Küba devrimi denildiğinde akla hemen zeytin yeşili ceketi ve sakallarıyla Fidel Castro gelir. Ancak bu devrime onun yanı sıra Arjantinli Che Guevara'da büyük destek vermişti.
Daha önceki devrimlere liderlik yapan Tito veya Mao Zedong gibileri köylüydü ama Fidel Castro zengin biriydi. 1926'da Oriente eyaletinde 100 kilometrekareden fazla bir alana sahip, gümüş saplı kırbacıyla ırgatları denetleyen bir toprak sahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Angel İspanya'dan göç ettiğinde sıradan bir işçi olarak kendi kendini yetiştirmiş, okuma yazmayı ancak yetişkin biri olunca öğrenebilmişti. Aristokrat bağları bulunmaması Fidel'in önünü tıkamıştı. Fidel basketbol takımının kaptanı olmasına rağmen oyun arkadaşları onu "ilkel" ve "kültürsüz" diye aşağılıyordu. Asabi mizaca ve genellikle yalnız Fidel bir arkadaşının belirtiğine göre "zengin ve sosyetik insanlara karşı nefretle doluydu." Ayrıca öğretmenleri ve ailesiyle çatışıyordu. Daha sonra "hayata altı, yedi yaşlarında asi olarak başladım." diyecekti. 1945'de girdiği Havana üniversitesi hukuk fakültesinde faal olarak politikayla ilgilenmeye başlamıştı. Küba'da siyasetle uğraşmak çekingenlerin işi değildi; Castro çoğu zaman silah taşıyor, diğer öğrenci ve polislerle tartışmaya giriyordu. Okul arkadaşlarının ona taktığı isimle "El Loco Fidel"in aklında o yıllarda aklında sadece politika vardı. Bir arkadaşı daha sonra "yanında bir kız olsa bile politikadan bahsederdi" diyecekti.
1950'de mezun olduğunda hemen avukatlık bürosu açmasına rağmen davalara pek bakmadı. Fazla para kazanamamakla beraber babasından iktidara gelene dek harçlık almaya devam etti. 1952'de millet meclisine aday olduğu sırada seçimler iptal oldu. Bir zamanlar orduda çavuş olan, 1933-1944 arasında başkanlık yapan Fulgencio Batista ikinci kez iktidarlık koltuğuna oturmuştu. İlk başkanlık döneminde alt kısmın sevgisini kazanmıştı hatta komünist partilerin desteğini almıştı ancak ikinci başkanlık döneminde sergilediği gaddarca tutumu ve yolsuzluğu halkın desteğini kaybetmesine neden olmuştu. Bazı radikaller gibi Castro'da bir devrim planladı. İktidarı oy sandığıyla ele geçiremezlerse silah kullanmaktan çekinmeyeceklerdi.
Catro solcu olamasına rağmen henüz bir komünist partiye, iktidara gelinceye dek üye değildi. Başkalarından emir almayı asla kabul etmezdi. Castro'nun asıl hedefi kendi tutkularını gerçekleştirmekti. Bir kadın arkadaşının dediğine göre "beğenilmeye, alkışlara, hayranlığa" sınırsız ihtiyaç duyuyor "tanrı olmak istiyordu."
"Siyasi cahil" olduğunu kabul eden Fidel, henüz bilhaber olduğu marksizmi ancak yıllar sonra kavrayacaktı. Kendi ayaklanması başlayana kadar Lenin, Mao Zedong ve diğer devrimcilerin eserlerini okumamıştı. Sevdiği romanlardan bir tanesi Ernest Hemingway'in Çanlar kimin için çalıyor adlı eseriydi. bu kitap daha devrim sırasında Castro'ya gayrinizami harp konusunda yardımcı olacaktı. İdealist ve cesur bir guerillo grubunun birkaç gözü pek saldırıyla kendi ayaklanmasını başlatabileceğine inanıyordu. Daha sonra foco teorisi olarak bilinecek bu görüş Küba'da işe yaramayacaktı.
