Yavuz-Havuz Davası
Ülkemizin ve milletimizin kalbinde özel bir yeri olan ve
her ne kadar değerini çok fazla bilemesek de ismini anarken sanki çok yakın bir
akrabamızın kaybını anıyormuşuz gibi hissettiğimiz ‘’Yavuz Zırhlısı’’
ile ilgili yazımı siz değerli okuyuculara elimden geldiği kadar derleyerek aktarmaya çalıştım. (bkz. Yavuz Zırhlısı) Özellikle ‘’Yavuz Zırhlısı’’ isimli
yayınımda Yavuz’un İmparatorluk Almanya’sından Osmanlı Devleti’ne katılışı, 1. Dünya
harbinde giriştiği çatışmalar, savaş sonrası kaderine terk edilmesi, Cumhuriyet’in
kurulmasını müteakip donanmanın bayrak gemisi olması ve sökülmesine giden
süreci detayları ile anlatmaya çalışmıştım. Yukarıda bahsi geçen yazı
içerisinde bazı yerde fazla detaya girmeden, bazı yerde ise birkaç cümle ile anlatmaya
çalıştığım konuları daha fazla detaylandırma ihtiyacı duydum ve belirlediğim
konular üzerine araştırmaya girdim. Çünkü bahse konu
olayların içeriği tek kelime anlatılamayacak ve bana göre herkesin bir şekilde
öğrenmesini istediğim konulardı. Bu vesileyle ilk olarak ‘’Osmanlı Devleti’nin
1. Dünya Savaşına Girişi’’ başlığı altında bir yazıyı siz değerli
okuyuculara sundum. (bkz. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşına Girişi) Ardından uzun bir aradan sonra ‘’Atatürk'ün Naaşının
Tören ile Denizden Nakli’’ başlığı altında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün
aramızdan ayrılması sonrası naaşının Ankara’ya götürülmesi esnasında Donanma Komutanlığının
denizden düzenlediği ve çoğu kişinin bu noktayı bilmediğine inandığım töreni
konu alan bir yazı ile karşınıza geldim. (bkz. Atatürk'ün Naaşının Tören ile Denizden Nakli) Bu yazımızda ise Cumhuriyet tarihinin
ilk siyasal yolsuzluk davası “Yavuz Havuz Davası” olarak bilinen, Denizcilik
Bakanı İhsan Bey ve arkadaşlarının yüce divanda yargılanıp hüküm giymesi ile
sonuçlanan olayları konu edeceğiz. Bu yazı aslında konu olarak sadece Yavuz
Havuz Davası değil, dönemin siyasi yapısı ve kurumsal yapısına da nispeten ışık
tutacaktır. Ayrıca yazının ilerleyen safhalarında değineceğim; ama detaylarına
fazla girmeyeceğim TBMM’de İhsan Bey’in savunmasını ve Yüce Divan’a gönderilmesi
ile ilgili görüşmelerin tutanakları da elimde bulunmaktadır. Bu kısımla ilgili saygıdeğer
okuyuculardan istek gelmesi durumunda bahse konu tutanakları düzenleyerek ayrı
bir yazı olarak sizler ile paylaşabilirim. Bu tutanakları yazı içerisine
koymamamın amacı yazının gereğinden fazla uzamaması ve aşağıda okuyacağınız
yazının tertibini bozacağına inanmamdan ötürüdür.
Bana göre yazıya önce Yavuz Zırhlısının bu davaya kadar
olan dönemde başından kısaca geçenlere ve siyasi oluşumu tanıyarak başlamakta
fayda vardır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarının sembol gemilerinden biri olan
ve savaşı hasarlı olarak atlatan Yavuz Zırhlısının onarımı ve yeniden donanmaya
kazandırılması işi genç Türk Devletinin öncelikle ele aldığı konulardan biri
olmuştur. Yavuz gibi döneminin teknik harikası sayılabilecek, üstün savaş gücüne
sahip bir geminin yeniden işlev kazanması Türkiye için stratejik
açıdan oldukça büyük önem taşımaktaydı. Savaş sonrası çöken bir
imparatorluğun kalıntıları üzerinde yeniden filizlenmeye çalışan genç Cumhuriyet’in
böylesine büyük çaplı bir onarım işinin altından kalkabilecek sanayi altyapısı
ve teknik birikimi ise yoktu. İşte böylesi bir ortamda, Yavuz’un tamiri için
yapılan girişimler ve bu yoldaki arayışlar sırasında yaşananlar pek çok insanın
kaderini belirleyen bir etken olmuştur.
Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan sancılı yılları
birlikte atlatan silah arkadaşları bu kez; görevi suistimal, kanunlara muhalif
olarak ihale işlemi yapmak, devlet menfaatini zarara uğratmak gibi suçlamaların
gölgesinde yeni bir yol ayrımına gelmiştir. Bu nedenle bahriye vekili
ihsan bey ve arkadaşları ile bahriye vekaleti bürokratlarının yargılandığı bu
olay siyasal tarihimizin iz bırakan önemli davalarından biri olma niteliği
taşımaktadır.
1914 yılında Yavuz Sultan Selim ismini alacak olan SMS
Goeben gemisi, 19 Ağustos 1909 tarihinde Hamburg’da bulunan Blohm Und Voss
Tersanesi’nde kızağa konulmuştur. Yapımı iki yıla yakın süren zırhlı, 28 Mart
1911 tarihinde kızaktan indirilmiş ve düzenlenen törenle gemiye ünlü Alman
Generali August Karl Von Goeben’in ismi verilmiştir. Ayrıca bu gemi
teknik özellikleri ile muharebe kruvazörü sınıfında döneminin en iyi
zırhlılarından biri olarak kabul edilmiştir.
Breslau (Midilli) ile Almanya’nın Akdeniz donanmasını
teşkil etmek için 1912 yılında Akdeniz sularında göreve başlayan zırhlı, 1914
yılına kadar görevini başarı ile sürdürmüştür. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın
patlak vermesiyle birlikte gelen emir üzerine Osmanlı karasularına yol alan
zırhlı 10 Ağustos 1914’de Çanakkale Boğazı’ndan giriş yaptıktan sonra, büyük
bir diplomatik krizin patlak vermesine neden olmuştur. Yaşanan kriz, 16 Ağustos
1914’te ‘Goeben’ zırhlısının isminin ‘Yavuz Sultan Selim’ olarak
değiştirilmesi ve mürettebatı oluşturan Alman askerlerinin kafalarına ‘fes’
giydirilerek Osmanlı Donanmasına katılmalarıyla aşılmış, ancak bu çözüm daha
büyük bir sorunun da başlangıcını oluşturmuştur. 1914 ekim ayında Karadeniz’e açılan
Yavuz, Rus limanlarını top ateşine tutarak Osmanlı Devleti'nin birinci dünya
savaşına girmesine sebep olmuş ve böylelikle tarihi rolünü oynamaya
başlamıştır. (Bkz. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşına Girişi)
Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Donanması içinde öncü
görevler alan Yavuz, başta Boğazlar’ın savunulması ve Karadeniz’deki Donanma hakimiyetinin
kurulmasında hakim rol oynamıştır. 1918 yılında Çanakkale açıklarında aldığı
hasar ile İstanbul’a sığınmak zorunda kalan Yavuz, bu süreçte çeşitli
fırsatlarla onarılarak görevine devam etmişse de Osmanlı Devleti’nin imzaladığı
Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu savaştan çekilmesi ile 1912’de çıktığı
yolun sonuna gelmiştir.
Mütarekenin ardından antlaşma şartları gereğince Türk
Donanması Haliç’e hapsedilmiş, büyüklüğü nedeniyle Haliç’e giremeyen Yavuz
Zırhlısı ise İzmit’e gönderilmiştir. Savaş boyunca aldığı büyük hasarları
onarılmayan Yavuz’un cephanesi alınmış, toplarının kamaları ve kazanlarının
kapakları sökülerek savaş gücü yok edilmiştir. Bu süreçte Yavuz’da görev
yapması için az sayıda personel bırakılmış, kısıtlı imkanlar içindeki bu
personel fedakarca görev yaparak tekne, silah ve malzemenin bakımını yapmış ve
zırhlının çürümesini önlemeye gayret etmiştir.
