Yavuz Muhabere Kruvazörü (Dreaghnout), toplumun konuşma dilinde Yavuz Zırhlısı, ülkemizde o zamanlar en ücra köylerde dahi duyulmuş, yakın tarihimizin olayları arasında yer almış, onların bir kısmını yaratmış, halk arasında efsaneleşmiş savaş gemimizdi. Ülke tarihinde böylesine derin izler bırakmış başka bir örnek gemi de yoktur. Denizle ilgisi olmayan iç Anadolu’nun en ücra kahvehanelerini süsleyen eşyaların başlıcası Yavuz’un taş basması resimleri ve büyütülmüş fotoğraflarıydı. Geminin toplum içinde abartılı öyküleri ile birlikte adına şiirler yazılmış, şarkılar dahi bestelenmiştir. toplumumuz bu gemiye o kadar saygı duymakta ve bağlanmıştır ki yukarıda da zikrettiğimiz gibi ismini her tarafa resmen kazımıştır. Ancak az sayıda da olsa bazı kesim ise Yavuz’a yukarıda belirttiğimiz yakınlığı duymaz; hatta adını bazen nefretle dahi anarlar. Çünkü bu kesime göre Yavuz, Osmanlı Devleti’ni harbe sokmuş, dolayısıyla yıkılmasının sebebi olmuş bir gemidir.

Unutulmamalı ki, Osmanlı İmparatorluğu ile Alman İmparatorluğu arasında 2 Ağustos 1914’te imzalanan gizli anlaşmanın 2. maddesine göre Almanya, Rusya ile harp haline geçerse, Osmanlı Devleti de harbe girmiş olacaktı. Gizli anlaşmanın imzalanmasından bir gün önce ise (1 Ağustos 1914) Almanya’nın Rusya’ya harp ilan etmiş olduğu hükümetçe biliniyordu. Osmanlı hükümetinin asıl çabası harbe girmemek değil, hazırlıklar çok yetersiz olduğundan “silahlı tarafsızlık” ilan ederek zaman kazanmak, harbe geç girmekti. Osmanlı Devleti Balkan Harbi’nde kaybedilenlerin, özellikle Ege Adalarının kısmen de olsa kazanılması gerekliliğini düşünüyordu. Üçlü İtilaf (Anlaşma) devletlerine gelince; kendi çıkarları için Osmanlıların tarafsızlığını uygun görüyorlardı. Böylece onu içlerine almadan harbin bitişine kadar idare ederek aralarında bölüşme ana fikrine sahiptiler. Almanların 1914 Ağustos sonunda Doğu Cephesinde Ruslara karşı kazandıkları Tannenberg ve Mazorya Gölleri meydan muharebesine rağmen Batı Cephesindeki Marne Irmağı başarısızlığı (1914 Eylül) onları zor duruma soktu. Osmanlı Devleti’nin gecikmeksizin harbe girmesi için ısrar etmeye başladılar. Gelecek askeri harekatı iyi değerlendirebilen az sayıda asker ve siyasetçi de harbin sonucu hakkında gerçeğe uygun düşünceler oluşmuştu. Bunların başında o zaman Kurmay Yarbay rütbesinde bulunan Mustafa Kemal geliyordu. Harbi İttifak grubu kazanırsa Osmanlı Devleti Alman güdümünde bir sömürge halinde yaşayabilecek fakat itilaf grubunun kazanması durumunda kesinlikle bölünecek ve yok olacaktı. Harp kazanılmış olsa dahi, yukarıda belirtildiği gibi, tarihsel akış içindeki genel durum itibariyle Osmanlı Devleti’nin sonu gelmişti. Bundan dolayı devletin bir gemi vasıtasıyla yıkılışa yönlendirilmesini düşünmek saflıkla karışık bir duygusallığın ötesine geçemez. O geminin ön planda bulunduğu ya da daha sonra içinde yer aldığı olumlu yada olumsuz önemli olayların askeri, siyasi, diplomatik ve adli etkiler yarattığı doğrudur. Ancak köklü bir devletin çöküşünü anlatmak ancak tarihin derinliklerine inmekle olur ve her şeyi, gemileri de yöneten, yönlendiren insandır.


20. yüzyılın başında askeri denizcilikte önemli bir reform hareketi İngiltere’de başladı. Bununla Dreaghnout Sınıfı muharebe gemileri dönemine girildi. Artık taktikte önceki muharebe gemisi “Zırhlı” anlayışı değişiyordu. Bu değişim ile ağır ve seri ateşli toplarla uzak mesafelerden hedefleri etki altına almak, yüksek süratle manevra üstünlüğü, inisiyatifi elde bulundurmak, hedef seçimini ve ateş tanzimini çabuk ve doğru yapmak, gerektiğinde kolaylıkla muharebeden sıyrılmak gibi önemli yetenekler sağlanıyordu. 11 Aralık 1906 tarihinde hizmete giren HMS Dreadnought, yukarıdaki hususları üzerinde toplayan ilk gemi olmuş ve bütün bahriyelerde bu yeni sınıfa adının verilmesi kabul görmüştür. Yeni gemi tipinin teknik özellikleri, o zamana kadar büyük tonajlı hiçbir harp gemisinde bulunmayan yüksek hız, bunu sağlayan güçlü türbin makineleri, dört pervane, sağlam bölmeler sistemi, kalın zırh koruması, çok sayıda büyük çaplı, çabuk ateşli ve merkezi yönetimli silah sistemleri idi. Yeni doktrin 1898-1900 Alman deniz programını da etkiledi ve program değiştirildi. Bu dönemde alman donanmasında klasik zırhlıların inşasından vazgeçilerek Dreaghnout planlamasına girişildi. Böylece yakın bir harbin belirtileri arasında deniz hakimiyetini ele geçirme yarışı başladı.

HMS Dreadnought

Almanlar 1909-1916 yılları arasında Dreaghnout sınıfı 19 gemi inşa ettiler. Bu sırada zırhları biraz ince fakat zırhları daha fazla olan muharebe kruvazörleri sınıfı da doğdu. Almanya’da bunlardan 7 tane inşa edildi. İlk dördü küçük farklarla ayrılan güzel görünüşlü, süratli ve kudretli gemilerdi. Yukarıda zikredilen gemilerden sonra imal edilen Dreaghnout sınıfları ise Yavuz’unda içinde bulunduğu sınıfı temsil etmekteydi. Bu bağlamda, Yavuz’un, zamanının ve sınıfının en ileri teknolojisine sahip güçlü ve çok sağlam gemilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, Yavuz’un hikayesi ülkemizde değil 1. Dünya savaşının arifesinde Almanların baş düşmanı İngiliz Kraliyet Donanmasına eşdeğer bir donanma yapmaya karar vermesiyle başladığını görüyoruz.