Castro yurduna dönüp gerilla hareketini başlamadan önce onu hapse ve sürgüne sürükleyen uzun yolculuğu 1952'de başladı. O yılın büyük bölümünde bej Chevrolet arabasıyla ülkeyi dolaşıp, demokrasi getirme vaadiyle kendine yandaşlar topladı. Kısa zaman içinde 1200 kadar takipçisi olmuştu. İlk hedef olarak başkent Santiago'daki kalın duvarlı ve 400 asker ile korunan Moncana kışlasını seçtiler. Buradaki silahlar ile yeni kurduğu gerilla ordusunu donatabilecekti. Ancak 26 Temmuz 1953'te yapılan bu saldırı fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Castro'nun adamlarının büyük kısmı yakalandı ya da öldürüldü. Geriye kalan az sayıdaki adamıyla dağlara kaçan Castro paramiliter kır muhafızları tarafından yakalandı. Neyse ki, birliğin başındaki teğmen üslerinden gelen esir alınmaması talimatını göz ardı etmişti. Yargılanmak için gittiğinde yargıçlar onun kendi savunmasını yapmasına ve hükümete karşı "cinayet ve işkence" suçlamalarında bulunmasına izin verdiler. Sonuç olarak kardeşi Raul ve 25 yandaşıyla beraber on beş yıl hapse mahkum oldu. Castro hapisteyken yaptığı "Yetmiş kardeşimin hayatını söndüren sefil tiranın zulmünden korkmuyorum. Beni suçlamanızın hiçbir yararı yok. Tarih beni aklayacak." sözleri sadece kaleme alınmış ve gizlice basılan bir broşürde yer almıştı.
Castro'nun yaptığı bu saldırı diğer devrimciler arasında ona ün sağlamış, Batista rejimine karşı güçlerinin liderliği konumuna getirmişti. Pines adasında hapis yatarken diğer mahkumlardan ayrıcalıklı olarak yiyecek, kitap ve pro almasına izin veriliyordu. O günlerde okuduğu kitaplar onun komünizme yönelmesiyle sonuçlanacaktı.
Castro Pines adasından sonra gönüllü sürgün olarak Meksika'ya gitti. Burada 26 Temmuz hareketi ve ispanyolca baş harfleriyle M-26-7( Movimiento 26 de Julio) olarak bilinen kuvvetleri eğitti. Daha sonra burada devrime büyük desteği olacak, El Argentino lakaplı bir hekimle tanıştı. Bu hekim Che Guveara idi.
26 Temmuz hareketi bayrağı
Che Guveara'nın ailesi Castro'nun aksine aristokrat kökenliydi ve Arjantin'in en zengin insanların soyundan geliyordu. Ernesto 1928'de doğduğunda ailesinin durumu eskisi gibi olmamakla beraber halen iyi durumdaydı. Bohem yaşam tarzına ve liberal düşüncelere sahiptiler. Annesinin pantolon giymesi ve sigara içmesi çok cürretkar tavırlardı. Ernesto annesine daha yakındı. Babasının kadınlara çok düşkün olması nedeniyle boşanan annesi, çocukluğunda tutulduğu astım hastalığı sırasında ona hep bakmıştı.
Ailesi ona hem spor hem okuma sevgisi aşılamıştı aynı zamanda kendini entelektüel olarak büyütmüştü. Bir yandan ragby ve golf oynarken bir yandan Sartre, Freud, Marx ve Lenin'in eserlerini okumayı ihmal etmiyordu. Guevera asi ve boyun eğmez olarak büyüdü. Dağınık görünümüyle burjuvaları şoka sokmaktan çekinmiyordu. Kızlar bu "rahat", ilk karısının sözleriyle "kırılgan görünümlü ama buyurgan sesli" adamın cazibesine kapılıyordu.
