Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşına Girişi
Birinci Dünya savaşı tüm dünyaya
için yıkım getirdiği kadar Osmanlı devletini de içine alarak yıkımına sebebiyet
vermiştir. Savaş neticesinde Osmanlı imparatorluğu itilaf devletleri tarafından
parçalanmış ve bunun neticesinde hepimizin bildiği üzere ulu önder Mustafa
Kemal Atatürk önderliğinde Türk halkı tarafından kurtuluş savaşı
gerçekleştirilerek genç Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak savaşın başında Osmanlı
devletinin tarafsız olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Yine okullarda bize öğretilen
Osmanlı devletine sığınmış olan alman gemilerinin, Osmanlı devleti tarafından
satın alındığının ilanını müteakip bu gemilerin isimleri Yavuz Sultan Selim ve Midilli
olarak değiştirilmiş ve bahsi geçen gemilerin Rus limanlarını bombalaması ile
Osmanlı Devleti savaşa dahil olmuştur. Aslında Osmanlı Devletinin savaşa dahil
olmasına sebebiyet veren olayların sadece Yavuz ve Midilli üzerinden
değerlendirilmemesi gerektiği; bu mevhum olayın ve sonrasında yaşanan kanlı
sürecin sadece yaşanan olay ve çekişmelerin küçük bir kısmını oluşturduğu
inancındayım. Çünkü bize öğretildiği şekilde Rus limanlarının bombalanması
yukarıda adları zikredilen 2 gemi tarafından değil neredeyse tüm Osmanlı
donanması tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu donanmanın başında bulunan Alman Amiral
Souchon’un ise Osmanlı Devletinin bu kanlı savaşa girmesine müsebbip kişi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı donanmasının başında neden bir Alman amiralinin
olduğu sorusu ise aşağıda sizinle paylaşacağım yazı içerisinde cevaplanacaktır.
Açıkçası Osmanlı Devleti uluslararası arenada söz sahibi ülkeler arasındaki
yerini yitirmişken böyle bir gelişmenin olması da kaçınılmaz bir gerçektir.
Dönemin büyük güçleri uzun süredir Osmanlı devletini ‘’hasta adam’’ olarak nitelendirmekte ve ilerleyen dönemlerde
Osmanlı toprakları üzerindeki emellerini 1. Dünya savaşı öncesinde de
şekillendirmekteydi. Dolayısıyla Osmanlı devletinin bu savaşa girmeden öncede
yaşadığı ciddi askeri yenilgiler yukarıda zikredilen emellerin gerçekleşmesi
yönünde ciddi bir işaretti. Bununla birlikte Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşı
öncesinde girdiği muharebelerde kara ordularıyla birlikte denizde de ciddi
sancılar çekmişti. Bunun için yazıya Osmanlı Devleti ve donanmasının 1. Dünya
savaşına girmeden önceki durumunu değerlendirerek başlamakta fayda var.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DENİZ
GÜCÜ
Osmanlı Devleti’nin gelişme ve gerileme süreci ile
deniz gücü arasında çok İlginç bir paralellik vardır. Osmanlı Devleti bir “Cihan Devleti” unvanı kazanarak, başarıdan
başarıya koştuğu 15. ve 16. yüzyıllarda çok güçlü bir deniz gücüne sahip olmuştur.
Bu dönemde Türk savaş gemileri Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusunda faaliyet
göstermiş, bu denizlerdeki üstünlüğünü rakiplerine kabul ettirmiş, devletin dış
politikasının bir aracı olarak güç göstererek veya güç kullanarak siyasi
hedeflerin ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak 17. ve 18.
Yüzyıllarda yaşanan denizlerdeki duraksama ve gerileme ise benzer şekilde devletin
diğer kurumlarında da bozulma ve çürümelere yol açmıştır.
30 Kasım
1853 tarihinde
Osmanlı Donanması’nın Sinop limanında Ruslar Tarafından ani bir baskınla
yakılması sonucu Osmanlı Devleti, tarihinde ilk defa Batı ülkeleri ile işbirliği
yapmıştır. Bu baskın üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devletinin yanında
Rusya’ya karşı harbe girmişlerdir. 1854-1856
Kırım Savaşında başta Mahmudiye kalyonu olmak üzere diğer Türk
gemileri Ruslara karşı önemli başarılar elde etmişse de bu sonuç Sinop
Baskınının ağır maddi ve manevi Kayıplarını hafifletmemiştir. Kırım Savaşı
aynı zamanda donanmadan yoksun bir kuvvetin Osmanlı Devletinin bekasını
koruyamayacağının da bir göstergesi olmuştur. Bu harpte, Osmanlı Donanması,
İngiliz ve Fransız Donanmalarına ait buhar makineli ve zırhlı gemiler ile
birlikte harekatlar düzenlemiş; bu harekatlardan alınan dersler ışığında,
donanmanın özellikle buharlı ve zırhlı gemiler ile güçlendirilmesi yönünde planlamalar
yapılmıştır.
Donanmanın gelişmesine ve modernize edilmesine büyük önem
veren ve bu konuda her türlü imkanı seferber eden Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde dış borç alınarak
gerek yabancı ülke tersanelerinde, gerekse de İstanbul, İzmit, Gemlik ve
Mudanya Tersanelerinde 25’i zırhlı
olmak üzere 100’ü aşkın gemiyi
ihtiva eden bir gemi inşa programı gerçekleştirilmiş ve büyük bir deniz gücü
oluşturulmuştur. Bu donanma, o dönem için nicelik bakımından Dünyanın üçüncü, Akdeniz’in ise ikinci büyük donanması olarak gösterilmekteydi.
Gemilerin bakım ve onarımını yapacak tersanelerde uzman personel olmamasından dolayı
doğal olarak gemilerde görevli başçarkçı, elektrikçi gibi teknik personelin önemli
bir bölümünü İngiliz, Fransız ve İsveçli yabancı personel oluşturmuştur.
Sultan Abdülaziz |
Yine de bu sırada Osmanlı Donanması herhangi bir
savunma harekatı gösterecek güçte bulunmamıştır. Sultan Abdülaziz (1861-1876)
döneminde ağır dış borç yükü ile oluşturulan ve sayıca dönemin güçlü
donanmaları arasında gösterilen Osmanlı donanması, 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde etkin bir rol oynayamadığı ve
yenilgiyi önleyemediği gerekçesiyle, Sultan 2.Abdülhamit (1876-1909) tarafından otuz üç yıl boyunca Haliç’te
hapsedilmiştir. Donanma gemilerinin Haliçte uzun yıllar hareketsiz
tutulması, Osmanlı Devletinin denizcilik faaliyetlerine büyük bir darbe
indirmiştir. 1897 yılındaki Osmanlı-Yunan
harbine kadar yaklaşık 20 yıl süre zarfında donanma Haliçten dışarı
çıkarılmamış, yabancı mühendis ve işçilerin mukaveleleri yenilenmemiş, donanma
her ne kadar sayı ve görünüm itibariyle büyük de olsa kalite ve muhtevası
bakımından bitmiş ve tükenmiş bir durum arz etmiştir. Bu duruma bağlı olarak
gemi personeli tarafından ne bir tatbikat, ne silah atışları, ne de taktik
eğitimler yapılmamıştır. Yunanistan’ın 1897
yılında Girit’i işgal etmesi ile başlayan Osmanlı-Yunan harbinde ise Osmanlı
Donanması Çanakkale’den Ege’ye dahi çıkamamış, sadece Çanakkale Boğazından
olabilecek muhtemel bir Yunan Donanması zorlamasına karşı bir “Sahil
Bataryası” gibi kullanılmıştır.
2.Abdülhamit |
Donanmanın yeniden güçlendirilmesi maksadıyla
İngiltere, Amerika, Almanya ve İtalya’dan 1903-1908 döneminde alınan muhtelif
savaş gemilerinin diğer gemiler gibi Haliçte tutulması, donanmanın harbe
hazırlık seviyesi ve personel eğitiminin yetersiz olmasına neden olmuştur. 23 Temmuz 1908 tarihinde 2.Meşrutiyet
ilan edildiği zaman Osmanlı Donanması harekat kabiliyeti ve harbe hazırlık
seviyesi düşük olan gemiler ile eğitimsiz personel yığınından ibaret duruma
gelmişti. 2.Meşrutiyet’in ilanını müteakip devam eden toprak kayıplarının
önlenmesi için güçlü bir donanma oluşturmak maksadıyla çalışmalar
başlatılmıştır. Bu bağlamda, “Güçlü
bir donanma için ayda bir kuruş” kampanyası ile 19 Temmuz 1909 tarihinde “Donanma
Cemiyeti (Donanma-i Osmani Muavenet-i Millîye Cemiyeti)” kurulmuştur.
Donanma Cemiyeti’nin faaliyetleri Osmanlı Hükümeti tarafından da on yıllık bir
program yapılarak desteklenmiştir. Cemiyet, ilk aşamada satın aldığı “Yadigâr-ı
Millet”, “Gayret-i Vataniye”, “Numune-i
Hamiyet” ve “Muavenet-i Millîye”
torpido muhriplerinden sonra çağın gereklerine uygun olarak zırhlı gemiler
satın alınması için teşebbüse geçmiş, bedeli yine cemiyet tarafından ödenerek
Almanya’dan “Barbaros Hayreddin” (Bkz. Barbaros Hayreddin Zırhlısı) ve “Turgut Reis” (Bkz. Turgut Reis Zırhlısı) zırhlıları ve ayrıca
askeri ulaştırmada kullanılmak üzere “Reşit
Paşa”, “Mithat Paşa” ve “Giresun” vapurları satın alınmıştır.
Yadigâr-ı Millet |
Gayret-i Vataniye |
Muavenet-i Millîye |
Yine bu dönemde Alman ordularının kara
muharebelerindeki maharetlerinden, İngilizlerin de denizciliklerinden
yararlanılması yoluna gidilmiştir. Harbiye Nezareti Alman, Bahriye Nezareti,
İngiliz sistemlerine göre kurulmuş; Kara Kuvvetleri Alman generallerinin, Deniz
Kuvvetleri de İngiliz amirallerinin yönetimleri altında çalışmaya başlamıştır. Birinci
Dünya Savaşının başlangıcından itibaren devletin siyasi tercihleri
doğrultusunda bu kez de bir Alman heyeti, donanmanın yeniden teşkilatlanma çalışmalarında
yer almıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde donanmanın
modernizasyon faaliyetleri devam ederken Trablusgarp
(1911-1912) ve Balkan (1912-1913)
Savaşlarına iştirak edilmiş, donanma bu savaşlarda Boğazın savunulması, Kara
Kuvvetlerine asker ve silah nakliyatı yapılması gibi lojistik faaliyetlerde
varlık göstermeye çalışmıştır.
Sonuç itibariyle; önceden olduğu gibi 2.Meşrutiyet’in
ilanı sonrasında da büyük tehdit ve tehlikeler, Osmanlı Devletine denizyolu ile
gelmiştir. Ancak, Osmanlı Devleti bu tehditleri savuşturacak donanmayı, Sultan
2.Abdülhamit Yönetimi altında otuz yıl süre ile Haliç’te hapsederek, kendi
kendine yok etmiştir. Yaklaşan Birinci Dünya Savaşı öncesinde kendisini “Donanması olmayan bir deniz imparatorluğu”
haline getirdiğinin farkında bile olmamıştır.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ SİYASİ DURUM
20. Yüzyılın başlarında Avrupa’da siyasi hava iyice
gerginleştiğinden büyük devletlerin jeopolitik ve ekonomik alanlara egemen olma
hırsları, Avrupa devletlerini iki gruba ayırmıştı. Bir taraftan büyük sömürgeci
devletlerden İngiltere ve Fransa, dünyadaki egemenliklerini korumak ve
paylarını artırmak için uğraşırlarken, diğer taraftan sömürge yarışında geç
kalmış olan Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu da bu rekabete dahil
olmuşlardı. Yüzyıllar boyunca Türk boğazlarından Ortadoğu, Akdeniz ve açık
denizlere yayılmayı Hedefleyen Rusya ise Avrupa’da oluşan gruplarla ters düşmüş
ve onlar için tehlikeli bir hasım görülmüştür. Bununla birlikte muhtemel
dünya harbinde Rusya’nın sınırsız insan kaynaklarını kullanabilmek düşüncesiyle
dönemin iki büyük sömürgeci devleti İngiltere ve Fransa, Türklerin yönetiminde
bulunan boğazlar ile ilgili ödün vermeyi göze alarak, Rusya’yı da kendi yanlarına
çekmişlerdir. Almanya ise gözünü Ortadoğu ile Hindistan’a çevirmiş ve en büyük
rakibi olan İngiltere’nin imparatorluk sistemini ve gücünü Ortadoğu ve
Hindistan yolunda kırmayı hedeflemiştir. Almanya, Avusturya-Macaristan ve
İtalya’nın oluşturduğu “Üçlü İttifaka”
karşı tedbir olarak İngiltere, Fransa ve Rusya aralarında yaptıkları gizli anlaşmalar
ile “Üçlü İtilafı” meydana
getirmişlerdir. Avrupa’daki bu gruplaşma hareketleri Birinci Dünya Savaşının
da temelini oluşturmuştur.
