDH sınırları içerisinde İslami görüşü benimsemiş halka yeni bir tanım getirilmişti:

Müslüman Hırvatlar.

Yugoslav Müslüman Örgütü Başkanı Cafer-Beg Kulenoviç basına verdiği demeçte:

"Ya Rabbi! Ben Hırvat’ım ve Hırvat milliyetçisiyim... Çünkü Bosnalı Müslümanlar Hırvat halkının ayrılmaz bir parçasıdır…" diye konuşmuştu.

7 Temmuz 1941 tarihli "Hrvatski Narod" gazetesinde Eğitim, Kültür ve Din İşleri Bakanı Mile Budak, NDH'li Müslümanların nihai statüsünü belirlemek için bildiri yayınladı. Bu bildirinin özet metni şu şekildedir:

"Her yerde insanlarımız Müslüman olsa NDH Müslüman devlettir... Biz (NDH) iki dine (Katolikliğe ve Müslümanlığa) sahip devletiz... Saygın önderimiz Ante Paveliç'in bize açıkladığına göre bizim Müslüman kardeşlerimiz en saf Hırvatlardır".

Eğitim, Kültür ve Din İşleri Bakanı Mile Budak

 Boşnakların amacı yine Osmanlı ve Avusturya-Macaristan dönemindeki gibi ayrıcalıklı bir konum kazanmak olduğu ve Yugoslavya Krallığı'nda bu ayrıcalıklardan mahrum kalıp; birde düşmanca karşılanmalarından dolayı USTAŞA örgütü içerisinde aktif rol oynamayı seçmişlerdi. 1929'dan beri Boşnaklardan bazıları USTAŞA Örgütü üyeliğine kabul edilmişti ve Müslümanların katılımı Almanya’nın işgali ile giderek hızlanmaya başlamıştı.

1939 yılında Zagreb Üniversitesinde USTAŞA "Napredak" Örgütü, Alojzije Stepinac, Ivan Sariç, Mile Budak ve Fehim Spaha'nun başkanlığında bir konferans düzenledi. Bu konferansta Bosnalı Katolik Papaz Krunoslav Draganoviç; "Türk hâkimiyeti döneminde Hırvatça konuşan nüfusun yaşadığı bölgelerde Katoliklerin ‘’Ortodoksluğa toplu dönüştürmesi" isimli Doktora tezi hakkında bilgiler verdi. Aynı konferansta Draganoviç; "Hırvatların ve Balkanlar'daki Katolik Kilisesi tehdit altındadır…" ve "Sırpların "babalarının dinine" tekrar toplu dönüştürmesi yapmalıdır…" şeklinde iddialar öne sürmüş ve bu iddiaları Müslüman Boşnakların dini lideri Fehim Spaha’da desteklemiştir.

PAVELİÇ’İN SÜRGÜNDEN DÖNMESİ VE KURDUĞU HÜKÜMETTEKİ MÜSLÜMANLAR

16 Nisan 1941'de, Ante Paveliç, sürgünden Zagreb'e geri döner dönmez ilk iş olarak ‘’ilk Hırvatistan Devlet hükümetini’’ kurmak için çalışmalara başladı. Paveliç yaptığı çalışmalar neticesinde kendini Predsjednik (Başbakan) görevine, Osman Kulenoviç'i Potpredsjednik (Başbakan Yardımcısı) görevine atadı. Hırvatlar; Başbakan yardımcılığına getirilen bir Müslümanın sayesinde bütün NDH'li Müslümanların çıkarlarının korunmak üzere güvence altına alındığı imajını vermeye çalışıyordu. Aynı gün Paveliç ve Hükümeti, Katolik Papaz Vilim Cecelj, Müftü İsmet Müftiç ve Protestan Papaz Michael Backer'in karşısında ‘’Hırvatistan'a sadakat yemini’’ ederek görevine başladı.