1918’den 1922’ye kadar uzanan donanmanın esaret günleri
içinde, savaş hasarları onarılamayan zırhlılar deyim yerinde ise çürümeye terk
edilmiş ve hasarların boyutu giderek artmıştır. Çürüğe çıkan gemilerin
durumu öylesine ağırdır ki Cumhuriyet’in ilanı sırasında yapılacak olan 101
parelik top atışı bile güçlükle yapılabilmiştir. Böylesine ağır şartlar altında
bir donanma devralan cumhuriyet yönetiminin öncelikli hedefi yaraların sarılması
olmuştur.
Bu noktada Bahriye Vekâletinin kuruluşu sürecini daha iyi
analiz edebilmek için, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden kurumsal yapıya bakmak
ve yaşanan gelişmeleri kısaca değerlendirmek faydalı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin donanması
işgal güçleri tarafından büyük ölçüde kısıtlanmıştı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros
Antlaşması’nın hükümleri gereğince donanma silahsızlandırılarak Haliç’e hapsedilmiş
böylelikle varlığı fiilen sona erdirilmişti.
Milli mücadele dönemi içerisinde Meclis Hükümeti’nin savunma
işlerini yürüten Müdafaa-ı Milliye ile ilgili kurumlarda deniz
kuvvetleri ile ilgili ilk teşkilat 10 Temmuz 1920’de oluşturulmuştur. Bu
doğrultuda, Umur-u Bahriye Müdürlüğü adını taşıyan, denizcilik işlerini
yürütecek bir yapılanmaya gidilmiştir. Bu müdürlük Meclis Hükümeti’nin elinde
bulunan az sayıdaki deniz gücü ile personelinin sevk ve idaresi işini
üstlenmiştir. Duyulan ihtiyacın artması üzerine Umur-u Bahriye Müdürlüğü, 1
Mart 1921 tarihinde Bahriye Dairesi Reisliği adını alarak yeniden
yapılandırılmıştır. Teşkilat bu dönemde; askeri teçhizat, gıda, silah ve
giyecek gibi malzemelerin taşınması; İstanbul ve Anadolu’ya insan taşınması
gibi faaliyetleri yürütmüştür.
Cumhuriyet döneminde de Deniz Kuvvetlerinden sorumlu
teşkilat olarak görevine devam eden Bahriye Dairesi mevcut yapısını korumuştur.
Osmanlı Devleti’nden kalan donanmanın cumhuriyet yönetimine devredilmesiyle
birlikte teşkilatın yapısının genişletmesine gerek duyulmuş böylelikle Bahriye
Dairesi Reisliği, tüm idare ve harekat işlerinden sorumlu kılınarak Deniz
Kuvvetlerinin en üst makamı haline getirilmiştir. Yeni yapılanmaya göre
bahriye dairesi reisi; müsteşarlık görevi ve deniz kurmay başkanlığı görevini
üstlenecek, bunların yanı sıra deniz politikası konusunda müdafaayı milliye
vekiline müşavirlik yapacaktı. Bununla birlikte Bahriye Dairesi’ne Deniz
Kuvvetlerinin örgütlenmesi ile ilgili herhangi bir yetki verilmemiş, bu
konudaki tüm yetki Genelkurmay’da toplanmıştı. Bu yönü ile Bahriye Dairesi
Genelkurmay’a sıkı bir şekilde bağlanmıştır.
Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından Osmanlı
Devleti’nden cumhuriyete intikal eden donanma çok parçalı fakat bakımsız bir
durumdaydı. Bunun yanı sıra mevcut gemilerin büyük bölümü yaşlı ve eski teknolojiye
sahipti. Bu nedenle Bahriye Dairesi’nin ana görevlerinden biri bu gemilerin
onarılması ve donanmaya kazandırılması olmuştur. 1923 yılında devralınan
donanmadan yaşları 11 ile 30 arasında değişen ve kesin olarak çalışmayacak
durumda olan on üç gemi saf dışı bırakılmıştır. Mevcut durumda donanmanın
elinde farklı sınıflardan Hızır Reis, Kemal Reis, İsa Reis, Burak Reis, Aydın
Reis, Burak Reis ve Sakız olmak üzere yedi gambot vardı. Onarım
faaliyetleri öncelikli olarak bu gemilerin donanmaya kazandırılması için
başlatılmıştır.
Bahriye Dairesi ikinci olarak, Yavuz Muharebe
Kruvazörünün onarılması imkanlarının araştırılması, Turgut Reis zırhlısının
onarılması, Peyk-i Şevket, Berk-i Satvet, Taşoz, Samsun, Basra gemilerinden
oluşan bir filotilla meydana getirilmesini hedeflemekteydi. Bununla birlikte Yavuz’un
onarımına hemen geçilemedi. Bu durumun temel nedeni Yavuz gibi büyük bir
zırhlının onarım işinin altından kalkılabilecek ekonomik güce ve teknik
birikime sahip olunmamasıydı.
Yavuz & Hamidiye (1924) |
Bahriye Dairesi’nin bu dönemde karşılaştığı önemli sorunlardan
bir diğeri de insan kaynağı ile ilgidir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Enver
Paşa’nın orduyu gençleştirme projesi kapsamında deniz subay kadrolarında önemli
bir tasfiye yaşanmıştı. Bu duruma savaş yıllarında yaşanan kayıpların da
eklenmesiyle yetişmiş denizci kadroların sayısında önemli ölçüde azalma
olmuştu. Bunların yanı sıra Kurtuluş Savaşı’na katılmayan 749 deniz
subayının ordudan çıkarılmasıyla birlikte cumhuriyet döneminde yetişmiş
denizci personel bulunması noktasında büyük sıkıntı yaşanmıştır.
Bu koşullar altında ülke savunması açısından güçlü bir
donanmanın varlığının önemi göz önüne alınarak, bağımsız bir bakanlık kurulması
ve bu yolla donanmanın yeniden yapılandırılması fikri Cumhuriyet’in ilanının
ardından pek çok kez gündeme getirilmişti. Ancak bu yolda adım atılması kolay
olmamıştır. Bu durumda, cumhuriyet yönetiminin karar verme mekanizmalarında yer
alan iki önemli ismin Başbakan İsmet İnönü ve Genelkurmay Başkanı Fevzi
Çakmak’ın müstakil bir bakanlığın kuruluşuna karşı çıkmalarının payı büyük
olmuştur. İsmet ve Fevzi paşaların bu karşı çıkışlarında oluşturulacak
donanmanın getireceği ekonomik yük ve kara savunması üzerine kurulan savunma
stratejisinin payı büyüktür.
İsmet Paşa ise, temkinli bir siyaset izlenmesinden yanaydı.
O, önceliğin Cumhuriyet’in bekasına verilmesini ve dengeli bir dış politika
tercih edilmesini istemekteydi. Bahriye Vekaletinin kurulması, yeni bir
yapılanmaya gidilmesi yönündeki politikalar, emperyalist kazanımlar elde etmek
için fırsat kollayan İngiltere, Fransa ve İtalya’yı tahrik edebilirdi. Genç Cumhuriyet’in
kurumsallaşabilmesi için zamana ve barışa ihtiyacı vardı. Gerçekten de Türkiye;
Boğazlar Komisyonu, Adaların silahlandırılması, iç isyanlar, Musul ve Kerkük sorunu,
Irak petrolleri ve Hatay sorunu gibi pek çok nedenlerle uluslararası alanda
zorlanmaktaydı. Öte yandan uzun bir savaş döneminin ardından Türk ekonomisi
henüz güç kazanabilmiş değildi. Bu şartlar altında İsmet Paşa, Bahriye Vekaleti'nin
tesis edilmesi ihtiyacının çok iyi incelenmesine, zamansız atılacak adımların
ülkenin bağımsızlığını tehlikeye düşürme ihtimali olduğu endişesini
taşımaktaydı.
