8 yıl sürecek olan bu bağımsızlık mücadelesinin ilk tohumları 1 Kasım 1954 yılında ülkenin farklı yerlerindeki yetmiş saldırı ile beraber başladı. Ayaklanan isyancılar 1830 yılından beri devam eden Fransız işgalinin ülkelerinde son bulmasını umuyordu ama ellerindeki bir miktar silah ve tecrübesiz isyancılar henüz daha çok amatördü.
Bir maden ocağından 700 kilo dinamiti çalmak istemiş ancak tek bir korucu buna izin vermemişti. Gerilla tarzı eylemler sonuçsuz kalsa da, isyanın başladığı gün kurulan Ulusal Kurtuluş Cephesi(FLN) terörist eylemler yapmaktan çekinmedi.
Cezayir, büyük oranda Avrupalı nüfusa sahipti. Yaklaşık 1 milyon Avrupalı veya kara ayak anlamına gelen pien noir ile 8,5 milyon müslüman bir arada yaşıyordu. Ulusal Kurtuluş Cephesi liderlerinden Ramdane Abane bu Avrupalı kesime rahat vermek istemiyor, güvenlik kuvvetlerinin misillemenin içine çekerek kayıtsız müslüman tarafı kendine çekmek istiyordu. Onun bir sözü "Dünyayı haberdar etmek için manşetlerde kan görmeye ihtiyacımız var." şeklindeydi. O tarihlerde Kenya'da ayaklanan Mau Maular çok daha küçük sayıdaki Avrupalı yerleşimciyi hedef almıştı. 29.000 kişiden oluşan Avrupalılardan 32'si öldürülmüştü. Ancak bu kayıp miktarı bile İngilizleri çığırından çıkarmaya yetti. Özellikle Afrika'da ikinci büyük beyaz nüfusa sahip Cezayir'de şiddetin dozu arttırılmıştı. 20 Ağustos 1955'de eski adıyla Philippeville(Skikda) kentine saldıran FLN liman çevresinde yaşayan 130 civarındaki Avrupalıyı öldürüldü. Bölgeye gönderilen Fransız paraşütçüler gördükleri karşısında şok geçirirken, Binbaşı Paul Aussaresses günlüğüne "Çocukların paramparça edildiğini, gırtlaklarının kesilip kafalarının ezildiğini, kadınların karınlarının kesildiğini görünce sanırım merhamet etmenin ne olduğunu unuttum." diye yazmıştı. Asilerin sokaklarda sivillerin içine karıştığını gören Fransız askerler kim olduğunun bir önemi olmadan ateş açıyordu. Esir alınması için emir geldiğinde yüzlece arap erkek esir alındı ancak sabah kurşuna dizilerek öldürüldüler. Bir Fransız 1273 müslüman cesedi saydığını söylemiş "O kadar çok ceset var ki bulldozer ile gömmek zorunda kaldık" diye eklemişti. FLN Avrupalı sivil öldürdükçe bu sefer Fransızlar ateşe körükle gidercesine karşılık vermek için sivil-asi ayırımı yapmadan üzerilerine ateş açıyor veya esir olarak alıp sonradan öldürüyordu. Yine de Fransızlar müslümanların gönlünü kazanmak ve biraz göz boyamak için bazı programlar yapmaktan çekinmiyordu. Bu program içinde ilk defa Cezayir halkına oy hakkı tanınması ayriyeten okul ve sosyal hizmetlerine daha çok para yardımı gibi maddeler de bulunuyordu. Özel idari kısıma bağlı ekipler müslümaların yaşamını iyileştirmek için tüm ülke içine yayıldılar. Ancak bu çabaları geç kalınmış ve işe yaramayacaktı. Fransız liderler için Cezayir Burgonya ne kadar Fransız ise Cezayir'de o kadar Fransa'ya bağlıydı diyordu. Bu görüş pied noir lobisi tarafından destekleniyordu lakin başlarına müslümaların geçtiği takdirde ya ülkeden def olacak ya da öldürüleceklerdi. Zaten Hindiçin'den hazin bir yenilgiyle çıkan Fransa'nın bir diğer sömürge toprağı Cezayir'den çıkmak gibi bir niyeti yoktu hatta onlara eski düşmanları "Viet" demeye devam ediyorlardı.