Alman imparatorluk donanması için kardeş gemisi SMS Moltke ile beraber 1911'de Hamburg tersanelerinde yapılan Moltke Sınıfı iki gemiden biri olan SMS Goeben (Yavuz), önceki nesil Alman savaş kruvazörü SMS Von Der Tann ile benzer bir tasarıma sahipti. Ancak SMS Goeben'in boyutları daha büyük, zırh koruması daha fazlaydı ve üzerinde iki ana top bulunan fazladan bir tarete sahipti. İngiliz rakibi "İndefatigable Sınıfı" muharebe kruvazörlerine kıyasla Goeben ve Moltke kayda değer biçimde daha büyük ve daha kalın zırhlı sahiptiler.


SMS Moltke
SMS Goeben
SMS Von Der Tann
1912'de SMS Goeben, hafif kruvazör SMS Breslau ile birlikte Alman Akdeniz Savaş Filosu'nu (Deutsche Mittelmeer Division) oluşturdu ve Balkan Savaşları boyunca Akdeniz'de devriye görevi üstlendi. 28 Temmuz 1914'te 1. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Goeben ve Breslau İngiliz Akdeniz Donanması'nın takibinden kaçarak İstanbul'a ulaştılar. İki gemi 16 Ağustos 1914'te Osmanlı Donanmasına devredildi. SMS Goeben, Osmanlı hizmetine girdiğinde Yavuz Sultan Selim veya kısaca Yavuz adını aldı. 1936 yılında adı Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen TCG Yavuz olarak değiştirildi ve donanmanın bayrak gemisi olarak görev yaptı. 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşını İstanbul'dan İzmit'e taşıdı. Yavuz zırhlısı, 1950 yılında hizmetten çekilene dek Türk Donanması'nın bayrak gemisi görevini icra etmeye devam etti.

TCG Yavuz, Alman hükümetinin Türkiye'nin gemiyi geri almaları teklifini reddetmesinin ardından 1973-1976 yılları arasında söküldü. Alman imparatorluk donanması tarafından inşa edilen gemilerin en son söküleni olan Yavuz, aynı zamanda tüm muharebe kruvazörleri ve Dreaghnoutlar arasında en uzun süre hizmette kalanıdır.

Alman İmparatorluk Donanması (Kaiserliche Marine), Goeben'i 8 Nisan 1909'da "H" geçici adı ve 201 inşa numarasıyla Hamburg'daki Blohm & Voss Tersanesine sipariş verdi. Omurgası 19 Ağustos'ta kızağa kondu, teknesinin inşası tamamlandıktan sonra gemi 28 Mart 1911'de denize indirildi. Donanım ve silah sistemlerinin takılarak tamamlanmasını müteakip 2 Temmuz 1912'de Alman Donanmasına katıldı.

Goeben 186.6 metre uzunluğuna ve 29.4 metre genişliğe sahipti. Geminin standart yük altında ağırlığı 22,616 ton, tam yük altında ağırlığı ise 25,300 ton idi. Goeben, toplam 39,000 kw güç üreten iki set Parsons buhar türbini ve 24 kömürle çalışan Schulz-Thornycroft buhar kazanı ile maksimum saatte 29.3 mil (47.2 km) hıza ulaşabiliyordu.

Geminin ana bataryası, 5 adet ikişerli tarette toplam 280 mm'lik (11 inch) toptan oluşuyordu. İkincil silahları geminin ortasında kazamatlarda yer alan 12 adet 150 mm'lik (5.9 inch) toptan oluşuyordu. Ayrıca geminin pruvasında (baş), kıçta ve kumanda kulesiyle kaptan köşkü etrafında yer alan 12 adet 88 mm'lik (3.5 inch) topları bulunmaktaydı. Gemide ayrıca su hattının altında dört adet 500 mm'lik (20 inch) torpido tüpü bulunmaktaydı.

Ekim 1912'de Birinci Balkan Savaşının başlamasıyla Alman Genelkurmayı, Alman gücünü Akdeniz'de gösterecek bir Akdeniz kuvveti (Mittelmeer-Division) kurulmasına karar vererek Goeben ile hafif kruvazör Breslau'yu İstanbul'a gönderdi. İki gemi 4 Kasım'da Kiel'den yola çıkarak 15 Kasım 1912'de İstanbul'a vardılar. Nisan 1913'ten sonra Goeben, aralarında Venedik, Pola ve Napoli'nin de bulunduğu birçok Akdeniz limanını ziyaret ettikten sonra Arnavutluk sularına yöneldi. Bu yolculuğun ardından filo tekrar Pola'ya döndü ve 21 ağustos ile 16 Ekim 1913 tarihleri arasında bakım için Pola'da kaldı.


29 Haziran 1913'te ikinci Balkan Savaşının başlamasıyla Akdeniz kuvveti tekrar bölgede konuşlandı. 23 Ekim 1913'te Konteramiral Wilhelm Souchon kuvvetin komutasına geçti. Goeben ve Breslau Akdeniz'deki faaliyetlerine devam etiler ve 1. Dünya Savaşı başlayana kadar 80 civarında limanı ziyaret ettiler. O günlerde grubu oluşturan bu iki gemiye yani SMS Goeben ve SMS Breslau’ya diplomat gemiler denilmiştir. Sancak gemisi Goeben ayrıca güzel görünümü, seri atış yeteneği ve yüksek hızı ile İngiliz ve Fransız filolarını daima bu gemi üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. Alman Donanma yetkilileri bir süre sonra, Goeben'i kardeş gemi SMS Moltke ile değiştirmeyi planladıysa da, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand'ın 28 Haziran 1914'te Saraybosna'da suikasta uğraması ve ardından büyük güçler arasında gittikçe tırmanan gerilim bu planın uygulanmasını engelledi.


Konteramiral Wilhelm Souchon
Suikastin ardından Amiral Souchon müttefik güçler ile üçlü entente arasında savaşın kaçınılmaz olduğunu değerlendirdi ve gemilerine bakım için Pola'ya gitme emrini verdi. Almanya'dan gelen mühendisler gemi üzerinde bakım çalışması yaptı. Goeben'in bakımı sırasında 4,460 kazan tüpü değiştirildi ve genel bakımı yapıldı. Bakımların tamamlanmasının ardından gemiler Messina'ya doğru yola çıktılar.