Bu koşullar çerçevesinde 1924 yılına gelindiğinde
aralarında Yavuz Zırhlısının da yer aldığı eski savaş gemilerinin onarımı ve
yeniden faaliyete geçirilmeleri için bütçeye ödenek konulması Türkiye Büyük
Millet Meclisince onaylanmıştır. Bu gelişme üzerine basında bir Bahriye
Vekâleti’nin kurulacağına işaret eden haber ve yorumlar çıkmıştır. Bu
büyüklükte bir projenin ancak siyasi açıdan güçlü ve yetkili bir makamın
gözetiminde gerçekleşebileceği düşüncesi dile getirilmiştir. Yine aynı dönem
içerisinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Hamidiye Kruvazörü ile
gerçekleştirdiği Karadeniz ziyareti ve bu süreçte gerçekleştirdiği temasları
doğrultusunda yapmış olduğu değerlendirmeler, Bahriye Vekâleti’nin kurulmasını
hızlandıran gelişmelerden biri olmuştur.
Bahriye Vekâleti’nin kuruluş sürecinde Başbakan Fethi (Okyar)
Bey’di. İsmet Paşa hükümeti, 22 Kasım 1924 tarihinde feshedilmiş,
yeni hükümet aynı gün Fethi Bey tarafından kurulmuştu. 27 Kasım’da okunan
hükümet programında Bahriye Vekâleti yoktu. Dolayısıyla 11 Vekaletle kurulan
kabineye 12. Vekâletin eklenmesi gerekecekti. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan
görüşmeler sonucunda Kastamonu Milletvekili Ali Rıza Bey’in verdiği önerge ile Vekâletin
kurulması, 30 Aralık 1924’te Meclis’te kabul edilen 539 numaralı
kanun ile kesinleşmiştir.
Yapılan çalışmalar neticesinde, Bahriye’nin başında kıdemli
bir komutan bulunmadığından sivil bir Vekâlete bağlı olacak donanmanın daha
çabuk gelişeceği ve bütçe paylaşımında daha kolay temsil edileceği
düşünülmüştür. Böylelikle Vekâlet, Milli Müdafaa Vekâleti’nden ayrılmış ve Bahriye
Erkan-ı Harbiyesi, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliğine bağlanmıştır.
Kurulan Vekâletin başına, Topçu Binbaşılığından Emekli eski İttihatçı, Ankara ve
İstanbul İstiklal mahkemesi Başkanlığı yapmış olan Cebelibereket (günümüzde Adana/Osmaniye
olarak tarif edilebilir.) mebusu ihsan (Eryavuz) bey atanmıştır.
ihsan Bey (Eryavuz) |
14 Ocak 1925 tarihli ve 82
sayılı resmi gazete de bahriye vekâleti’nin teşkiline dair kanun
yayınlanmıştır. (bahse konu resmi gazete yayını) Söz
konusu kanuna göre Vekâlet teşkilatı bir müsteşarın emrinde çalışan altı
daireden meydana gelecektir. Bunlar; personel dairesi, donanma dairesi,
teçhizat dairesi, imalat dairesi, levazım dairesi ve sıhhat dairesidir.
Bahriye Vekâleti, kurulur kurulmaz öncelikle problem
sahalarını tespit ederek bunları gidermeye çalışmıştır. Amaç; ülkenin mali imkanları
doğrultusunda bir donanma meydana getirmek, kara tesislerini donanmanın
ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekle sokmak ve eğitim kuruluşlarını yeniden
düzenleyerek, yeterli ve güçlü bir hale getirmektir.
Bahriye Vekâleti bu prensipler çerçevesinde belirlenen
hedeflere göre, üç sene gibi kısa bir sürede pek çok çalışmada bulunmuş; yeni
denizaltılar sipariş verilmiş, uzman heyetinden yardım alınmış, talimatnameler
hazırlanmış, başta Yavuz Zırhlısı olmak üzere pek çok geminin tamiri
gerçekleştirilmiş, yeni tamirat havuzu alınmış, Gölcük Tersanesi’nin gelişmesi
yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu olumlu gelişmelerle birlikte Bahriye
Vekili İhsan Bey’in Vekâlet’te görev yaptığı dönemde sergilediği tutum ve
davranışlar pek çok kişi tarafından eleştirilmiş ve kendisi aleyhinde bir çevre
de oluşmuştur.
1 Kasım 1927 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclis’i yeni dönemin ilk toplantısını yaparak Gazi Mustafa Kemal
Paşa’yı yeniden cumhurbaşkanı olarak seçmiştir. Ardından Gazi, İsmet Paşa’yı yeni
hükümeti kurmakla görevlendirmiştir. İsmet Paşa 4. İnönü Hükümetinde Bahriye
Vekâleti’ne yer vermemiş ve kaldırılması için çalışmalara başlamıştır.
İsmet paşa; bu tasarrufla, kara, deniz, hava kuvvetlerinin tek elde toplanarak,
kurumlar arasındaki ahengin sağlanmasını amaçladığını belirtmiştir.
5 Ocak 1928 tarihinde Bahriye Vekâleti’nin
kaldırılması konusundaki tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiş ve
9 Ocak 1928 tarihinde görüşülmeye başlanmıştır. 16 Ocak’ta
ise Bahriye Vekâleti’ni kaldıran ve Bahriye işlerini Milli Müdafaa Vekâleti’ne
bağlı bir müsteşarlığa indiren düzenleme Meclis’te kabul edilmiştir. Böylelikle
Bahriye Vekâleti kaldırılmıştır. Vekâlet’in kapatılmasının ardından ortaya
atılan yolsuzluk iddiaları gündeme damgasını vurmuş ve cumhuriyet tarihinde bir
bakan ilk kez Yüce Divan’da yargılanmıştır.
Bahriye Vekâleti’nin kapatılacağı, 4. İnönü hükümeti göreve
gelmeden önce belli olmuştur. İsmet Paşa’nın Yavuz Zırhlısının onarımı
sürecinde yaşanan gelişmelerle ilgili çeşitli konularda tereddütleri ve
şüpheleri vardı. Bu nedenle Bahriye Vekâleti’nin kimi faaliyetlerini yakından
takip ediyordu. Bahriye Vekili İhsan Bey’in Bahriye Vekâleti’nin kaldırılacağını
bile bile Bakanlar Kurulu’nun onayını almadan ve yetki sınırlarını aşarak
yabancı bir şirketle apar topar sözleşme imzalamış olması bardağı taşıran son
nokta oldu. İsmet Paşa bu suretle hazinenin zarara uğratılmış olduğunu
iddia ediyordu. İhsan Bey ise, yeni hükümetin kurulmasından bir gün önce apar
topar imzaladığı bu anlaşmayla ilgili olarak Yavuz’un tamirinin tamamlanmasının
kendi döneminde olması arzusundan kaynaklandığını belirterek, bakanlığın
kaldırılacağını bilse dahi yine de bu mukaveleyi imzalayacağını belirtecekti.
