Denizcilik Tarihine Yön Verenler: Stepan Osipovich Makarov
Amiral Makarov'u bir
subay olarak kısaca değerlendirmek gerekirse kendisinin ürettiği ve uyguladığı
doktrinden ötürü Rusların Alfred Thayer Mahan'ı olarak tanımlayabiliriz. Aynı şekilde
bir stratejist olarak Rusların Nelson ve Clausewitz'i olarak görebiliriz. Makarov
yazdığı kitaplarda Carl Von Clausewitz’in çalışmalarından oldukça etkilenmiş
gözükür ve kitaplarında Alman subayın görüşlerine çokça yer vermiştir.
makarov'u değerlendirirken sadece bir deniz subayı değil, aynı zamanda deniz
araştırmacısı bir bilim adamı olarak da görebiliriz. Bu iki meziyeti bir arada
bulundurmasından ötürü yaşadığı dönemde birçok kitap yazmış ve ilklere de imza
atmıştır.
Amiral Makarov'u daha
iyi tanıyabilmek ve değerlendirebilmek için öncelikle yaşadığı döneme biraz
değinmek gerekiyor. Amiral Makarov’un yaşadığı dönem olan 19. Yüzyıl deniz savaşlarındaki
strateji ve deniz muharebe doktrinleri açısından ‘’altın çağ’’ olarak
görülür. Çünkü bu dönemde hem gemi teknolojisinin gelişmesi hem gemilere karşı
kullanılan top teknolojilerinin ilerlemesi hem de yeni icatların ortaya çıkması
yeni doktrinler ile stratejilerin doğmasına neden olmuştur. Bununla birlikte
yüzyıl boyunca denizlerdeki sıcak çatışmaların az sayıda oluşu, deniz
subaylarına bu muharebelerdeki tecrübe ve değerlendirmelerini yeni doktrinler
oluşturması imkanını vermiştir. Yeni nesil savaş teknolojilerinin ve bunlara
bağlı doktrinlerin sınandığı bu muharebelerin ekseriyetle kesin neticesiz veya
çelişkili oluşu, deniz harp doktrini alanında kalem oynatan neredeyse herkesi
deniz gücünde çeşitli unsurlara önem veren yeni teoriler geliştirmeye itmiştir.
Örneğin İngiliz Amiral Fisher yüzyılın sonunda dreadnought (dretnot)
devrimi ile zırhlı gemiler çağını yeni bir döneme taşırken; Fransızlar Jeune
Ecole Stratejisi üzerine yoğunlaşarak daha küçük birimlerle savaşmayı
seçmiştir. Modern anlamda “deniz hâkimiyeti” konseptinin ortaya
çıkmasına stratejik düzeyde en büyük katkıyı sağlayan düşünür, fikirleri
günümüzde de hala önemini koruyan Amerikalı deniz subayı Alfred Thayer
Mahan’dır. Mahan’ın ‘’Deniz Hakimiyet Doktrini’’ başta ABD
olmak üzere İngiltere, Almanya ve hatta Japonya’da büyük yankı bulmuştur.
Mahan’ın 17. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın sonlarına kadar hat gemisi (bkz.
Ship of the line) dönemini deniz muharebelerini anlatarak ileri sürdüğü doktrin
ve tezler, ilginç bir şekilde “Buhar Çağı” olarak bilinen yeni dönemde
de pek çok ülkenin deniz stratejisinin şekillenmesinde yadsınamaz bir pay
sahibi olmuştur.
Alfred Thayer Mahan |
Diğer taraftan, 1860’ların sonlarında İngiliz mühendis Robert
Whitehead’in Avusturya’nın liman kenti Fiume (Rijeka) bulunan fabrikasında
modern anlamda ilk kendinden tahrikli torpidoyu üretmeye başlaması, deniz harp
teknolojisindeki en önemli sıçramalardan birini teşkil etmekteydi. Dönemin
donanmalarında geçerli vurucu güç olarak görülen ana muharebe gemilerinin (ironclads)
birçoğunun torpido taarruzu karşısındaki çaresizliği, mevcut deniz harp
doktrinlerini dramatik bir biçimde altüst etti. Büyük meblağlara mal olan bir
zırhlının çok ucuza mal edilebilen bir torpido tarafından “kırılgan” bir
hedef haline getirilmesi fikri, birçok askeri stratejistin deniz taktiğine yeni
boyutlar eklemesine neden oldu.
Bu noktada devreye o dönemde yüzbaşı olan Stepan Osipovich
Makarov girmektedir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sırasında
güçlü Osmanlı filosuna karşı görev yapan Makarov oluşturduğu yeni strateji
çerçevesinde bir dizi etkili torpido taarruzunun da mimarı olmuştur. Dönemin
kimi gözlemcileri tarafından “Rus Çarlık Donanmasının en büyük hazinesi”
olarak adlandırılan Makarov, teknolojiyi yakından takip eden, modernleşme
yanlısı, iyi eğitimli bir deniz subayıydı. Akranlarından farklı olarak
aristokrat bir aileden gelmemesine rağmen kariyeri oldukça parlak olan Makarov,
Rus Donanması’nın yeniden dizayn edilmesi ve çağdaş bir strateji anlayışıyla
doktrine edilmesinde de oldukça etkili oldu. Yazının bu noktasında Makarov’un hayatını
ve yaptıklarını kısaca anlatarak devam edelim.