Paveliç hükümetinde Başbakan Yardımcısı Kuenoviç dışında önemli konumlara getirilen Müslüman siyasetçiler de mevcuttu. Zagreb’in Belediye Başkanlığına Atıf Hacıkadiç getirildi. Stratejik önemi bulunan Saraybosna şehri ile Zagreb arasındaki diyaloğu sağlayacak kişi de başka bir Müslüman temsilci Profesör Doktor Hakija Haciç’ti. Haciç, örgütteki en yüksek mertebedeki Müslüman üyeydi. Saraybosnalı Yugoslavya eski Müftüsü Fehim Spaho da artık NDH Devletinde önemli bir makama gelmiş ve Hırvatistan Müslümanlarının Dini Lideri olmuştu. Ancak Spaha, USTAŞA yönetiminin gün geçtikçe Katolik Hırvat olmayan tüm kesimlere zulme başladığını görerek tepki göstermiş ve yönetimle olan ilişkileri zamanla giderek bozulmuştur.

Paveliç ve tüm Hırvatların Müslümanlarla yakınlaşmasının altında başka amaçlar olduğu da açıktı. Hırvatlar, NDH'li Müslümanların Ortodoks Sırpları yok etmek için alet olarak kullanmayı düşünüyor; Sırp belasından kurtulduktan sonra Katoliklerin kalabalık bir nüfusa sahip olmasından dolayı bütün Müslümanları daha kolay asimile edilebileceğini ve Katolikleştirilebileceğini düşünüyorlardı.

1941 yılı Ağustos ayında Fehim Spaho'nun önderliğindeki Müslüman delegasyonu Zagreb'de Başbakan Ante Paveliç’e ziyarette bulunarak, Bağımsız Hırvatistan Devleti'nin kuruluşunun olumlu karşılandığını ve USTAŞA rejimini Müslümanların desteklediğini açıkladı. Bunun üzerine Paveliç Gazi Hüsrev Bey Camii’sini Fehim Spaho'ya hediye etmiş ve Bosnalı Müslümanları "Hırvat halkının çiçekleri" ilan etmiştir.

Gazi Hüsrev Bey Camii'sin de Gerçekleşen Tören

 USTAŞA KATLİAMLARI VE BU KATLİAMLARA KATILAN MÜSLÜMANLAR

Boşnakların yeni Hırvat Devletinde elde ettikleri üstün ve ayrıcalıklı konumun bedeli ise askerlik yükümlülüğü ve soykırıma iştirak etmekti. 17 Nisan 1941’de, Alman ordusu Saraybosna’yı işgal edince, Sefarad Sinagogu’nun yakılması ve talan edilmesinde Almanların en büyük yardımcısı Boşnaklar olmuştu. Birçok Boşnak politikacı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemindeki gibi özerk bölgelerin kurulması amacını güdüyor ve Üçüncü Reich'ın da bu yönde kendilerini destekleyeceğini umuyordu. Müslümanların güttüğü bu amaç doğrultusunda ‘’Yahudi sorununun çözümü’’ için Almanlarla işbirliği yapmaktan çekinmiyorlardı. Bosna-Hersek’te 9.000 Sefaradi dâhil olmak üzere toplam 14.000 Yahudi yaşıyordu. Savaş boyunca Kruscica ve Loborgrad’da bulunan toplama kamplarında 12.000 Bosnalı Yahudi öldürüldü. Yugoslavya genelinde savaş dönemi boyunca 20 civarında toplama kampı kuruldu. Bunlardan en önemlisi Avrupa’nın en büyük toplama kampı olan Jasenovac’tı. Kayıtlara göre yaklaşık 50.000 Sırp, 20.000 Çingene/Roman, 15.000 Yahudi ve 10.000 kadar da muhalif Hırvat ve Müslüman’ın bu kampta soykırıma uğradığına dair bilgiler mevcuttur.