Eylül 1927’de İsmet Paşa, Cumhurbaşkanı Gazi
Mustafa Kemal Paşa ile bir araya geldiğinde konuyu açarak Yavuz Zırhlısının onarım
işinde bazı suistimallerin olduğunu belirtmiş ve Bahriye Vekili ihsan Bey’i işaret
etmiştir. İsmet Paşa, Bahriye Vekili’nin Yavuz’un havuzlanması
sırasında ilgili firmadan rüşvet aldığını iddia etmiş Maliye Vekili Şükrü
Bey ve Müdafaa-i Milliye Vekili Mustafa Abdülhalik Bey’in konuyla
ilgi yaptıkları uyarılardan ve kişisel olarak kendi incelemelerden sonra buna
kanaat getirdiğini belirtmişti. Mustafa Kemal Paşa Bahriye Vekili İhsan Bey ile
de görüşmüş ve Yavuz Zırhlısı’nın onarım işinde bazı yolsuzluklar olduğuna dair
duyumlar aldığını İhsan Bey’e iletmiştir. İhsan Bey de bunun üzerine uzun
bir savunma yapmıştı. Sonradan Kazım Paşa’nın (Özalp) ihsan Bey’e söylediğine
göre Mustafa Kemal Paşa bu savunmayı yeterli bulmuş ve tatmin olmuştu. Ancak yine
de İsmet Paşa’nın bu işi bırakmayacağını bununla birlikte İhsan Bey’in beraatını
görmekle sevineceğini söylemiştir.
24 Aralık 1927 günü İsmet
Paşa, Malatya Mebusu sıfatıyla Meclis Başkanlığı’na bir önerge vererek Bakanlar
Kurulu’nun kararına aykırı hareket eden İhsan Bey hakkında meclis tahkikatı
açılmasını ve Yüce Divan’da yargılanmasını istemiştir. 24 Aralık Cumartesi günü
saat 14.15’te başlayan ve iki saat sürecek olan meclis oturumu Cumhuriyet
tarihinin ilk siyasal yolsuzluk davasına giden yolun kapısını aralamıştır.
Başbakan İsmet Paşa, İhsan Bey’e karşı önergeyi meclise
sunup uzun bir konuşma yapmıştır. Yavuz Zırhlısı’nın onarım işinde Bahriye
Vekili İhsan Bey’in kanununa aykırı hareket ettiğini ileri süren İsmet Paşa, bu
nedenle durumu meclise izah etme gereği duyduğunu belirterek başladığı
konuşmasını 10 madde altında toplamış ve 1926 Temmuz ayından 1927 Ekim
ayına kadar geçen süre içerisinde yaşananları anlatarak Büyük Millet Meclisi iç
tüzüğünün 169. Maddesi gereğince İhsan Bey hakkında tahkikat açılmasını
talep etmiştir.
İsmet Paşa’nın yaptığı konuşmadan sonra söz sırası İhsan
Bey’e gelmiş ve İhsan Bey savunmasını yapmıştır. İhsan Bey sözlerine kendisiyle
ilgili yapılan suçlamalar nedeniyle meclis tarafından bir tahkikat yapılmasını
istediğini söyleyerek başlamış ve İsmet Paşa’ya karşı her zaman büyük bir sevgi
ve saygı beslediğini buna karşı İsmet Paşa’nın da kendisine karşı aynı şeyleri
hissettiğine inandığını ifade etmiştir. İhsan Bey, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa
Kemal Paşa ve İsmet Paşalar’ın memleketin selameti ve menfaati, kanunun
masuniyeti uğruna sevdikleri bir arkadaşlarını dahi kanun önünde hesap vermeye
çağırmalarını faziletine bir işaret olduğunu belirtmiştir. İhsan Bey, Yavuz
Zırhlısının tamiri için yaptığı savunmasında yaşanan karmaşık süreci izah
ederek özetle, süreç içerisinde Yavuz’un tamirinde çıkan sorunlar karşısında, Zırhlının
bir an önce tamir edilmesi için sorumluluğu kabul ettiğini; ancak tamamen
suçsuz olduğunu ve kendisi hakkında bir tahkikat yapılmasını bizzat meclisten
rica ettiğini ifade etmiştir. Konuşmaların ardından Tahkikat Encümeni’nin
kurulması oy birliği ile kabul edilmiş ve saat 16.20’de oturum sona ermiştir.
Konuyu ele almak amacıyla otuz üç üyenin yer aldığı bir
soruşturma komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonda Yunus Nadi, Hakkı Tarık Us, Refik
Koraltan, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi gazeteci ve
hukukçu mebuslar oluşan isimler vardı. Bu isimler başta Bahriye Vekili İhsan
Bey olmak üzere olaya adı karışmış isimleri sorguya çektiler. 25 Aralık 1927
tarihinde soruşturmaya başlayan komisyon 23 Ocak 1928 tarihinde
soruşturmasını bitirerek hazırladığı mazbatayı Meclis’e sunmuştur.
Bu noktada yazının başında belirttiğim ve
tutanakları mevcut olan görüşmelerin özeti mahiyetinde kısmı aşağıda sizlere
sunuyorum.
Mazbatanın görüşülmesine 26 Ocak 1928 Perşembe günü
saat 14.20’de başlanmıştır. Meclis görüşmelerinde ilk söz alan davalı Bahriye
Vekili İhsan Bey olmuştur. İhsan bey, ismet Paşa’nın 24 Aralık 1927
tarihinde meclise verdiği önerge sırasında kendisini savunmak için yeterince
hazırlık yapamadığını izah ederek söze başlamış ve uzun bir konuşma yapmıştır.
Bir asker olarak başladığı inkılapçılığı, vekil olarak sürdürdüğünü ve hiçbir
zaman Atatürk’ün kendisine karşı duyduğu güveni sarsacak hareketlere
girişmediği ifade eden İhsan Bey, 1920 yılından beri Milletvekili olduğunu, vekillikten
ve İş Bankası Meclis Üyeliğinden aldığı maaş ile geçindiğini, lüks ve safahat
içinde yaşamadığını, düzenli bir yaşam sürdüğünü açıklamaya çalışmıştır. Hiçbir
bankada parası olmadığını, şüphe edenlerin mal varlığını da incelemesini rica
eden İhsan Bey, mazbatada kendisine yöneltilen suçlamaların tamamen yanlış
olduğunu ve Yüce Divan’da bir an önce yargılanmasını gerektiğini zira bu yüz
kızartıcı suçlamalar karşısında daha fazla takatinin kalmadığını ifade
etmiştir. Kendisinin masum olduğunu ve üzerindeki yolsuzluk damgasını da ancak Yüce
Divan’ın temizleyeceğini söyleyen İhsan Bey, Yavuz’un tamiri konusunda para
aldığı iddiasını kesin olarak reddedip böyle bir suçla itham edilmekten duyduğu
rahatsızlığı belirtmiştir.
İhsan Bey’den sonra söz alan Tahkikat Encümeni Katibi
Hakkı Tarık Bey ise, Encümen’in yaptığı tahkikat neticesinde İhsan Bey’in 4
konuda usulsüzlük yaptığının tespit edildiğini belirtmiştir. Buna göre; İngiltere’den
hazır havuz alımı sırasında resmi görevi olmayan Hikmet Paşa’nın komisyoncu
olarak kabul edilmesi ve teminat için 5.000 liranın gönderilmesi
meselesi; havuzun ihalesi sırasında iki şirket arasında yeterli derecede
rekabete yol açmadan bir şirket lehine işlem yapılması; İhsan Bey’in bu işlemi
yaparken daha önceden Doktor Fikret ve Ömer Nazım Bey’le aralarında
yaptıkları anlaşma gereğince, rüşvet fiilinin işlenmesi; Yavuz’un tamiri
sırasında sigorta meselesinde, uzman meselesinde Bakanlar Kurulu kararına
aykırı olarak mukavele yapılması. Tamir masraflarının ödenmesi sırasında 1
senede tamir, 2 senede ödeme kararına aykırı olarak, devleti zarara uğratacak
şekilde faturalar mukabilinde ödeme yapılmasına karar verilmesi. Ve ek olarak Bahriye
Vekâletinin kaldırılacağının kararlaştırılmasına rağmen son gün mukaveleyi
imzalaması ve Avukat Ziya Bey’in kanuna aykırı olarak emekliye sevk
edilmesi...