Robert Whitehead |
STEPAN OSİPOVİCH MAKAROV KİMDİR?
Stepan Osipovich Makarov Rusya’nın Nikolaev kentinde
(bugünkü Mykolayiv) doğmuştur. Ailesi 1858'de Rusya'nın Pasifik
kıyısındaki Amure'ye taşındı ve Makarov bu şehirde öğrenim hayatına başladı. 1863
yılına gelindiğinde Makarov Rus Pasifik Filosunda askeri öğrenci olarak Rus
İmparatorluk Donanması'na katıldı ve 1866 yılında Askold
korvetinin Vladivostok'tan Ümit Burnu üzerinden Kronstadt'a olan yolculuğuna
katıldı. 1867 ve 1876 yılları arasında Makarov, Baltık Filosunda Amiral
Andrei Popov komutasında görev yaptı ve 1876 yılının ortalarında Karadeniz Filosuna
geçti. 1873 yılı ise Makarov için bir dönüm noktası olmuştur. Makarov bir
geminin gövdesindeki delikleri kapatmak için yaptığı tasarım ile 1873 Viyana
Dünya Fuarı'nda katılmış ve bu fuarda kendinden tahrikli Whitehead
torpidoları ile tanışmıştır. Torpidolar hakkında aldığı bilgiler sayesinde
ilgisini torpidobotlara yoğunlaştırmış ve stratejiler oluşturmaya başlamıştır. Makarov,
1877-78 Rus-Türk Savaşı'nda Rus torpido botu Velikiy Knyaz Konstantin'in
kaptanı olarak oluşturduğu bu stratejileri hayata geçirmiş ve başarı
sağlamıştır. (Yazının ana konusu da gerçekleştirdiği bu başarılar üzerine
olacaktır.) Makarov, 1879-1880 yılları arasında Rusların Orta Asya'yı fethi
sırasında deniz birliğinin bir parçası olarak çeşitli görevler üstlenmiştir.
Amiral Andrei Popov |
Makarov’u sadece stratejist bir deniz subayı olarak
değerlendirmemek gerekiyor. Makarov, çarlık donanmasında görevini sürdürürken
deniz araştırmaları konusunda uzmanlaşmıştı. Bu uzmanlığı ile birlikte
oşinografi ve deniz taktikleri üzerine elliden fazla makale yayınladı. Makarov’un
en önemli araştırma seferlerinden birisi Vityaz korveti ile 1886-89
yılları arasında dünya çapında bir oşinografik keşif seferini yönetmesidir.
Makarov, 1890 yılında Tuğamiralliğe terfi ettiğinde, Rus donanması
tarihinde böyle bir konuma ulaşan en genç kişiydi. 1890-1894 yılları
arasında Makarov, Donanma Yönetmelik Başmüfettişi olarak görevini sürdürdü ve
bu süre zarfında, tasarımı kısa süre sonra tüm donanmalar tarafından
kopyalanan, zırh delici bir mermi olan "Makarov kapağını" (Makarov
Cap) icat etti. 1894-1895 arasında Makarov, Akdeniz Filosu komutanlığı;
1895-1896 yılları arasında ise eğitmenlik görevini üstlendi. 1896'da
koramiral oldu ve özellikle de Avrupa ile Doğu Asya arasında bir kuzey deniz
yolu kurmak için gerekli olan buz kırıcıların tasarımına odaklanmaya başladı.
Makarov, 1897 yılında Ob ve Yenisey Nehirlerinin ağızlarını incelemek
için bir keşif gezisine öncülük etti. Buz kırma yöntemleriyle ilgili
araştırmasının bir parçası olarak Makarov, kışın demiryolu feribotlarının
kullandığı yöntemleri incelemek için 1898 yılında Kuzey Amerika'nın
Büyük Göller bölgesini ziyaret etti. Bu araştırması neticesinde aldığı notlar
ve tecrübesiyle dünyanın ilk kutup buzkıran gemisi olan Yermak'ın tasarımını
gerçekleştirdi, inşaatını denetledi ve 1899 yılındaki ilk yolculuğunda geminin
komutanlığını yaptı. Ocak 1900'de Kronstadt şehrinin komutanı ve askeri
valisi olarak atandı. 1901 yılına gelindiğinde Makarov, Yermak'a keşif
amaçlı Kuzey Kutbu seferine çıkmasını emretti.
Yermak Buzkırıcı Gemisi |
Makarov, 1904 yılına kadar valilik görevini icra ettikten
sonra Japon İmparatorluk Donanması'nın 9 Şubat 1904 tarihinde Port
Arthur'a yaptığı sürpriz saldırının ardından 24 Şubat'ta burada bulunan Rus
İmparatorluk Donanması'nın savaş filosunda görevlendirildi ve görevinin başına
geçer geçmez Petropavlovsk Öndretnotunu (predreadnought) amiral gemisi
olarak kullanmaya başladı. Makarov’un bu görev sırasındaki komutanlığı çalışma
arkadaşları tarafından diğer Rus deniz subaylarına göre stratejik düşünce farkı,
düşmana karşı saldırgan tutumu ve "astlarına güven verme" yeteneği yönünden
takdir edildi.