Osmanlı
Devleti ise Birinci Dünya Savaşı öncesinde birbirini izleyen savaşlarda uğradığı ağır yenilgiler yüzünden yalnız
büyük toprak kaybıyla uğramamış, düştüğü ekonomik sıkıntılar onu güçsüz bir
devlet durumuna getirmiştir. Devletin en buhranlı ve hassas olduğu bu dönemde,
İtalya’nın fırsattan istifade ederek 1911 yılında Trablusgarp’ı işgali ve 1912
yılında da dört Balkan Devletinin, Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi
neticesinde Afrika’daki Osmanlı hakimiyeti sona ermiş, Batı Trakya ve Makedonya,
Balkan Devletleri arasında paylaşılmış, Egedeki Osmanlı Adaları İtalya
tarafından işgal edilmiş ve Arnavutluk’un bağımsızlığı tanınmıştır. Durum
böyle iken Avrupa Devletleri nezdinde Osmanlı devlet yetkilileri müttefik
arayışı içine girildiğinde, bu çabalarından sonuç alınamamış, büyük devletler
hatta küçük devletler bile, Osmanlı Devletinin ittifak önerisini geri
çevirmişlerdir.
Avrupa’da “Hasta
Adam” adı ile anılan Osmanlı Devleti, içeride ve dışarıda iyice saygınlığını
yitirmiş olduğundan bu durum onu aynı zamanda elinde kalan topraklar üzerinde
büyük devletlerin ulusal emelleri bulunan bir ülke haline getirmiştir. Bu
devletlerden İngiltere, Basra Körfezini, Hindistan’ın bir parçası olarak
saymış, Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği açısından Filistin’i ele geçirmeyi
tasarlamıştır. Fransa, Suriye ve Çukurova’ya göz dikerken, Rusya ise ezelden
beri Boğazlara egemen olmak ve Akdeniz’e inmek amacını gütmüştür. Almanya, Osmanlı
Devletini Hint Denizi ve Asya’ya ulaştıran bir köprü olarak gördüğünden
Hindistan’ın güvenlik yolu, Almanya’nın Berlin-Bağdat projesi ile hayata
geçirdiği Dang Nah OS’ten (Doğuya Doğru) yayılma politikası ile
çatışma durumuna girmiştir. Osmanlı Devletinin paylaşılması, Almanya’nın
güneyden kuşatılması anlamına gelmiştir. Avusturya -Macaristan, Selanik’i ele
geçirmek istemiş ve Slav birliğine engel olmak için Rusya’ya karşı Balkanlarda
egemenlik kurmayı tasarlamıştır. İtalya, Ege Bölgesi ile Antalya’ya sahip olma
arzusunda bulunmuştur. Ayrıca büyük devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki
siyasi çatışmalarında etken olan başlıca öğelerden biri de kuşkusuz Türk
Boğazlarının taşıdığı önem olmuştur.
Osmanlı Devleti ise bu kritik dönemde mevcudiyetini
daha ziyade büyük devletlerarasındaki güç dengelerine ve kuracağı ittifaklara
dayandırmıştır. Avrupa’daki siyasi gelişmeler karşısında kendini iyice
yalnız hisseden Osmanlı Devleti, bu durumdan kurtulmak için dönemin iktidar
partisi İttihat ve Terakkinin dış politikası gereği Almanya ile yakınlaşmıştır.
Bu dönemde Almanya, bir taraftan Osmanlı Devleti ile daha sıkı askeri ve
iktisadi ilişkilere girerken, diğer taraftan Bağdat’a kadar uzanacak ve Osmanlı
Devletini boydan boya kat edecek büyük bir demiryolu şebekesi yapılması işini
üstlenmiştir. Bunun sonucu olarak Almanya, Osmanlı Devletinin askeri, siyasi ve
ekonomik hayatında önemli bir etkinliğe sahip olmuştur.
İNGİLİZLERİN, OSMANLI GEMİLERİNE EL KOYMASI
Yine Osmanlı Devletinin, Balkan Savaşlarında uğradığı
ağır yenilgi Sonunda Ege Adalarını yitirmesinde donanmanın zayıflığının en
büyük etken olduğu görülebilmektedir. Yunanlıların Averoff zırhlısını donanmalarına katmaları Türk milletindeki modern
gemi arzusunu kamçılamış, Osmanlı Donanmasının güçlenmesi milli bir dava haline
gelmiştir. 1909 yılında teşkil edilen Donanma Cemiyeti tarafından “Müslümanlara
Mahsus Kurtuluş Yolu” başlıklı halka ücretsiz dağıtılmış olan broşürde
şu sözlere yer verilmiştir:
“Balkan Harbi
sırasında Averoff zırhlısı nedeniyle Osmanlı Donanması, Ege’ye açılamamış,
Selanik ve Egedeki Osmanlı Adalarını savunamamıştır. Yine Averoff nedeniyle
İzmir’den, Beyrut’tan, Rumeli’ye asker sevkiyatı yapılamamıştır. Tek bir Yunan gemisi
Osmanlı Donanmasının elini kolunu bağlamıştır. Bundan ötürü tüm halkımızdan
gerekli desteği alacağımıza inancımız tamdır.’’
RHS Giorgios Averoff |
Yukarıda zikredilen sebeplerden dolayı donanmadaki
gemileri yeni, modern ve vurucu gücü yüksek gemilerden teşkil etme gayreti
içinde olan Osmanlı Hükümeti, İngiltere’ye Mesecs
Vickers Ltd. gemi inşaat şirketine iki dreadnought siparişinde bulunmuştur. Bu dreadnought’lardan
birincisine “Sultan 5. Reşat” kısaca
“Reşadiye”, diğerine de “Fatih” adı verilmiştir. Arjantin ile
arasındaki sorunları çözümleyerek saldırmazlık paktı imzalayan Brezilya,
İngiltere’de inşası devam eden Rio de
Janeiro’yu satışa çıkarmıştır. 28
Aralık 1913 tarihinde açılan ve Yunanistan’ın da iştirak ettiği ihalede
Osmanlı Hükümetince 3.387.475 liraya
satın alınan gemiye ise “Sultan 1. Osman”
adı verilmiştir. Dönemin son teknolojisi ile yapılacak olan “dreadnought”
tipi bu gemiler ile Osmanlı Donanması’nın modernize edileceği ve güçlendirileceği
düşünülmüştür. Sultan Osman ve Reşadiye’nin 3 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’ne teslim edilmesi
kararlaştırılmıştır. Gemilerin son taksiti olan yedi yüz bin liranın 2 Ağustos 1914 tarihinde ödenmesinden
yarım saat sonra İngiltere Deniz Bakanı Winston Churchill, İngiltere’nin yakın
bir tehlikenin eşiğinde olduğunu ileri sürerek, İngiltere Hükümeti’nin gemiye
ambargo koyduğunu açıklamıştır. (Bkz. Osmanlı Zırhlıları)
Bu
açıklamayı müteakip Sultan Osman ile birlikte Reşadiye ve kızakta bulunan Fatih
zırhlısına da el konulmuştur. Dolayısıyla, İngiltere’nin bu kararı İstanbul’da
şok etkisi yapmıştır. Harbe katılmadığı ve seferberliğini dahi ilan etmediği
bir sırada Osmanlı Donanması’nın güçlenebilmesi için son çare olarak görülen ve
parası peşin olarak ödenen bu gemilere el konulması, Osmanlı kamuoyunda
İngiltere’ye karşı büyük bir öfke ve hayal kırıklığı yaratmıştır.
İngiltere’ye
sipariş edilen bu gemilere el konulması olayı donanmasını ne pahasına olursa
olsun güçlendirmek isteyen Osmanlı Devleti’ni zor duruma düşürmüş, 4 Ağustos 1914’te Londra’daki Türk
elçiliğine gönderilen bir telgraf ile bu gemilerin tüm personeli yurda çağrılmıştır.
Deniz Albay Rauf (Orbay)
komutasındaki personel, 21 Ağustos’ta “Reşit Paşa Vapuru” ile İngiltere’den
ayrılarak, İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Bu el koyma kararı sonuçta
hukuki değil, siyasi bir karar olarak tarihe geçmiştir. Özellikle barış
döneminde savaş gemilerine el konulmasının o güne dek bir emsali görülmemiştir.
Bu açıdan bakıldığında İngilizlerin el konulan gemileri, Almanya ile
giriştikleri deniz silahlanma yarışında yaşamsal bir konu kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Deniz Albay Rauf (Orbay) |
İngiltere’nin bu kararında parçalanmasını istediği
Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki egemenliğine engel olma düşüncesi de etkin
olmuştur. Gemilere el konulmasını müteakip patlak veren Birinci Dünya
Savaşı’nda Türk Ordusu’nun cepheleri düşünüldüğünde söz konusu gemilerin
varlığının ne denli önemli olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Bahse konu
gemilerin teslim edilmemesi, Osmanlı Devleti’ni, İngiltere aleyhine savaşa
sürükleyen önemli nedenlerin başında gelmiştir. İngiltere’nin gemilere fiilen
el koyduğu 2 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı-Alman İttifak Antlaşması
imzalanmıştır. Savaşın patlak vermesiyle birlikte Türk-Alman ittifakının
varlığını bilmeyen İngiltere, Türk Boğazlarından dolayı Osmanlı Devleti’nin
tarafsızlığını sağlamak için yoğun çaba harcamıştır. Müttefiki Rusya’ya yardım
edebilmek için Boğazlardan serbestçe geçebilmesi gerektiğinden Osmanlı
Devleti’nin tarafsız olması İngiltere için büyük önem arz etmekteydi.
ALMAN GEMİLERİNİN OSMANLI DONANMASI’NA KATILMALARI OLAYI
Bu aşamada milletin tek tesellisi, İngiliz Donanması
tarafından takip edilmeleri nedeniyle 10 Ağustos’ta Çanakkale’ye sığınan Alman “Goeben” ve “Breslau” muharebe gemilerinin “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli”
adı verilerek, donanmaya katılmaları olmuştur. Bu durum, 12 Ağustos 1914 tarihli İkdam Gazetesi’nin haberinde şöyle
verilmiştir:
“Esasen Sultan Osman ve Reşadiye dreadnoughtları haksız yere gasp edilmemiş olsalardı, bugünlerde limanımıza geleceklerdi. Osmanlı
Hükümeti, donanmasını takviye etmeyi şimdi değil, ne zamandan beri arzu
ediyordu.”
Bu sebeple bahse konu haberde tesadüfen Türk sularına
gelmiş gibi gösterilen iki yeni Alman kruvazörünün satın alındığı
müjdelenmiştir.
1914 Temmuz ayında Yunan harp gemilerinin Çanakkale
Boğazı önündeki faaliyetlerinin artması üzerine 28 Temmuz’da Çanakkale Boğazı
için kısmi Seferberlik emri verilmiştir. Aynı gün Akhisar, Musul ve Kütahya torpidobotlarından kurulu bir
filotilla, Boğaz dışında keşif ve emniyet hizmetinde kullanılmak üzere
Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı Emrine girmiştir.
Osmanlı Hükümetinin 2 Ağustos 1914’te Almanya ile
ittifak antlaşması İmzalamasının ardından 3 Ağustos 1914’te Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetleri İçin genel seferberlik ilan edilmiştir. Genel seferberlik ilanını
müteakip Osmanlı Devleti, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın Başkomutan Vekilliği’ne
atandığı 4 Ağustos 1914’te tarafsızlığını ilan ederek, kendisini siyasi alanda
tarafsız olarak göstermiştir. Bu da kendisini harbe hazır görmemesi ve
eksikliklerini tamamlama kaygısından kaynaklanmıştır. Bu kararı aynı gün
İstanbul ve Çanakkale Boğazları önünün kısmen mayınla kapatılması hakkındaki
Başkomutanlık emri takip etmiştir.
Boğaz, yabancı savaş gemilerine 4 Ağustos’tan itibaren
kapatılmış, tesis edilen mayın hatlarında ticaret gemilerinin geçebilmeleri
amacıyla Rumeli kıyısında bir geçit bırakılmış, işaret şamandıraları
kaldırılarak, fenerler söndürülmüştür. Bu Dönemde Çanakkale’de Bahriye
Nezareti’ne bağlı Mayın Grup Komutanlığı ile emrinde Giresun mayın depo gemisi ile Selanik
ve İntibah mayın gemileri bulunmuştur.
Selanik mayın gemisi, 4 Ağustos günü
Boğaz önüne döktüğü 22 mayınla Çanakkale
Boğazında ilk mayın hattını oluşturmuştur. Bu hattın teşkili Osmanlı
Donanması’nın Çanakkale’de gerçekleştirdiği ilk görev olmasından dolayı büyük önem
arz etmekteydi. Sonradan Nusret, Samsun, Nilüfer mayın gemileri ile Sivrihisar
torpidobotu da çeşitli zamanlarda Boğaz’da mayın dökme faaliyetinde yer almışlardır.
İstanbul’dan gelen Giresun gemisinden alınan 26 mayın, yine Selanik Gemisi tarafından dökülerek, 6 Ağustos’ta ikinci hat
oluşturulmuştur. Bu durum, Boğaz’ın tamamen kapatıldığı 27 Eylül 1914 gününe kadar devam etmiştir. Konu ile ilgili olarak
Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından Bahriye Nezareti ile Üçüncü Kolordu
Komutanlığı’na şu emir verilmiştir:
“Bahr-i Sefir
(Akdeniz) ve Bahr-i Siyah (Karadeniz) Boğazları derhal kapatılacaktır. Torpil
(mayın) hattında ticaret gemilerinin geçişine müsait bir yol açık bırakılacaktır.
İşaret şamandıraları kaldırılacak ve fenerler söndürülecektir.”