Jasenovac Toplama Kampında İşkence Gören Sırplar

6.3 milyon nüfuslu NDH sınırları içindeki yaklaşık 1.9 milyon Sırp başlı başına bir sorun oluşturuyordu. Müslümanların çoğunluğu, ‘’Sırp meselesini’’ halledecek tüm şartların varlığı sayesinde, USTAŞA fanatizmine kapılmıştı. Günümüz Bosna-Hersek’in birçok şehrinde bu dönemde Müslümanlar, USTAŞA ve Domobran saflarına katılıp, silahlandırıldı ve NDH armalı askeri kıyafet sağlandı. Silahlanan milisler bu tarihten itibaren Bosna ve Hersek içindeki Sırplara karşı Katolik ve Müslümanlardan oluşan karma USTAŞA güçlerini oluşturdu ve kanlı saldırılar düzenlemeye başladı. Saldırılar sırasında, Sırpların malları gasp edildi, Ortodoks papazlar katledildi, erkekler zorunlu çalışma kamplarına gönderildi, kadınlar toplu tecavüze uğradı. 1941 yılı Ağustos ayında bölgede Sırp direnişini komuta eden bir komutan yaşanan vahşet hakkında aynen şöyle demiştir:

"Sırp köylerinde kıyılan ailelerin cesetleri, kan ile doldurulan fıçıları ve kazığa oturtulan çocukları gördük."

USTAŞA Birliklerinin Evlerinde Katlettiği Sırplar

1941 yılının yaz aylarında Doğu Bosna'daki Srebrenitsa, Rogatitsa, Kravitsa, Vlasenitsa bölgelerinde NDH yönetimine karşı ayaklanan Sırplar bir ‘’kurtarılmış bölge’’ ilan etti. Sırp gerillaların ve Komünist Partizanların direnişi ile USTAŞA Birliklerinin ilerleyişi durduruldu. Bunun üzerine dağınık olarak bulunan karma birlikler bir araya getirilerek; elit Katolik ve Müslüman Hırvat askerlerden oluşan 1. Ustaşa Alayı (Crna Legija) kuruldu. Bu alay, Jure Francetic, Rafael Boban ve Beçir Lokmiç isminde 3 subay tarafından yönetilmekteydi. 1. Ustaşa Alayı NDH komutasındaki diğer Hırvat birliklerinden farklı olarak giydikleri siyah üniformalardan isimlerini almışlardı. Aynı birlikteki Müslüman bölükleri ise 1. Dünya Savaşı’ndaki, Avusturya ordusunda görev almış Müslüman birliklerin giydikleri feslere benzer bir NDH armalı kırmızı fesler giymekteydi.

1942 yılının başında NDH, Alman ve İtalyanların desteği ile Doğu Bosna'daki direnişe karşı Trio Operasyonu’nu başlattı. Hırvat-Katolik asıllı Josip Broz Tito, Sırp monarşistleri, iktidarı için çok büyük tehlike olarak gördüğünden Komünist güçlerinin USTAŞA birlikleri ile iki haftalık taktik işbirliği yapma yolunda serbest bıraktı. 1. ve 2. Proleter Tugaylar, USTAŞA birliklerinden alınan destekle Almanların elinden kurtarılıp İtalyan işgal bölgesinden Karadağ'a geri çekildi. Bu andan itibaren, harekât, Alman-USTAŞA kuvvetlerine karşı Yezdimir Dangiç komutasındaki Çetniklerin umutsuz bir direnişi haline dönüştü.

1. Proleter Tugayı Askerleri ve 1. Ustaşa Alay Askerleri

Trio Operasyonu sırasında Hırvat birliklerinin gerçekleştirdiği köy baskınları ile sivil katliamlar da ciddi oranda artmıştı. Bunlardan en kanlısı 7 Şubat 1942 tarihinde gerçekleşen Banja Luka şehrindeki katliamdır. USTAŞA komutanı Josip Mijlov önderliğindeki Faşist Militanlar bu şehirde bir günde 2.300 Sırp’ı öldürdü. Bu kanlı hadiseden evvel Prebilovci ve Sanski Most köylerinde de yaklaşık 6.000 Yahudi ve Sırp katledildi. Soykırımın paralelinde Ortodoks Sırplar’ın sistematik bir şekilde güç kullanılarak Katolik inancına geçirilmesine çalışıldı. Hatta Ustaşa Gençlik Örgütü (Ustaska Mladez) Sırp köylerinden kaçırdıkları çocukları Katolik inancına devşirerek yeni bir nesil yaratmaya çalıştı.