Hakkı Tarık Bey’den sonra ihsan bey tekrar söz alarak Hakkı
Tarık Bey’e cevap vermiştir. İhsan Bey, konuşmasında Yavuz Zırhlısının onarım
işine ve havuz gemisine ait işlerin detaylarına ilişkin açıklamalarda
bulunmuştur. İhsan Bey’in savunması sırasında dikkat çeken nokta duygusal
tepkilerinin giderek artması olmuştur. Savunması sırasında söylediği şu sözler
içerisinde bulunduğu psikolojiyi anlatır mahiyettedir:
“Ben derim ki heyetiniz beni Yüce Divan’a veriniz.
Mesuliyetten korkmuyorum. Efendiler beni yormayınız, son iyiliğiniz bu olsun,
rica ederim. Yirmi günden beri ızdırap içindeyim. Arkadaşlarım, dünyada her
şeyden kutsal bildiğim, evlatlarımdan kutsal bildiğim namusuma saldırı yapılıyor,
ben hırsızlıkla itham ediliyorum. Ben bundan ızdırap duyuyorum. Beni
yormayınız, ölüme hazırım, istiyor musunuz efendiler şimdi kendi cezamı
vereyim? Beni yormayınız. Efendiler ne istiyorsanız onu yapınız.”
Görüşmeler sırasında söz alıp konuşan Başbakan İsmet
Paşa’nın sözleri toplantının gerilen atmosferini ve yansıtacak türdedir:
“…Bu adamlar, böyle meclis huzurunda hesap sorulacağına,
Yüce Divan teşkil olunacağına, onun karşısında muhakeme edileceğine inanmamışlardır.
Teşkilat-ı Esasiye’ye, Cumhuriyete inanmamışlardır… Yüce Divan karşısına
gideceğiz, vatanın müdafaası, Cumhuriyetin kanunları, şereflerimiz suikasta
maruz kalmıştır. Büyük Mahkemeden, koruma ve müdafaa isteyeceğiz.
Hükümetlerinden adalet, ibret bekleriz...''
İsmet Paşa’dan sonra söz alan Adliye Vekili Mahmut Esat
Bey’in konuşması sırasında altını çizdiği nokta ise yapılacak yüce divan
yargılamaların hukukiliği noktasındaki kaygıları giderecek nitelikte olmuştur.
Bozkurt;
“Türk hakiminin nazarında, bir vekil muhakeme etmekle,
dağlar başında kimsesiz kalmış bir Türk çobanını muhakeme etmek arasında asla
fark yoktur…” ifadesini kullanmıştır.
Bundan sonra İstanbul Milletvekili Doktor Nurettin Ali
Bey’in davalı Bahriye Vekili İhsan Bey’in dokunulmazlığını kaldırılmasını
ve Yüce Divan’a sevkini istediği teklifi okunmuş ve teklif oylanarak kabul
edilmiştir. Meclis’in tarihi oturumu saat 19.40’da sona ermiştir. Böylece
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Bakan hakkında Yüce Divan kararı verilmiş
oluyordu. Karar, 30 Ocak 1928’de Resmi Gazetede de yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir. (bahse konu Resmi Gazete yayını)
26 Ocak 1928’de Meclis’in aldığı
karar hemen Başbakanlığa bildirilmiş, Başbakanlık de aynı gün Adliye Vekaletine
bildirerek ilgili makamları haberdar edip Yüce Divan’ın kurulmasına
geçilmiştir.
Temyiz Mahkemesi’nden seçilen 11 üye ve başsavcı 30
Ocak’ta özel bir trenle Eskişehir’den Ankara’ya gelirler. Reisliğe, Temyiz
Mahkemesi Reisi İhsan Bey; vekilliğine de Şurâ-yı Devlet (günümüz Danıştay’ın
öncülü olan kurum) Reisi Nusret Bey seçilmiştir. Yüce Divan ilk
toplantısını 31 Ocak 1928’de gerçekleştirmiş, Başsavcı Yusuf Nihat
Bey’e Meclis Tahkikat Komisyonu’nun bütün evrakı verilmiştir. Yaklaşık bin
sayfayı bulan evrak Yusuf Nihat Bey tarafından 2 günde okunarak, davanın
iddianamesi hazırlanmış ve mahkemeye sunulmuştur. Bu süreçte Başsavcı’nın isteği
üzerine davalı Bahriye Vekili İhsan Bey ve Ömer Nazım bey tutuklanarak
cezaevine gönderilmiştir. Başsavcı tahkikat encümeni evrakını mahkemeye 5
Şubat’ta sunmuş, aynı zamanda Yüce Divan yargılamalarının yapılacağı salona
ait yeni düzenlemeler yapılmıştır.
9 Şubat 1928’de Yüce Divan
yargılama görevine başlamıştır. Dinleyiciler yerlerine geçtikten ve kolluk
kuvvetleri gerekli tedbirleri aldıktan sonra mahkeme salonuna tutuklu zanlılar Koniçeli
Nurettin, Sapancalı Hakkı, İhsan Bey ve Ömer Nazım Beyler
getirilerek yerlerine oturtulmuşlardır. Bundan sonra, savcı ve mahkeme heyeti
salondaki yerini almış ve kimlik tespitine geçilerek duruşma başlamıştır. Buna
göre sırasıyla, İhsan Bey, Ömer Nazım Bey, Sapancalı Hakkı ve Koniçeli Nurettin
Beylerin işlemleri tamamlanmıştır. Ardından tutuklu olmayan zanlıların
işlemleri yapılmıştır. Bunlar Müsteşar Hüsamettin, Teçhizat Dairesi
Reisi Fahri, Bahriye Vekâleti Müsteşarı Necati, Donanma Dairesi
Müdürü İbrahim Ethem, İmalat Dairesi Müdürü Mustafa Ziya, Hukuk
Müşaviri Mustafa Lütfü, Avukat Ziya, Muhasebe Müdürü Nafi, Personel
Dairesi Başkanı Emin Beyler idi.
Başsavcı iddianamesini okumaya başlarken Cumhuriyet’in sağladığı
adaletin “Her vatandaşa ve her ferde karşı aynı hakkı ve aynı adaleti gözettiğini”
belirterek, baskıcı dönemde, bir vekili yargılamak amacıyla Yüce Divan’ın
kurulmasının değil, isminin bile anılamadığını, bu durumun milleti vatansız ve
vatanı kimsesiz bıraktığını ifade ederek inkılapların önemine değinmiştir. Daha
sonra zanlıların hangi alanda suçlandıklarını tebliğ etmiştir.
İddianame okunduktan sonra 11 Şubat 1928’de İhsan
Bey’in sorgulanmasına başlanmıştır. İhsan Bey, hazır havuz alımı meselesinde Hakkı
Paşa’nın İngiltere’ye gönderildiğini, ihaleye girebilmek için de 5000 lira
ödendiğini, fakat el konulma ve batırılma tehlikesine karşı havuzun alımından
vazgeçildiğini, ödenen paranın da geri alındığını söylemiştir.
Havuzun Filander Şirketi’ne ihalesinde ise Dokbav’ın son ve
kati teklif yaptığını, bu durumda fiyat indiriminde bulunulamayacağını, durumun
Başbakan’a bildirildiğini ifade ederek, ihalenin Başbakan’ın onayıyla ve Bakanlar
Kurulu kararına göre yapıldığını anlatmıştır. İhsan Bey, Yavuz’un tamiri
sırasında sigorta ve tediye meselesinin Fen Heyeti’nin kararına göre yapıldığını,
meselesinin Bakanlar Kurulu’nda tutanaklara göre görüşülmediğini belirtmiştir.
Hükümet’in istifası ve Bahriye Vekâleti’nin kaldırılmasına rağmen mukaveleyi
aceleye getirerek imzalaması konusunda ise yeni Bakanlar Kurulu göreve
başlayıncaya kadar eski Bakanın görevini devam ettirdiğini, bu açıdan yetkisiz
olmadığını belirterek açıklamıştır. İhsan bey, Yavuz gibi önemli bir geminin
tamirinin bir an önce bitmesini sağlamanın kendisi için bir şeref olacağı
düşüncesiyle imzayı attığını belirtmiştir. Ziya Bey’in emekliliğinin ise Bahriye
Kumandanı’nın teklifi ile gerçekleştirildiğini, personeli de zaten azaltmak
istediği için uygun görerek gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.