O dönemde Çanakkale’de Mayın Grup Komutanı olarak
görev yapan Binbaşı Nazmi Bey 1914-1922 yılları arasında tuttuğu dört defterden
oluşan günlüğünde mayın hattının tesis edilmesi ile ilgili olarak şu açıklamayı
yapmıştır:
“4 Ağustos 1914 günü Pazartesi, iki saat on dakikada Müstahkem Mevkii Komutanlığı
mayınların hazırlanmasını emretti. 12.45’de
mayınların döşenmesi için Müstahkem Mevkii Komutanlığı’ndan emir verildi. Saat 14.00’de dokuz dakika içinde 19 mayın alınarak birinci hat
oluşturuldu.”
Bu tarihlerde Osmanlı Donanması’na ait gambot ve
muhripler de Boğaz girişinde gözetleme ve kılavuzluk hizmetinde bulunmuşlardır.
Osmanlı Devleti savaş karşısında tarafsızlığını ilan etmekle beraber Ağustos’un
ilk haftasından itibaren gerçekleşen olaylar ve Almanya’nın çabaları Osmanlı
Devleti’ni savaşa katılmaya sürüklemiştir. Bu olayların ilkini iki Alman savaş
gemisinin Çanakkale Boğazı’na sığınması teşkil etmiştir. Almanların Akdeniz
Tümeni’ni (Mittelmeer-Division) teşkil eden ve Amiral Souchon’un
komutasındaki Goeben muharebe kruvazörü ile Breslau hafif kruvazörü Avrupa’da
gelişmekte olan siyasi ve askeri olaylar nedeniyle Akdeniz’de konuşlandırılmışlardı.
Bu gemiler, Türk-Alman ittifakının yapıldığı 2 Ağustos 1914 günü İtalya’nın Messina limanında bulunurlarken, 3
Ağustos 1914’te savaşın başlaması ile beraber korsanlıkla
görevlendirilmişlerdir. Almanya’nın Fransa’ya savaş ilanı üzerine Messina’dan
ayrılarak ertesi gün Fransızların nakliyatına bir darbe indirmek üzere
Cezayir’in Bone ve Philippeville limanlarını bombalayan bu
gemileri takip altına alan İngiliz savaş filosu, Akdeniz’de Toronto Boğazı’nda
toplanmıştır. İngiliz gemileri tarafından müttefiki olan Avusturya’nın
Adriyatik limanlarına gidiş yolları kesilen Goeben ve Breslau gemileri, Ege
Denizine doğru seyretmekteyken Osmanlı Devleti ile bir ittifak yapılmış olduğu
haberini ve derhal Çanakkale’ye gidilmesi emrini almışlardır. 5 ve 6 Ağustos
1914 günlerini Messina limanında kömür almakla geçiren iki gemiye, daha sonra
buradan hareket ettiklerinde “Siyasi sebeplerden
dolayı İstanbul’a gitmenin şimdilik mümkün olmadığı…” telsizle bildirilmiştir. Alman Amiral Souchon
buna rağmen Çanakkale’ye gitmek kararını almıştır. Akdeniz’in Malta limanında
üslenmiş İngiliz Donanması’nın sıkı takibi altında bulunan ve Indomitable ile Indefatigable adındaki iki İngiliz kruvazörü tarafından Akdeniz’de
kovalanan Goeben ve Breslau, 10 Ağustos
1914 günü saat 12.00’da
Çanakkale Boğazı önüne gelmişlerdir. Goeben ve Breslau’ın boğazdan içeri
girmesinin ertesi günü Akdeniz Boğazı komutanlığına gönderilen emirde Alman ve
Avusturya savaş gemilerinin dışında hiçbir savaş gemilerine Boğazlardan
geçişlerine izin verilmeyeceği, ancak ticaret gemilerine izin verileceği
bildirilmiştir. Bu izin de şarta bağlanmıştır. Ticaret gemileri Boğazdan
çıkabilmek için İstanbul Liman Reisliğinden izin belgesi alacaktır.
HMS İndefatigable |
HMS İndomitable |
Harbiye Nezareti’nin iki Alman gemisinin Boğaz’dan
geçebilmesi emrini vermesinden sonra iki Alman zırhlısı, Osmanlı Donanması’na
ait Kütahya ve Akhisar torpidobotları kılavuzluğuyla saat 17.20’de içeri alındıktan sonra Nara Koyu’na demirlemiştir. Dünya savaşının seyrini
değiştirecek olan Goeben zırhlısı ile Breslau muharebe kruvazörünün Boğaz’dan
girişinden hemen sonra Boğaz girişine gelen Amiral Milen emrindeki üç kruvazörden biri olan İngiliz Weymouth kruvazörünün Çanakkale
Boğazı’na girmek için kılavuz isteği, Boğaz’ın kapalı olduğu gerekçesiyle
reddedilmiştir. İki Alman gemisinin Boğaz’dan girip girmediği sorusuna ise “girdiği”
cevabı verilince, İngiliz gemisi Boğaz girişinde beklemeye başlamıştır. Konu
ile ilgili olarak Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat Bey’den, Başkomutanlık Vekaletine telgraf
gönderilmiştir:
“Şimdi bir
İngiliz zırhlısı medhal önüne gelerek bir kılavuz talep etmiştir. Boğaz’ın
kapalı olduğu işaretine mukabil Boğaz’dan bir Alman bandıralı zırhlının geçip geçmediğini
sual etmiş ve kendisine geçtiği cevabı verilmiştir. Zırhlının halen Medhal’de
bulunduğu maruzdur.”
HMS Weymouth |
Alman Akdeniz Filosunun Messina’dan kaçarak Çanakkale
Boğazı’na girmeyi başarmasına ilişkin olarak İngiliz Times Dergisi yıllar sonra şu satırları yazmıştır:
“Bizim için utanç verici bir olay olmasına
rağmen hiçbir milletin Goeben ve Breslau gibi iki gemisinin harbin
mukadderatına bu kadar etkili olmadığını itiraf etmek lazımdır. Bu konu deniz
harp tarihindeki önemini daima koruyacaktır. Onların Messina’dan kaçıp
kurtulmaları yetkililere büyük sorumluluklar yüklemiştir. Dahası var. Messina
Boğazı’nda yaptığımız büyük hata Gelibolu’daki müthiş başarısızlığımızı
hazırlamıştır. Hiçbir harpte yapılan tek hata, buradaki gibi büyük ve geniş
sonuçlar doğurmamıştır.’’
Talat ve Cemal Paşa ile Halil Bey hatıralarında
gemilerin Çanakkale Boğazından içeri girmeleri konusunda sadece Enver Paşa’nın
haberi olduğunu yazmışlardır. Ancak 11 Ağustos gecesi Sadrazamın yalısından
yapılan ve Osmanlı Devletinin savaşa geç veya uygun şartlarda girmesini
görüşüldüğü toplantıya Talat, Cavit, Cemal ve Halil Beyler katılmışlardır.
Toplantıya geç gelen Enver Paşa toplantıdakilere “bir oğlumuz dünyaya geldi”
dedikten sonra bir müttefik devlete ait iki savaş gemisini tehlikeden korumak
için Çanakkale Boğazında içeri alma emrini verdiğini bunun sonucu olarak
devletlerarası bir buhran durumu ortaya çıktığını belirterek bu toplantıda duruma
çare bulunmasını istediği bilinmektedir.
AMİRAL SOUCHON’UN DONANMA
KOMUTANI OLMASI VE FAALİYETLERİ
10 Ağustos 1914 akşamı Çanakkale önlerine demirleyen
Alman Goeben ve Breslau gemileri,
Çanakkale’de kömür ikmali yapmış ve 13
Ağustos’ta Tuzla Limanı’na intikal etmişlerdir. Bu gemilerin Boğaz’dan
girdikleri sırada Boğazların bütün yabancı harp gemilerine kapalı bulunması
sebebiyle Alman kruvazörlerinin Marmara’ya girmeleri olayı Osmanlı Devletini
bir oldu-bitti karşısında bırakmıştır. Tarafsızlığını ilan etmiş olan
Osmanlı Devleti’ne, savaşan taraflardan birinin iki savaş gemisi sığındığından
uluslararası deniz hukukuna göre bu gemilerin ya 24 saat içinde Osmanlı
karasularından çıkarılmaları ya da Osmanlı Devleti tarafından
silahsızlandırılarak limanda gözetim altında tutulması gerekiyordu. Her iki
işleminde yapılmaması İtilaf Devletleri’nin bu sığınmayı harp sebebi
saymalarına imkan vereceğinden İngiltere’nin el koymuş olduğu gemilerin yerine,
daha önce Almanya tarafından Osmanlı Devleti’ne satılmış olduğunun açıklanması
formülü ortaya atılmıştır. Konuyla ilgili dönemin maliye nazırlığı görevini
yürüten Mehmed Cavit Bey yapılan görüşmeleri şu şekilde iletmiştir:
‘’Görüşmeler
sonunda geminin ya silahlarını teslim etmesini, ya da çekip gitmesine karar
verildi. Fakat Alman Büyükelçisi Wangenheim, imparatorun gemilerinin silahları
alınamaz, eğer yapacak olursak Ruslarla birleşip bizim parçalanmamıza
çalışacaklarını söylemiş, biz kararımızda ısrar ettik, bize satmalarını da
teklif edebilmeyi düşündük.” demiştir.
Mehmed Cavid Bey |
Talat Paşa, bu gemilerin satın alınmasını anılarında
şöyle açıklamaktadır.
“ …o anda Halil
Bey’in aklına gemileri satın almak geldi ve Wangenheim’a bunu önerdi. Bazı
tereddütlerden sonra Wangenheim bu öneriyi kabul etti. Gemilerin satışı
yalnızca gösteriş değil, gerçekti.”
Talat Paşa |
Sait Halim Paşa ise gemilerin satınalınması konusuna hatıratında
şu şekilde değinmiştir.
“...Alman
gemileri, Boğaz’ı geçmelerinden hemen sonra Türkiye’nin Fransa ile savaşta
olduğunu zannederek bir Fransız gemisini durdurmuşlardı. Haberi alınca Alman
Büyükelçisi’ni davet ettim, bu gibi hareketlerin bir daha tekrarlanmaması
gerektiğini söyledim ve Fransız gemisinin yoluna devam etmesini sağladım.
İngiliz ve Fransız elçilerinden gelen tepkiler üzerine, Baron Wangenheim’dan
tarafları yatıştırabilmek maksadıyla Goeben ve Breslau’ya Osmanlı bayrağı
çekilmesi talebinde bulundum. Elçi konuyu Berlin’e sorması gerektiğini söyledi
ve dört gün sonra teklifimin kabul edildiğini haber verdi. Protesto için gelen
İngiliz ve Fransız elçilerine de gemileri satın aldığımızı bildirdim.
Sait Halim Paşa |
Görüşmeler sırasında Halil Menteşe‟nin ortay attığı
gemileri satın alma teklifi, en iyi hal çaresi olarak görülmüş ve Alman
makamları ile gece yarısı yapılan telsiz haberleşmesi neticesinde, 12 Ağustos 1914 sabahı Alman
Büyükelçisi Wangenheim, Amiral
Souchon’un Osmanlı Donanması’na Başkomutan atanması hususunun kabul edilmesi
şartıyla, gemilerin Osmanlı Devleti’ne satılmış olduğunun açıklanmasına müsaade
etmiştir. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi tarafından tek taraflı bildiri
yayınlanarak, “İki Alman zırhlısının seksen milyon marka satın alındığı”
gazetelere ve diplomatik kanallardan tüm dünyaya duyurulmuştur. Bu satın alınma
kararında daha önce İngiltere tarafından Sultan Osman ve Reşadiye gemilerine el
konulması da etkin olmuştur. İki geminin satın alınma kararı üzerine 12 Ağustos
1914 tarihinde Başkomutan Vekili Enver Paşa, Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii
Komutanlığı’na şu emri vermiştir:
“Boğaz’a giren
zırhlıların Hükümet-i Seniyye tarafından Almanya Hükümeti’nden satın alınan ve
Yavuz Sultan Selim ile Midilli adı verilen zırhlılar olduğunu medhal’de ki
(Çanakkale Boğazı’nın girişindeki) İngiliz zırhlısına cevaben bildiriniz ve
torpil gemisini hazır bulundurarak medhal’de birden fazla zırhlı görüldüğü ve
tehlike arz ettiğine kanaat getirildiği takdirde mayın hattında açık
bulundurulan geçidi dahi kapayınız...”
Bu durumda 12 Ağustos günü öğleye doğru Boğaz’a doğru
ilerlemekte olan üç İngiliz zırhlısından girişe yaklaşanına Akhisar
torpidobotuyla gönderilen Teğmen Hasan aracılığıyla,
“Alman
gemilerinin Osmanlı Hükümeti tarafından satın alındığı…” bildirilmiştir.
İngiliz komutanı, Teğmen Hasan’ın bu mesajını,
“Goeben ve
Breslau'nun Alman bandırasıyla Boğaz’dan çıkmaları halinde Boğaz’ın bombardıman
edileceği…” şeklinde cevaplamıştır.
Bu tarihten itibaren İngiliz Filosu, Çanakkale
Boğazı’nı ablukaya almış, diplomatik protestolar da yağmaya başlamıştır.