Yezdimir Dangiç’in komutasındaki direnişçileri yenen 1. Ustaşa Alayı, Doğu Bosna’ya ilerleyişini sürdürerek Vlasenica ve Rogatica şehirlerine ulaştı ve bu şehirleri kolayca ele geçirdi. Şehirlerin ele geçirilmesi ile birlikte bölgede yaşayan Yahudiler USTAŞA askerleri tarafından toplu soykırıma uğradılar. Bu olaydan sonra Siyah Lejyon (1. Ustaşa Taburu) ve Alman Ordusu, Drina Nehri'ni kayıklarla geçmeye çalışan 8.000 kişilik mülteci grubuna saldırdı ve Makineli tüfeklerle Çetnikleri kurşuna dizdiler. Bu katliam sırasında Drina Nehri kıyısında duran ve elinde taşlar tutan 320 Sırp kız, tecavüzden kurtulmak için kendini nehre atarak intihar ettiler. 7 Nisan 1942 tarihinde gerçekleşen ‘’320 kız faciası’’, Sırp tarihin gördüğü en büyük toplu intihar vakası olarak tarihin tozlu sayfaları arasındaki yerini aldı. Bu katliamlardan ise ancak 3.300 Çetnik ile sivil kayıklarla veya yüzerek Nediç yönetimindeki Sırbistan’a sağ salim ulaşabildi. Geri kalan Çetnikler ve siviller ya suda boğuldu ya da Katolik-Müslüman USTAŞA Birlikleri ve Almanlar tarafından öldürüldüler. 10 ve 11 Nisan 1942 tarihlerinde Siyah Lejyon Bratunac ve Srebrenica'yı kontrol altına aldı ve burada da çeşitli katliamlar yaşandı.

Siyah Lejyon Tarafından Katledilerek Sava Nehrine Atılmış Sırplar

USTAŞA garnizonu içinde görev alarak katliamlara katılan Ustaška Nadzorna Služba'ya mensup Müslümanlarda bulunuyordu. Özelikle Lâtif Hociç, Alaga Zulkiç ve Şaban Muyitsa isimli üç Müslüman'ın gerçekleştirdiği katliamlar en dikkat çekçi olanlarıdır. 1944 yılının Ekim ayında Granik şehrine giren Lâtif Hociç, Alaga Zulkiç ve 16 Katolik USTAŞA yaklaşık 3.500 insanı Dinko Şakiç'in emriyle katletti. Her gün esirler Granik'te toplanıyor ve kafalarına balyozla vurarak öldürülerek Sava Nehri'ne atılıyorlardı. ‘’Kanlı Mujo’’ lakabıyla bilinen Teğmen Şaban Muyitsa öncülüğündeki USTAŞA askerleri, tel ile bağlanmış esirleri şakak kemiğine çekiç darbesiyle ya da boynuna baltayla vurarak öldürüyor ve daha önce açılmış 8 metrekarelik çukurlara atıyorlardı. USTAŞA askerlerinin bir başka vahşeti ise akraba olanların birbirini öldürmeye zorlamasıydı.

DOĞU CEPHESİNDEKİ USTAŞA ASKERLERİ

22 Haziran 1941 tarihinde Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nı ihlal ederek Barbarossa Harekâtı’nı başlatan Almanlar farkında olmadan Sırp Çetnikler’in, USTAŞA’ya karşı yeni bir gerilla savaşını tetiklemiş oldu. Bu hareket yıllar sonra Yugoslavya’nın başına geçecek Josip Broz Tito’nun başını çektiği Komünist Partizanlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Faşist yönetimin baskıları başta Müslümanlara nüfuz etmese de savaşın ilerleyen dönemlerinde Katolik Hırvat olmayan herkes rejimin kanlı yüzünü görmeye başladı. Özellikle 1943 yılında Mussolini’nin İtalya Kralı 3. Vittorio Emmanuele tarafından görevden alınmasıyla İtalya ve Hırvatistan’da Alman egemenliği artış göstermeye başladı. Bu dönemde USTAŞA’nın baskıları başta Saraybosna’daki kanaat önderleri olmak üzere Hırvatistan’daki Müslümanlar’ı Almanlar ile işbirliğine yöneltti. Sovyet topraklarının Almanlar tarafından işgali sonrası kurulan SS Birlikleri gibi Balkan Müslümanları da Waffen-SS’e bağlı Hançer Birliklerine dâhil edilmeye başladı. İlerleyen dönemde bu birlik o kadar popüler oldu ki, dönemin Kudüs Müftüsü Muhammed Emin El-Hüseyni, Hitler’in özel davetlisi olarak Bosna’ya gelerek birliğe moral ziyaretinde bulundu. Bu kaotik dönemde Sovyet esaretindeyken Almanların Türkistan Lejyonlarına katılan Türkler ile Hırvat zulmünden kaçarak Almanların Hançer Lejyonuna katılan Balkan Müslümanları işgalden kaçayım derken işgale ve zulme hizmet eder konuma düşmüşlerdi.