Alman Donanma Komutanlığı, savaş çıkması durumunda Goeben ve Breslau'nun ya Batı Akdeniz'de akınlar yaparak Kuzey Afrika'daki Fransız askerlerinin Avrupa'ya geçişini engellemesini, ya da Cebelitarık'tan geçip atlas okyanusuna çıkarak alman sularına dönmesini emretmişti. Bu emirlerden hangisinin uygulanacağı filo komutanının taktik duruma göre vereceği bir karardı. 3 ağustos 1914'te iki gemi Cezayir'e doğru yoldayken Amiral Souchon Almanya'nın Fransa'ya savaş ilan ettiği haberini aldı. Kaiser'in emrine uyan Goeben Fransız sömürgesi olan Cezayir'in Philippeville kentini 10 dakika boyunca bombaladı. Bu sırada Breslau da Bone şehrini bombalamaktaydı. Kaiser'in emirlerini açıkça hiçe sayan amiraller Alfred Von Tirpitz ve Hugo Von Pohl, Kaiser'e herhangi bir bilgi vermeden Souchon'a bombardımanın ardından donanmayı İstanbul'a götürmesi emrini verdiler.

    
Goeben'in İstanbul'a ulaşacak kadar kömürü olmaması sebebiyle Souchon, gemilerini Messina'ya yönlendirdi. Almanlar, İngiliz muharebe kruvazörleri HMS İndefatigable ve HMS İndomitable ile karşılaştılar, ancak Almanya henüz İngiltere ile savaşa girmediği için bir çatışma olmadı. Ancak İngiliz gemileri çatışmamalarına rağmen Goeben ve Breslau'yu takibe aldılar. Fakat Almanlar İngilizlerden kaçmayı başararak 5 Ağustos'ta Messina'ya vardılar.

HMS İndefatigable
HMS İndomitable
Messina'da gerçekleştirilen yakıt ikmali, İtalya'nın 2 Ağustos'ta tarafsızlığını ilan etmesi sebebiyle karmaşık bir hal almıştı. Uluslararası kanunlara göre savaş gemileri tarafsız bir limanda en fazla 24 saat kalabilirdi. Limandaki Alman taraftarı İtalyan denizcilik otoritesi, Goeben ve Breslau'nun limanda 36 saat kalarak bir alman kömür gemisinden kömür ikmali yapmalarına izin verdi. Fazladan geçirilen bu zamana rağmen Goeben'in kömür depoları İstanbul'a ulaşacak kadar yakıtla doldurulamamıştı, bu sebepten Amiral Souchon Ege Denizinde bir başka Alman kömür gemisiyle buluşma ayarladı. Fransız komutan Amiral Auguste Boue De Lapeyrere'nin Almanların ya Akdeniz'den çıkış yapacağı ya da Pola'ya giderek Avusturya donanması ile buluşacağı düşüncesi sebebiyle Fransız Akdeniz filosu batı Akdeniz'de kaldı.

Amiral Auguste Boue De Lapeyre
Souchon'un iki gemisi, 6 Ağustos gününün erken saatlerinde Messina boğazının güneyinden geçerek limandan ayrılıp Doğu Akdeniz'e doğru yola çıktılar. Bu iki gemiyi ilk karşılaşmalarından beri takip eden iki İngiliz muharebe kruvazörü 100 mil gerilerindeydi, üçüncü İngiliz muharebe kruvazörü HMS İnflexible ise Tunus'un Bizerta şehrinde kömür almaktaydı. Souchon'un yolundaki tek İngiliz kuvveti Tümamiral Ernest Troubridge komutasında zırhlı kruvazörler HMS Defence, HMS Black Prince, HMS Duke Of Edinburgh ve HMS Warrior'dan oluşan 1. Kruvazör filosu'ydu.

Tümamiral Ernest Troubridge
HMS Defence
HMS Black Prince
HMS Duke Of Edinburgh
HMS Warrior
Almanlar, Troubridge'i şaşırtmak amacıyla öncelikle Adriyatik Denizine yöneldiler. İngiliz filosu, Almanları Adriyatik'in girişinde karşılamak için yola koyuldu. Hatasının farkına varan Troubridge, rotasını tersine çevirdi ve hafif kruvazör HMS Dublin ve iki destroyerine Almanlar üzerine torpido saldırısı yapma emrini verdi. Breslau'nun gözcülerinin İngiliz gemilerini fark etmesi üzerine iki Alman gemisi karanlıktan yararlanarak takipçilerinden kaçmayı başardılar. Goeben'in 280 mm'lik toplarına karşı elindeki dört eski zırhlı kruvazörle çıkmanın intihar olacağını düşünen Troubridge 7 ağustos günü erken saatlerde Alman gemilerini takip etmeyi bıraktı. İngiliz amiralin bu kararı ile Souchon için İstanbul yolu böylece açılmış oldu.
HMS Dublin
Amiral Souchon'un Goeben'in kömür depolarını doldurmak için ayarladığı gemi Nakşa açıklarında bekliyordu. Goeben ve Breslau, nakşa açıklarında kömür yüklü gemi ile buluşarak kömür depolarını doldurdu. O günlerde Türk kamuoyu, inşa ve tamirleri daha önce İngiltere’ye ısmarlanmış ve parası ödenmiş olan “Sultan Osman” ve “Reşadiye” zırhlılarının teslim edilmeyerek el konulması hadisesi sebebiyle büyük bir üzüntü ve infial içerisindeydi. Böyle bir ortamda 10 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazından geçmelerine izin verilen gemiler, Osmanlı Devleti’nin ilan ettiği tarafsızlık kuralları gereğince 24 saat içerisinde kara sularından çıkmaya davet veya silahsızlandırması gerekirken satın alınmıştı. Bu satın alma kararı Alman elçisi Wangenheim’e de iletilmiş ve ertesi gün durum basına bildirilerek, İngiltere’nin “Sultan Osman”la “Reşadiye” ye el koymalarına mukabil, Almanya’dan iki gemi satın alındığı ve bunun kutlu ve hayırlı bir olay olduğu yönünde yazılar yazdırılmıştı. “Goeben” ve “Breslau” zırhlıları 16 Ağustos’ta İstanbul’a geldi. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim, Breslau ise Midilli isimlerini aldı ve gemilerin Alman mürettebatına Osmanlı üniformaları giydirildi.