22 yaşında Che Guevara
Guevera, Buenos Aires üniversitesinde tıp öğrenimi görmüş ancak hekim olmak istememişti. O daha çok seyahat etmekten ve yazı yazmaktan hoşlanıyordu. 1950 yılında tek başına motorsikletiyle Arjantin'i dolaşmış, iki yıl sonra bir arkadaşıyla La Poderosa adını verdiği motoruyla beraber yedi ay süren bir Güney Amerika seyahati yaptı. Bu yolculuğu daha sonra Motorsiklet günlükleri adlı kitabında anlattı. 1953'te mezun olduğunda bir başka arkadaşıyla yeni bir kıta yolcuğu yaptı. Guevera, Güney Amerika'ya yaptığı seyahatte gördükleri karşısında dehşete kapılmıştı. Bir yanda lüks yaşam ve zenginlik diğer yanda yoksulluk ve fakirliğin yanında salgın hastalıklara tanık oldu. Örnek olarak 1952'de grev yaptığı için hapse atılan Şilili maden işçisiyle karşılaştığında öfkesi hiddetlendi. Adam karısıyla beraber çölde gecenin karanlığında bırakılmış, donmuştu. Üstlerini örtecek bir battaniye parçası bile yoktu. Che'nin öfkesi de Mao gibi kapitalistler, latin amerikan oligarşileri ve yanki destekçileri üzerine yoğunlaşmıştı. Özellikle United Fruit Company adlı şirketin Kosta Rika'daki plantasyonlarında gördükleri son nokta olmuştu. Evine yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Kaybettiğimiz yoldaş Stalin'in yaşlı resmi önünde, bu kapitalist ahtapotların yok edildiğini görene kadar mücadeleye devam edeceğime yemin ediyorum."
Guatemala'dan ayrıldığında inançlı bir marksist ve yetişmekte olan bir savaş aşığıydı. Bir sonraki durağı Mexico city devrimden uzaklaşalı yıllar olmuştu. Bu şehir hızla gelişerek çirkin ve kalabalık bir megapol olup çıkmıştı. Mexico city, sürgün Leon Troçki'nin burada öldürülmesinden dolayı William S. Burroughs gibi edebiyatçıların ve asilerin uğrak merkeziydi.
Che, Mexico city'deyken Temmuz 1955'te günlüğüne "Kübalı devrimci Fidel Castro ile tanıştım" notunu kaydetmişti. Guevara onu görür görmez etkilenmişti. Zeki ve genç bu adamın hemen arkadaşı olmuştu hatta daha sonra M-26-7 kuvvetlerinin başına getirilmişti.
Fidel Castro'nun kardeşi Raul ile Che Guevara Meksika'da 
Che ilk başlarda sıhhiye subayı olarak hizmet veriyordu fakat askeri eğitimlerde ve harekatlarda gösterdiği başarılar sayesinde kübalıların Comandante'si olacaktı.
Meksika'ya yerleşmiş bir amerikalıdan aldıkları 12 metrelik yat en fazla 25 kişi taşıyacak şekilde tasarlanmıştı. Küba devriminin simgesi olacak bu teknenin ismi Granma idi. Granma, 2 Aralık 1956'da gün doğmadan önce nihayet küba topraklarına ulaştığında teknede bulunan 82 devrimciden biri "Olağan bir yanaşma değil, karaya oturmalıydı." diyecekti.
"GRANMA"
Meksika'dan buraya yaptıkları yolculuk kabus gibi geçmişti. Son derece yüklü Granma fırtınalı ve dalgalı denizde çok yavaşça ve beceriksizce sevk edilmişti. 28 yaşındaki Che Guevara deniz tutmasına karşı antihistamin bulamamaktan yakınmıştı. Teknedeki herkes gülünç bir durumdaydı, herkes midesini tutmuş, yüzleri acıdan buruşmuştu, bazıları kafalarını kovaya sokmuş, bazıları tuhaf şekillerde duruyordu.