İstanbul’daki İngiliz ve Fransız elçilerinin bu olaya tepkisi ise çok sert
olmuş, gemilerin derhal silahsızlandırılarak, Boğaz’dan çıkarılması hususunda
Osmanlı Hükümetine olağanüstü baskı yapmaya başlamışlardır. Bu protestolara
karşılık olarak İngiltere’ye,
“Teslim
edilmeyen iki geminin yerine bunların Almanlardan satın alındığı…” cevabı
verilmiştir.
Sonuçta bu iki geminin Osmanlı Devleti tarafından
satın alınmasını İngiltere, Fransa ve Rusya tanımamıştır. Ayrıca bu iki geminin
Karadeniz’e açılma ihtimali de itilaf devletlerini bir hayli endişelendirmiştir.
Çünkü Osmanlı Donanmasına katılan iki Alman gemisi ile Karadeniz’de dengeler
değişime uğramış, Rus Donanmasının Osmanlı Donanmasına olan üstünlüğü
tehlikeye girmiştir. 12 Ağustos'ta Rus Büyükelçisi Giers hükümetine çektiği
telgrafta:
“Bu gemilerin
satın alınışı Türkleri yüreklendirdi, bu olayın sonuçları son derece ciddidir.”
demiştir
Bu durumdan ötürü, İtilaf Devletleri, bu iki geminin
Osmanlı Devleti’nin bayrak ve personeli ile de olsa Karadeniz veya Ege Denizi’ne
çıkmaları halinde düşman gemisi sayılacağını bildirmişlerdir.
Bu dönemde Yavuz ve Midilli’nin dışında Osmanlı
Donanmasında Barbaros ve Turgut Reis muharebe gemileri, Hamidiye ve Mecidiye
kruvazörleri ile Peyk-i Şevket torpido kruvazörü Haliç Tersanesinde onarımda,
faal gemiler olarak İngiliz Amiral
Limpus’un forsunu taşıyan Mesudiye zırhlısı ile Berk-i Satvet torpido
kruvazörü ve Taşoz sınıfı dört küçük muhrip, Kütahya ve Sultanhisar sınıfından
dörder torpidobot Marmara’da eğitimde bulunuyordu. Karadeniz, Ege ve Doğu
Akdeniz ile Kızıldeniz’de bulunan 2
Ağustos-27 Ekim 1914 tarihleri arasında yurda çağrılan torpidobot ve
gambotlardan İzmir’deki Hızır Reis ve Peleng-i Derya gambotları, Beyrut’taki
Berk-i Efşan torpidobotu ile Kızıldeniz’deki Sakız, Aydın Reis, Taşköprü,
Nevşehir, Yozgat ve Malatya gambotları çeşitli tarihlerde Boğaz önüne gelmişler
ve keşif hizmetlerindeki gemiler tarafından içeri alınmışlardır.
Amiral Arthur Limpus |
Bu durum üzerine Osmanlı Donanmasını
ıslah faaliyeti maksadıyla 1909
yılından beri görevde bulunan İngiliz Bahriye Heyeti Başkanı Amiral Limpus ve İngiliz subayları
ülkeyi terk etmiştir. İngilizlerin ülkeyi terk etmesini müteakip Souchon harekete
geçerek Enver Paşa’nın da isteğiyle, boğazların tahkimatında kullanılmak için
Almanya’dan deniz müfrezesi getirmiş ve başlarında Amiral Von Usedom ile Amiral
Merten’in bulunduğu 15 subay, 281 astsubay ve erden kurulu müfreze 29 Ağustos 1914’te Bakırköy’e
gelmişlerdir. Osmanlı donanmasında denizaltı olmamasından dolayı bir denizaltı
saldırısına karşı Çanakkale Boğazı sürekli mayınlama ihtiyacı hissedilirken
ayrıca müttefik gemilerinin Çanakkale Boğazı’nı tehdit etmesi üzerine Çanakkale
Boğazı’na torpido hattı ile Draç, Musul, Akhisar ve Kütahya
torpidobotlarından oluşan bir filotilla oluşturulmuş olup, filotilla Boğaz girişinde
hazır olarak bekletiliyordu. İstanbul Boğazı’nın savunulması hususunda da
bölgede bir barikat oluşturulması düşünülse de daha sonra bölgenin
torpidobotlar ile savunulmasına karar verilmiştir. 9 Eylül 1914 tarihinde ise Alman Amiral Souchon, Donanma Birinci
Komutanlığına atanırken, o zamana kadar bu görevi yapmış olan Yarbay Arif Bey’de Donanma ikinci
Komutanlığı’na atanmıştır. Ayrıca Yavuz dreadnought’unun ikinci komutanı Binbaşı Madlung, filotilla Komodorluğuna
atanırken, Souchon’un Alman kurmay subayı Binbaşı
Wilhelm Busse, Türk kurmay subayı ise Yarbay
Enver Bey olmuşlardır. Alman Amiral Souchon Donanma Komutanlık Karargahını Unkapanı/Haliç
önlerinde demirlettiği Korkovado
gemisinde kurmuştur. Aynı dönemde liman dairelerinin memurluklarına da Alman
zabitleri getirilirken mayıncı ve muhabereci gibi personel de ait olduğu
yerlerde görevlendirmiş ve Okmeydanı’ndaki büyük muhabere merkezinin de
Almanlara devredilmesiyle Souchon, yine Alman üst rütbeli subayları tarafından
komuta edilen boğazların savunma sistemindeki Alman subaylar ile doğrudan
muhabere imkanına kavuşmuştur. Souchon, ayrıca deniz müfrezesinin kıyı
topçularını ve telemetrecilerini, 1914 Eylül’ünün başında Çanakkale’deki
Orhaniye ve Ertuğrul boğaz ağzı tabyalarıyla merkez tabyalarını teşkil eden
Anadolu ve Rumeli Hamidiyesi ve istanbul Boğazı’ndaki Anadolu Kavağına konuşlandırdı.
Yine kendisi Alman askeri heyetinin dahil bulunduğu sahil topçu ve torpil
birlikleri müfettişliğine atandıktan sonra hem her iki boğazın savunma
sistemini desteklemek hususunda kömür ve akaryakıta el koymuş, hem de her iki
boğaz için daha sonradan Giresun gibi mayın gemileri vasıtasıyla Almanya’dan
mayın getirtmiştir. Ayrıca Çanakkale Boğazı’nda Asar-ı Tevfik zırhlısından
sökülen 150 mm’lik üç topla oluşturulan kıyı bataryasına ilk top 16 Eylül 1914’te mevzilendirilirken
yine aynı tarihte bölgede de karartma uygulaması başlatılmıştır.
Amiral Guido Von Usedom |
Diğer taraftan Amiral Souchon, göreve
geldiği ilk günden itibaren donanmayı savaşa hazırlamaya başlamış, bir taraftan
Marmara’da eğitim, atış ve manevralara ağırlık verirken, diğer taraftan da
gemilerde fazla bulduğu personeli çıkarmış; savaş gücünün yetersizliğini öne
sürerek, her gemiye danışman sıfatında bir Alman subayı atamıştır. Donanma
gemilerinde yeni bir düzenleme yapan Amiral Souchon, Yavuz, Midilli, Hamidiye,
Mecidiye kruvazörleri, Berk-i Satvet ve Peyk-i şevket torpido kruvazörleri,
Yadigar-ı Millet ve Taşoz sınıfından dörder Muhrip ile faal bir filo kurmuştur.
Bunun dışında kalan Mesudiye
zırhlısını ise ana filodan ayırıp Çanakkale Boğazı’nda sabit bir batarya haline
getirerek Kepez Koyu, Sarısığlar mevkiine demirletmiştir. Mesudiye’nin ana
filodan ayrılarak böyle bir göreve verilmesinde hem Balkan Savaşları’ndan
hasarlı bir şekilde çıkması hem de 240 mm’lik olan ağır toplarının onarım için
İngiltere’ye verilmiş olması önem arz etmekteydi. Mesudiye zırhlısının
bordasındaki 150mm’lik topları ve torpidoları sökülerek Çanakkale Boğazı’na
yerleştirilmiş ve Gelibolu ile Gelibolu’nun kuzeydoğusunun savunulmasında düşmana
karşı seyyar bir istihkam haline getirilmiştir. Ancak Mesudiye zırhlısı Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında 13 Aralık 1914’te demirli bulunduğu
mevkide İngiltere’nin B11 denizaltısı
tarafından batırılmıştır. Barbaros Hayrettin ve Turgut Reis muharebe gemileri Donanma İkinci Komutanı’nın
emrinde olarak önce Rus limanlarına yapılan harekat süresince İstanbul Boğazında,
Şubat-Ağustos 1915 tarihleri arasında Çanakkale Cephesinde görevlendirilmişlerdir.
Gambot ve torpidobotlar da 1914 Eylül ayı itibariyle “Boğazlar Genel Komutanlığı” adını alan sahil istihkam ve Torpil
Kıtaatı Müfettişliği emrine girerek, Boğazlarda karakol, Marmara’da nakliyatı
himaye ve karakol yapma ile görevlendirilmişlerdir. Neticede Alman Hükümeti,
Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da ve Süveyş Bölgesi’ndeki düşman kuvvetlerini
oyalamak suretiyle Almanların yükünü hafifleteceği düşüncesinde olduğundan,
Alman Amiral Souchon bu maksat ve gaye ile sıkı bir faaliyet göstermiş ve bu
husustaki girişimlerinde başarılı olmuştur. Bu hedefe ulaşmak için Amiral
Souchon, Türk sularına geldiği dakikadan itibaren daha resmi olarak Donanma
Komutanlığı’na atanmadan Osmanlı Donanması’nın idaresini ele almış ve donanmayı
bir an önce harbe hazır bir duruma getirmeye çaba harcamıştır.
B11 Denizaltısı |
Mesudiye Zırhlısının B11 Denizaltısı Tarafından Batırılması |
OSMANLI DEVLETİNİN BOĞAZLARI KAPATMASI VE
SAVAŞIN AYAK SESLERİ
Almanya, 1914 Eylül ayı itibariyle Fransa ve Rusya
Cephesinde olmak üzere İki cephede savaşmak zorunda kaldığından yükünü
hafifletmek için Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa katılması yönündeki
baskı ve gayretini artırmıştır. Osmanlı Devleti ise Almanya’nın bu baskısına
karşın seferberliğini henüz tamamlayamadığı, ordunun silah ve cephane durumunun
iyi olmadığı gerekçesini öne sürerek, savaş dışı kalmaya çalışmıştır. Alman
İmparatoru Kaiser Wilhelm başta olmak
üzere Alman Genel Karargahı, Osmanlı Devleti’nin harbe sürüklenmesi İçin uygun
zamanın gelmiş olduğunu İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Wangenheim ve Alman Amiral
Souchon’a şifreli mesajlar ile bildirmiştir. Amiral Souchon ise Başkumandan
Vekili Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile sıkı temaslarda bulunarak,
bu genel karargahın isteklerini gerçekleşmesine çalışmıştır. Nitekim 7 Eylül’de
Alman Büyükelçisi Wangenheim’e, Alman Genel Karargahından, Osmanlı Devleti’nin
artık yakında ve Çanakkale savunmasının öncelikle tamamlanmasından sonra savaşa
girmesi gerektiği yönünde direktif gelmiştir.
Hans Freiherr Von Wangenheim |
9 Eylül 1914 tarihinde Almanya’da görevli
Amerikan Büyükelçisi Gerald’ın
Amerika Dışişleri’ne göndermiş olduğu bir telgrafında,
“Osmanlı
Donanması’nın Almanlar tarafından yönetildiğini, çok kısa bir zaman içinde
savaşa dahil olacağını…” bildirmesi de bu bilgileri doğrular niteliktedir.
(İlgili Yazışma)
Osmanlı
Devleti’nin savaşa girmesi konusunda bir takım oyunlar oynandığı bu dönemde
Osmanlı Hükümeti, 1 Ekim 1914’ten
geçerli olmak üzere kapitülasyonları kaldıracağını 17 Eylül’de resmen ilan
etmiştir. Bir maddeden ibaret olan ve padişah Mehmet Reşad imzasıyla çıkan
Kapitülasyonların kaldırılmasına yönelik olarak yayınlanan irade şu şekildedir.
“Memalik-i Osmaniye’de mukim tebaa-i ecnebi
hakkında dahi hukuk-u umumiye-i düvel ahkamı dairesinde muamele olunmak üzere
elyevm cari mali, iktisadi, adli ve idari kapitülasyon namı altındaki bilcümle
imtiyazat-ı ecnebiyenin ve onlardan mütevellid bilcümle müsaadat ve hukukun
fimabaad ref ve ilgası Meclis-i Vükela kararıyla tensib olunmuştur. işbu
irade-i seniyye 18 Eylül 1330 (1 Ekim 1914) tarihinden mer’iülahkâm olacaktır.
Bu irade-i seniyyemizin icrasına heyet-i vükela memurdur.”
Bu karar,
Avrupa Devletleri tarafından sert protesto hareketleri ile karşılanmıştır.