 
Hırvat Lejyonu Bünyesindeki Boşnaklar Namaz Kılarken

Nazi Almanya’sının Barbarossa Harekâtı kapsamında Sovyetler Birliği topraklarını işgal etme sürecinde Almanların yanında savaşan birçok millete ait birlik bulunuyordu. Bu harekât kapsamında Bosnalı Müslümanlar da Sovyet Birliği topraklarının işgaline katılan birlikler arasında yerini almıştı. 2 Temmuz 1941'de Ante Paveliç, "Avrupa'nın ilerici güçleri ve Doğu Komünist güçleri arasındaki savaşa katılacak…" şeklinde beyanat vererek; gönüllüleri bu işgal kuvvetine katılmaya davet etmişti. Bu davet üzerine harekâta katılmak üzere 3.895 gönüllüden oluşan Hırvat Lejyonu (Kroatischen Legion) oluşturulmuş ve cepheye yollanmıştı. Lejyon 9 Ekim 1941'de Almanların Güney Ordular Grubuna katılarak önce Ukrayna’da (Petruşani, Kremençug, Poltava, Pervomaysk, Kirovograd, Harkov, Taranovka, Stalino, Vasilyevka) daha sonra se Stalingrad’da operasyonlara katıldı. Birliğin kadrosunu tamamlaması sonrası Hırvat Lejyonunun cephelerdeki asker ve subay sayısı 6.300 (4.200 Katolik ve 2.100 Müslüman) kişiyi bulmuştu. Bu birik içerisinde 1942 yılı Eylül ayında Stalingrad Muharebesi sırasında gösterdiği kahramanlık sonucu Çavuş Cafer Baboviç 2. Sınıf Demir Haç madalyası ile ödüllendirilmişti.

Boşnak NDH Amblemi

 

USTAŞA HÜKÜMETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ

Yugoslavya topraklarında ise 1943 yılına gelindiğinde NDH (Domobran) Ordusunun mevcudiyeti 150.000 kişiyi bulmuştu. Bu mevcudun yaklaşık üçte birini ise Boşnak Müslümanlar oluşturuyordu.

Ante Paveliç, Müslümanların kendisine destek vermesi için onlara Zagreb'in merkezinde cami olarak kullanacakları Sanatlar Müzesi binası hediye etti. Mimar Zvonimir Pojgay ve ressam Ömer Muyaciç caminin iç plan ve projelerini çizdi, mimar Styepan Planiç ise caminin dış yapısını yapmış ve üç tane 45 metrelik minare yaptırmıştır. Bu yapı bitirildikten sonra Poglavnik Camii ismi verilerek 19 Ağustos 1944'te Hacı Aliya Aganoviç'in okuduğu dualarla ibadete açıldı. Yapılan plaket töreni ardından Ante Paveliç, Aganoviç'e caminin anahtarını teslim edip bir konuşma yaptı. Paveliç konuşmasında,