12 Şubat 1928 tarihli yargılamalar
sırasında Ömer Nazım Bey’in sorgusuna geçilmiştir. Ancak Ömer Nazım Bey’in
unutkanlığını bahane ederek bazı olayları hatırlayamaması mahkeme bakanını
sinirlendirmiştir. Bunun yanı sıra 40.000 Liralık mektubu eski Vekil
İhsan Bey’e verdiğini söylemesi de ortamı gerecektir. Ömer Nazım Bey, ‘’Üçler
Mukavelesi’’ olarak bilinen ortaklığın da feshedildiğini bildirmiştir.
İhsan Bey bu sırada mektup meselesinin Ali Saip Bey’in ısrarı ile
gündeme getirilebileceğini, çünkü Ali Saip Bey’in kendine karşı bir husumet
beslediğini söylemiştir. Ömer Nazım Bey havuzun ihalesi dolayısıyla vekili
oldukları şirketten 105.000 Lira komisyon aldıklarını, bunun 55.000’inin
Fikret Bey’e 50.000’ininin de kendisine ait olduğunu ifade etmiştir.
Aynı gün ikinci celsede Müsteşar Hüsamettin Bey’in sorgulanmasına
geçilmiştir. Hüsamettin bey sorgusunda cereyan eden olayları İhsan Bey’in yetkisini
kullanarak kendisinin yönlendirdiğini, müsteşar olarak verilen emirler
doğrultusunda çalıştığını söylemiştir. Ardından Teçhizat Dairesi Reisi Fahri
Bey’in sorgulanmasına başlanmıştır. Fahri Bey, yapılan ihale işlemlerinin
fevkalade bütçeden yapıldığını, Vekil Bey’in sorumluluğunda olayların
gerçekleştiğini ifade etmiştir. Celsenin sonlarına doğru Koniçeli Nurettin
Bey’in sorgusuna geçilmiştir. Nurettin bey, Yavuz’un tamiri sırasında Sen
Nazer Şirketi’nin vekili olduğunu, Sapancalı Hakkı Bey’le bu sırada
tanışarak birlikte iş yaptıklarını bilgisini vermiştir.
Yargılamalarda 13 Şubat gününe gelindiğinde, Nurettin
Bey’in sorgusuna devam edilmiştir. Ardından Sapancalı Hakkı Bey
sorgulanmıştır. Hakkı Bey ifadesinde Nurettin Bey’le nasıl tanıştığını, Sen
Nazer’in umumi vekilliğine nasıl getirildiğini anlatarak, sigorta meselesinde Bahriye
Vekâleti lehine görüş bildirdiğini ifade etmiştir. Ardından Bahriye Vekâleti
Müsteşarı Necati Bey sorgulanmıştır. Necati Bey, davalı Bahriye Vekili İhsan
Bey’in ifadelerine paralel ifadelerde bulunmuştur. Donanma Dairesi Başkanı Ethem
Bey ve Personel Dairesi Başkanı Emin Bey’lerde benzer doğrultuda
ifadeler vermişlerdir. Avukat Ziya Bey sorgusunda sigorta ve uzman kişi
meselesinde uyarılarda bulunmak istediğini, ancak Fen Heyeti’ndeki herkesin
rütbece kendinden yüksek olduğunu, bu yüzden ısrarcı olmadığını söylemiştir. Hukuk
Müşaviri Mustafa Lütfü Bey ile Muhasebe Müdürü Nafi Bey de kendileri
ile ilgili soruları cevaplandırmışlardır. Böylece zanlıların sorgulaması sona
ermiştir. Bundan sonra şahitler dinlenmeye başlanmıştır.
14 Şubat’ta Rıza Bey ve Halil Paşa’lar,
Ömer Nazım Bey’in yurt dışındaki faaliyetleri hakkında bilgi vererek, komisyon
paylaşımı konusunda İhsan Bey’in adının geçmediğini, 40.000 Lira’lık mektup
meselesinin de ihalenin gerçekleşmemesinden dolayı hayata geçmediğini
söylemişlerdir. Daha sonra Münih Konsolosu Haydar Bey ve Fabrikalar
Müdürü Sakıp Bey dinlenmiş; Sakıp Bey, havuz meselesinde, İhsan Bey’in 70.000
Lira aldığı şeklinde Bahriye Memurları arasında çeşitli dedikoduların
dolaştığı bilgisini vermiştir. İhsan Bey de Vekâlet’e geldiği dönemde
memurların disiplinsiz olduğunu, disiplini sağlamak adına giyim kuşamlarına ve
tıraşlarına dahi müdahale ettiğinden dolayı bu tavrının aksi bir izlenim
yarattığını bu yüzden de bazı söylentilerin çıkmış olabileceğini söyleyerek
iddiaların dedikodu mahiyetinde olduğunu belirtmiştir.
Deniz Üssü Kumandanı Abdülhalim Bey sorgusunda, söylenti
konusunda bir duyumunun olmadığını belirtmiştir. İhsan Bey’in kendisi hakkında
husumeti olduğunu iddia ettiği Ali Saip Bey, Bahriye Vekili’nin yanlış yollara
saptığını, kendisini uyardığını ve başka konularda usulsüzlükleri olduğunu
iddia etmiştir. Bursa Milletvekili Esat Bey, ihsan Bey’in Nazım Bey’den para
aldığını, Baha Tali Bey de malumatı olmadığını beyan etmişlerdir. Bazı mebuslar
da İhsan Bey’in para alanlar içinde isminin geçmediğini söylemişlerdir.
Dokbav’ın temsilcisi Hugo Herman 7 Mayıs’ta yaptıkları teklifin son
teklif olduğunu, Mayın Fabrikası konusunda bir şey söylemesinin yetkisinde
olmadığını belirtmiştir. Adil Bey, Bahriye Vekâleti’nde bazı usulsüzlüklerin
olduğunu, hatta İhsan Bey ile bu durumu görüştüğünü, bir türlü kuruma
ısınamadığını, daha sonra da görev yerinin değiştiğini söylemiştir. İhsan Bey’in
yaveri Nevres Bey de söylentiler hakkında malumatının olmadığını ifade
etmiştir.
İhsan Bey yargılamaların ilerleyen günlerinde
kendisi hakkında çıkan dedikodulara karşı İsmet Paşa’ya gönderdiği mektubunda,
kendisine isnat edilen sözlerin doğru olmadığını açıklayacaktır.
Mektupta geçtiği iddia edilen hususlardan, Bahriye Vekilliği görevinden
alındığı için kırgın olmadığını, İsmet Paşa’dan hesap sormaya kalkışmasının mümkün
olmadığını belirtmiştir. Hükümet aleyhinde çalışmalar yapmadığını ve hükümetin
güven oylaması sırasında Meclis’te bulunmamasının düşmanlık nedeniyle
olmadığını belirtmiştir. Ayrıca inkılap taraftarlarının yek vücut olması
gerektiğini, Mustafa Kemal’in etrafında kenetlenmenin gerekliliğini, önemli
inkılaplardan sonra birbirine düşmenin dağılmalara sebebiyet verdiğini Fransız
İhtilali’ni örnek göstererek anlatmış, Rauf Bey olayı gibi korkulan bir durumun
yaşanmamasını istediğini ifade etmiştir.
Fikret Bey sorgulanması sırasında havuz meselesinden dolayı
55.000 lira komisyon aldığını, Ancak Ömer Nazım Bey’e pay vermediğini
ifade etmiştir. Bu gelişme üzerine 19 Şubat’ta başsavcı, Doktor
Fikret Bey’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması için harekete geçmiş, havuz
yavuz meselesinde komisyon aldığını ve bunu temin etmek amacıyla ihalenin
temsil ettiği şirkete verilmesi için usulsüzlük konusunda, suça ikincil
derecede dahil olduğunu ve buna göre yargılanması gerektiğini belirtmiştir.
