Amiral Makarov'u bir subay olarak kısaca değerlendirmek gerekirse kendisinin ürettiği ve uyguladığı doktrinden ötürü Rusların Alfred Thayer Mahan'ı olarak tanımlayabiliriz. Aynı şekilde bir stratejist olarak Rusların Nelson ve Clausewitz'i olarak görebiliriz. Makarov yazdığı kitaplarda Carl Von Clausewitz’in çalışmalarından oldukça etkilenmiş gözükür ve kitaplarında Alman subayın görüşlerine çokça yer vermiştir. makarov'u değerlendirirken sadece bir deniz subayı değil, aynı zamanda deniz araştırmacısı bir bilim adamı olarak da görebiliriz. Bu iki meziyeti bir arada bulundurmasından ötürü yaşadığı dönemde birçok kitap yazmış ve ilklere de imza atmıştır.

Amiral Makarov'u daha iyi tanıyabilmek ve değerlendirebilmek için öncelikle yaşadığı döneme biraz değinmek gerekiyor. Amiral Makarov’un yaşadığı dönem olan 19. Yüzyıl deniz savaşlarındaki strateji ve deniz muharebe doktrinleri açısından ‘’altın çağ’’ olarak görülür. Çünkü bu dönemde hem gemi teknolojisinin gelişmesi hem gemilere karşı kullanılan top teknolojilerinin ilerlemesi hem de yeni icatların ortaya çıkması yeni doktrinler ile stratejilerin doğmasına neden olmuştur. Bununla birlikte yüzyıl boyunca denizlerdeki sıcak çatışmaların az sayıda oluşu, deniz subaylarına bu muharebelerdeki tecrübe ve değerlendirmelerini yeni doktrinler oluşturması imkanını vermiştir. Yeni nesil savaş teknolojilerinin ve bunlara bağlı doktrinlerin sınandığı bu muharebelerin ekseriyetle kesin neticesiz veya çelişkili oluşu, deniz harp doktrini alanında kalem oynatan neredeyse herkesi deniz gücünde çeşitli unsurlara önem veren yeni teoriler geliştirmeye itmiştir. Örneğin İngiliz Amiral Fisher yüzyılın sonunda dreadnought (dretnot) devrimi ile zırhlı gemiler çağını yeni bir döneme taşırken; Fransızlar Jeune Ecole Stratejisi üzerine yoğunlaşarak daha küçük birimlerle savaşmayı seçmiştir. Modern anlamda “deniz hâkimiyeti” konseptinin ortaya çıkmasına stratejik düzeyde en büyük katkıyı sağlayan düşünür, fikirleri günümüzde de hala önemini koruyan Amerikalı deniz subayı Alfred Thayer Mahan’dır. Mahan’ın ‘’Deniz Hakimiyet Doktrini’’ başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya ve hatta Japonya’da büyük yankı bulmuştur. Mahan’ın 17. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın sonlarına kadar hat gemisi (bkz. Ship of the line) dönemini deniz muharebelerini anlatarak ileri sürdüğü doktrin ve tezler, ilginç bir şekilde “Buhar Çağı” olarak bilinen yeni dönemde de pek çok ülkenin deniz stratejisinin şekillenmesinde yadsınamaz bir pay sahibi olmuştur.

Alfred Thayer Mahan

Diğer taraftan, 1860’ların sonlarında İngiliz mühendis Robert Whitehead’in Avusturya’nın liman kenti Fiume (Rijeka) bulunan fabrikasında modern anlamda ilk kendinden tahrikli torpidoyu üretmeye başlaması, deniz harp teknolojisindeki en önemli sıçramalardan birini teşkil etmekteydi. Dönemin donanmalarında geçerli vurucu güç olarak görülen ana muharebe gemilerinin (ironclads) birçoğunun torpido taarruzu karşısındaki çaresizliği, mevcut deniz harp doktrinlerini dramatik bir biçimde altüst etti. Büyük meblağlara mal olan bir zırhlının çok ucuza mal edilebilen bir torpido tarafından “kırılgan” bir hedef haline getirilmesi fikri, birçok askeri stratejistin deniz taktiğine yeni boyutlar eklemesine neden oldu.

Bu noktada devreye o dönemde yüzbaşı olan Stepan Osipovich Makarov girmektedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sırasında güçlü Osmanlı filosuna karşı görev yapan Makarov oluşturduğu yeni strateji çerçevesinde bir dizi etkili torpido taarruzunun da mimarı olmuştur. Dönemin kimi gözlemcileri tarafından “Rus Çarlık Donanmasının en büyük hazinesi” olarak adlandırılan Makarov, teknolojiyi yakından takip eden, modernleşme yanlısı, iyi eğitimli bir deniz subayıydı. Akranlarından farklı olarak aristokrat bir aileden gelmemesine rağmen kariyeri oldukça parlak olan Makarov, Rus Donanması’nın yeniden dizayn edilmesi ve çağdaş bir strateji anlayışıyla doktrine edilmesinde de oldukça etkili oldu. Yazının bu noktasında Makarov’un hayatını ve yaptıklarını kısaca anlatarak devam edelim.

Robert Whitehead

STEPAN OSİPOVİCH MAKAROV KİMDİR?