29 Ekim'de Yavuz, çarlık Rusya’sına karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol limanını bombaladı. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti. Dolayısıyla Yavuz Sultan Selim zırhlısının bu hareketi Osmanlıları Almanlar'ın yanında savaşa sokmuş oldu. Yavuz'un gerçekleştirdiği bombardıman sırasında kıyı bataryalarından ateşlenmiş 25 mm'lik (10 inç) bir top mermisi Yavuz'un arka bacasına isabet etti, ancak patlamadı ve önemsiz bir hasara yol açtı. Geminin aldığı başka iki isabet de küçük çaplı hasar yarattı. Yavuz ve eskortları bombardıman sırasında aktif olmayan bir Rus deniz mayını tarlasından geçerek geri döndüler. Türk sularına dönüş yolunda Yavuz, Rus mayın gemisi Prut ile karşılaştı. Ancak Prut güvertesindeki 700 mayınla kendini batırdı. Bu karşılaşma sırasında Prut'a eskortluk yapan Rus Destroyeri Leytenant Puşçin ise Yavuz'un ikincil bataryalarından açılan ateş ile hasara uğratıldı. Bombardımana tepki olarak Rusya, 1 Kasım'da Osmanlı Devletine savaş ilan ederek Osmanlı Devletinin resmen 1. Dünya Savaşı'na katılmasına sebep oldu. 3 Kasım'da Fransız ve İngiliz gemileri Çanakkale boğazındaki Türk savunma tabyalarını bombaladı, iki gün sonra da resmen savaş ilan ettiler. Prut ve Leytenant Puşçin gemilerinin başına gelenleri göz önünde bulunduran Rusya, tüm Karadeniz filosunu bir araya toplayarak Yavuz'un tüm donanma gemilerini teker teker batırmasının önüne geçmeye çalıştı.

Yavuz ve Midilli, 18 Kasım'da Trabzon'un bombardımanından dönen Rus Karadeniz Filosuyla Kırım'ın 20 mil (31 km) açığında karşılaşarak Sarıç Burnu Muharebesine girişti. Öğle saatleri olmasına rağmen hava sisliydi ve filoların büyük gemileri birbirlerini ilk başta göremediler. Rus Karadeniz filosu, 1905 Rus-Japon savaşının deneyimiyle savaştan önce birçok geminin ateşinin bir ana gemi tarafından yönlendirilerek tek bir düşman üzerine yoğunlaştırılmasına dayanan bir savaş taktiği geliştirmişti. Rus zırhlısı Evstafi, filonun ana gemisi olan İoann Zlatoust zırhlısı Yavuz'u görene dek ateş etmedi. Ancak ana gemiden Evstafi'ye ulaşan hatalı atış komutları, geminin kendi hesabı olan 7.000 metreden 4.000 metre fazlasına göreydi, bu sebepten Evstafi, Yavuz dönüp ana bataryasından ateş etmeye başlamadan önce kendi hesaplarına göre ateş açtı. Rus gemisinin ilk salvosundan bir 12 inch'lik mermi, Yavuz'un 150 mm'lik ikincil bataryalarından birinin kazamat zırhını kısmen delerek ateşlenmeye hazır cephanelerin bir kısmını havaya uçurdu ve silahın tüm mürettebatının ölümüne yol açan bir yangın başlattı. Bu isabet sonucu Yavuz'un toplam 13 mürettebatı öldü, 3 mürettebatı ise yaralandı. Bu sırada Yavuz karşı ateşe başladı ve Evstafi'yi orta bacasından vurdu; isabet eden mermi bacadan geçip ateş kontrol telsizinin antenini parçaladı. Telsiz bağlantısını kaybeden Evstafi, İoann Zlatoust'un hatalı menzil ölçümünü düzeltemeyince filonun geri kalanı ya hatalı atış komutlarını kullandılar ya da Yavuz'u hiç göremediler ve hiçbir isabet kaydedemediler. Bu sırada Yavuz, Evstafi zırhlısını dört kez daha vurdu. Amiral Wilhelm Souchon 14 dakikalık bu muharebenin ardından temas kesmeye karar verdi. Yavuz tarafından atılan 19 mermiden isabet eden dört 280 mm'lik (11 inch) mermi toplam 34 Rus mürettebatı öldürdü, 24 mürettebatı ise yaraladı.

Evstafi
İoann Zlatoust
HMS Queen Elizabeth
5-6 Aralık'ta Yavuz ve Midilli asker nakliye hatlarını korumak ile görevlendirildi. 10 Aralık'ta ise Yavuz Batum'u bombaladı. 23 Aralık'ta yavuz ve Hamidiye kruvazörü üç taşıma gemisine Trabzon'a dek eskortluk yaptı. 26 Aralık'ta başka bir asker transferi operasyonundan dönerken Yavuz, İstanbul Boğazı girişinin bir deniz mili açığında bir mayına çarptı. Geminin sancak tarafında, komuta kulesinin altında patlayan mayın geminin teknesinde 50 metrekarelik bir delik açtı, ancak su geçirmez torpido bölmesi hasar görmedi. İki dakika sonra Yavuz bu kez iskele tarafından başka bir mayına çarptı. İkinci mayın iskele ana top bataryasının hemen ön kısmında 64 metrekarelik bir delik daha açtı. Su geçirmez bölmeler 30 cm kadar doldu. Ancak geminin daha fazla su almasını engelledi. Gemi mayına çarparak açılan iki delikten toplamda 600 ton su almıştı. Osmanlı imparatorluğunda Yavuz'un tamiri için yeterli büyüklükte bir tersane olmadığı için tamiratlar gemi etrafına geçici sandık barajlar kurularak ve gemideki su boşaltılarak gerçekleştirildi ve gemideki delikler betonla kapatıldı. Beton yamalar kalıcı tamirat yapılana dek birkaç yıl boyunca iş gördüler.

Hala hasarlı olan Yavuz, 28 Ocak ve 7 Şubat'ta iki kez boğazdan çıkarak Rus donanmasından kaçması için Midilli'ye ve Hamidiye Kruvazörüne yardım etti. Daha sonra mayın hasarının tamiri için Nisan ayına dek tamirde kaldı.

1 Nisan'da yavuz, tamiri tamamlanmadığı halde Midilli ile beraber bir kez daha İstanbul'dan ayrılarak Hamidiye ve Mecidiye kruvazörlerinin Odessa bombardıman görevinden dönüşlerinde korumaya gitti. Bu bombardıman harekatı sırasında Hamidiye ve Mecidiye, şiddetli akıntılar nedeniyle rotalarından 15 deniz mili saptılar ve rota düzeltmesinin ardından Odessa'ya yöneldiler. Ancak mecidiye bir mayına çarparak batınca saldırı iptal edildi. Bu sıralarda Yavuz ve Midilli Sivastopol açıklarına varıp iki buharlı kargo gemisini batırdı. Rus filosu gün boyunca iki gemiyi takip etti, gün batımında ise Ruslar birçok destroyeri torpido saldırısı için ana filodan bağımsız gönderdi. Sadece Gnevny destroyeri iki gemiye yeterince yaklaşıp bir torpido atışı yaptı, ancak ıskaladı. Yavuz ve Midilli İstanbul'a hasar görmeden döndüler.