Yine 28 Eylül’de karasuları üç milden altı mile yükseltilmiş, İstanbul ve
Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevkii Komutanlıklarına Deniz Müşaviri sıfatıyla
birer deniz subayı atanmış, Başkomutanlık Karargahı Harekat Kısmında da bir
Deniz Şubesi kurulmuştur. Bu olayların arifesinde Amiral Souchon donanmaya 27 Ağustos 1914’te Büyükçekmece’de
toplanması emrini vererek 29 Ağustos
1914’te Marmara Denizine açılmış ve filo-filotillalar ile manevralar
icra ederken 5-6 Eylül 1914’te torpidodan
kaçma, gece manevraları, 12 Eylül
1914’te de büyük gemilerle kontrollü atış, küçük gemilerle de mayın
tarama talimleri yapmıştır. Souchon, genel talimlerin yanı sıra Türk topçu
subaylarına Alman atış yöntemleri ve batarya eğitimi hakkında bilgi verirken
Türk deniz subaylarını da uzun yol gemileri ile muhriplere sinyalcilik için
dağıtıyordu. Souchon, tatbikatlarda Türk personelinin denize karşı dayanıksız
olduğunu, daha önceden top atışı ve ışıldak muharebe eğitimlerinin
yapılmadığını ve torpido atış görevlerinin bilinmediğini tespit ederek; Türk genel karargahına şu raporu
göndermiştir:
“Türk bahriyelerini deniz tutuyor. Ölü
gibi yatıyorlar. Çok fırtınalı olan Karadeniz’de ileride iş görebilmek için
bunları denize alıştırmak lazım. Bunun içinde bütün donanma ile Karadeniz’e çıkma
müsaadesinin verilmesini rica ederim.”
Amiral Wilhelm Souchon |
Dönemin Bahriye Nazırı Cemal Paşa
ise
“Karadeniz’e
çıkılmasına, ne Bahriye Nezareti’nin, ne Başkomutanlığın, ne de Amiral
Souchon‟un karar verebileceğini, buna ancak Hükümetin yetkili olduğunu
bildirirken; yanlış bir harekete meydan verilmemesi tavsiye olunur,”
şeklinde yazılı bir cevap vermiştir.
Ayrıca Cemal Paşa aynı yazılı
talimnamesinde donanmanın
ayın 17. günü yapılacak resm-i geçide hazırlanmasını emretmiştir. Bununla
birlikte Cemal Paşa tüm donanmaya ayrı bir emir yayınlanarak Yunan donanmasının
Limni adası civarında olmasından dolayı Çanakkale Boğazı’ndan çıkışları kesinlikle
yasaklamıştır.
17 Eylül 1914’te
Marmara’da Haybeliada açıklarında Ertuğrul
yatında bulunmakta olan Padişah 5.Mehmet’e filonun savaşa hazır olduğunu
göstermek maksadıyla Yavuz Zırhlısı ve Midilli Kruvazörü ile birlikte on
geminin katıldığı bir resmigeçit töreni yapılmış ve ertesi gün Amiral Souchon Karadeniz’e
çıkmak için Sadrazam Sait Halim Paşa’yı
ziyaret etmiştir. Hükümet tarafından birkaç gemi ile Karadeniz’e
çıkabileceği izninin verilmesi Amiral Souchon’un hedefine ulaşmasını sağlayacak
ilk adım olmuştur. Bu izin üzerine Amiral Souchon 21 Eylül 1914’te Yavuz dreadnoughtu ile Basra ve Taşoz muhripleri ilk çıkışı
yapmışlar ve filo aynı gün saat 17.00’de
geri dönerek Hızır Reis gambotunu boğazda kalegöz vazifesinde bırakmıştır. Alman Büyükelçisi tarafından Osmanlı
Devleti’nde görevli Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’ya
“Osmanlı
Devleti’nin Karadeniz’i kontrol altında tuttuğunu göstermek amacıyla Midilli
gemisinin 21 Eylül 1914 günü iki
torpidobot İle Karadeniz’e açıldığı, bu seyrin bir saldırı mahiyeti taşımadığı…”
bilgisi verilmiştir. (İlgili Yazışma)
Henry Morgenthau |
27 ve 28 Eylül 1914 tarihlerinde yine gemiler, küçük gruplar halinde aynı gün dönmek şartıyla
yalnız eğitim amacıyla Amiral Souchon tarafından Karadeniz’e çıkarılmıştır.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken, 26 Eylül
1914’te Çanakkale Boğazı önlerinde keşif ve karakol görevi yapmakta olan
Akhisar torpidobotu komutanına, Bir İngiliz muhribi tarafından;
“Donanmanız
da Almanlar bulundukça Boğaz’dan çıkacak Türk savaş gemilerini batıracağız.
Boğaz’a çekilin ve sakın bir daha çıkayım demeyin.” ihtarı verilmiştir.
İngilizler bu hareketlerini Alman
Goeben ve Breslau’nun Boğaz’dan içeri kabul edilmesiyle, Türk tarafının
tarafsızlığı ihlal ettiğine dayandırmışlardır. Bunun üzerine 27 Eylül 1914 tarihinde Çanakkale Boğazı önüne mayın dökülerek,
Boğazların tamamıyla trafiğe kapandığı tüm dünyaya ilan edilmiştir. Bu gelişme bir anlamda Çanakkale
Boğazı’nın İngiliz Donanması tarafından Akdeniz tarafına kapatıldığı anlamına
gelmiştir. Ancak
boğazların kapatılmasıyla asıl zor duruma düşen Ruslar olmuştur. Çünkü Ruslar, St.
Petersburg’a 10.500 km uzaklıktaki Vladivostok ve yılın büyük bir kısmında
buzla kaplı olan kuzeydeki Archangel limanı dışında deniz iletişimini
kaybetmişlerdir. Rusya’nın
artık iyice tecrit edilmesi, Almanya’nın ulaşmak İstediği birinci hedef olmuş,
bir bakıma Ruslar, Karadeniz’e hapis edilmişlerdir. Ancak bu karardan zarar
gören yalnız Rusya olmamış, müttefiki İngiltere ve Fransa’da Rusya’nın buğday
ve petrolünden mahrum kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nde görevli Amerikan Büyükelçisi
Morgenthau, Amerika Devlet Sekreterliğine yazdığı bir telgrafla yabancı ticaret
gemilerine Boğaz’ın kapanması ve mayınlanması üzerine şu açıklamayı yapmıştır:
“Çanakkale
Boğazı dışına çıkarak, Akdeniz’e geçmek isteyen bir Türk torpidobotunun Boğaz’a
geri gönderildiği, kendisine içinde Alman personeli olduğu düşünülen bütün Türk
gemilerinin Alman gemisi sayılacağına dair talimat verildiği, İngiliz
Büyükelçisi tarafından bildirilmiştir. Geri dönen torpidobot, durumu
Çanakkale Boğaz Komutanlığı görevine getirilen Alman Merten Paşa’ya anlatmış, bunun
üzerine Çanakkale Boğazı tamamen mayınla kapatılmıştır. Konu ile ilgili olarak
önce Sadrazamı aradım. O da bunu doğruladı. Ancak Türkiye’nin savaşa girmek niyetinde olmadığını söyledi.
Sadrazama, Osmanlı Devleti’nin barış zamanında Çanakkale Boğazı’nı kapamak gibi
bir hakkı olduğunu Amerika Birleşik Devletleri’nin asla kabul etmeyeceğini
bildirdim. O da bu olayın kısa zamanda telafi edileceğini ve Boğaz’ın tekrar
açılacağını bildirdi.’’
Amerikan Büyükelçisi Morgenthau, Amerika Devlet
Sekreterliğine yazdığı 1914 tarihli
raporda şu düşünceyi tekrarlamıştır:
“Osmanlı
Donanması bugünkü haliyle Karadeniz’de vazife görecek bir kabiliyette değildir.
Mürettebatı denize bile alışamamıştır. Donanmanın talim ve terbiyesi için toplu
bir halde Karadeniz’e çıkarak keşif ve atış talimleri yapmak zarureti vardır.
Osmanlı Hükümeti ise Amiral’e, yapılacak manevra ve eğitim programlarının daha
önceden gönderilmesi ve Karadeniz’e çıkışlardan Boğaz Komutanlığı’nın haberdar
edilmesi kaydı ile izin vermiştir. Ancak 10
Ekim 1914 günü Sadrazam ve Nazırların tepkisi nedeni ile bu emir iptal
edilmiş, sadece birkaç geminin eğitim maksadı ile Karadeniz’e çıkmasına müsaade
edilmiştir.’’
Peyk-i Şevket torpido
kruvazörünün de tamiratını bitirip donanmaya katılmasıyla 25 Eylül 1914’te Yavuz dreadnoughtu ve bir kısım gemiler
Marmara Denizi’nde tatbikatlara devam ediyor iken geri kalan gemiler ise
Haydarpaşa’da demirli bulunuyorlar idi. 27
Eylül 1914’te Turgut Reis zırhlısı, Midilli kruvazörü ve Berk-i Satvet
torpido kruvazörü, 28 Eylül 1914’te
Barbaros ve Turgut Reis zırhlıları Karadeniz’e çıkarken 3 Ekim 1914’te filo kılavuz almadan boğazdan çıkmıştır. 6 Ekim 1914’te Enver Paşa, maiyetini
de Yavuz dreadnoughtuna alıp; Yavuz dreadnoughtu, Barbaros zırhlısı,
Turgut Reis zırhlısı, Midilli kruvazörü, Berk-i Satvet torpido kruvazörü ve
Draç torpidobotundan oluşan filo ile Çanakkale’ye gitmiş ve müstahkem mevkii
teftiş ettikten sonra filo ile beraber akşam İstanbul’a dönmüştür. 12 Ekim 1914’te filo Karadeniz’e
açılmış olup; telsizle geri dön emri verilmesine karşılık sadece dört
torpidobot ile Barbaros ve Turgut Reis zırhlıları geri gönderilir iken 11 parça
gemi Karadeniz’de kalmıştır. Souchon komutasındaki Osmanlı filosu verilen emre
aykırı olarak 18 Ekim 1914’te tekrar
Karadeniz’e açılmış olup, Cemal Paşa filoya yeniden geri dön çağrısı
yapmıştır. Ancak Souchon Harp filosunun hareketi hakkında Bahriye Nazırından
değil, genel karargahtan emir verilmesi gerektiği şeklinde cevap vermiştir.
Cemal Paşa ise;
“Donanmanın Karadeniz’e çıkması devletin dış siyaseti ile ilgilidir,
genel karargah yetkili değildir.” karşılığını vermiştir.
Dolayısıyla Cemal Paşanın
emri ile filo İstanbul’a geri dönmüştür. Souchon, 21 Ekim 1914’te tekrar Karadeniz’e çıkmak için izin istese de hem
Sadrazam Said Halim Paşa hem de Bahriye Nazırı Cemal Paşa, Souchon’u Rusya ile
savaş çıkartmak istediği düşüncesiyle engellemeye çalışmıştır. Bu hadise
göstermiştir ki, aslında Cemal Paşa henüz savaşa girmeye taraftar değildir.
RUS KARADENİZ FİLOSUNUN DURUMU VE
FAALİYETLERİ
Rusya’nın Karadeniz
filosuna bakıldığında Baltık ve Şark filosu kadar olmasa da yine de bünyesinde
ciddi bir güç ihtiva etmekte olduğu bilinmekteydi. Bununla birlikte Rus
Karadeniz filosu eksikliklerini tamamlayabilmek için 1911 yılında Nikolayef tersanesine 39 milyon rubleye Poltova sınıfından iki zırhlı, 19,5 milyon rubleye yine Poltova
sınıfından bir zırhlı ve 7,5 milyon
rubleye de üç torpidobot sipariş etmiştir. Ayrıca 1914 yılı başlarında da 54
milyon rubleye inşa edilecek yedi zırhlının üç tanesinin Karadeniz filosuna
mensup olduğu ve 1915-1916 yıllarında ikmallerinin tamamlanacağı
bildiriliyordu. 1909’dan beri dreadnought politikası da
uygulayan Rusya, kendi tersaneleri haricinde Almanya gibi harici devletlerin
tersanelerine de gemi sipariş ediyordu. Fakat Osmanlı donanmasının 1908’den
beri uyguladığı modernizasyon hareketleri Rus donanmasında tedirginliğe neden
olmuş ve Ruslar etkili bir karşılık veremezlerse Karadeniz’deki üstünlüklerini
kaybedecekleri yönünde bir kanaate sahip olmuşlardı. Ayrıca Birinci Dünya
Savaşı’nın ilk aylarında İngiliz Bahriye heyeti ve Limpos Paşa’nın pasif
politikalarından farklı olarak Yavuz dreadnoughtu ile Midilli kruvazörünün mürettebatının
Osmanlı gemilerine dağıtılması ve Türk donanmasının son dönemlerde icra ettiği
aktif durum Rus donanma yetkililerini çok tedirgin etmişti. Özellikle uzun
menzilli toplara ve merkezi ateşleme tertibatına sahip olan Yavuz dreadnoughtunun Karadeniz’de Rus
filosunu zorlayacağı düşünülse de Kazım Karabekir ve Ali İhsan Bey’in 21 Ekim 1914’te hükümete verdikleri
raporlarında Karadeniz’de Osmanlı donanmasının bariz bir üstünlüğünün söz
konusu olmadığını bildirmişlerdir. Souchon ise Karadeniz’de Türk ikmalinin
güvenliği için Rus filosunun sürekli olarak kendi limanlarına hapsedilmesi
gerektiğini belirtirken, Rus filosunun Osmanlı gemileri tarafından Odessa ve Sivastopol
önlerinde sürekli olarak kuşatılma imkanının bulunmadığını bildiriyordu.