20 Şubat’ta Ticaret Vekili Ali
Cenani, Ziraat Vekili Sabri ve Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Bey’ler
dinlenmiş, üç vekil de konuyu tam hatırlayamadıklarını, fakat havuz meselesinde
Bakanlar Kurulu’nda tek bir şirketin isminin geçtiğini, bu konuya dair İhsan
Bey’in bilgi verdiğini, kurul kararından sonra da pazarlık yapılabileceğini
ifade etmişlerdir. Yavuz’un tamiri konusunda İsmet Paşa’nın uzman kişi
meselesine karşı olduğunu, fakat reddedildiğinin karar metnine yazılmadığını
söylemişlerdir.
İsmet Paşa da 25 Şubat 1928’de bizzat mahkemeye
gelerek izahatta bulunmuştur. Buna göre; 9 Mayıs’ta Bahriye Vekili ile
görüştüğünü hatırlamadığını, Bakanlar Kurulu’na gelen evrakta Dokbav’ın isminin
kendi tarafından çizildiğini, yazının kendine ait olduğunu, sadece Filander’in isminin
kaldığını kabul etmekle beraber, sorumluluğun Bahriye Vekil’ine ait olduğunu
açıklamıştır. Paşa; vekillerin tek başlarına bir resmiyetinin olduğunu ve Bakanlar
Kurulu’na gelen her teklifin tartışılarak kabul edildiğini, hatta kendi
görüşüne aykırı olarak Bahriye Vekili’nin savunduğu görüşlerin de kabul
edildiğini uzun uzun anlatmış ve kararların salt Başbakan’ın isteği doğrultusunda
alınmadığını izah etmiştir. Bunun yanı sıra ihale yapılırken devlet menfaatini
sağlamanın şart olduğunu örneklerle açıklamış ve her şeyin kanun dairesinde
yapılması gerektiğine işaret ederek, suiistimalin sistem haline getirilerek bir
bakan tarafından yapılmasının vatana büyük zarar vereceğine değinmiştir.
Ardından Adliye Vekili Mahmut Esat Bey dinlenmiştir.
Buna göre; uzman kişi meselesinin kurulda görüşüldüğünü, İsmet Paşa’nın karşı
çıktığını, reddedilen kararların yazılmadığını, Bakanlar Kurulu kararının
vekâlet kararını iptal edeceğini, ilgili konuda işlem yapılırken heyet
kararının gerektiğini bildirmiştir. Yeni kurulan kabinede Bahriye Vekâleti ile
birleştirilen Müdafaa-i Milliye Vekâleti görevine getirilen Abdülhalik Bey de uzman
kişi ve ödeme meselesinde devletin zarara uğratıldığını iddia etmiştir.
Hariciye (Dışişleri) Vekili Tevfik Rüştü Bey, maarif (Kültür) vekili Mustafa
Necati Bey ve Nafia (Bayındırlık) vekili Behiç Bey de aynı doğrultuda görüş
bildirmişlerdir.
Yargılamalar sürerken 28 Şubat’ta Nurettin Bey’in yanında
çalışan Ekrem Hamdi Bey önemli bir ihbarda bulunarak davanın seyrini
değiştirmiştir. Ekrem Hamdi Bey’e göre; Sapancalı Hakkı Bey Paris’te şirketten
İhsan Bey’e verilmek üzere 100.000 Lira almış, buradan ortaya çıkan
açığı kapatmak için faturalara yüzde on zam yapılmıştır. Ekrem Hamdi bey, oluşan
açığın devletin kasasından çıkan para ile kapatıldığını iddia etmiştir.
İddialar karşısında Sapancalı Hakkı Bey, Ekrem Hamdi Bey hakkında
olumsuz sözler söylemiş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Nurettin Bey de Ekrem
Hamdi Bey’in Hakkı Bey’e düşmanlığı olduğunu, bu yüzden aleyhte muhbirlik
yaptığını iddia etmiştir. Bunun üzerine şirket temsilcisi olan Godar’ın mektupla
ifadesi alınmış, Hakkı Bey’e 459.000 Frank ödendiğini söylemiş, açığı
kapatmak için faturalara zam yapılması olayını doğrular nitelikte açıklamalar
yapmıştır. Hakkı Bey başta parayı aldığını inkar etse de sonradan 180.000 Lira
aldığını söyleyerek Ekrem Hamdi Bey’in iddiasını doğrular noktaya gelmiştir.
İhsan Bey ise, kendisinin hiçbir şekilde para almadığını ifade etmiştir.
18 Mart’ta tahkikat safhasının son
celsesi yapılmıştır. Başsavcı Yusuf Nihat Bey; sorgulamalardan ve
şahitlerin dinlenmesinin ardından hazırladığı iddianameyi okumuştur. Son
iddianamede daha önceki iddialarını genişleterek tekrarlamıştır. 29 Mart’ta
toplanan mahkeme en nihayet avukatlara söz vermiştir. İlk olarak İhsan Bey’in avukatı
Cemal Hazım Bey söz alarak, müvekkilinin yetkileri ve kanaatleri
doğrultusunda hareket ettiğini, yaptığı işlerden dolayı komisyon suretinde para
almadığını ve suçsuz olduğunu ifade etmiştir. Daha sonra söz alan Ömer
Nazım Bey; Üçler Mukavelesi’nin yırtılıp atılan hükümsüz bir ortaklık olduğunu,
İhsan Bey’e para vermediğini, pazarlık konusunun belli bir şeklinin olmadığını,
Vekil Bey’in kanaatine göre yapılabileceğini söyleyerek dilinin döndüğü kadar
savunma yapacağını, hükmün mahkemeye ait olduğunu söylemiştir. Fikret Bey’in avukatları
Sadi Bey ve Kenan Bey’ler delillerin yetersiz olduğunu, havuzun uygun fiyata
yaptırıldığını, hatta şirketin bundan zarar ederek iflas noktasına geldiğini
belirtmiştir. Daha sonra Sapancalı Hakkı Bey ve Nurettin Bey’in avukatı
dinlenmiştir. Ethem Bey neden yargılanmakta olduğunu hala anlayamadığını,
arkadaşlarıyla birlikte İhsan Bey’in dürüstlükten ayrılmadığını ifade etmiştir.
Yüce Divan, 16 Nisan 1928 Pazartesi günü saat 15:00’da
kararını açıklamıştır. Tarihi kararın okunması 45 dakika sürmüştür. Mahkeme Başkanı
İhsan Bey ilk önce mahkemeye konu olan yargılamanın aşamalarını, İsmet Paşa’nın
verdiği önergeden itibaren anlatmış ve özellikle Ekrem Hamdi Bey’in ihbarı
neticesinde, Paris elçiliğindeki memurların da şahit olarak dinlendiğini
vurgulamıştır. Ardından savcının iddialarını özetlemiş ve karardan önce esasa
ait bazı konuları açıklığa kavuşturmuştur.
Buna göre ilk olarak; avukatların ileri sürdüğü memurlukla,
mebusluğun bir arada bulunamayacağı, dolayısıyla vekillerin devlet memuru
olamayacağı fikrinin doğru olmadığını, Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararlardan
dolayı üyelerinin hepsinin sorumlu olmadığını, suçun şahsiliği konusunu
açıklamıştır. Hususi kanunlarla vekillerin sorumsuz olamayacağı, genel
kanunların herkes için geçerli olduğunun altı çizilmiştir. Meclis Tahkikat
Komisyonunun verdiği kararın mahkemeyi bağlamadığını, yargının bağımsız
olduğunu, kararlarını kanunlara göre vereceğini de ayrıca izah
edildikten sonra kararların açıklanmasına geçilmiştir.