"Bu şehirde yaşayan ve ülkemizin diğer bölgelerinden Zagreb'e gelen bütün Müslümanlar, bu camide Hırvat devleti ve halkı için, dünyada ve Hırvat devletinde Müslümanlar için Allah’a mütevazı bir dua edecekler eminim…" dedi. Fakat 5.000 Müslüman'ın namaz kılabileceği genişlikteki cami sadece kısa bir süre açık kalabildi. Çünkü aynı dönemde Doğu Cephesinde savaşın Almanların aleyhine dönmesi ve Müttefik kuvvetlerin Sicilya Çıkarmasının ardından İtalyan Anakarasında ilerlemeye başlaması ile Tito yönetimindeki Komünist Çetniklerin faaliyetleri de artmaya başlamıştı. Özellikle Kursk Muharebesi sonrası Almanların aldığı ağır yenilgi Balkanların bir anda sel gibi akan Sovyet askerleri tarafından işgal edilmesine neden olacaktı. Özellikle Kırım’ın Sovyet Birlikleri tarafından hızla işgal edilmesi sonrası Karadeniz’de sıkışan Alman denizcilerinin Türkiye’nin Boğazlardan geçişe izin vermemesi üzerine, tek kaçış yolu Tuna Nehri üzerinden Macaristan veya Avusturya’ya ulaşmaktan başka şansı kalmamıştı. Ancak Partizanların iyice palazlanıp Tuna Nehrine kıyısı olan Poltova şehrini ele geçirmeleri Almanların kaçış umudunu kaybetmesine neden olmuştu. İşte bu dönemde NDH içerisinde de din, mezhep ve fikir ayrılıkları iyice ayyuka çıkmış ve bunun sonucu olarak Çetniklere karşı büyük başarısızlıklar yaşanmaya başlamıştı.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi Sovyet ordusunun hızlı ilerlemesi ve NDH içerisindeki iç çatışmalar yeni Hırvat Devleti’nin sonunu hazırlamış ve bu durum karşısında Paveliç’in ülkeden kaçmaktan başka şansı kalmamıştı. Paveliç’in ülkeyi terk etmesinden sonra 6 Mayıs 1945'te USTAŞA rejimi resmen düştü. İki gün sonra Zagreb'in Partizanların eline geçmesinden sonra Konsey Halk Hükûmeti halini aldı. Katolik-Müslüman işbirlikçilerin bir kısmı tutuklandı, bir kısmı Avusturya'ya kaçtı. 29 Haziran 1945'te Zagreb Askeri Mahkemesi, İsmet Müftiç'i USTAŞA rejimi ile işbirliği yapmaktan suçlu bularak, idam cezasına çarptırdı. Ertesi gün Zagreb Müftüsü Poglavnik Camisi kapısı önünde asıldı. Bu gelişmelerle birlikte USTAŞA hareketi bir daha hortlayana kadar son bulmuş oldu. USTAŞA’nın bir daha ortaya çıkıp yine kanlı eylemlere imza atması ise 1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılarak bir İç Savaşa sürüklendiği dönemde meydana gelecekti.

PAVELİÇ’IN SÜRGÜN DÖNEMİ VE ÖLÜMÜ

Savaş sonrası Hırvatistan’dan Arjantin’e kaçan Paveliç burada bir sürgün hükümeti kurdu. Savaşın sonuna doğru ülkeden kaçan Paveliç yeni kurulan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti tarafından gıyabında idama mahkûm edildi. Paveliç ise sürgünde Arjantin ve İspanya’daki faşist liderler Juan Peron ve Francisco Franco’nun kanatları altında güvende hayatını sürdürmeye bir süre devam etti. Juan Peron’un Arjantin’de iktidarı kaybetmesi sonrası Paveliç, Yugoslavya ile suçlu iade antlaşması olmayan başka bir ülkeye gitmek zorunda kaldı. Paveliç’in Bir sonraki durağı ise Şili’nin başkenti Santiago olacaktı. 1956 yılında Buenos Aires’te Hırvat Özgürlük Hareketi adında yeni bir siyasi parti kuruldu. Bu parti faşist USTAŞA’nın devamı olup; 9 Ekim 1991 tarihinde Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Hırvatistan’da aktif siyaset yapan bir parti haline geldi ve iç savaş sırasında yandaşları ile kanlı olaylara imza attı.