Rusya’nın
Karadeniz’deki belli başlı limanlarına bakıldığında ise Sivastopol limanı hem
Nikolayef tersanesinin hem de Rusya Karadeniz filosunun da bulunduğu 50-60.000
nüfusa sahip bir limandır. Sivastopol’da çeşitli çaplarda 80-100 batarya ile 305 mm’lik
topların bulunduğu çok modern zırhlı bir kule mevcut iken beş zırhlı, iki
muhrip ve çok sayıda yeni ve büyük torpidobot bulunuyordu. Novorosski limanında
ise iki dalgakıran ve uzun rıhtımlarla birlikte büyük hacimde erzak, hububat ve
petrol depoları mevcut iken, Odessa limanı üç tarafı rıhtım ve iskeleler ile 700,000 metrekare olup limanda ayrıca 4800 tonluk gemiler onarabilecek bir
havuz da bulunmaktaydı. Kefe’de de işlek bir liman bulunmasına rağmen
Sivastopol haricinde Rusya’nın Karadeniz limanları yeteri kadar asker
olmamasından dolayı nispeten savunmasız noktalardan oluşmaktadır.
Karadeniz’deki Rus
donanması Birinci Dünya Savaşı öncesinde de Türk sahillerinde görülmekte olup,
özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından itibaren Osmanlı Devleti’nin
Karadeniz sahillerinde devriye gezmekteydi. Karadeniz’deki Türk seyyar jandarma
kuvvetlerinin de bildirdiği üzere Rus filosu bir kruvazör ve bir muhrip ile 3 Ağustos 1914’te Fener Dubası yakınlarında bir Yunan şilebini yoklamış ve bir
kruvazör de Halep vapuruna yaklaştıktan sonra uzaklaşmış, 6 Ağustos 1914’te Ereğli
ve Şile açıklarında iki Rus
kruvazörü; Giresun açıklarında da
beş çeşitli harp gemisi; 16 Ağustos 1914’te
de Samsun açıklarında dört harp
gemisi görülmüştü. Osmanlı Devleti, kara sularının 6 mil olduğunu
bildirmesine rağmen, Rus filosunun bazı unsurları İstanbul Boğazı’nın önlerinde
de görülmüştür. Rus donanması şekilde hem Köstence-İstanbul hattını kontrol
etmek hem de Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’de yaptığı kömür ve diğer
sevkiyatları engellemek istemişlerdir. Rus filosunun yedi harp gemisi 7 Eylül 1914’te Sakarya-Akçakoca’da, 22
Eylül 1914’te on üç harp gemisi Zonguldak
önlerinde, 11 Ekim 1914’te de bir
kruvazör ve beş muhrip Hopa önlerinde
görülmüşlerdir. Ayrıca Ruslar, Sivastopol’de sürekli bir faaliyet içerisinde
iken uzun yol menzilli kruvazör ve destroyerlerinin olmamasından dolayı Türk limanlarını
sürekli olarak gözetleyip abluka altında tutamıyorlardı. Rus filosu
Karadeniz’de Türk sahillerinde devriye gezip zaman zaman mayınlama görevinde de
bulunurken kendi limanları haricinde Bulgar limanlarını ve Romanya’nın Köstence
limanını kullanıyordu.
OSMANLI DONANMASI’NIN KARADENİZ’DE RUS
LİMANLARINI BOMBARDIMANI
25 Ekim 1914’te Osmanlı
Hükümet üyelerinde savaşa giriş konusunda fikir ayrılıkları olduğu halde, Enver
Paşa savaşa neden olmamak koşulu ile Amiral Souchon’a donanma ile Karadeniz’e
çıkma izni vermiştir. En yakın zamanda Rus limanlarına bir baskın yaparak,
Osmanlı Devletini fiilen harbe sokmak ve karşı tarafı da bir oldu-bitti
karşısında bırakmak amacında olan Amiral Souchon ileride karşılaşılması olası
bir savı cevaplandırmak üzere Başkumandanlık vekaletinden bir de yazılı gizli
emir almıştır. Enver Paşa imzalı ve 22 Ekim 1914 tarihli bu emirde;
“Karadeniz’de
egemenliğin kurulması ve Rus filosunun nerede bulunursa harp ilan edilmeksizin
hücum edilerek yok edilmesi”
bildirilmiştir.
Enver Paşa tarafından Osmanlı donanmasına verilen bu emir ile ilgili Hafız Hakkı Paşa hatıratında şunları paylaşmıştır.
‘’Donanma
kumandanına şöyle bir emir hazırlanmış idi: "Rus donanmasını
mahvederek Karadeniz hakimiyetini kazanmak". Bu emir benim
kasada duruyordu. Ancak icabında ve zamanında verilecekti. Bizim
hareketimizden evvel nazır (Harbiye Nazırı Enver Paşa) emri istedi.
"Suchon'a vereceğim, kapalı bir zarf içinde. 'Lazım olduğu zaman emri aç!' diyeceğim" dedi. Ben
şüphelendim. Rica ettim, dinlemedi. Halbuki iş büsbütün başka türlü
olmuş ve Suchon kendisi Alman kafasıyla açmış, yapmış etmiş. Bizi vakitsiz
bir harbe sürüklemiş. Bundan sonra artık vaziyeti selamete çıkarmak için canla
başla çalışmak lazım.’’
Hafız Hakkı Paşa |
Hafız Hakkı Paşa'nın günlüğündeki ilgili sayfa |
Enver Paşa’nın emrini, Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın kişiye özel, gemi komutanlarına
yolladığı Birinci Daire, 1567 sayı
ve 24 Ekim 1914 tarihli “Bütün Gemi Komutanlarına” başlıklı şu emri izlemiştir:
“Donanmamızın
Birinci Komutanlığı’na atanmış olan Amiral Souchon tarafından Donanmanın talimi
için Karadeniz’de bulunduğu sırada verdiği her çeşit emre harfi harfine uyulmasını
ve bu hususta katiyen tereddüt gösterilmeyerek emirlerin gereğinin her türlü hal
ve şart içinde yapılmasını isterim.‘’
Bu emir üzerine, yeni Rus muharebe gemisi Karadeniz Donanmasına
katılmadan Rus Donanmasını baskına uğratmak ve Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa
girmesinin gerçekleştirilmesi amacıyla Amiral Souchon, 26 Ekim 1914’de eğitim için filo ile Karadeniz’e çıkacağını
bildirmiştir.
27 Ekim 1914 günü öğleden sonra Yavuz zırhlısı ile Midilli ve
Hamidiye kruvazörleri, Berk-i Satvet ve Peyk-i şevket torpido kruvazörleri ile
Gayret-i Vataniyye, Muavenet-i Milliyye, Taşoz ve Samsun muhripleri, Nilüfer ve
Samsun mayın gemileri olmak üzere 11 gemiden oluşan Osmanlı Donanması,
İstanbul/Kilyos’ta Kısırkaya önlerinde toplanmıştır. Saat 15.45’de Yavuz zırhlısında gemi komutanları ve komutan
vekilleriyle bir toplantı yapılarak kendilerine Rusya’ya karşı bir harekat
yapılacağı açıklanmış ve özet bilgi verilmiştir. Ayrıca komutan
vekillerinin (daha önce gemilere eğitim için verilmiş Alman deniz subayları)
emirlerine itaat edilmesi hakkındaki Bahriye Nezareti’nin 24 Ekim 1914 tarihli
yazılı emri ile birlikte harekata katılacak gemilere, Donanma Komutanlığı’nın 27-29 Ekim 1914 günlerine ait harekat
emri dağıtılmıştır.
Bombardıman ve mayın dökmek ile görevlendirilen
gemiler 27 Ekim 1914 akşamı
Boğaz’dan çıkmış ve Karadeniz’deki Rus limanlarına doğru yol almışlardır.
Gemiler, kendilerine verilen görevi icra
etmek üzere limandan ayrılırken Yavuz Zırhlısının direğinde “Bütün
kudretinizi harcayınız. Türkiye’nin geleceği söz konusudur.” yazılı
işaret sancağı dalgalanmıştır.
İşte dört
yıl sürecek ve Osmanlı Devletini parçalayacak olan Büyük Harbe bir bakıma bu
sözlerle girilmiştir. Plan özet olarak; harekatın üçüncü günü (29 Ekim) sancak gemisi Yavuz’un,
Nilüfer mayın gemisi ve iki muhriple beraber Sivastopol’e, Midilli ve Berk-i
Satvet’in Kerç Boğazı ve Novorossisk’e, Hamidiye’nin Kırım’ın güney kıyısı olan
Kefe’ye, Filotilla Komodorunun iki muhrip ve Samsun mayın gemisi ile Odessa’ya
35 mayın döküşünü, Peyk-i Şevket gemisinin de Varna-Sivastopol irtibatını
kesmesini kapsamıştır. Barbaros ve Turgut Reis muharebe gemileri ile Burak Reis
gambotu ve iki torpidobot da Rusların mayın dökmesini önlemek ve yaklaşacak
harp gemilerini karşılamak görevi ile 27-31
Ekim 1914 günlerinde Boğaz girişinde yer alacaktı.
Yukarıda zikredilen
harekat planı çerçevesinde ilk olarak Rusların, Türk filosunun İstanbul
Boğazı’ndan çıkışından haberdar olmamaları için Varna-Sivastopol iletişim hattının kesilmesi hususunda Yüzbaşı
Cevat komutasındaki Peyk-i Şevket
torpido kruvazörü görevlendirilmişti. Fakat Peyk- i Şevket torpido kruvazörünün
bu görevi başaramamasının ardından aynı görev Midilli kruvazörüne verilmiştir. Aynı sıralarda Binbaşı Madlung ve
Yüzbaşı Firle komutasındaki Gayret-i Vataniye ve Muavenet-i Milliye muhripleri
Odessa’ya doğru yola çıktılar. Seyir esnasında İrmingart isminde bir kömür gemisinin refakatinde ilerlenmesine
rağmen bu şekilde 16 mil sürat yapılabildiği için bundan vazgeçilip direkt
Odessa’ya gelindi. Limanın savunması hakkında net bir bilgileri olmamasına
rağmen limanın Donetz ve Kubanetz gambotları ile Durnai ve Beschtau mayın gemileri tarafından müdafaa edildiği, Donetz
gambotunun methali muhafaza için mendireğe bağlı ve Kubanetz gambotunun ise
limanın iç tarafında askeri rıhtıma bağlı olduğu biliniyordu. Muhripler limana
gelince saldırı riskinin son derece yüksek olmasına rağmen limanın tespit
edilmemesi için karartma uygulamasının yapılmadığını fark ettiler ve limana
girerken Rus bayrağı çekip nöbetçiye Rusça parola söylemeye çalıştılar.
Dalgakıran dönülürken karşılaşılan Donetz gambotu kısa mesafeden Gayret-i
Vataniye’nin attığı torpido tarafından batırıldı. Kubanetz gambotu ve Beschau
mayın gemisi batan gemiye yardıma giderken Muavenet-i Milliye daha ileri gidip
Kubanetz gambotuna ateş açmaya başladı. Bir merminin elektrik santralini
vurmasıyla liman karanlığa gömülmüş iken Gayret-i Vataniye muhribi ise mayın
gemisine rastgele ateş açmasına rağmen mayın gemisi kendi yerinin tespit
edilememesi için ateşe karşılık vermemiştir. Muavenet-i Milliye’nin attığı
torpido Kubanetz gambotunu hasara uğratmış daha sonra petrol sarnıçları da topa
tutularak beş petrol deposu havaya uçurulmuştur. Kıyıdan topçu ateşi açılması
sonucu muhripler geri çekilirken, bombardımanda herhangi bir hasar almayan
gemiler 30 Ekim 1914 sabahı
Haydarpaşa’ya gelmişlerdir.
Peyk-i Şevket Torpido Kruvazörü |
Midilli Kruvazörü |
Midilli kruvazörü ve
Berk-i Satvet torpido kruvazörü Novorosski’ye
doğru yola çıkarken ilk başta Hamidiye
kruvazörü de onlarla aynı rotayı takip etmiş ve Berk-i Satvet torpido kruvazörü de sancaktan giderek yan güvenliği
sağlamıştır. Midilli kruvazörü, 29 Ekim
1914 sabahı saat 06.00’da Kerç Boğazı önüne 55 metre aralıklarla
2,5 metre su sathı altında kalacak şekilde 60
mayın dökmüştür. Berk-i Satvet torpido kruvazörü Novorosski limanına
varınca önce limandaki tarafsız gemileri ihtarla uzaklaştırdı. Daha sonra
kıyıya filika gönderip gaz ve barut depolarını, şimendifer istasyonlarını ve
hububat depolarını bombardıman edeceğini bildirdi. Bunun üzerine saat 10.00 itibari ile limanı bombalamaya
başladı. Midilli kruvazörü ise Kerç Boğazı’nı mayınladıktan sonra Novorosski’ye
gelip bombardımanı devraldı. Berk-i Satvet torpido kruvazörü ise liman ağzını
gözetleme görevi verilerek, liman tabyalarının Ruslar tarafından kullanılmasına
topçu ateşi ile engel oldu. Midilli kruvazörü, Novorosski’ye 4 kilometreden 300 mermi atarken 50 adet petrol deposunu havaya uçurmuş, hububat müfrezeleri ve
telsiz telgraf istasyonlarını da tahrip etmiştir. Ayrıca en az yedi gemiye
çeşitli derecelerde zararlar verilmiş olup, dökülen mayınlara çarpan Jalta ve Kazbek gemileri de batmıştır. Mevkii haritada tespit
edilmediğinden ve gemi bordasından da pek görülmediği için tren istasyonunun
bombardımanında pek başarılı olunamamıştır. Midilli kruvazörü bombardımanın
ardından Varna-Sivastopol kablosunu kesip ardından İrmingart kömür gemisinden
kömür aldıktan sonra İstanbul’a gelmiştir.