Savcının iddianamesindeki birinci suçlamada, diğer bir
ifadeyle hazır havuz alımı sırasında Hikmet Paşa’nın görevlendirilmesi, 5.000
Lira gönderilmesi sonrasında işten vazgeçilmesi meselesinde memuriyeti
suiistimal suçunun işlenmediğine karar verilmiştir.
Havuzun yapımı konusunda ise, savcının ısrarla iddia ettiği
ihsan Bey, Fikret Bey ve Ömer Nazım Bey arasında olduğu iddia edilen ortaklığın
ihale sürecine kadar devam etmediğine karar verilmiştir. Havuzun ihalesi
konusunda İhsan Bey’in sadece bir hatası tespit edilmiştir; bu da Bakanlar
Kurulu kararını almaksızın pazarlığı tek başına yapmasıdır. Bu durumun
devlet memuriyetini kötüye kullanarak menfaat elde etmeye yönelik olduğu
anlaşılmıştır. Fikret Bey ve Ömer Nazım Bey’in nüfuzlarını kullanarak,
devlet memurlarına tesir edip şirketleri dolandırdıkları ve maddi menfaat elde
ettiklerine karar verilmiştir.
Yavuz’un tamiri hadisesinde, Ekrem Hamdi Bey’in ihbarı ile
çıkan mektup meselesinde, ihsan Bey’in menfaat etmek elde etmek amacıyla
hareket ettiği fakat elinde olmayan nedenlerle bu fiili gerçekleştiremediği
anlaşılmıştır. Sapancalı Hakkı Bey, bu konuda İhsan Bey’le birlikte hareket
ettiğinden dolayı suçlu bulunmuştur.
Ziya Bey’in emekliliğinde cezaya dair bir fiil
görülmemiştir.
Hüsamettin ve Fahri Bey’lerin suçlanmasına imkan
görülmemiş, diğer memurların da danışma amaçlı çalıştıkları için sorumlu
tutulamayacaklarına karar verilmiştir.
Bu bağlamda; İhsan Bey’in, iki sene ağır
hapsine, rütbe ve memuriyetten mahrumiyetine ittifakla karar verilmiştir. Sapancalı
Hakkı Bey’in bir sene ağır hapsine, rütbe ve memuriyetten mahrumiyetine
ittifakla karar verilmiştir. Fikret Bey ve Ömer Nazım Bey’in dörder ay
hapislerine ve yüzer lira ağır para cezası almalarına karar
verilmiştir. Bunun dışında kırk ila elli bin liraya mal olan mahkeme
masraflarının İhsan, Hakkı, Ömer Nazım ve Fikret Bey’lerden tahsiline ittifakla
karar verilmiştir.
Yargılamalar sonunda hüküm giyen Topçu İhsan Bey ise soyadı
kanunun çıkmasıyla, ERYAVUZ soyadını almıştır. Siyasetten elini ayağını
çekerek bir anlamda inziva hayatı yaşamış ve 6 Mart 1947’de hayata
gözlerini yummuştur. Kendi ifadesiyle; İhsan Bey’in en büyük hatası Yavuz’u tamir
etmiş olma şerefine erişmek için acele etmesi ve eski arkadaşlarına güvenmesi
olmuştur. Onun bu hatası siyasi hayatını bitirmekle kalmamış, cumhuriyet
tarihinde yolsuzlukla yargılanıp ceza alan ilk bakan olma sıfatını da kendisine
kazandırmıştır.
İhsan ERYAVUZ Cezaevinden Çıkarken |
Sonuç olarak; üç tarafı denizlerle
çevrili olan genç Türk devletinin gerek ekonomik gerekse de güvenlik çıkarları
açısından güçlü bir donanmaya ve bunun da ötesinde denizcilik politikalarına
ihtiyaç duyması kaçınılmazdı. Denizcilik politikaları konusunda daha önce de
çeşitli girişimlerde bulunulmasına karşın bunlar yarım kalmış ve bir sonuç
alınması mümkün olamamıştı. Bahriye Vekâletinin kurulmasının ardından
denizcilik politikalarının uygulanması hız kazanmıştır. Genç Cumhuriyet’in bu
doğrultudaki en önemli ihtiyacı, altyapının sağlam bir şekilde
oluşturulmasıydı. Ancak burada en büyük sorun, ekonomiydi. Savaştan henüz
çıkmış bir devlet için deniz kuvvetlerini güçlendirmek oldukça önemli bir
yüktü. Bu nedenle ilk olarak eldeki savaş gemilerinin tamir edilerek
yenilenmesi yoluyla yeniden yapılanmaya gidilmesi uygun görülmüştü. Bu
doğrultudaki en büyük adım ise, Yavuz Zırhlısı’nın tamir edilmesinin gündeme
gelmesiyle atılmıştır. Bu amaçla yapılan girişimler, henüz beş yaşındaki Genç
Türk Cumhuriyetini ilk siyasal yolsuzluk davasıyla tanıştırmıştır.
Yavuz Zırhlısının onarımı, 1930 yılı Şubat ayında
tamamlanmış ve Sen Nazer Şirketi’ne ait hesaplar da 1931 yılında
kapatılmıştır. Yavuz Zırhlısı geçirdiği onarımın ardından uzun yıllar donanmaya
hizmet vermeye devam etmiştir. 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün Naaşını
İstanbul’dan İzmit’e taşıma görevi de Yavuz’a verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın
sembol gemilerinden olan yavuz, 2. Dünya Savaşı boyunca da hizmette kalmıştır. 1946’da
Türk Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşını İstanbul’a getiren Amerikan Zırhlısı
Missouri’yi İstanbul Boğazı girişinde karşılamıştır.
Konu ile ilgili ayrıca linkini vereceğim makaleyi okumanızı da öneririm. (‘Bakan mahkum ettiren’ ilk dava)
5 Yorumlar
İhsan Eryavuz un akrabası olarak diyebilirim ki güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş ellerinize sağlık. Eryavuzun hiçbir suçu olmamasına ragmen yüce divanda yargılanıp hüküm giymesine vesile olan İsmet İnönü ve mareşal Çakmak gerçeğinide vurgulamak isterim. Cumhuriyetin ilk kumpası olan bu dava ile ülke donanmasıda 1950 ye kadar sahipsiz kalmıştır. Sevgilerimle Kenan Koraltan
YanıtlaSilİltifatınız ve güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Yazıyı bulduğum kaynaklar üzerinden elimden geldiği kadar objektif bir çerçevede hazırlamaya çalıştım. Yazı içerisinde bahse konu dava ile ilgili meclis tutanaklarının da elimde olduğunu belirtmiştim. Bu tutanakları yazı içerisine birebir yerleştiremediğim için "istek gelirse" ayrı bir çalışma olarak düzenleyerek yayınlamayı düşünüyordum. Ancak böyle bir istek gelmemesi üzerine böyle bir çalışma şuan için maalesef gündemde değil.
SilMesajınızda belirttiğiniz son cümleye ise maalesef katılmıyorum. Yavuz havuz davası sonrası bahriye bakanlığı kapatılmış olsa da donanmanın modernizasyonu kapsamında ulu önder Atatürk sağken ve öldükten sonra çeşitli adımlar atılmıştır. Örneğin 2. Dünya savaşı öncesinde Hollanda'ya kruvazör ve Italya'ya muhrip siparişleri verilmiş ve donanma modernize edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu siparişler 1939 senesinde başlayan savaştan dolayı donanımımıza katılamamış ve sipariş ettiğimiz gemiler alman donanmasının bünyesinde görev yapmıştır.
ateş olmayan yerden duman çıkmaz
SilDava sonucu tutanakları var mı sizde?
YanıtlaSilBende Dava tutanakları maalesef yok. o dosyalara da ulaşma şansım yok. ancak elimde meclis soruşturması ile ilgili tutanaklar mevcut.
Sil