25 Nisan'da Rus Donanması, müttefiklerin Gelibolu çıkarması ile aynı günde İstanbul Boğazı'nın girişindeki tabyaları bombaladı. İki gün sonra yaVuz, müttefik askerlerini bombalamak için Turgut Reis Predreadnought zırhlısı ile birlikte Çanakkale Boğazı'na doğru yola çıktı. Şafakta HMS Queen Elizabeth tarafından salınan bir gözetleme balonu iki gemiyi bombardıman pozisyonu alırken tespit etti. Queen Elizabeth tarafından atılan ilk 150 mm'lik mermi Yavuz'un çok yakınına düşünce Yavuz ateş pozisyonundan çıkıp İngiliz gemisinin toplarının atış menzilinden çıktı. 30 Nisan'da yavuz bir kez daha ateş açmak için pozisyon aldı, ancak bu kez de Çanakkale'deki Türk karargahını bombalamak içi pozisyon alan Predreadnought zırhlı HMS Lord Nelson tarafından görüldü. İngiliz gemisi Yavuz görüş alanından çıkana dek beş isabetsiz atış yapabildi.


HMS Lord Nelson


1 Mayıs günü Rus donanmasının İstanbul Boğazı girişindeki tabyaları bir kez daha bombalaması üzerine Yavuz, Beykoz koyuna doğru yola çıktı. 7 Mayıs civarı Yavuz bir kez daha Karadeniz'e açılarak Sivastopol'e dek Rus gemilerini aradı, ancak bulamadı. Ana toplarında az cephane kalması sebebiyle Sivastopol'ü bombalamadı.


10 Mayıs sabahı dönüş yolundayken gemi gözcüleri iki Rus Predreadnought'u olan Tri Sviatitelia ve Pantelimon gemilerini gördüler. Yavuz iki gemiyle çatışmaya girdi. Çatışmanın ilk 10 dakikasında Yavuz ciddi bir hasara yol açmayan iki isabet alınca Amiral Souchon çatışmayı keserek Rus Predreadnought gemilerinin takibinde İstanbul'a yöneldi. Mayıs ayının ilerleyen günlerinde geminin 150 mm'lik toplarından ikisi kıyıda kullanılmak üzere gemiden söküldü. Kıç güvertedeki dört adet 88 mm'lik top da aynı zamanda gemiden söküldü. 1915 sonlarında bu silahlar yerine dört adet 88 mm'lik uçaksavar topu monte edildi. 18 Temmuz'da midilli bir kez daha mayına çarparak 600 ton su aldı. Hasarlı gemi Zonguldak'tan İstanbul'a kömür taşıyan konvoylara eskortluk edemeyecekti. Bu durum üzerine Yavuz eskortluk görevine getirildi. 10 Ağustos'ta yavuz, Hamidiye ve üç torpido bot eşliğinde yol alan beş kömür gemisinden oluşan konvoyu koruma görevine çıktı. Yolculuk esnasında Rus denizaltısı Tyulen konvoya saldırarak kömür gemilerinde birini batırdı. Ertesi gün Tyulen ve başka bir denizaltı Yavuz'a saldırmayı denedi, ancak atış pozisyonu almayı başaramadılar.
Tyulen Denizaltısı
Pantelimon
5 Eylül'de Rus destroyerleri Bystry ve Pronzitelni, Hamidiye ve iki torpido bot eşliğinde ilerleyen bir Türk konvoyuna saldırdılar. Hamidiye'nin 150 mm'lik topları çatışma sırasında görev dışı kalınca Yavuz çatışmaya gönderildi. Ancak Yavuz bölgeye vardığında Türk kargo gemileri, Ruslar tarafından ele geçirilmemeleri amacıyla karaya oturtulmuştu.


21 Eylül'de Yavuz, Türk kömür gemilerine saldıran üç Rus destroyerini uzaklaştırmak için bir kez daha İstanbul'dan demir aldı. Konvoy eskortluğu görevleri, 14 Kasım'da Rus denizaltısı Morzh’un İstanbul Boğazının hemen girişinde Yavuz'a iki torpido ateşleyip neredeyse vurduğunda sona erdi. Amiral Souchon, Yavuz'un karşı karşıya olduğu riskin çok fazla olması sebebiyle konvoy sistemini askıya aldı. Bunun yerine sadece Zonguldak'tan İstanbul'a bir gecede varabilecek kadar hızlı olan gemilerin yola çıkmasına izin verildi. Zonguldak'tan yola çıkan gemiler İstanbul Boğazı girişinde pusudaki denizaltılara karşı savunma sağlayacak olan torpido botlar ile buluşacaklardı. Yaz sonunda iki yeni Rus Dreadnought’u olan İmperatritsa Mariya ve İmperatritsa Ekaterina Velikaya gemilerinin tamamlanması, Yavuz'un faaliyetini daha da zorlaştırdı.
İmperatritsa Mariya
Amiral Souchon, 8 Ocak'ta Yavuz'u Zonguldak'tan gelen boş bir taşıma gemisini bölgedeki Rus destroyerlerinden koruması için bölgeye gönderdi, ancak Ruslar, Yavuz varmadan önce gemiyi batırdılar. Dönüş yolculuğunda Yavuz, İmperatritsa Ekaterina ile karşılaştı. İki gemi 18.500 metre mesafeden başlayarak topçu düellosuna giriştiler. Yavuz güneybatıya yöneldi ve çatışmanın ilk dört dakikasında ana toplarından beş salvo ateşledi. İki gemi de rakibini vurmayı başaramadı. Ancak İmperatritsa Ekaterina ‘dan ateşlenen toplardan yakınına düşen mermilerin şarapnelleri Yavuz'a isabet etti. Normalde İmperatritsa Ekaterina'dan çok daha hızlı olmasına rağmen Türk muharebe gemisinin teknesi bakımsızlıktan midye bağlamıştı ve pervane şaftları kötü durumdaydı. Yavuz, bu yüzden 23.5 knot (43.5 km) hıza ulaşabilen güçlü Rus gemisinden kaçmakta zorlandı.