Stepan Osipovich Makarov Rusya’nın Nikolaev kentinde (bugünkü Mykolayiv) doğmuştur. Ailesi 1858'de Rusya'nın Pasifik kıyısındaki Amure'ye taşındı ve Makarov bu şehirde öğrenim hayatına başladı. 1863 yılına gelindiğinde Makarov Rus Pasifik Filosunda askeri öğrenci olarak Rus İmparatorluk Donanması'na katıldı ve 1866 yılında Askold korvetinin Vladivostok'tan Ümit Burnu üzerinden Kronstadt'a olan yolculuğuna katıldı. 1867 ve 1876 yılları arasında Makarov, Baltık Filosunda Amiral Andrei Popov komutasında görev yaptı ve 1876 yılının ortalarında Karadeniz Filosuna geçti. 1873 yılı ise Makarov için bir dönüm noktası olmuştur. Makarov bir geminin gövdesindeki delikleri kapatmak için yaptığı tasarım ile 1873 Viyana Dünya Fuarı'nda katılmış ve bu fuarda kendinden tahrikli Whitehead torpidoları ile tanışmıştır. Torpidolar hakkında aldığı bilgiler sayesinde ilgisini torpidobotlara yoğunlaştırmış ve stratejiler oluşturmaya başlamıştır. Makarov, 1877-78 Rus-Türk Savaşı'nda Rus torpido botu Velikiy Knyaz Konstantin'in kaptanı olarak oluşturduğu bu stratejileri hayata geçirmiş ve başarı sağlamıştır. (Yazının ana konusu da gerçekleştirdiği bu başarılar üzerine olacaktır.) Makarov, 1879-1880 yılları arasında Rusların Orta Asya'yı fethi sırasında deniz birliğinin bir parçası olarak çeşitli görevler üstlenmiştir.

Amiral Andrei Popov
Makarov’u sadece stratejist bir deniz subayı olarak değerlendirmemek gerekiyor. Makarov, çarlık donanmasında görevini sürdürürken deniz araştırmaları konusunda uzmanlaşmıştı. Bu uzmanlığı ile birlikte oşinografi ve deniz taktikleri üzerine elliden fazla makale yayınladı. Makarov’un en önemli araştırma seferlerinden birisi Vityaz korveti ile 1886-89 yılları arasında dünya çapında bir oşinografik keşif seferini yönetmesidir. Makarov, 1890 yılında Tuğamiralliğe terfi ettiğinde, Rus donanması tarihinde böyle bir konuma ulaşan en genç kişiydi. 1890-1894 yılları arasında Makarov, Donanma Yönetmelik Başmüfettişi olarak görevini sürdürdü ve bu süre zarfında, tasarımı kısa süre sonra tüm donanmalar tarafından kopyalanan, zırh delici bir mermi olan "Makarov kapağını" (Makarov Cap) icat etti. 1894-1895 arasında Makarov, Akdeniz Filosu komutanlığı; 1895-1896 yılları arasında ise eğitmenlik görevini üstlendi. 1896'da koramiral oldu ve özellikle de Avrupa ile Doğu Asya arasında bir kuzey deniz yolu kurmak için gerekli olan buz kırıcıların tasarımına odaklanmaya başladı. Makarov, 1897 yılında Ob ve Yenisey Nehirlerinin ağızlarını incelemek için bir keşif gezisine öncülük etti. Buz kırma yöntemleriyle ilgili araştırmasının bir parçası olarak Makarov, kışın demiryolu feribotlarının kullandığı yöntemleri incelemek için 1898 yılında Kuzey Amerika'nın Büyük Göller bölgesini ziyaret etti. Bu araştırması neticesinde aldığı notlar ve tecrübesiyle dünyanın ilk kutup buzkıran gemisi olan Yermak'ın tasarımını gerçekleştirdi, inşaatını denetledi ve 1899 yılındaki ilk yolculuğunda geminin komutanlığını yaptı. Ocak 1900'de Kronstadt şehrinin komutanı ve askeri valisi olarak atandı. 1901 yılına gelindiğinde Makarov, Yermak'a keşif amaçlı Kuzey Kutbu seferine çıkmasını emretti.

Yermak Buzkırıcı Gemisi

Makarov, 1904 yılına kadar valilik görevini icra ettikten sonra Japon İmparatorluk Donanması'nın 9 Şubat 1904 tarihinde Port Arthur'a yaptığı sürpriz saldırının ardından 24 Şubat'ta burada bulunan Rus İmparatorluk Donanması'nın savaş filosunda görevlendirildi ve görevinin başına geçer geçmez Petropavlovsk Öndretnotunu (predreadnought) amiral gemisi olarak kullanmaya başladı. Makarov’un bu görev sırasındaki komutanlığı çalışma arkadaşları tarafından diğer Rus deniz subaylarına göre stratejik düşünce farkı, düşmana karşı saldırgan tutumu ve "astlarına güven verme" yeteneği yönünden takdir edildi.

Petropavlovsk Öndretnotu

Makarov, 1904'ün başlarında Port Arthur’da komutayı devralmasından sonra ilk iş olarak, filoda bulunan gemilerin faaliyetlerini ve liman savunmasını büyük ölçüde artırdı. Makarov göreve gelene kadar bölgede konuşlu Rus filosu caydırıcı bir rol üstlenmiş ve fazla faaliyette bulunmamıştı. Makarov görevini sürdürdüğü dönemde ise, Rus savaş gemileri neredeyse her gün denize açıldı, sürekli hareket halinde ve Port Arthur'un kıyı bataryalarının savunma şemsiyesi altında faaliyetlerine devam ettiler. Makarov öncesi dönemde denize açılan gemiler Port Arthur limanında bulunan bataryaların yetersiz olmasından dolayı yeterli faaliyet alanı bulamıyor ve savunma şemsiyesinin dışına çıktıkları anda Japon gemilerine gafil avlanarak ya geri çekilmek zorunda kalıyor yada batırılıyorlardı. Ayrıca Makarov, seleflerinden farklı olarak Japonlarla anlaşma yoluna gidilmesi taraftarıydı ve bu yönde adımlar atılmasını istiyordu. Bu düşünceye rağmen her asker gibi çatışma ihtimaline karşı gemilerini savaşa hazır ve savaş düzeninde tutmayı da ihmal etmiyordu. Gemilerin hazır şekilde tutmanın mükafatını ise 1904 yılının Mart ayında Japon kruvazörlerinin Port Arthur'u bombaladığında alacaktı. Japon kruvazörlerinin sürpriz saldırısına karşılık Rus gemileri o kadar şiddetli bir ateşle karşılık vermişti ki Japon gemileri geri çekilmek zorunda kalmıştı. Aynı ay, Japon Donanması liman girişini eski buharlı gemileri batırarak kapattı. Buharlı gemilere eskortluk eden Japon savaş gemilerini girişi korumakla görevlendirilmiş Rus kruvazörleri kovalayarak ateş açmış ve Japon gemilerine hasar vermiştir. Ancak bu küçük başarıya rağmen liman girişinin kapatılması Rus donanması için sonun başlangıcı anlamına geliyordu.