Bu savaşı Fransa'nın devam ettirebilmesi için halk desteğine de fazlasıyla ihtiyacı vardı. Halkı kendinin tarafına çekmek için FLN'nin bir komunist örgüt olduğuna dikkat çekiyor, sloganlar ve şarkılar besteleyip sokaklarda çalıyordu ancak bu gayretlerini söylenenlere göre bazı Fransız askerleri gülerek, müslümanlar ise kayıtsız kalarak absorbe ediyordu. Daha sonra Fransız subaylar "İkna et ya da zorla" sloganını kullanarak halkı çekmeyi amaçlamıştı.
Savaş en sonunda başkent Cezayir'e de sıçramış, burada 3 Avrupalı gibi görünen kadın müslüman 2 kafede bomba patlatmış, diğer üçüncü bomba Air France terminaline yerleştirilmiş ancak patlamamıştı. Bu olayda 3 kişi hayatını kaybederken 50 kişi yaralanmıştı. Sadece 1956 Noel'inde 30 saldırı yaşanmıştı ve armaya devam ediyordu. Bu saldırıları durduramayan sivil yetkililer askeri yola başvurarak Tuğgeneral Jacques Massu komutasındaki 10. Paraşüt Tümenini çağırmıştı. Bu adam daha önce, askeri açıdan büyük ama siyasi açıdan hayal kırıklığı olan 1956 süveyş krizi sırasında adamlarını yönetmiş, sert biriydi. Bir diğer görev alacak birim ise, Yarbay Marcel Bigeard tarafından komuta edilen 3. kolonyal paraşüt alayı idi. Bigeard çoğu kez vurulmuş lakin hep ölümden dönmüştü. Bir seferinde üç arap tarafından yakın mesafeden vurulmuş ve kanlar içinde yerde yatarken, bir pied noir'li onu görmüş ancak koltukları kan olmasın diye arabasına almamıştı yine de Bigeard kurtulmayı başarmıştı.
3. kolonyal paraşüt alayının görevi  hiçbir avrupalının girmeye cesaret edemediği ve 100.000 müslümanın yaşadığı kale anlamına gelen Casbah adındaki kasabayı kontrol altına almaktı. İlk olarak FLN'nin ilan ettiği genel grevi kırarak çalışanları silah zoru ile fabrikalara çalışmaya gönderilmiş, kepenklerin kapalı olduğu dükkanların kilidini kırarak açmış, teni biraz esmer olanı aramak için sokaklara kontrol noktaları kurulmuştu. Hatta sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve her kim çıkarsa vurun emri verilmişti.


Bugün dahi deniz altında bulunan, bacaklarına
beton dökülüp denize atılmış bir Cezayirli.
Hindiçin savaşından tecrübeli Albay Roger Trinquer, demografik yapıyı öğrenmek için bir nüfus sayımı emri verdi. Daha sonra aranan şahısların listeleri çıkartıldı ve oturdukları binalar işaretlendi. Massu ve adamları 8 Ocak 1957 sabahı işaretli olan her eve girip aranan şahısları sorgulamak üzere aldı. Her birim aldığı kişileri sorgulamak için farklı teknikler ile işkence uygulamaktan kaçınmıyordu. Bigeard'ın alayı sorguladığı ve işinin bittiği kişileri Akdeniz'e uçakla atıyordu. Onlara "Bigeard'ın karidesleri" lakabı takılmıştı. 24.000 müslüman tutuklanmış 4000 kadarından bir daha ses seda çıkmamıştı.