Paveliç Alman Hastanesinde Tedavi Görürken Çekilmiş Resmi

 Paveliç, 10 Nisan 1957 tarihinde Blagoje Jovoviç adında Karadağlı bir Sırp tarafından sırtından vuruldu. Bu tarihin ayrıca Bağımsız Hırvatistan Devleti’nin kurulduğu güne denk geldiği de ayrı bir ironi olarak karşımıza çıkmaktadır. Paveliç bu saldırıdan yara almasına karşı kurtulmayı başardı. Suikastın Yugoslav İstihbaratı UDBA ile İsrail İstihbaratı MOSSAD tarafından planlandığı iddialar arasındadır. Ancak bu iddia hiçbir zaman doğrulanamamıştır. Saldırı sonrası Madrid’e gelen Paveliç, 28 Aralık 1959 tarihinde burada tedavi gördüğü Alman Hastanesinde öldü. Paveliç'in naaşı hastaneden alınarak San Isidro mezarlığında defnedildi.

YUGOSLAVYA İÇ SAVAŞI SIRASINDA YAŞANAN BAYRAK KRİZİ

90'larda Yugoslavya’nın dağılması sonrası yaşanan Yugoslavya İç Savaşı sırasında bayrak hususunda meydana gelen yanlış anlaşılmalara da temas etmek gerekir. Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman’ın Hırvatlar’ın Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan ettiği gün göndere damalı Hırvat Bayrağını çekmesini Sırbistan Hükümeti’nin USTAŞA Bayrağı ile Sırplar’ın provoke edildiği ve bunun savaş sebebi olduğu şeklinde yorumladığına dair iddialar ortaya atılmıştır. USTAŞA’nın damalı sembolü benimsediği doğrudur. Fakat bu sembol Hırvat ulusu tarafından asırlardır kullanılmaktadır. Rivayete göre 10. Yüzyıldaki Hırvat lideri Stjepan Drzislav, Venedik hâkimi Pietro 2. Orselo’nun elinde tutsak iken kazandığı satranç oyunu sayesinde ülkesinin bağımsızlığını geri alır. Bu sebepten ötürü o tarihten bu yana Hırvat ulusunu temsil eden çoğu sembolde bu detayı görmek mümkündür. Hatta Yugoslavya Krallığı’nın amblemi ile Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin armalarında da kırmızı-beyaz damalı sembol bulunmaktadır. Bu sebeple Sosyalist Yugoslavya dönemindeki Sırbistan’ın USTAŞA dönemini çağrıştırıyor diye damalı Hırvat bayrağını kullanması üzere savaş ilan etmesi mantık dışıdır.

Günümüz Hırvatistan Bayrağı

 
Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman

SONUÇ

Avrupa coğrafyasının hassas karnı olan Balkanlar’daki Milletler arası çekişme, 1. Dünya Savaşı sonrası yükselen milliyetçilik akımı ile zirve yapmış ve merkezi yönetimlere başkaldıran siyasi hareketler yerini zamanla silahlı mücadeleye bırakmıştır. Nazi savaş makinasının Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllarda Almanya’ya hâkim olan sapkın ideolojinin peşinden giden yerel işbirlikçiler, ait oldukları etnik ve dini kesimi yükseltmek adına kendilerinden olmayan halklara zulmetmekten kaçınmamıştır. USTAŞA Örgütünün 1941-1945 yılları arasında Balkan coğrafyasında yaptığı soykırım 50 sene sonra aynı coğrafyada yine aynı halkların aynı zulme şahit olmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı dönemi sonrası Sosyalist Yugoslavya ile bir süre durgunlaşan Balkanlar bugün yine etnik yapısı karışık birçok ülkeye ayrılmış durumdadır. Buradaki komşularımız intikam hırsıyla siyaset yapılmayacağını anlamadıkları müddetçe gelecek nesilleri de ne yazık ki kan dökmeye devam edecektir.

KAYNAKLAR, İLEVE OKUMALAR VE ANTE PAVELİÇ BELGESEL


ANTE PAVELİÇ (LİNK)
USTAŞA (LİNK)
BAĞIMSIZ HIRVATİSTAN DEVLETİ (LİNK)
OPERATİON TRİO (LİNK)
JASENOVAC TOPLAMA KAMPI (LİNK)

0 Yorumlar