Berk-i Satvet Kruvazörü |
Hamidiye Kruvazörü |
Binbaşı Vasıf ve
Binbaşı Kottwiz komutasındaki Hamidiye kruvazörü Büyükdere limanından hareketle
Kefe’ye (Feodessa) gelmiştir.
Hamidiye kruvazörü limanın bombardıman edileceğine dair istimbotu bölgeye
gönderdikten sonra saat 09.00’dan
itibaren liman bombalanmaya başlamış ve saat 13.00’de ateşi kesmiştir. Bu sürede Hamidiye kruvazörü bölgeye 150 mermi atmış olup su kulesi, yükleme
makineleri, demir yolu istasyonu ve ambarları yok etmiş ve limanda bulunan 6000
tonluk bir vapuru da batırmıştır. Hamidiye kruvazörü, bombardımanın ardından
Batı Karadeniz sahili boyunca keşif yapmış ve geri dönerken 300 tonluk Suyatou Nikolay vapurunu mahmuzlayarak,
1220 tonluk Şura vapurunu da
musluklarını açarak batırmıştır.
Doğrudan Souchon’un
komutasında olan Yavuz dreadnoughtu ile Taşoz muhribi ve
Samsun mayın gemisi Sivastopol’e
yönelmişlerdir. Gemiler, İstanbul Boğazı’ndan ayrıldıktan sonra Zonguldak ve
Amasra istikametine gitmişler ve burada Rus karakol gemileri tarafından tespit
edilmişlerdir. Ayrıca Ruslar, Sivastopol önünde ileri bir karakol teşkil etmek
isterken 29 Ekim 1914 saat 04.15’de Odessa limanının bombalandığı
bildirilmiştir. Yavuz dreadnoughtu, 29 Ekim 1914 sabahı saat 05.00’de
Taşoz muhribi ve Samsun mayın gemisinin mayın taramalarının arkasından
ilerliyorken, aynı saatte gözcü istasyonu Eupatronia
istikametinden bir savaş gemisi gelmekte olduğunu telsizle bildirilmiş ve Türk
gemilerinin üzerine gönderilen torpidobotlar ise şiddetli bir ateşle geri
püskürtülmüşlerdir. Yavuz dreadnoughtu zig zag çizerek ağır
topları ile 47, orta bataryası ile
de 12 mermi atmıştır. Yavuz dreadnoughtu 7000-7800 metre uzaklıktan yaptığı bombardımanda önce Konstantin tabyasını daha sonra tersane
ile limanı hedef almış ve yaptığı bombardıman limanın her tarafından işitilmişti.
Yavuz’un bombardımanında 305 mm’lik kule yok edilmiş iken şehrin pek çok
yerinde yangın çıkartmıştır. Fakat bölgenin etkili bir şekilde mayınlı
olması Yavuz’un etki alanını kısıtlamıştı ve bu nedenle Yavuz dreadnoughtu tüm manevralarını Rasatlı
mayın maniasının dış hududundan gerçekleştirmek zorunda kalmıştı. Ayrıca yavuz, Rus tabyalarından
atılan top mermilerinin kıç bataryasına isabet etmesi nedeni ile de Sivastopol’e
yaptığı bombardımanı durdurdu. Fakat Rusların attığı yaklaşık 1000 obüs
mermisinden sadece üç tanesi Yavuz’a isabet ederken geminin hiçbir personeli
yara almamıştır. Filo Sivastopol’den geri çekildikten sonra 20 mil ileride
iki muhrip muhafazasında Prut mayın
gemisi ile karşılaşmış ve muhriplerden açılan ateş sonucunda muhripler geri
çekilmiştir. 700 tane sabit mayın
yüklü ve 5000 ton ağırlığında Prut
mayın gemisi 150 mm’lik bir mermi ile batırılmış ve mürettebatı da esir
alınmıştır. Daha sonra Mariupol’dan
gelmekte olan 1708 tonluk İdo vapuru
esir alınır iken Lieutenant Putchine
isimli bir Rus torpidobotu da hasara uğratılmıştır. Prut mayın gemisinden esir
alınan 72 asker ve 3 zabit İstanbul’a götürülüp Turgut
Reis zırhlısına nakil edilmişlerdir. Esirlerin sorgularında Prut mayın
gemisinin İstanbul Boğazı’nın önüne mayınlamak üzere Karadeniz’e açıldığını yaklaşık
8-10 gündür mayın yüklü olarak bekletildiğini ve gemi personelinin de mayınlama
işlemi için daha önceden Rusya’nın İstanbul büyükelçiliğinde hizmet görmüş ve
İstanbul Boğazı’nı çok iyi bilen subaylar tarafından günlerdir eğitildiklerini
bildirmişlerdir.
Taşoz Sınıfı Muhripler |
Yavuz Sultan Selim |
Amiral Souchon’un bu taarruz hareketi sonunda, Yavuz
muharebe kruvazöründen gönderdiği 29 Ekim
tarihli telsiz telgrafında;
“Rus Filosu, Osmanlı
Filosunun 27 ve 28’inci günü gerçekleştirdiği harekatını izleyip, düzenli
olarak bütün talimlerini bozdu. Rus Filosu bugün düşmanca hareketlere girişti.
Rus mayın gemisi Prut ve son sistem
üç torpido ile kömür gemisi yine düşmanca bir düşünce ile Karadeniz Boğazı’na
doğru gidiyorlardı. Yavuz, mayın gemisini batırdı ve kömür gemisini zapt etti.
Torpidobotlardan birine de önemli bir şekilde zarar verdi. 72 er ve 3 subayı
esir aldı. Sivastopol’ü da çok başarılı bir şekilde bombardıman etti. Batan
mayın gemisinde 700 mayın ve 200 personel bulunuyordu. Torpidobotlarımızla 72
er ve 3 subay 36 kurtarıldı. Bu personel ayın 30’unda İstanbul’da bulunacaktır.
Esirlerin ifadelerine göre Rusların Boğaz’a mayın dökerek donanmamızı yok
etmek istedikleri anlaşıldı. Midilli, Novorossisk’te 50 petrol deposu ile
birçok buğday ambarını yıkmış ve asker nakline ayrılmış bulunan 14 botunu
batırmıştır. Berk muhribi, Novorossisk telsiz telgraf istasyonunu yıkmış, Gayret
muhribi de bir Rus gambotunu torpido ile batırmıştır. Muavenet muhribi de bir
torpidobot ile diğer bir Rus gambotunu önemli bir surette hasara uğratmıştır.
Bu gambotun battığı düşünülmektedir. Odessa’da beş petrol sarnıcı havaya
uçurulduğu gibi beş gemi de önemli şekilde hasara uğramıştır.” görüşü yer
almıştır.
Osmanlı Gemilerinin Bombardımanını Gösteren Gazete Kupürü |
BOMBARDIMAN SONRASI OSMANLI
İMPARATORLUĞUNUN SAVAŞA GİRİŞİ
Bombardıman harekatı sonucu limanlarda bir kısım liman
tesisleri ve akaryakıt depoları imha edilmişse de stratejik ve ekonomik
olarak önemli tahribat gerçekleştirilmemiş, Rus Karadeniz Donanması’nın zayiatı
az seviyede gerçekleşmiştir. Buna rağmen Osmanlı Donanması’nın Karadeniz
harekatı amacına uygun olarak ana hatlarıyla planlandığı şekilde geçmiştir.
Harekata katılan gemiler Rus limanlarını topa tutmuş, Rus gemilerini batırmış
olarak, 30 Ekim-1 Kasım 1914 tarihleri
arasında alay sancakları ile donatılmış bir halde İstanbul Boğazı’ndan içeri girmişlerdir.
Karadeniz olayı sonucu Osmanlı Devleti’nin Birinci
Dünya Harbi’ne girmesi Karadeniz olayına İngiliz, Fransız ve Rus Hükümetlerinin
tepkisi şiddetli olmuş, baskın harekatının hemen ardından 30 Ekim 1914 günü Rusya, İngiltere ve Fransa’dan şiddetli
protestolar ve talepler gelmeye başlamıştır. Bu ülkelerin Büyükelçileri
Osmanlı Hükümetine vermiş oldukları bir kesin uyarı ile on iki saat İçinde
Yavuz ve Midilli gemilerinin personeli ile yurtdışına çıkarılmalarını, aksi halde
kendilerinin İstanbul’dan ayrılacaklarını, İngiltere, Fransa ve Rusya
Devletleri’nin Osmanlı Devleti’nin karşısında olacağını dönemin Dahiliye Nazırı
Talat Bey’e bildirmişlerdir. 31 Ekim’de Rusya, İngiltere, İtalya ve
Fransa’ya verilen nota ile :
“Çatışmaya Rus filosunun, İstanbul Boğazı’na
mayın dökme maksadıyla yaklaşmasının sebep olduğu, Osmanlı Hükümetinin
tarafsızlığını muhafaza etmek istediği, Rus Karadeniz Donanma Komutanı’nın
şahsi hatası yüzünden iki komşu devlet arasında gereksiz bir gerginliğe sebep
olunduğu…” bildirilmiştir.
Buna karşılık Rus Hükümeti verdiği nota ile:
“Karadeniz çatışmasına,
Rus savaş gemilerinin sebep olduğu iddiasını reddetmiş, ayrıca fiili olarak
artık savaşın başladığını…” bildirmiştir.
Aynı gün Rus Büyükelçisinin İstanbul’u terk etmesi
üzerine 2 Kasım 1914’de Rusya,
Osmanlı Devleti’ne resmen harp ilan etmiştir. İngiliz ve Fransız Büyükelçileri
de 1 Kasım 1914’te İstanbul’dan
ayrılmış ve Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkilerini kesmişlerdir. Dahiliye
Nazırı Talat Paşa tarafından Hicaz ve Yemen Valiliklerine konu ile ilgili
olarak yazılan bir telgraf da şöyledir:
“Donanmamızın
Karadeniz’deki bombardımanı sebebiyle hali harbe geçilmemekle beraber Rusya
sefiri bu akşam, İngiltere ve Fransa sefirleri de yarın (31 Ekim 1914) İstanbul’dan ayrılacaklardır.”
Osmanlı Donanması’nın Karadeniz harekatı nedeniyle
Rusya’nın harp ilanını takiben İngiltere, Fransa, Belçika, Japonya, Sırbistan
ve Karadağ, Osmanlı Devleti İle ilişkilerini kesmişlerdir. Bu olayları müteakip, İngiltere ve
Fransa 5 Kasım 1914’te Osmanlı
Devleti’ne harp ilan etmiştir. Nitekim Londra’daki Amerikan Büyükelçisi
tarafından Amerika Dışişleri Bakanlığı’na yazılan bir telgrafla;
“5 Kasım’da
İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında savaş halinin başladığı ve Londra’da
bulunan Türk Büyükelçisinin bu tarih itibariyle ülkeden ayrıldığı…’’ bildirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin resmen harp ilanı ise 11 Kasım 1914 tarihli padişah fermanıyla
olmuştur. Bu fermanda, savaşın nedenlerini açıklayan Osmanlı Sultanı ve
300 bin Müslümanın Halifesi V. Mehmet Reşat, ordu ve donanmaya gönderdiği iradesinde;
yıllardır İngiliz, Rus ve Fransız zulmü altında ezilen Müslümanları, halifenin
bayrağı altında savaşmaya, “cihada” çağırıyordu.
“Hak ve adl
bizde, zulüm ve edva' düşmanlarımızda olduğundan düşmanlarımızı kahretmek için
cenab-ı adl'i mutlakın inayet-i samedaniyesi ve peygamber zi-şanımızın imdad-ı
maneviyyesi bize yar-u yaver olacağında şüphe yoktur. Bu cihaddan mazisinin zararlarını
telafi etmek sanlı ve kavi bir devlet olarak çıkacağımıza eminim. Bugünkü
harbde birlikte hareket ettiğimiz dünyanın en cesur ve muhteşem iki ordusuyla
silah arkadaşlığı ettiğimizi unutmayınız. Şehidlerimiz şüheda-yı salifeye
müjde-i zafer götürsün. Sağ kalanlarımızın gazası mübarek kılıcı keskin olsun.
Mehmet Reşad
Fi 22 Zi’l-Hace 1332 ve fi 29 Teşrin-i Evvel 1330”
Bu ferman İle Karadeniz olayı arasında geçen zamanda
Osmanlı Hükümetinin Rusya’ya ve müttefiki devletlere verdiği notalarla Rusların
bu saldırıyı yapmakla işledikleri hatayı düzeltmeleri beklenmiştir. Fakat 2 Kasım 1914’te Rusların, Kafkas
Cephesi’nde taarruza geçmeleri, 3 Kasım’da
İngilizlerin Kızıldeniz’de Akabe Limanı’nı
bombardıman etmeleri ile yine aynı gün İngiltere ve Fransa’ya ait Birleşik
Filo’nun Çanakkale boğazının dış tahkimatını denizden bombardımana tutması
üzerine harp durumuna girilmiştir.