Komünist parti üyesi bir yahudi olan Henry Alleg, Fransız egemenliğine karşı mücadeleyi destekleyen Alger Republican adında bir gazetede yazı işleri müdürlüğü yaptığı sırada 12 Haziran 1957 tarihinde tutuklanmıştı. Artık uzaktan duyduğu işkence yöntemlerine yakından tanık olacaktı. Alleg paraşütçü bir Teğmenin arkasından boş bir odaya girdi. Teğmen ona soyunmasını söyledi. Ardından deri kayışlarla tahta bir panoya bağlandı. Teğmen "Korkuyor musun? Konuşmak ister misin?" diye soruyordu. Kendini arandığı sıra kim tarafından koruduğunu öğrenmek istiyorlardı. Alleg cevap vermeyi reddedince bir çavuş manyetoya bağlı bir koltuk getirdi. Bu sıra Teğmen onur kırıcı cümleler kurarak onu psikolojik olarak da yıpratıyordu. Koltuğun mandallarını Alleg2in kulağına ve parmağına bağladılar. Elektrik verildiği anı Alleg şöyle anlatıyor "Kulağımın içinde bir şimşek çaktı ve kalbimin fırlayacağını sandım. Çığlıklar atarak debelendim. kendimi öyle kasmışım ki kayışlar tenimi parçalamış." Yine de konuşmayı reddetti. Bunun üzerine mandallar cinsel organına bağlandı. Halen konuşmayı reddeden Alleg'in bağları çözüldü ve bir tasmaya bağlanarak başka odaya götürüldü. Burada paraşütçü askerler tarafından sopalarla dövüldü. Bunlara rağmen konuşmayan Alleg için daha büyük bir manyeto getirildi ancak halen konuşmayı reddediyordu.
Sıra tuyau denilen bir alete gelmişti. Tahta bir panele bağlı olarak yüzüne bir paçavra sarılmış, ağzına açık kalması için tahta sokulmuştu. Ardından yüzüne su püskürtüldü. Konuşmayan Alleg paraşütçü askerleri de çileden çıkartmıştı. En sonunda tenini yakıp, dikenli bir hücreye attılar ve günlerce aç ve susuz bıraktılar. Bu olaylardan daha sonra başka bir hapishaneye nakledildi ve burada Sorgu adında bir kitap yazarak yaşadıklarını anlattı lakin bu kitap sonraları yayından kalktı fakat buna rağmen 60.000 kadar sattı.
Alleg, binlerce diğer mahkumdan ya da Fransızların onlara koydukları isimle "müşterilerden" daha şanslı idi.
Herkes Alleg kadar dayanıklılık gösteremiyordu. Kimi hemen çözülüyor kimi ise ağır işkencelerden sonra muhbirlik yaparak hücrelerin çökmesini sağlıyordu. Çatışmaların başında 50.000 askeri bölgede aktif olan Fransa 1956 yılına gelindiğinde 400.000'e kadar çıkmıştı. Bu her 21 müslümana bir asker düştüğü anlamına geliyordu. Hücreleri çöken ve yavaş yavaş bitme noktasına gelen FLN Tunus'tan savaşçı sokmak istiyordu. Ancak ülkede kontrolü sağlayan Fransızlar 80.000 askeri Tunus sınırında görevlendirerek bunu engellemişti.

Morice Hattı
Morice hattı denilen bu 300 kilometrelik sınıra projektörler, mayınlar ve dikenli teller konulmuştu. Herhangi bir FLN üyesi sınırı geçmeye çalıştığı an 105mm'lik obüsler veya nişancı devriyeler tarafından vuruluyordu. Muhbirler ve ajanların verdiği bilgiler ile FLN'nin tüm ikmal ağı kontrol altına alınmış, silah tüccarları Fransa'da suikast ile öldürülüyordu. 1956'da FLN liderlerinden Ahmet Ben Bella, Fas'a ait DC-3 uçağı ile Tunus'a giderken, Fransız yüksek komuta kademesi, Fransız ihtiyat subayı olan pilota telsizle uçağı Cezayir' indirmesini söylemişti Hostes tutuklanacaklarını bildiği heyet üyelerine uçağın Tunus'a indiğini söylemişti.
1957 tarihinde Yacef Saadi'nin yakalanması ve Ali la Ponte'nin öldürülmesiyle silahlı çatışmalar sona ermişti. Ancak bu daha başlangıçtı.