Liman girişinin kapanması sonucu Rus savaş gemileri ile ticari gemilerinin limana giriş ciddi manada kısıtlanmış ve açıkta devriye gezen Japon gemilerine daha kolay hedef olmalarına neden olmuştu. Nitekim 13 Nisan 1904'te devriyeden dönen Rus destroyeri Strasny, Port Arthur limanına tekrar girmeye çalıştığı sırada bölgede devriye gezen Japon destroyerleri ile karşılaşarak çatışmaya girmek zorunda kalmıştı. Bu çatışmayı gören Makarov, Strasny destroyerine yardım etmesi için bir kruvazörü çatışma alanı gönderdi. Bu emri müteakip Makarov, üç savaş gemisi, dört kruvazör ve bir grup muhrip ile Sarı Deniz’de faaliyet gösteren düşman savaş gemileriyle savaşmak için yola çıktı. Japon savaş gemileri Makarov yönetimindeki filoyu görür görmez geri çekilmeye başladı. Aslında bu geri çekilme bir bakıma aldatmacaydı ve Makarov yönetimindeki filoyu kendi üzerlerine çekmeyi amaçlıyordu. Makarov ihtiyatı elden bırakarak kıyı bataryalarının menzilinden çıkarak Japon gemilerini kovalamaya başlamış ve kovalanan Japon gemileri ana vuruş gücü olan zırhlılar ile birleşerek Makarov’un filosuna karşı ateş üstünlüğünü ele geçirmişti. Bunun üzerine Makarov, Port Arthur'a geri dönmek için emir vermiş ve peşlerinde japon filosu takılmış vaziyette limana ulaşmaya çalışıyordu. Bu noktada Japonların yaklaşık 1 ay önce liman girişini kapatmış olması Makarov’un en büyük şansızlığıydı. Çünkü liman ağzı açık olsaydı kara bataryalarının koruma şemsiyesine ulaşmak bir hayli kolayken şimdi limana kısıtlı bir bölgeden girilebiliyordu. Sonuç olarak Makarov’un bayrak gemisi Petropavlovsk kıyı bataryalarının menziline ulaşamadan Japonlar tarafından daha önce döşenen bir mayına çarptı ve ardından yaşanan patlamalar sonrası Petropavlovsk öndretnotunu (predreadnought) kaptanı Amiral Makarov ile birlikte battı. İlerleyen saatlerde amiral ve beş subayının cesetleri, Japon kurtarma ekipleri tarafından enkazdan çıkarıldı ve amiralin cenazesine Japon kruvazörü Akitsushima'nın subay ve mürettebatının refakatinde Ruslara teslim edildi. Amiral düzenlenen tören ile Port Arthur'un askeri mezarlığına defnedildi. Böylelikle hayatını denize ve denizciliğe adamış olan bu subayın yine hayatı denizde son bulmuş oldu.

Amiral Makarov'un Ölümünü Resmeden Bir Portre
Amiral Makarov Adına Kronstadt Şehrinde Dikilmiş Anıt. Ayrıca doğduğu şehir Mykolayiv şehri ile Vladivostok şehrinde de Makarov'un anıtı bulunmaktadır.

STRATJİST OLARAK STEPAN OSİPOVİCH MAKAROV

Stepan Osipovich Makarov, dönemin Çarlık Donanması içinde tartışmasız en yenilikçi fikirlere sahip ve deniz harp tarihine oldukça aşina yetenekli subaylardan birisiydi. Nitekim yüzyılın diğer taktik düşünürleri arasında, en az çağdaşları kadar modern, somut ve uygulanabilir açılımlar sunan Makarov onlar arasında kendine bir yer bulmayı başaracaktı.

Amiral Makarov’un ortaya attığı teoriler/doktrinler, dönemin deniz stratejilerinde otorite sayılan Alfred Thayer Mahan’ın deniz hakimiyet doktrinine karşı önemli taktik açılımlar sunuyordu. Örneğin, Mahan’ın doktrininde deniz strateji prensiplerinin değişmeyeceği yönündeki görüşünün aksine Amiral Makarov, teknolojik gelişmelerin deniz savaşları üzerinde büyük etkisi olduğuna işaret etmekteydi. Makarov’a göre, Nelson dönemine özgü kemikleşmiş, filo düzeyinde muharebe gemisini esas kabul eden stratejik bakış açısı yerine koşullara göre mevcut teknoloji ve silahların en verimli şekilde seferber edildiği, manevraya yönelik strateji ve buna mukabil taktik yaklaşımlar esas kabul edilmeliydi. Nitekim, Yelken Devri stratejik anlayışının zirvesi kabul edilen Nelson dönemini, çağdaşı teorisyenlerden oldukça farklı değerlendiren Makarov, Nelson’ın zaferlerinin arkasında yatan nedenler üzerine odaklanmıştı. Bunlar arasında en göze çarpanı ona göre, daha üst düzeyde savaşa hazırlık anlamında eğitim ve disiplini ön planda tutan ve Nelson’ın enerjik karakteriyle bütünleşmiş liderlik vasfının yarattığı “birlik duygusu” (esprit de corps) yaklaşımıydı. Makarov’a göre, Nelson hiçbir şekilde taktiğe yönelik temel prensipleri göz ardı etmemiş ve bunu beklenmedik metotlar kullanarak düşmanına karşı ezici bir üstünlüğe dönüştürmüştü. Bu tespiti ışığında Makarov’un iddiası, bölgesinde dikkate değer bir deniz gücü olunabilmesi için yapması gerekenin, Nelson döneminde temellendirilen taktik uygulamaları, etkili liderlik ve komuta yapısıyla harmanlayarak çağdaş silah ve gemi platformlarının elverdiği ölçüde geliştirebilmek olduğuydu. Yukarıda saydığımız prensipleri biraz daha irdelediğimizde ise günümüze kadar süregelen bazı askeri yaklaşımları içinde barındırdığını görebiliriz. Modern askeri anlayışta askeri birliklerin eğitim ve disiplinine verilen önem aşikardır. Bu disiplin ve eğitim altında yaşayan askerler birlik duygusunun, arkadaşlığın/kardeşliğin ve çeşitli toplum katmanları ile birlikte yaşamanın öğrenildiği bir ortamda kendilerini bulurlar. En azından askerlik görevini icra etmiş olan okuyucuların bu noktada ne demek istediğimi anlayacağını zannediyorum. Diğer taraftan askerliği meslek olarak icra edenler ise yukarıda zikrettiğim durumları daha erken yaşlardan itibaren öğrenmeye ve görevli oldukları birliklerde bu öğrendiklerini tatbik etmeye başlarlar. Dolayısıyla oluşan bu durum günümüzde askeri birliklerin içerisinde sonu olmayan bir döngü olarak devam etmektedir.