Ruslar, Kafkasya'daki çatışmalarda ciddi miktarda Osmanlı toprağı ele geçirmişlerdi. Rus ordusunun daha fazla ilerlemesini engelleme amacıyla Yavuz, cepheye asker taşımakla görevlendirildi. 429 subay ve asker, bir dağ topçu bataryası, makineli tüfek ve havacılık birlikleri, 1000 tüfek ve 300 sandık cephane Yavuz tarafından 4 Şubat'ta Trabzon'a taşındı. 4 Mart'ta Rus donanması makineli tüfek ve atlarıyla beraber 2.100 asker gücünde bir birliği pazar limanının iki yanına indirdiler. Türk birlikleri baskına uğramış, ilçeyi boşaltmak zorunda kalmışlardı. Bir diğer çıkarma da Trabzon'un 5 mil doğusundaki Kavata koyunda gerçekleşti. Haziran sonlarında Türkler karşı saldırıya geçerek Rus cephesini 35 kilometre (20 mil) kadar yardılar. Yavuz ve Midilli Türk saldırılarını desteklemek için birçok kıyı operasyonunda bulundular. 4 temmuz'da Yavuz, Tuapse limanını bombalayarak iki buharlı gemiyi batırdı. Türk gemileri, iki Rus Dreadnought’u Sivastopol'den ayrılıp onlara saldırmadan geri dönebilmek için kuzeye yöneldiler. Gemiler İstanbul'a dönünce, Yavuz eylül ayına dek sürecek olan pervane şaftı bakımına alındı.

Osmanlı'nın içinde bulunduğu kömür kıtlığı gittikçe kötüleşince, Amiral Souchon, Yavuz ve Midilli'nin faaliyetlerine 1917 boyunca ara verme kararı aldı. Eylül ayında Koramiral Hubert Von Rebeur-Paschwitz, Amiral Souchon'un yerine gemilerin komutasını aldı. Bolşevik devriminin ardından Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında aralık 1917'de ateşkes ilan edilmesi ve Mart 1918'de Brest-Litovsk barış antlaşması'nın imzalanması sonucunda Anadolu'dan tekrar kömür sevkiyatı başladı.
Hubert Von Rebeur-Paschwitz
20 Ocak 1918'de Yavuz ve Midilli, Koramiral Rebeur-Paschwitz komutasında Çanakkale boğazından çıktılar. Rebeur-Paschwitz'un amacı Filistin Cephesindeki itilaf devletleri gemilerini kendi üzerine çekerek Türk askerlerini rahatlatmaktı. Boğaz çıkışında Yavuz, İmroz (Gökçeada) Deniz Muharebesi olarak adlandırılan çatışmada, Gökçeada’da demirli duran ve kendilerini koruması gereken Predreadnoughtlar tarafından korunmayan iki İngiliz savaş gemisi HMS Raglan ve HMS m28'i gafil avlayarak batırdı. Rebeur-Paschwitz daha sonra Mondros Limanı'na saldırmaya karar verdi. Bu limanda, İngiliz Predreadnought’u HMS Agamemnon Türk gemilerine saldırmak için istim alarak hazırlık yapıyordu. Yolculuk sırasında Midilli birçok mayına çarparak battı, Yavuz da üç mayına çarpmıştı. İngiliz destroyerleri HMS Lizard ve HMS Tigress'in takibi altında Çanakkale'ye doğru çekilen yavuz, Çanakkale Boğazı girişinde Nağra burnu dolaylarında bilinçli olarak karaya oturtuldu. İngilizler karaya oturmuş olan Yavuz'a, Kraliyet Hava kuvvetleri'nin 2. Filosunun bombardıman uçaklarıyla saldırı düzenlediler ve iki isabet sağladılar, ancak uçakların attığı hafif bombalar gemiye ciddi bir hasar veremedi. Monitör tipi savaş gemisi HMS M17 24 Ocak gecesi Yavuz'a topçu ateşi açtı, ancak yalnızca on mermi attıktan sonra Türk sahil bataryalarının ateşinden kaçmak zorunda kaldı. HMS M17'den sonra HMS E14 denizaltısı gemiyi batırması için görevlendirildi, ancak saldırı gerçekleşmeden Predreadnought Turgut Reis, Yavuz'u kurtararak İstanbul'a kadar çekti. Yavuz ciddi bir hasar almıştı ve bir kez daha gemi teknesini onarmak için geçici sandık barajlar kuruldu. Yavuz’un tamiratı 7 Ağustos ile 19 Ekim tarihleri arası boyunca sürdü.

HMS Agamemnon


     
HMS Lizard


HMS Tigress
 



Yavuz, Brest-Litovsk Barış Antlaşması imzalandıktan sonra 30 mart 1918'de Osmanlı mütareke komisyonu üyelerini taşıyan gemilere Odessa'ya kadar eskortluk yaptı. İstanbul'a dönüşünün ardından Mayıs ayında tekrar denize açılarak Sivastopol'e vardı, burada teknesi temizlendi ve tamir edildi. Yavuz ve birçok destroyer 28 Haziran'da kalan Sovyet savaş gemilerini enterne etmek üzere Novorossiysk'e doğru yola çıktı, ancak Türk gemileri vardıklarında Sovyet gemileri mürettebatları tarafından batırılmışlardı. Destroyerler bölgede kaldı, Yavuz ise Sivastopol'e döndü. 14 Temmuz'da gemi kuru havuza alını ve savaşın sonuna dek orada kaldı. Sivastopol’da iken teknenin altındaki midyeler temizlendi. Yavuz daha sonra İstanbul'a döndü, burada mayın hasarının tamiri için beton sandık barajlar kurularak 7 ağustos ile 19 ekim tarihleri arasında mayından hasar gören üç kısımdan biri tamir edildi.

HMS E14 Denizaltısı

2 Kasım'da Alman Donanması geminin mülkiyetini resmi olarak Türk hükümetine devretti. Sevr antlaşması şartları gereği Yavuz'un savaş tazminatı olarak İngiliz Kraliyet Donanması'na teslim edilmesi gerekliydi. Ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen kurtuluş savaşı dolayısıyla Sevr Anlaşması uygulanamadı. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanması üzerine 1923'te imzalanan Lozan Antlaşmasıyla doğan yeni Türkiye Cumhuriyeti, Yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluk Donanmasının büyük bir kısmını elde tutmayı başardı.