Granma, 2 Aralık günü Küba'nın doğu kıyısındaki Oriente eyaletine ulaştığında, kıyıdan yüz metre açıkta karaya oturdu. Malzemenin çoğunu teknede bırakan yoldaşlar denize atlayıp kurtardıkları malzemelerle beraber karaya çıkmıştı. Çıkarmanın Santiago şehrinde çıkarılacak bir ayaklanmayla aynı gün olması planlanmıştı ama uzun süren yolculuk planı alt üst etti. Kıyıda devrimcileri Batista'nın ordusundan başka karşılayan yoktu. Bir kaç saat sonra teknenin oturduğu bataklığı bombalamaya bir sahil güvenlik botu ve bir uçak geldi. Asiler bu baskından son anda kurtuldu. Batista rejiminden bıkmış halk Castro ve yandaşlarının karnını doyurup yol göstermişti. Asilerin hedefi 1400 metre rakımlı Sierra Maestra idi. Buraya ulaşmak için şeker kamışı tarlalarının içinden ilerlemiş, hava saldırılarından korunmuşlardı.
Fidel Castro ve adamlarının ilk gün yürüdüğü güzergah
5 Aralık sabahı bütün gece yürümüş, Che Guevara'nın sözleriyle "çökmenin eşine gelmiş" asiler Alegrio de Pio'daki alçak bir tepenin yamacına kamp kurdular. Köylülerden biri haberleri olmadan asilerin yerini Batista'ya bağlı kır muhafızlarına bildirmişti. Öğleden sonra saat dörtte havada bir uçak ardından mermi yağmuru asilerin üzerinde belirmişti. İlk şaşkınlık anında Che ile beraber birkaç asi de yaralanmıştı. Daha tecrübesiz asiler dağılıp küçük gruplar halinde kaçışmışlardı. Birçoğu daha sonra yakalanıp kurşuna dizildi, diğerleri kurtuldu. Alegria de Pio'daki çatışmada kurtulan asilerin sayısı iki düzineden azdı.
Che Guevara ve yoldaşları Alegrio de Pio'da
Boynuz gözlüklü Fidel Castro iki yandaşıyla beraber askerlerin yaklaşıp yaklaşmadığını kontrol ediyordu. Uyuyacağı zaman tüfeğinin namlusunu boğazına dayıyordu. "Beni buldukları zaman tetiği çekip öleceğim," diye yemin etmişti. Asilerin durumu son derece ümitsizdi ama yine de Castro inancını asla kaybetmedi. Fidel'in yoldaşlarından biri "Hay aksi, delirdi... Bu kadar az adamla Batista'yı nasıl yenebiliriz." demişti. Nitekim Batista rejiminin 40.000 askerine karşılık bir avuç asi bulunuyordu.
Alegrio de Pio'daki tek taraflı pusuda Castro'ya bağlı adamların çoğunun öldürüldüğü düşüncesiyle Batista M-26-7'nin işinin bittiğine inanarak kuvvetlerini Sierra Maestra'dan geri çekmişti. Bu sayede hayatta kalan az sayıdaki direnişçi toparlanıp köylüler sayesinde tekrar bir araya gelmişti. Castro, adamlarına köylülere karşı saygılı olmayı, aldıkları yiyeceklerin parasını ödemelerini, halka kötü davranılmamasını tembihledi. Halka karşı kötü davrananlara ceza veriliyordu. Castro aynı zamanda muhbir ve sömürücüler için halk mahkemeleri kurdurdu.
Muhbirler sorun yaratmakta devam ediyordu. Köylünün biri 30 Ocak 1957'de Kır muhafızlarına gerilla kampının yerini bildirerek Batista'nın uçakları tarafından bombalanmasına yol açtı. Haini Guevara bizzat kendi elleriyle öldürdü. Asiler yeniden küçük gruplara ayrıldılar ama toplanmayı başardılar.