Carl von Clausewitz

Makarov’un teorisinin temelinde Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan yeni silah teknolojilerinin deniz harpleri ve stratejileri üzerine şekillendiği görülebilir. Bu teknolojik gelişimle birlikte taktik boyutta başarıyı getiren bir başka faktörün ise personelin kalitesinin de bulunduğuna dikkat çekmiştir. Personelin kalitesinin artması için ise devamlı eğitim ve tatbikatların yapılma gerekliliğidir. Bununla birlikte askeri birliklerin gerçek anlamda etkili olabilmesi için personelinin iyi bir şekilde teşkilatlandırılması şarttır. Ayrıca, deniz savaşlarında personelin maneviyatı kara savaşlarına nazaran çok daha belirleyici bir öneme sahiptir. Bu kanaatine destek mahiyetinde Napoleon, Nelson ve Clausewitz’in görüşlerinden de etkilendiği bilinen Makarov, savaşa hazırlık aşamasında personelin öncelikli görevinin barış zamanında uzun seyirlere çıkmak olduğu düşüncesindedir. Denizciliğe yönelik talim ve tecrübeleri artan personelin kendi gemi ve silahlarını yeterince tanıma fırsatı bulması, savaş zamanı işlerini oldukça kolaylaştıran bir etmen olacağına inanmaktaydı. Özellikle Carl von Clausewitz’in teori ve fikirlerinden oldukça etkilenmiş gözüken Makarov, makalelerinde Prusyalı yazarın yayınladığı yazılara atıflarda bulunmuştur. Clausewitz’in cesaret ve inisiyatif kullanma ile ilgili girişimci fikirlerinin fazlasıyla tesiri altında kalan Makarov, “Şerefli Ölüm” şeklinin bir askerin kendi ulusunun bekası için “varlık sebebi” olduğunu ileri sürmüştür.

MAKAROV’UN OSMANLI-RUS SAVAŞI’NDAKİ ROLÜ

Deniz savaşı üzerine farklı ve yaratıcı fikirleriyle Çarlık Donanmasında terfi merdivenlerini hızla tırmanan Makarov, Çarlık Donanması’nın muharebe gemisi programlarını iptal etme düşüncesi olmamasına rağmen, çağın en önemli keşiflerinden biri olarak gördüğü torpido silahını atabilecek torpidobotlara ve onlara destek unsuru olarak manevra kabiliyeti yüksek, hafif zırhlı, ağır toplarla donatılmış kruvazörlere büyük önem atfetmişti. Çünkü torpidobotların yarattığı yüksek risk unsuru, düşmana karşı kararlı bir ablukanın yürütülmesi ve deniz hakimiyetini sağlamaya yönelik stratejik anlayışı sarsmıştı. Bunun yanı sıra, torpidonun yarattığı psikolojik etki yelken devrinden miras kalmış birçok taktiksel yaklaşımın uygulanabilirliğini büyük ölçüde sorgulanır hale getirmişti. Modern deniz savaşının önemli yönlerini iyi tahlil eden Makarov, torpido ile donatılmış, yüksek sürat ve manevra avantajına sahip torpidobotların, hantal muharebe gemilerine karşı bilhassa gece icra edilecek vurkaç harekatları için biçilmiş kaftan olduğuna inanıyordu. Karadaki “küçük savaş” ya da daha bildik adıyla ‘’gerilla harbine’’ benzer bir şekilde, yüksek manevra hızına sahip cüretkar taarruzlar silsilesi düşman filosunun dengesini bozarak harekat yarıçapını kısıtlamak dışında uyguladığı ablukanın da sürdürülebilirliğini kuşkulu hale getirecekti. Bu tarz bir harekat tipinin geleneksel Rus denizci karakterine uygun olması da, Makarov’un bu tercihini yaparken hesaba kattığı bir diğer etken olmuştu. Torpido taarruzu yaklaşımı ile Gerilla Harbi arasında oldukça yakın benzerlikler kuran Makarov, organizasyondan yoksun Rus denizci karakteriyle örtüşen ve gerilla prensipleriyle yoğrulmuş bir harekat şeklinin üstün düşman deniz gücüne karşı etkili olmanın yegane yolu olarak görmekteydi. Modern deniz harp doktrininde de Gerilla Harbi (Guerilla Warfare) rakibin deniz erişimini engellemeye (sea denial) yönelik başvurulan faaliyetler olarak da tanımlanmaktadır.