Türkiye tarafından 1920'ler boyunca ortaya konan birçok denizcilik politikası arasında tek tutarlı nokta, Yavuz'un onarılarak yeni cumhuriyetin donanmasının bayrak gemisi olmasıydı. Başlangıçta üst düzeydeki bazı askeri kesimler, donanmanın büyük gemiler yerine küçük gemilerden, çeşitli botlardan, belki birkaç denizaltı gemisinden ve yardımcı gemilerden kurulmasının yeterli olacağı görüşündeydiler. Marmara Denizinde veya diğer kıyı bölgelerimizde görev yapacak deniz birliklerimizin “Nihayet o bölgeden sorumlu bir kolordu komutanlığına bağlı olarak çalışacağı” düşüncesi vardı. Yavuz’un onarılarak yeniden hizmeti alınması hakkında fazla konuşulmuyordu. Atatürk ise Türk donanmasını her yönden güçlendirmek istiyordu. Geniş kıyıları olan Cumhuriyet’in “mükemmel” ve “kadir” bir donanmaya “malik” olması O’nun başlıca amaçlarından biriydi. Atatürk yukarıda belirtilen sınırlı görüşlerle kişisel olarak mücadele etmiştir. Denizcilerle birlikte bulunarak, harp gemileriyle geziler yaparak, donanmaya bizzat tatbikatlar yaptırarak onları yüceltmiş, isteklerini, tekliflerini, yakınmalarını kendilerinden dinlemiş, bu hususlarda hükümet ve genelkurmay ile de daima bağlantılı olmuştur. Ayrıca denizcilerimizi, Osmanlı döneminden başlayan ve istiklal harbimizin kara ağırlıklı olmasından kaynaklanarak süren karacı üst komutanların bazı müdahale ve baskınlarından kurtarma hususunda da Atatürk’ün çabaları görülmekteydi. Buna rağmen gemi 1926 yılına dek İzmit'te terk edilmiş bir durumda kaldı. Bu dönemde geminin sadece iki kazanı çalışır durumdaydı ve hareket edemiyordu. Ayrıca 1918 yılında çarptığı iki mayından kalan hasar hala tamir edilmemişti. Açık denizde batma riski çok fazla oluğu için Yavuz’u tamir edilmek üzere başka bir ülkeye göndermek de mümkün değildi. Bu sebeple yeterli bütçe ayrıldıktan sonra Almanya'dan 26.000 tonluk bir yüzer havuz satın alındı. Aralık 1926'da Fransız şirketi Atelier Et Chantiers De ST. Nazaire-Penhöet ile geminin Gölcük Donanma Tersanesinde tam bir onarım ve yenilemeye girmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Tamiratlar 1927 yılında başladı. Ancak tamiratlar esnasında yüzer havuzun birçok bölümü çöktü. Yavuz bu çökmeden hafif hasar gördü. Yüzer havuzun tamiratı geminin onarım sürecinin uzamasına sebep oldu. Denizcilik bakanı İhsan Eryavuz yüzer havuzun alımında yolsuzluk yapılmasına ilişkin soruşturma sonucunda görevden alındı ve milletvekilliği düşürüldü. Yolsuzluk iddiaları sonucunda gecikmeler arttı ve sonunda denizcilik bakanlığı lağvedildi. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, yolsuzluk soruşturmasının ardından tüm donanma inşa programlarını yavaşlattı. Yavuz'un tamirinin devamı, Eylül 1928'de Yunan Donanmasının Ege Denizinde yaptığı büyük çaplı tatbikatın ardından Türk hükümetinin Yunan Deniz üstünlüğüne karşı önlem alma kararını vermesinden sonra önem kazandı. Türk hükümeti ayrıca İtalyan tersanelerine dört destroyer ve iki denizaltı siparişi verdi. Bunun üzerine yunan hükümeti, Türklere 10 yıl boyunca deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin Washington anlaşması benzeri bir anlaşma yapma teklifi sundu. Teklife göre Yavuz tekrar hizmete alınmayacak, yunanlar ise iki yeni kruvazör inşa etme hakkına sahip olacaktı. Türk hükümeti, Yavuz'u Sovyet donanmasının Karadeniz'deki gücünü dengelemek için kullanmayı hedeflediğini açıklayarak teklifi reddetti. Bu cevap üzerine yunan hükümeti iki destroyer siparişi verdi.

İhsan Eryavuz




Geminin tamiratı sırasında geminin mayınlardan gördüğü hasar tamir edildi, deplasmanı 23.100 tona yükseltildi ve teknesi elden geçirildi. Uzunluğu yarım metre azalan geminin genişliği 10 cm kadar arttı. Modernizasyon kapsamında Yavuz'un buhar kazanları yenilendi ve ana topları için Fransa'dan alınan ateş kontrol sistemi kuruldu. Kazamatlarda yer alan iki 150 mm'lik toplar kaldırıldı. Jutland Muharebesinin ardından diğer devletler gemilerinin cephaneliklerini koruyan zırhları kalınlaştırma yoluna gittiler. Ancak tamirat sırasında Yavuz'un cephaneliğini koruyan 50 mm'lik (2 inç) zırh koruması arttırılmadı. Yavuz 1930 yılında Türk Donanmasına tekrar katılarak donanmanın bayrak gemisi oldu. Onarım ve modernizasyonların ardından yapılan testlerde hız denemesinde beklenenden başarılı oldu ve silah ve atış kontrol testleri de son derece başarılıydı. Yavuz'la beraber savaş grubunu oluşturacak dört destroyer de 1931 ve 1932 yıllarında hizmete alındılar. Ancak bu destroyerlerin performansı tasarım özelliklerine hiçbir zaman ulaşamadı. Yavuz'un tekrar hizmete girmesi planları üzerine Sovyet Donanması

Parizhskaya Kommuna zırhlısı ve Profintern hafif kruvazörünü 1929 sonlarında Baltık denizinden Karadeniz'e transfer ederek Türk Donanması ile eşitlik sağlamaya çalıştı.

Geminin adı 1930 yılında resmi olarak Yavuz Sultan Selim'den, Yavuz Selim'e, 1936'da ise Yavuz'a çevrildi. Yavuz, 1933'te Türkiye Başbakanı İsmet İnönü'yü Varna'dan İstanbul'a taşıdı. Sonraki yıl Türkiye'yi ziyarete gelen İran Şahı'nı Trabzon'dan Samsun'a götürdü. 1938 yılında kısa bir yenilemeden geçen Yavuz, Kasım 1938'e Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşını İstanbul'dan İzmit'e taşıdı. 1937 yılında Yavuz ve donanmanın diğer gemileri İngiliz donanma ataşesi tarafından kısmen zayıf hava savunma silahları sebebiyle "modası geçmiş" olarak değerlendirildi. 1938'de Türk Hükümeti donanmasını genişletme planlarına başladı. Bu planlara göre deniz filosu iki adet 10.000 tonluk kruvazör ve on iki destroyerden oluşacak, yavuz ise 1945'te ikinci kruvazörün hizmete girmesine dek donanmada kalacaktı. Donanma ayrıca 1950-1960 yılları arasında 23.000 tonluk bir gemi daha inşa etmeyi planlıyordu. Hükümetin planları yaklaşan 2. Dünya Savaşı sebebiyle tüm tersanelerin kendi ülkeleri için savaş gemisi üretmeye öncelik vermesinden dolayı uygulanamadı.