11
Kasım’daki harp ilanını takiben 14 Kasım’da Cihad-ı Ekber ilan edilerek, bütün Müslümanlar silahaltına
çağrılmıştır. Konu ile ilgili olarak Donanma Komutanlığı’ndan Bahriye
Nezareti’ne yazılmış bir telgrafta;
“Osmanlı Donanması’nın eğitim ve atış
yapma işleri ileri sürülerek, Boğaz’dan Karadeniz’e çıkarıldığı, Muavenet-i
Milliyye torpido muhribi, Gayret-i Vataniyye torpidobotu ve Hamidiye kruvazörü
ile Odesa, Kefe ve Novorossisk limanları ve Rus gemilerinin bombardıman
edilerek fiilen harbe girildiği, Rusların Kafkasya cihetlerinde hudut
kıtalarına ateş açtıkları, İngilizlerin de İzmir’de bir yatı taciz ettikleri ve
harp halinin başlamış kabul edileceği…” bildirilmiştir.
1914 yılı itibariyle Osmanlı Devleti’nde görevli
Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’nun,
Amerikan Dışişlerine yazmış olduğu 7
Kasım 1914 tarihli Telgrafında, savaşa girmeden önce Osmanlı devletinde hakim
olan yoğun Alman etkisini ve bunu takip eden olayları anlatması yukarıda
verilen bilgileri doğrular niteliktedir:
“Almanların Osmanlı
Devletini savaşa sokmak için olağanüstü bir çaba ve baskı gösterdiklerini 24 Ekim 1914’de görüşmüş olduğum İngiliz ve Rus Büyükelçileri ifade
etmişlerdir. Bu elçiler, bu baskının başarıya ulaşmasından dolayı büyük korku
ve endişe taşıdıklarını da bildirmişlerdir. Aynı gün Dahiliye Nazırı Talat Bey
Şu an için savaşa girmeyi düşünmediklerini ifade etse de, Almanya eğiliminde
olduklarından savaşa girmelerinin olası olduğu tahmin edilmektedir.”
Yine Amerikan arşiv belgelerine göre 29 Ekim akşamı
İngiliz Büyükelçisi Odessa’daki Konsolosluktan şu telgrafı almıştır:
“Bu sabah şafak sökmeden
bu limana üç torpidobot tarafından baskın yapılmıştır. Limanda bulunan Rus gambotu Donetz batırılmış ve personelinden bir
kısmı ölmüş, bir kısmı da yaralanmıştır. İki Rus kruvazörü feci halde zarar
görmüştür. Portekiz adlı Fransız gemisi
batırılmış ve personelinin ikisi ölmüş, ikisi de yaralanmıştır. Kasabadaki bazı
binalar yanmış, şeker fabrikası tahrip edilmiştir. Can kaybı da bulunmaktadır. Hükümetin
bildirdiğine göre baskın yapan gemiler, Osmanlı Devleti’ne aittir. İçişleri
Bakanı Talat Bey olayı henüz öğrendiğini, daha önce bu konuyla ilgili hiçbir
bilgiye sahip olmadığını bildirmiştir. Bu olay şüphesiz Alman deniz subayları
tarafından planlanmış ve icra edilmiştir. Hücumda bulunan gemiler Alman
subayları tarafından donatılmış ve söylenildiğine göre bazı Türk subayları ve
personeli, Türklerin Bayram tatili münasebetiyle izine gönderilmişlerdir.
Türk yetkililer her ne kadar
savaşa girmek istemiyoruz deseler de, hükümette yoğun bir
istek bulunmaktadır. Alman etkisi ve idaresi altında şuan için Türk savaş
gemilerinde ve istihkamlarında 4.000
civarında Alman subayı ve denizci eri bulunmaktadır. Goeben ve Breslau
Karadeniz’i kontrol altında tutmaktadır. Bütün ülke Alman etkisi altına
girmiş durumdadır. Yukarıda anlatılan Odessa’ya saldırı dışında diğer Türk
gemileri aynı zamanda Sivastopol ve Novorossisk’te 14 ya da daha fazla sayıda
ticaret gemisini batırmışlardır. Konu ile ilgili olarak Türklerde bir Rus mayın
gemisinin İstanbul Boğazı’na yaklaşarak girişi mayınladığı ve eğitimden dönen
Osmanlı Donanması’nın dönüş yolunu kestiği ve Rus donanmasının diğer başka
yollarla Osmanlı donanmasının eğitim yapmasına engel olduğu ve bunun üzerine
Osmanlı Donanması ile Rus Donanmasının çatışmaya girdiği düşüncesi hakim
olmuştur. Bu olayı takiben 1 Kasım’da
sabah saat 9.00’da İngiliz ve
Fransız Büyükelçileri Dedeağaç’tan kalkan özel bir trenle İstanbul’dan
ayrılmışlardır. Aynı gün İngilizler, iki Türk ticaret gemisini İzmir Limanı
önlerinde batırmışlardır. Ruslar da Erzurum yakınından sınırı geçmişlerdir.”
Bu telgraf metinlerinden de anlaşılacağı üzere Osmanlı
Devleti, bir taraftan birbiri ardından gelişen ve savaş nedeni olabilecek bu
olaylar zinciri, diğer taraftan Almanya’nın kendi çıkarları açısından bir an
önce savaşa girilmesi hususundaki baskıları karşısında, henüz seferberliğini
bile tamamlayamadan kendisini savaşın içinde bulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin bir oldubitti ile Birinci Dünya Savaşına
katılmasından hemen sonra İngiltere, Almanya’yı iki cephede savaşmaya mecbur kılmak,
Rusya’ya yardım için hayati öneme haiz olan deniz yolunu açmak ve Osmanlı
Devletini çökerterek, Boğazlar meselesini
kendi lehine çözmek maksadıyla, Fransa’yı da yanına alarak, tarihte eşine az
rastlanır bir Birleşik Donanma ile Çanakkale Boğazı önlerine dayanmıştır.
MÜTTEFİK FİLOSUNUN BOĞAZ GİRİŞ İSTİHKAMLARINI BOMBARDIMANI
Rusların 1 Kasım 1914’te Kafkaslardan taarruza geçmesi
üzerine müttefiki olan İngiltere ve Fransa’da 3 Kasım 1914 günü Boğaz’ın giriş tahkimatını bombardımana tabi tutmuştur. Görkemli
biçimde başlatılan bombardıman bir sonuç alma amaçlı olmasa da bir gösteri, bir
tehdit, bundan da öte Osmanlı Devleti’ne karşı bir savaş ilanı anlamı
taşımaktaydı. 3 Kasım 1914 günü yapılan bombardıman sonucu 5 subay, 80 er Şehit, 1 subay, 30 er yaralı
olmak üzere Çanakkale’de ilk Türk kaybı verilmiştir. Bahse konu
bombardıman ise şu Şekilde gerçekleşmiştir:
İki İngiliz ile iki Fransız zırhlısı başta olmak üzere
18 savaş gemisinden oluşan Birleşik Filo, 3
Kasım 1914 sabahı 06.40’da Boğaz
girişine yaklaşmıştır. Bu gemilerden İngiliz Amiral Carden komutasında Inflexible
ve Indefatigable isimli İngiliz
zırhlıları Ertuğrul ve Seddülbahir; Fransız Amiral Guepprate komutasındaki Verite ve Suffren isimli Fransız zırhlıları da Kumkale ve Orhaniye tabyalarını
saat 06.50’den itibaren yaklaşık 14.000 metre mesafeden bombardımana
başlamışlardır. Birleşik Filo’ya ait gemilerin topçu ateşinin etkisi dışında
kalmaları ve havanın da hafif sisli olması dolayısıyla Türk topçuları önce
karşılık verememişlerdir. Ancak daha sonra bu gemilere saat 07.05’te, 4 adet uzun menzilli 240 mm.lik topa sahip Orhaniye ve Ertuğrul bataryalarından toplam 10 mermi ile karşılık verilmiştir. On yedi dakika süren topçu
ateşinden sonra Birleşik Filo muharebeyi keserek, Saroz Körfezi istikametine
doğru uzaklaşmıştır. Bu on yedi dakikalık bombardıman sonucunda Boğaz
girişinde bulunan Seddülbahir tabyasında bir cephaneliğin top isabeti alması
sonucu cephanelik büyük hasara uğramış ve havaya uçmuştur. Bu olay, bombardıman
sırasında birbirini izleyen iki merminin merkez cephaneliğine düşmesinden ve
cephaneliğin buna dayanamamasından ileri gelmiştir. Bu sebeple beşi subay ve
sekseni er olmak üzere toplam 85 kişi şehit olmuş ve 31 kişi de yaralanmıştır.
Bu miktar önemlidir, çünkü bütün Çanakkale
Muharebeleri sırasında müstahkem mevkiinde bu kadar kayıp bir daha verilmemiştir.
Ertuğrul, Orhaniye ve Kumkale tabyalarında ise az hasar meydana gelmiş, bu
hasarda birkaç günde giderilmiştir. Emekli Binbaşı Kadri Perki askeri mecmuada yayınlanan
makalesinde cephaneliğin patlaması olayını şöyle açıklamıştır:
“Seddülbahir ve
Orhaniye tabyaları mesafenin uzaklığından ateş edemediklerinden bir kısım subay
ve erat mahfuz mahal olarak cephaneliklere alınmışlardı ve top başında çalışmak
için gemilerin yaklaşmasını bekliyorlardı. Cephanelikler topların hemen
yanlarında veya arkalarında olup, taştan ve üzerleri toprakla örtülmüş
bulunuyordu. Bu çok eskimiş tabyaların modern harp gemilerine karşı en mühim
eksikliklerinden biri de bu idi. Cephaneliklerde tabyadaki 220 mm. çapındaki toplara
ait barut da bulunuyordu. İngiliz gemilerinin ilk salvoları bilhassa
Seddülbahir tabyasının içinde veya yanında patlamaya başlamıştı. Bu sırada
büyük çaplı bir mermi topların hemen arkasındaki merkez cephaneliğinin üzerini
delerek içinde patladı. Burada mevcut barutların infilakı dolayısıyla
cephanelik havaya uçtu. Gerek cephanelik ve gerekse toplarda bulunan subay ve
erattan 5 subay ve 80 er şehit veya yaralı düştü.’’
Amiral Sir Sackville Carden |
Amiral Emile Guepprate |
İngiliz Amiral
Carden tarafından Amirallik Dairesi’ne bombardıman sonucu ile ilgili
gönderilen telgrafta;
“Seddülbahir’de
büyük patlama olduğu, patlama sonucu Türk tarafının insan kaybının çok fazla
miktarda olduğu…” bildirilmiştir.
Bahse konu bombardıman bir nevi Türk tabyalarında
mevcut topların menzillerinin etkisini ölçmek amacıyla İngiliz Amirallik
Dairesi’nin emriyle gerçekleştirilmişti. Sonuçta, 3 Kasım bombardımanı Rusya’dan sonra
İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne karşı savaş başlatma niteliğini
taşımıştır. Bu olaydan sonra İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ne 5 Kasım 1914’te resmi olarak harp
ilanında bulunmuşlardır. Osmanlı Devleti açısından ise söz konusu bombardıman
uyarıcı nitelikte olmuş ve savunma önlemlerine hız verilmiştir. Daha önceleri
Osmanlı Donanması’nın eğitiminde görev almış bulunan İngiliz Amirali Limpus’un
Osmanlı Devletini vaktinden önce uyaracağı endişesiyle bu bombardımana karşı
çıkmasına rağmen Deniz Bakanı Winston Churchill’in emriyle yapıldığı bildirilen
bu harekat, Osmanlı Devleti açısından alınmakta olan önlemlerin artırılması
bakımından gerçekten uyarıcı bir nitelik taşımıştır.
HMS Inflexible |
HMS Indefatigable |
Verite |
Suffren |
İngiliz kaynakları da, 3 Kasım bombardımanından sonra Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat Bey’in bütün zamanını savunma tertibatını düzenlenme ve takviye etme işine ayırdığını kaydetmişlerdir. Bu kaynaklarda 3 Kasım bombardımanından sonra Çanakkale Boğazı’nın savunma düzeninin ağırlığının orta ve iç savunma mevzilerine kaydırıldığı, aynı zamanda savunmada toplar yerine mayınların ağırlık kazandığı bilgisi mevcuttur. Gerçekten de bombardıman Türkler açısından ciddi bir uyarı olmuş, Birleşik Filo’nun bu bombardımandan sonra Boğaz’ı uzaktan ablukayla yetinmesinden yararlanılarak, hem doğrudan Boğaz’a yönelik saldırılara, hem de Boğaz’ın iki tarafında beklenebilecek çıkarmalara karşı karadaki kıyı gözetleme ve koruma düzenleri gözden geçirilip takviye edilme fırsatı bulunmuştur. Alınan bu önlemler arasında özellikle Boğaz savunma düzenlerini pekiştirme açısından eski savaş gemilerindeki toplardan yararlanılarak, Boğaz’a yeniden toplar yerleştirildiği gibi mevcut mayın sayısı da gün geçtikçe artırılmıştır.
Netice itibariyle, bu tarihten sonra Birleşik Filo, 19 Şubat 1915 tarihine kadar Boğaz’a
karşı müşterek ve etkili bir saldırıda bulunmamış, bundan sonra üç buçuk ay
süren uzun bir durgunluk dönemi başlamıştır. Bu durgunluk devresi, Türk
tarafının Çanakkale savunmasının pekiştirilmesine katkı sağlaması açısından
büyük önem arz etmiştir. Diğer yandan bu sürenin önemli bir kısmı İtilaf
Devletlerince Çanakkale Seferi’nin açılıp, açılmamasıyla ilgili tartışmalarla
geçmiş ve sonunda denizden taarruz konusunda bir karara varılmış olmasını Boğaz
önündeki deniz kuvvetinin artırılması izlemiştir.
0 Yorumlar