Makarov’daki torpido taarruzu fikrinin altyapısı, Amerikan İç Savaşı’nda Kuzey Ordusu’na nazaran daha güçsüz bir donanmaya sahip olan Konfederasyon ordusunun elde ettiği birtakım “tesadüfi” başarılara dayanıyordu. Makarov’a göre, Amerikan İç Savaşı torpidonun daha etkili kullanımına yönelik bir tekne türünün ortaya çıkışında hiçbir fayda sağlamamıştı. Ancak Konfederasyonu’nun Kuzey ablukasını kırmaya yönelik giriştiği torpido taarruzları, bu tip harekatların gece icra edildiğinde başarı yüzdesinin dikkate değer ölçüde arttırmıştı. Makarov’un deniz harp doktrininin arka planını oluşturan bu gece torpido taarruzları, onun tarafından ilk kez 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, namı diğer 93 Harbi’nde hayata sokuldu ve Rus amirale başarı ile birlikte tecrübeler kazandırdı.

Aslında savaş öncesi Osmanlı ve Rus donanmalarının nitelik ve nicelik yönünden bir kıyaslaması yapıldığında, Rus tarafının aleyhine bir durum olduğu aşikardı. Kırım Savaşı’ndan sonra Paris Antlaşması’nın belirlediği uluslararası yasalar gereğince Karadeniz askerden arındırılmış ve Rus Çarlık Donanması bu bölgede muharebe filosundan yoksun bırakılmıştı. Bunun tam aksine Osmanlı Donanması ise birçoğu Sultan Abdülaziz döneminde alınmış 43 adet büyük ve küçük nakliye gemisi, 15 adet küçük uskurlu ve yandan çarklı karakol gemisi, 6 adet zırhlı firkateyn, 8 adet zırhlı korvet ve monitör, 7 adet nehir gambota sahipti.

93 Harbi başladığında Karadeniz’deki deniz üstünlüğünün kendi lehinde olduğunun bilincinde olan Osmanlı Donanma yetkilileri, donanmayı Karadeniz, Akdeniz ve Tuna olmak üzere üç ana filoya bölerek teşkilatlandırmıştı. Bilhassa Karadeniz Filosu’nun öncelikli görevi, düşman sahillerini abluka altına alarak Rus ticaret ve muharip gemilerinin abluka haricine çıkmasını engellemekti. Aslında Osmanlı Donanması’nın Karadeniz’de Rusya’ya karşı uyguladığı “Deniz Ablukası” (Naval Blockade), 18. ve 19. yüzyıllarda daha güçlü deniz gücüne sahip tarafın uyguladığı geleneksel bir stratejiydi. Bu stratejinin temelinde, deniz hakimiyetini sağlamak adına düşman muharebe ve ticaret filolarının açık denize açılmasını engelleme ve düşman gemilerinin mümkün mertebe limanlarda hareketsiz bırakılması yatmaktaydı. Bu durumda Rusya’nın kendisinden daha üstün, konvansiyonel deniz gücüne sahip Osmanlı donanmasına karşı alışılmışın dışında bir mücadele vermesi gerekiyordu. Durumun fazlasıyla farkında olan Rus Çarlık Donanma kurmayları, eldeki tüm imkanları seferber ederek üç temel operatif yaklaşımı ihtiva eden etkili bir savunma doktrini ortaya koymaya çabaladılar.

İlk planda, Osmanlı Filosu’nun kıyıdan icra edeceği taarruzlara karşı Rus Karadeniz Filosu önemli liman ve körfezlere 500 mayın döktü. Ayrıca kıyı savunmasını yüzer batarya ve kıyı topçusundan kurulu bir “pasif savunma” düzeninde teşkil etti. İkincisi ise, Karadeniz Filosu’nun zayıflığını takviye maksatlı, Baltık Donanması’ndaki ekseriyetle İngiliz Thornycroft firması ürünü az su çeken hafif torpidobotlar Rus Ordusu’nun Tuna Nehri’ni geçişinden önce nehri mayınlamak ve gerektiğinde torpido taarruzuyla Osmanlı zırhlı gambot ve monitörlerinin (nehirde kullanılan savaş gemilerine verilen isim) müdahalesini önlemek üzere bir tertiplenme içine girdi. Son olarak, bizzat Yüzbaşı Makarov tarafından komuta edilecek, daha çok torpidobot ve bunun dışında torpido ve 150 mm çapında Krupp toplarıyla teçhiz edilmiş, kruvazör harbi icra edebilecek deniz nakliyatında kullanılan vapurların uygulamaya koyacağı “aktif savunma” önlemleri devreye sokuldu.

Makarov tarafından “saldırgan savunma” olarak adlandırılan bu anlayış, yeterli donanıma sahip olmayan Rus Donanması’na yaratıcı çözümler sunuyordu. Bu konseptin temelinde yüksek taarruz kabiliyeti ve yüksek risk ihtiva eden “asimetrik” torpido harekatı yer almaktaydı. Bunun dışında, düşman filosunun intikal güzergahlarının ve kıyı hattı boyunca önemli limanlarının mayınlanmasına yönelik faaliyetler de savunmanın bir diğer ayağını teşkil etmekteydi. Bu anlayış, 93 Harbi sırasında aslında donanımlı haldeki Osmanlı Donanması’nın Karadeniz’de idame ettirdiği ablukayı çarpıcı biçimde zora soktu ve bu donanmanın harekatını sınırladı.