Yavuz 2. Dünya savaşı boyunca hizmette kaldı. Kasım 1939'da Yavuz ve Parizhskaya Kommuna, Karadeniz'deki en büyük iki gemiydi. Life dergisinin bir haberine göre Yavuz, Sovyet gemisinin bakımsız durumu sebebiyle Karadeniz'de üstün olan gemiydi. 1941 yılında geminin uçaksavar bataryaları güçlendirilerek 4 adet 88 mm, 10 adet 40 mm ve 4 adet 20 mm uçaksavar topu eklendi. Daha sonra bu rakamlar 22 adet 40 mm ve 24 adet 20 mm topa yükseltildi. 9 Nisan 1946'da Amerikan Zırhlısı USS Missouri (BB-63), hafif kruvazör USS Providence (CL-82) ve destroyer USS Power (DD-839), Türk Büyükelçisi Münir Ertegün'ün naaşını İstanbul'a getirdiler. Yavuz, bu gemileri İstanbul Boğazı girişinde karşıladı. Burada Yavuz ve Missouri 19'ar pare top atışı ile birbirlerini selamladılar. 1948'den sonra gemi Gölcük veya İzmit dolaylarında kaldı.

USS Missouri (BB-63)




USS Providence (CL-82)


USS Power (DD-839)
Yavuz, 20 Aralık 1950'de aktif görevden alındı, 1952 yılında Türkiye'nin NATO’ya üye olmasıyla B70 borda numarasını aldı ve 14 Kasım 1954'te donanma envanterinden düşüldü ve bu tarihten sonra Gölcük yakınlarındaki Kavaklı’ya çekildi. Türk hükümeti 1963 yılında Alman Hükümetine Yavuz'u satın almaları için teklifte bulundu. Fakat bu teklif Almanlar tarafından reddedildi. 18 Aralık 1969’da Makine Kimya Endüstrisi’ne (MKE) satılan gemi 7 Haziran 1973'te söküm alanına çekildi. Yavuz’un söküldüğü yıllarda ve Kıbrıs Barış Harekatı’nın yankıları sürerken Hürriyet Gazetesi, 25 Temmuz 1974’te “Yeni Bir Yavuz İstiyoruz” sloganıyla bir bağış kampanyası açtı. Bu bağış kampanyası büyük yankı uyandırdı ve iş adamları, şirketler, esnaf ve işçiler başta olmak üzere birçok kesimden destek gördü.

Yavuz, Şubat 1976'da tam olarak sökülmüştü. Yavuz söküldüğü zaman, tüm dünya donanmalarında kalan tek Dreadnought idi.

Dönemin en önemli siyasi figürlerinden birisi olan Süleyman Demirel Yıllar sonra Yavuz’un hurdaya çıkarılıp, satılması ile ilgili olarak şunları söyleyecekti:

“Yavuz, Gölcük Tersanesi’nde bağlı dururdu. Bizim hükümette olduğumuz dönemde artık Yavuz’un kullanılabilirliği tamamen gitmişti. Onun içindir ki hurdaya çıkarılmıştır. Keşke hurdaya çıkarılmasaydı da hatıra olarak muhafaza edilseydi diyebilirsiniz. Bu doğrudur, fakat bu tür şeyler biraz zamana bağlıdır. Bugün Yavuz’un değerini daha iyi anlıyoruz. Bundan 36 sene evvel hatıra olarak saklanması yerine hurda olarak kullanılması düşünülmüştür. Buna hükümetler karar vermez. Bunun kendi idaresi ‘’Artık daha fazla Yavuz Zırhlısı’nı tutmakta mana yoktur; çünkü hiçbir fonksiyonu kalmamıştır.’’ demiştir. Ve böylece de Yavuz Zırhlısı hakikaten jilet olmuştur. Yani bu doğrudur. İyi bir şey olmamıştır aslında; fakat işte hikaye budur. Eğer bugün hala görevde olsaydım bu geminin MKE’ye verilmesine ve jilet olmasına asla rıza göstermezdim. Çünkü bugün başka bir gündür. Çünkü Türkiye bugün çok daha zengin Yani 1969’a nazaran çok daha zengin bir ülkeyiz.’’

Yazımın girişinde de belirttiğim gibi Anadolu’nun en ücra köşelerinde “Yavuz geliyor, Yavuz da, suları yara yara” diye adına türküler yakılan bu gazi gemi maalesef genç kuşaklara ulaşamadan yok edildi. Bundan ötürü bana göre üç tarafı denizlerle çevrili bu güzel memleketimizde vatandaşlarımızın deniz kuvvetlerinin geçmişini ve başarılarını yeterince bilmediği kanaatindeyim. Dünyada denize kıyısı olan milletlere baktığımızda donanma tarihi ve geçmişlerine verdikleri öneme değinmek gerekiyor. Dünyada önemli deniz muharebelerine katılmış devletlere baktığımızda bu muharebelerde görev yapan gemilerin müze olarak kullanıldığı göze çarpmaktadır. Örneğin, İngilizler'in HMS Warrior gemisi, Amerikalılar'ın Iowa Sınıfı Muharebe Gemileri, Japonlar'ın Mikasa Muharebe Gemisi ve Yunanlıların Averoff Muharebe Gemisi günümüzde müze olarak halk tarafından ziyaret edilebilmektedir. Ancak biz Yunanlı komşularımız kadar olamadık ve Yavuz’umuza sahip çıkmadık. Söktük parçaladık ve sonucuna da katlanıyoruz. Bahsettiğimiz gemi 1. Dünya savaşında birçok muharebeye katılmış ve yararlılık göstermiş; cumhuriyet kurulduktan sonra donanmanın bayrak gemisi olmuş ve en önemlisi ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşına ev sahipliği yapmış gazi bir gemidir. Her ne olursa olsun bu geminin hurdaya ayrılarak sökülmesi ülkemiz adına yüz karası bir durumdur. Burada en büyük suç ise Almanya'ya satılmasını teklif eden ve geminin hurdaya ayrılarak sökülmesine izin veren yetkililerdedir. Bahsi geçen geminin bakımı yapılarak günümüzde müze olarak herhangi bir limanda demirli olarak halka açılmış olsaydı, birçok vatandaşımızın ziyaret edeceği, hatta yurtdışından dahi ziyaretçilere ev sahipliği yapacağı aşikardır. Eğer gemi müze olarak kullanılıyor olsaydı o tarihi dokunun içerisinde nefes almak dahi bizlere büyük bir haz verecek ve tarihimize daha vakıf olabilecektik.



AMA HEYHAT BİZ YİNE ELİMİZDEKİNİN DEĞERİNİ BİLEMEDİK VE YAVUZ’UMUZU YOK EDEREK KAYBETTİK.






2 Yorumlar