Onların yeniden güçlenmesinde şüphesiz 17 Şubat 1957'de saklandıkları uzak bölgeye gelen New York Times muhabirinin payı vardı. Castro, bu saf muhabirin isyan ordusunun ne kadar küçük ve zor durumda olduklarını anlamaması için daire çizecek şekilde yürütüldüğünü savunsa bile asıl olarak bir asi grubun komutanı 10 ila 40 kadar adamla harekat yaptığının övünmesini mesaj olarak iletildiğini görmüştü. Halbuki isyan ordusunun tamamı o kadar güçteydi. Muhabir Catro'nun bu abartılı mesajlarını yutmuş ve bunları gazetesine "Küba gençliğinin kahramanı canlı olup Küba'da radikal, demokratik ve dolayısıyla anti-komünist yeni bir düzen yaratmak için çetin bir şekilde ve başarıyla savaşıyor." şeklinde başlıklarla taşıyacaktı.
Batista hükümeti o zamanlar gazetelerdeki sansürü kaldırdığından dolayı bu haberler Küba'da sansasyon yaratmıştı. Halk birkaç kez Castro'nun öldüğü haberlerini duymuştu fakat şimdi "ideallerin adamı, dikkat çekici liderlik vasıflarına sahip cesur insan 'Senor Castro'nun' Sierre Maestro'ya hakim olduğunu, General Batista'nın Castro isyanını bastıramayacağını" öğrenmişlerdi. Bu olay, modern gerilla savaşında "enformasyon harekatının" giderek artan ve bazen belirleyici olan etkisinin en yeni örneğiydi.
Sadece bununla da kalınmadı, CBS'ten Bob Taber 1957'de Castro ile "Sierra Maestra'nın İsyancıları: Küba'nın Orman Savaşçılarının Öyküsü" adında şaşaalı bir röportaj yapacaktı.
Küba halkının Batista rejiminden yılması sayesinde Castro başarıya ulaşacaktı. En varlıklı iş adamları dahi bu devrime destek veriyordu. Mart 1958'de 200.000 kişiyi temsil eden 46 sivil toplum örgütü Batista'ya istifa çağrısında bulundu.Yine de, Batista'ya ölümcül darbesi Babudos isimli örgüt yapacak, rejime ait noktaların çoğunu yağmalayacaklardı.
Castro ve yoldaşları Kulübede
1958 yazı devrim için bir dönüm noktası oldu. Batista, gerillaların tabiriyle "kurtarılmış bölgelere" uçak ve toplarla desteklenen 10.000 kadar askeri yığmıştı. Castro'nun ise sadece 300 kadar adamı vardı ancak coğrafya onlardan yanaydı. Ordu atların dahi ulaşamayacağı dik ve engebeli yollardan ilerlemek zorunda kaldı. Castro'nun kamufle edilmiş kulübesine ancak dikenli ağaçların geçit vermediği bir yamaçtan ulaşılabiliyordu.

 Bu dağ ve tepelerde geçen yetmiş altı günün sonunda Batista 1500 ölü ve yaralı vererek saldırıyı durdurmak zorunda kalmıştı. Castro, Ağustos ayında kendi saldırısını başlattı. Şehirleri kırlardan kuşatıp, zor olmayan bir yoldan ele geçirmek istiyordu ama yeterli gücü de yoktu. Camilo Cienfuegos 82 kişilik birliği dağlardan indirdi. Che Guevara 150 kişilik bir gücün başına geçti. Bulundukları konumdan 800 kilometre uzaklığındaki Havana'ya yürümeye başladılar. Castro ise 230 kişilik bir güçle Santiago'ya yürüdü. Bu küçük grupların düzenli bir orduya karşı yapabilecekleri tek yöntem gerilla harbi idi zaten Batista askerlerinin morali son saldırı ile düşmüştü. Batista, "ordunun işleri kötüden daha kötüye giderken panik artıyordu" diyerek durumu kabulleniyordu.