Johann Luppis
Makarov’un en önemli silahı ise yeni yeni sahalara inen kendinden tahrikli torpidoydu. Aslında Whitehead torpidolarının geliştirilmesi 1864 yılına kadar dayanıyordu, 1864 yılında bir Avusturyalı denizci Yüzbaşı Johann Luppis’in hali hazırda donanmalarda kullanılan torpidoların tasarımını geliştirmesi ile kendinden tahrikli torpidonun temel tasarımı tamamlanmış oldu. Luppis’in tasarımı, suyun üstünde mekanik hareketle ilerleyen bir torpidoyken, Whitehead ise sıkıştırılmış havayla hareket eden ve hidrostatik derinlik regülatörü sayesinde suyun altında ve doğru derinlikte seyredebilen bir torpidoyu geliştirmişti. Robert Whitehead’in torpidoları, o dönem birçok donanma tarafından benimsendi ve hatta bu donanmalar, “Whitehead” lisansıyla kendi torpidolarını bile imal etmişti. 1870 yılında İngiltere, 1872’de Fransa, bir yıl sonra İtalya ile Almanya ve 1876’da ise bilhassa Rusya, Whitehead torpidolarının müşterileri arasına girdiler. Whitehead Torpidolarını Osmanlı ablukasını kırmakta ana silah olarak benimseyen Makarov, Batum ve Sünne limanlarında konuşlanan Osmanlı zırhlılarına karşı cesurca torpido taarruzları icra ederek, deniz savaşının taktik boyutuna önemli katkılar sağlayacak girişimlerin fikir babalığını yaptı. Kendi komutasında, Whitehead torpidosuyla donatılmış dört torpidobotu taarruz edilecek bölgeye taşımakla görevli, Velikit Knyaz Konstantin silahlı vapuruyla Osmanlı gemilerine karşı birçok defa torpido taarruzuna teşebbüs etti.

Velikit Knyaz Konstantin

25 Mayıs 1877’de Baltık’tan demiryolu ile getirilen Seren Torpidosuyla Donatılmış Tsarevna, Xenia, Tsarevitch, Djigit adlı torpidobotlardan oluşan Rus nehir gücünün, Tuna’da Maçin limanı önünde demirli bulunan Feth-ül İslam ve Seyfi zırhlı monitörlerine karşı giriştikleri hücum, tarihteki ilk geniş çaplı torpidobot taarruzu oldu.  Ancak bu saldırıyı dünyada bir gemiye hasar vererek batırmış ilk torpido saldırısı olarak göremeyiz. Çünkü Seren torpidoları kendinden tahrikli sisteme sahip değildir. Diğer adı Spar Torpedo olan bu torpidolar Amerikan İç Savaşı’nda Güneyli mühendis E. C. Singer tarafından tasarlanan ilk torpido türlerinden birisidir. Bir geminin pruvasına sabitlenmiş uzun bir direğin ucuna bağlı yüksek oranda patlayıcının, düşman gemisine saplamak suretiyle ateşlenmesi esasına dayalı bir torpido olan bu silahlar oldukça ilkel bir yapıya sahipti. Dolayısıyla Whitehead torpidoları kendinden tahrikli ve sualtında ilerlemesinden dolayı bir milat olarak kabul edilebilir. Çünkü Whitehead torpidoları Dünya savaşlarında ve günümüzde kullanılan torpidoların atasıdır. Whitehead torpidosu ile günümüz torpidolarının işleyiş şekli çok az evrilmiş ve kullanım alanları aynı kalmıştır.

Feth-ül İslam Monitorü
Spar Torpedo

Torpido taarruzu için ideal bir zamanda, yani görüşün düşük olduğu karanlık ve yağmurlu bir havada taarruza girişen Tsarevitch, fark edilmeden 400 tonluk Seyfi’nin kıç tarafında seren torpidosunu infilak ettirmeyi başardı. Kısa bir süre sonra Xenia’nın taret bölümünü hedef alarak infilak ettirdiği ikinci torpidonun ardından Seyfi 15 dakika gibi kısa bir sürede sulara gömüldü. Çarlık donanmasının uyguladığı ani ve sürpriz saldırı üzerine Osmanlı nehir filotillası faaliyetlerini kısıtlanmakla kalmamış, Osmanlı donanma komutanlarını da ciddi bir endişeye sevk etmişti. Ayrıca, gece icra edilen bu taarruzların önüne geçme maksatlı olarak barış anlaşması yapılana kadar gemilerin geceleri boğaz ve limanlara sokulmaması kararı alınmıştı.

Makarov, abluka görevi icra eden Osmanlı Filosu’nun ekseriyetle stratejik limanlarda demirli bulunmasını, baskın şeklinde torpido taarruzu için önemli bir avantaj olarak görmekteydi. Bunun için Mayıs ayı içinde iki defa Batum ve Sulina limanlarında bulunan Osmanlı gemilerine taarruz edildiyse de başarılı bir sonuç elde edilemedi. Ancak, 25 Ocak 1878’de Whitehead torpidosu ile teçhiz edilmiş Makarov komutasındaki Çesme (Tchesme) ve Sinop (Sinope) torpidobotlarının Batum Limanı’nda demirli bulunan Osmanlı zırhlılarına karşı giriştiği üçüncü taarruzda, 73 metre gibi oldukça kısa mesafeden attıkları torpidolardan biri 2000 tonluk uskurlu bir ahşap gambot olan İntibah’a isabet etti. Bunun sonucunda gemi iki dakikadan kısa bir sürede, 23 mürettebatıyla birlikte sulara gömüldü.

İntibah'ın Batırılışını Gösteren Portre

Makarov’un bu başarılı torpido taarruzu Karadeniz’deki Osmanlı deniz hakimiyeti üzerinde ciddi bir etki yaratmadıysa da torpidonun pratikte ne denli etkili bir silah olduğunun dönemin askeri gözlemcileri tarafından yakından takip edilmesini sağladı. İntibah gambotu deniz harp tarihi literatürüne kendinden tahrikli torpidoyla batırılan ilk muharip gemi olarak girerken, gözü pek Çarlık donanma Yüzbaşısı Makarov bunu başaran ilk komutan olarak dünya tarihine adını yazdırdı ve bu başarısı tüm dünyada büyük yankı uyandırdı.

93 HARBİ SONUNDA ALINAN DERSLER

Geriye bakıldığında 93 Harbi’nin doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, torpidoyu hedefe göndermek için en ideal platformun, hafif tonajlı, buhar gücüyle hareket eden, manevra kabiliyeti yüksek unsurlar olduğunun anlaşılmasıydı. Daha sonra torpidobot olarak adlandırılacak bu küçük botların yelken döneminde hiçbir geminin sahip olmadığı bir kudrette düşman üzerinde tahrip edici etkiye sahip olması, torpidobotların tüm denizci ülkeler tarafından tercih edilmesini sağlayacaktı.

Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından Makarov’un savaş boyunca giriştiği torpido taarruzlarından önemli dersler çıkarmıştır. Bilhassa iyi eğitim görmüş subaylar tarafından kumanda edilen personelin, torpido gibi modern bir silahla en elverişsiz şartlarda bile hatırı sayılır ölçüde bir başarı kaydetmesi dikkatleri çekmeye yetmişti. Aynı şekilde birkaç torpidobottan oluşan filotillanın da koordineli taarruzunun ne denli etkili olduğu savaş boyunca tecrübe edilmişti. Alınan dersler ışığında ortaya çıkan fikirler, Makarov’un torpidonun etkin kullanımına yönelik taktik bir kuram geliştirmesinde önemli katkılar sağladı. Torpidoyu modern deniz savaşının en önemli unsurlarından biri olarak değerlendiren Makarov, torpido atış teknikleri, uzak mesafeden ve sığ sularda torpido kullanımı, torpidoya karşı korunma ve bunun için gerekli sakınma manevralarından detaylı bir şekilde makalelerinde söz etmiş ve Makarov’un bu makaleleri ilerleyen yıllarda tüm donanmalar için bir kılavuz görevi görmüştür. Makarov’a göre, mühimmat ve buna bağlı silah teknolojisi oldukça hızla bir şekilde gelişiyor ve buna paralel olarak ateş gücü, doldurma hızı, hassasiyet ve balistik etkinlik açısından önemli ilerlemeler vuku buluyordu. Bu doğrultuda Makarov, ana muharebe gemilerindeki yüksek kalibreli toplar, seri ateşli hafif silahlar ve bu silahlarda kullanılan muhtelif mühimmatın hedefe dönük kullanımı ile ilgili bir takım tespitlere de yer vermiştir. Dolaysıyla bir donanmanın ana muharebe gücünün sadece torpidobot veya muhriplerden değil zırhlı gibi ağır unsurlardan da oluşması gerektiği kanaati çıkartılabilir. Özellikle 2. Dünya savaşı sırasında yaşanan deniz muharebelerinde bu ana muharebe gücünde torpidobotlar veya muhripler ağır silahlarla donatılmış muharip gemilere atış ve daha geniş manevra kabiliyeti sunarken, düşman unsurlara ise torpido saldırıları ile karşıda bulunan gemilerin harekat dengesini bozma ve batırma görevlerini üstlenmiş, bir bakıma küçük caydırıcı unsurlar olmuşlardır.

Savaş sonrasında farklı alanlarda çalışmalarını sürdüren Makarov, İstanbul’un deniz yoluyla ele geçirilmesi şeklinde Rus harp planlarına da katkı sağlamaktan geri durmadı. Esasen 93 Harbi tecrübesi Rus Genelkurmayı’na, ordunun İstanbul’a kara yoluyla gitmesinin hem zaman aldığını hem de çok daha maliyetli olabildiğini açıkça göstermişti. Bu yüzden 1880’lerin başlarında İstanbul’un, bilhassa da Boğazların zaptı üzerinde detaylı bir plan üzerinde çalışılmaya başlanmıştı. Ne var ki, İstanbul Boğazı’na bir çıkarma yapabilmek için güçlü bir donanmaya ihtiyaç duyulması 1881 yılından itibaren zırhlı muharebe gemisi ve büyük nakliye gemilerinden müteşekkil, geniş çaplı bir donanma programının hayata geçirilmesi gerekiyordu. Makarov’un albay rütbesi almasını sağlayan görevi, resmi olarak İstanbul Boğazı ile ilgili hidrografik araştırma yapmak ve bölgedeki farklı yöndeki akıntıları incelemekti. Ancak ondan beklenen bir diğer gizli görevi daha vardı: Boğaza yapılacak muhtemel taarruzda seyir şartlarını incelemek dışında mayın döşenecek ve çıkarma yapılabilecek mevkilerin tespiti

Rus Genelkurmayı’nın İstanbul’a karşı tasarladığı işgal planı Osmanlı tarafında derin bir endişeye yol açtı. Osmanlı askeri yetkilileri, Karadeniz’den gelebilecek Rus tehdidine karşı Boğazların ve İstanbul’un müdafaasının hayati öneme sahip bir mesele olduğu konusunda görüş birliği içindeydiler. Rusya’nın Karadeniz’deki donanmasını kayda değer ölçüde takviye etmesi, Osmanlı Devleti’ni Boğazların güvenliğini arttırmaya yönelik birtakım tedbirler almaya sevk ediyordu. Bu tedbirlerin başında ise kıyılara konuşlandırılacak mayınlar, torpido istasyonları ve Boğaz girişine desteği sağlamak üzere konuşlandırılan kıyı istihkamları bulunmaktaydı. İstanbul’un işgale edilmesi ile ilgili endişe ve hazırlıklar ise 1. Dünya savaşının sonuna kadar sürecekti.

SONUÇ

Stepan Osipovich Makarov çalışmaları ve başarılarıyla Çarlık Donanmasında olduğu kadar dünyadaki diğer donanmalar tarafından da takip edilen bir isim olmuştur. 1904-1905 yılları arasında yaşanan Rus-Japon Savaşı sırasında gemisinin, tam da kendi doktrininin esas unsuru olan bir mayına çarparak, batması sonucunda trajik şekilde hayatını kaybeden Makarov, günümüzde de deniz strateji ve taktikleri üzerine sayılı isimlerden biri olma özelliğini korumaktadır. Keza Makarov’un ortaya attığı taktiksel doktrinler hali hazırda torpido ile atış yapabilen tüm unsurların temel eğitim çalışmalarında işlenmektedir.