Hem pied noir'ler hem de ordu Dördüncü Cumhuriyetin sürekli değişen politikalarından çok memnun değildi. Hükümetin, kendi toprakları olarak gördükleri Cezayir'i terk etmesinden korkmaya başlamışlardı. Mayıs ayı 1958 yılında başkent Cezayir'de, General Massu liderliğinde pied noir ve Fransız subaylar önderliğinde bir isyan patlak verdi. Massu'nun paraşütçüleri bununla kalmayıp, Korsika adasında yönetimi fiilen ele geçirdi. Charles De Gaulle iktidara gelmediği takdirde Paris'e de bir hava indirme yapacağı şeklinde tehdit etti. Ordunun bu isteği kabul edildi ve Gaulle başa geçti lakin Gaulle'de onlara istediklerini vermeyecekti. Gaulle, Cezayir'i kalıcı biçimde huzura erdirmenin altından kalkılamayacağını anlamıştı. Cezayir'in bağımsızlığını Birleşmiş Milletler ve hatta ABD dahi istiyordu. Senatör John F. Kennnedy Fransa'nın egemenliğinin son bulması çağrısı yapmıştı. FLN'nin propaganda yoluyla olaya dahil olmasıyla Fransa için işin içinden çıkılamayacak bir hal aldı.
Bu koşullar altında Gaulle, Cezayir'den çıkmanın Fransa'nın ihtişamını arttıracağını öngördü. Kendi üslubuyla şunları yazmıştı:" 1959'da Fransa benim vasıtamla Cezayir'in kaderini Cezayirlilerin eline bırakma niyetini ilan etti."

Ordu ve pied noir içindeki aşırı kesim kaçınılmaz olanı önlemek için başkent sokaklarına barikatlar kurdu, onları engellemek isteyen jandarmaları öldürdü. Umutsuzca süren bu ayaklanma sadece bir hafta sürdü. Ertesi yıl generallerden oluşan bir topluluk darbe girişiminde bulundu. Başkenti kolaylıkla ele geçiren bu darbeciler Gaulle'nin hükümetlerine sadık kalmalarını istemesi üzerine eylemlerini bitirdiler. Darbenin başarısızlığına rağmen içlerinden bazıları direnişi sürdürmek adına Gizli Ordu Örgütünü (OAS) kurdu. Bu örgüt adını Gaulle'ye yaptıkları başarısız suikast girişimleriyle yaydı. OAS'ın kalesi başkent Cezayir'in Bab-el-Oued mahallesiydi. Liderliğini, daha önce Dien Bien Phu'da savaşmış "çetin ve sert" lejyon komutanı Roger Deguelde idi. Bu örgüt kısa süre içinde FLN'ye özgü eylemler uygulayarak günde ortalama 30-40 civarında insanı öldürmeye başladı. Sokakları kan gölüne çeviren bu örgütü bir Müslüman yazar, "Arabalarla, motorsikletlerle, otomatik silah ve bıçaklar kullanarak insanları öldürüyorlar, Cezayir'de terör hüküm sürüyor." diyerek tanımlamış lakin çok geçmeden kendisi de öldürülmüştü. Sadece Cezayir'de değil Başkent Paris'te de olaylar durmuyordu. 1961 yılı 17 Ekim günü Ulusal Kurtuluş Cephesi destekçisi 30.000 kadar protestocuyu durdurmak isteyen Fransız polisi 200'e yakın kişiyi öldürdü. İlk başta Fransa hükümeti tarafından inkar edilse de yıllar sonra bu katliam dünya'ya duyurulacaktı.

Fransız ordusu en nihayet kapsamlı bir taarruzla Bab-el-Oued mahallesine girmişti. 7 Nisan 1962'de ince işçilikle izi sürülen Roger Degueldre yakalanmış, iki ay sonra infaz edilmişti. 1962 sonunda OAS'ın işi bitirilmişti.
Cezayir resmi olararak 3 Temmuz 1962 tarihinde bağımsızlığını ilan etmişti. Bu tarihe kadar Avrupalı sakinlerin çoğu ülkeyi terk etmişti. FLN, sömürgecilerle iş birliği yapan müslümanlara karşı bir intikam hareketi başlatarak 30000 harki'yi öldürdü.
Savaş ve katliamlar en nihayetinde bitmişti. Fransız ordusu arkasında 17.456 ölü, 65.000 kadar yaralı bırakmıştı. Avrupalı sivillerin kaybı 10.000 kadarken, Müslüman kayıplarının 300.000 kadar olduğu söyleniyor. FLN'nin bir Avrupalı sömürgeciye karşı olan bu başarısı diğer manda yönetimi altındaki Afrika ülkelerine de ilham kaynağı olmuş, bu kadar kanlı olmasa da bu Avrupa kaleleri domino taşı etkisiyle birer birer yıkılmıştı.

0 Yorumlar