Sayısı hızlıca 340'a varan Guevara'nın birliği 29 Aralık 1958'de Santa Clara'ya saldırdı. Ulaşım yollarının kesiştiği bu 150.000 nüfuslu şehir 3500 askerin konuşlandığı bir kışlaya sahipti. Üç gün süren kanlı çarpışmalar sonrası kışlanın kuşatma altına alınıp, askerlerin teslim olmasıyla kent devrimcilerin eline geçmişti. Şüphesiz kentin alınmasında halkın yollara barikat kurup, askeri kamyonlara molotof kokteyli atmasıyla büyük desteği olmuştu. Fakat ordu için moralin bozulduğu an başkentten yola çıkan zırhlı trenin Guevara'nın gerillaları tarafından ele geçirilmesi olmuştu. O andan sonra Batista'nın zayıflamış askerlerinin teslim olmak dışında elinden bir şey gelmemişti.
ABD'de Batista rejimini terk etmişti. Mart 1958'de Eisenhower hükümeti bu dik başlı diktatöre silah yardımını kesmişti hatta M-26-7 hareketine gizlice para yardımı yapmıştı. Batista'nın ülkeden kaçmasından başka seçeneği kalmamıştı.
Dominik Cumhuriyetine vardığında kendisine sorular soran gazetecilere, "Ordu isyancıların gerilla taktiğine hazırlıklı değildi." cevabını vermişti.
İsyancılar 1959 yılında büyük çoşku ve kutlamalarla başkent Havana'ya girdi. Bir zamanlar yasak olan M-26-7 hareketinin bayrağı şimdi ülkenin her bir köşesinde dalgalanıyordu.Aynı gün Castro Santiago'ya yürüdü ve tek kurşun atmadan hareketinin başladığı kenti de aldı. Artık ülkenin başına geçip iktidarını pekiştirmesi kalmıştı.
30'dan fazla savaşçıyı bir arada görmeyen 26 Temmuz hareketi 40.000 kişilik bir orduyu yenerek 6 milyon nüfuslu bir ülkeyi ele geçirerek imkansıza yakın bir zaferi elde etmişti. Batista rejimi yolsuzluğa bulaşmış ve halkın desteğini tamamen kaybetmiş, geleceği olmayan bir rejimdi. Öyle ki, askerleri savaşmayı dahi istemiyordu ve bu da neden 2 yıldır devam eden savaşta 300 kadar kayıp veriliğini açıklıyordu. Castro, Küba'yı 1960'ların başında komünist bir devlet haline getirdi. Amerika Birleşik Devletleri bu durumla beraber telaşa düştü ve Castro'yu devirmeye çalıştı. Castro ise kardeşi Raul ve Che Guevara'nın sadakatine güveniyordu. Che Guevara, Sovyetler Birliğinden çok yumuşak olması nedeniyle yüzünü Maocu Çin'e döndü.
Che'nin kesilen elleri
Che ise daha sonraları devrimi yayma amacıyla Kongo'ya ve Bolivya'ya gidecek ancak iki ülkede'de devrim başarısız olacaktır. Bolivya'da çatışmalardan sonra sayısı 50'den 17'ye düşen devrimcilerin yerinin bir köylü muhbir tarafından orduya bildirilmesiyle Che ve adamları kanyonda kıstırılmıştı. Che bu pusuda yaralı halde esir alınmıştı. Yakınlardaki La Hiegara köyüne götürülen ve bir süre kerpiçten yapılmış okul binasında bekletilen Che, çatışmada 3 askerini kaybeden ve kızgın olan bir çavuşun gönüllü olarak onu vurması sonrası ertesi gün öldürüldü. Che'nin elleri teşhis için kesilmiş ve cesedi bir anıt mezar haline getirilmesin diye toplu mezara gömülmüştü üzerine de uçak pisti yapılarak tamamen kapatılmıştı. 1997 tarihinde cesedi Küba'ya götürülmüş ve kahramanlara layık cenaze töreniyle defnedilmiştir.


0 Yorumlar