Taktik taarruzu deniz savaşlarının temel ilkesi olarak gören Makarov, 93 Harbi sırasında hazırladığı operatif planlamanın da esasını, pasif bir savunmanın aktif taarruza dönüştürülmesi fikrine dayandırmıştı. Bu tertiplenme için esas görülen silahların başında torpido gelmekteydi. 93 Harbi boyunca bilhassa gece vakti ve baskın şeklinde yapılan vurkaç harekatları, torpidonun eş güdümlü komuta altında hatırı sayılır bir taktik yeterliliğe sahip olduğunu kanıtlamıştır. Bunun dışında Rus limanlarında ve düşmanın intikal hatları üzerinde deniz mayınlarından etkin bir şekilde istifade edilmesi, Rus Donanması’na üstün deniz gücüne elinde bulunduran Osmanlı Donanması’na karşı taktik avantaj sağlamıştır. Gerçekten de Makarov önderliğinde Rusların torpido ve deniz mayınlarını hem taarruzi hem de müdafaa maksatlarıyla kullanmaları, Osmanlı Karadeniz Filosu’nun düşman sahillerini ablukaya alma ve diğer devletlere ait ticaret gemilerinin limanlara girişine mani olmak gibi kritik manevraları gerçekleştirmesine engel olmuştur. Böylece, savaş boyunca Osmanlı filosunun Rusların can damarı sayılan Sivastopol ve Odessa limanlarına taarruz girişimi de engellenmiş oldu.

Savaş sonrasında başta Sultan Abdülhamid olmak üzere Osmanlı donanma yetkilileri Makarov’un teorilerini kendi jeopolitik ihtiyaçlarına göre uyarlayarak, torpido ve mayın harbi üzerine kurulu bir kıyı savunma stratejisi geliştirmeye çabalamıştır. Bu bağlamda, denizaltından ilk ateşlenen torpido bu gelişmeler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. 1888 yılında Abdulhamit isimli denizaltı Sarayburnu önlerinden dalarak akıntıya karşı ilerlemiş ve Üsküdar önlerinde demirlemiş boş bir gemiyi torpidosunu atıp batırararak yabancı devlet temsilcilerine gösteride bulunmuştur. Böylece Abdülhamid, "hedefe su altında torpido atan ilk denizaltı" olarak tarihe geçmiştir.

 
Abdulhamit Denizaltısı

Makarov’un 93 Harbi’ndeki torpido taarruzu tecrübeleriyle doktrinleşen fikirlerinden ilham alan ve Fransa’da hayat bulan Jeune Ecole Stratejisi’ne dört elle sarıldıkları görülmektedir. Yeni bir anlayışı temsil eden Jeune Ecole stratejisinin temeli, yetenekli ve daha büyük savaş gemisi filosu ile mücadele için iyi donanımlı, küçük birimlerin savunmaya yönelik kullanılması görüşüne dayanmaktaydı. Her iki tarafı keskin bir bıçağı andıracak şekilde bir tarafıyla torpidobot filotillalarıyla kıyıların düşman muharebe gemilerine karşı savunulmasına ilişkin prensip ön plana çıkarılırken, diğer tarafıyla da rakibinin yumuşak karnı sayılan açık deniz ticaret filolarına karşı “ticaret harbi” yöntemiyle İngiltere’nin kolonyal gücünü dize getirmek amaçlanmaktaydı. Başta Jeune Ecole’ün fikir babası olan Amiral Theophile Aube olmak üzere birçok askeri gözlemci Makarov’un başarılarından bir hayli etkilenmiştir. Hatta önde gelen Fransız deniz düşünürleri, “anti-İngiliz” bir ekolün yaratılması bağlamında 93 Harbi’ndeki güçlü Osmanlı Donanması’nı Avrupa’daki konvansiyonel donanma üstünlüğünü elinde bulunduran İngiltere örneği ile ironik olarak bağdaştırmışlardı. Başka bir deyişle, 93 Harbi sırasında Makarov’un Karadeniz’de deniz hakimiyetini elinde bulunduran Osmanlı Donanmasına karşı torpido ile esnek bir savunma düzeni üzerine kurulu teorisi, Jeune Ecole’e mensup askeri düşünce çevresine esin kaynağı olmuştu. 

Amiral Theophile Aube

Ancak Jeune Ecole stratejisi 1. Dünya savaşı ile 2. Dünya savaşı arasında bulunan dönemde Fransızların başını bir hayli ağrıtacaktı. Çünkü diğer donanmalara göre Fransız donanması ağır vurucu güce sahip kruvazör ve zırhlılara çok ehemmiyet vermediği için zayıf bir görünüm çizecekti. Keza Fransızların oluşturduğu hafif ve üstün hareket kabiliyetine sahip unsurların etkinliği de ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü bu unsurlara yerleştirilecek topların kalibresinin küçük olmasından dolayı düşman savaş gemilerine karşı ateş gücün olarak oldukça zayıf kalırken, ellerinde sadece torpido gibi saldırı aracı kalmaktaydı. Torpidoların ise top mermilerine göre isabet oranı bir hayli azdı. Tabi ki torpido isabeti almış düşman unsuru ağır hasar alıyordu. Ancak bir donanmanın torpido isabeti sağlayabilmesi için sürpriz unsuru ile birlikte ortamın uygun olması gerekiyor.

Sonuç olarak; günümüzde torpido taşıyan muharip unsurlar (denizaltı veya fırkateyn) donanmaların olmazsa olmazıyken, torpido donanmaların en büyük saldırı silahlarından birisini oluşturmaktadır. Torpido günümüzde daha sık kullanılan seyir füzeleri gibi tüm donanların caydırıcı unsurlarından birisidir. Bu silahların kullanım şekli ile ilgili iyi eğitilmiş personel sayesinde bu caydırıcılık bir kat daha artmaktadır. Bu eğitimlerin temelini ve taktiksel kullanım şekilleri ile ilgili ilkeleri ilk olarak Stepan Osipovich Makarov ortaya atmış ve hali hazırda kendisinin hazırladığı bu doktrinsel yaklaşım donanmaların temel eğitimlerinde kullanılmaktadır.

0 Yorumlar