Petropavlovsk Öndretnotu |
Makarov, 1904'ün başlarında Port Arthur’da komutayı
devralmasından sonra ilk iş olarak, filoda bulunan gemilerin faaliyetlerini ve
liman savunmasını büyük ölçüde artırdı. Makarov göreve gelene kadar bölgede
konuşlu Rus filosu caydırıcı bir rol üstlenmiş ve fazla faaliyette bulunmamıştı.
Makarov görevini sürdürdüğü dönemde ise, Rus savaş gemileri neredeyse her gün
denize açıldı, sürekli hareket halinde ve Port Arthur'un kıyı bataryalarının savunma
şemsiyesi altında faaliyetlerine devam ettiler. Makarov öncesi dönemde denize
açılan gemiler Port Arthur limanında bulunan bataryaların yetersiz olmasından
dolayı yeterli faaliyet alanı bulamıyor ve savunma şemsiyesinin dışına
çıktıkları anda Japon gemilerine gafil avlanarak ya geri çekilmek zorunda
kalıyor yada batırılıyorlardı. Ayrıca Makarov, seleflerinden farklı olarak
Japonlarla anlaşma yoluna gidilmesi taraftarıydı ve bu yönde adımlar atılmasını
istiyordu. Bu düşünceye rağmen her asker gibi çatışma ihtimaline
karşı gemilerini savaşa hazır ve savaş düzeninde tutmayı da ihmal etmiyordu. Gemilerin
hazır şekilde tutmanın mükafatını ise 1904 yılının Mart ayında Japon
kruvazörlerinin Port Arthur'u bombaladığında alacaktı. Japon kruvazörlerinin
sürpriz saldırısına karşılık Rus gemileri o kadar şiddetli bir ateşle karşılık
vermişti ki Japon gemileri geri çekilmek zorunda kalmıştı. Aynı ay, Japon
Donanması liman girişini eski buharlı gemileri batırarak kapattı. Buharlı
gemilere eskortluk eden Japon savaş gemilerini girişi korumakla görevlendirilmiş
Rus kruvazörleri kovalayarak ateş açmış ve Japon gemilerine hasar vermiştir.
Ancak bu küçük başarıya rağmen liman girişinin kapatılması Rus donanması için
sonun başlangıcı anlamına geliyordu.
Liman girişinin kapanması sonucu Rus savaş gemileri ile
ticari gemilerinin limana giriş ciddi manada kısıtlanmış ve açıkta devriye
gezen Japon gemilerine daha kolay hedef olmalarına neden olmuştu. Nitekim 13
Nisan 1904'te devriyeden dönen Rus destroyeri Strasny, Port Arthur
limanına tekrar girmeye çalıştığı sırada bölgede devriye gezen Japon destroyerleri
ile karşılaşarak çatışmaya girmek zorunda kalmıştı. Bu çatışmayı gören Makarov,
Strasny destroyerine yardım etmesi için bir kruvazörü çatışma alanı gönderdi. Bu
emri müteakip Makarov, üç savaş gemisi, dört kruvazör ve bir grup muhrip ile Sarı
Deniz’de faaliyet gösteren düşman savaş gemileriyle savaşmak için yola çıktı. Japon
savaş gemileri Makarov yönetimindeki filoyu görür görmez geri çekilmeye başladı.
Aslında bu geri çekilme bir bakıma aldatmacaydı ve Makarov yönetimindeki filoyu
kendi üzerlerine çekmeyi amaçlıyordu. Makarov ihtiyatı elden bırakarak kıyı
bataryalarının menzilinden çıkarak Japon gemilerini kovalamaya başlamış ve kovalanan
Japon gemileri ana vuruş gücü olan zırhlılar ile birleşerek Makarov’un filosuna
karşı ateş üstünlüğünü ele geçirmişti. Bunun üzerine Makarov, Port Arthur'a
geri dönmek için emir vermiş ve peşlerinde japon filosu takılmış vaziyette
limana ulaşmaya çalışıyordu. Bu noktada Japonların yaklaşık 1 ay önce liman
girişini kapatmış olması Makarov’un en büyük şansızlığıydı. Çünkü liman ağzı
açık olsaydı kara bataryalarının koruma şemsiyesine ulaşmak bir hayli kolayken
şimdi limana kısıtlı bir bölgeden girilebiliyordu. Sonuç olarak Makarov’un
bayrak gemisi Petropavlovsk kıyı bataryalarının menziline ulaşamadan Japonlar tarafından
daha önce döşenen bir mayına çarptı ve ardından yaşanan patlamalar sonrası
Petropavlovsk öndretnotunu (predreadnought) kaptanı Amiral Makarov ile birlikte
battı. İlerleyen saatlerde amiral ve beş subayının cesetleri, Japon kurtarma
ekipleri tarafından enkazdan çıkarıldı ve amiralin cenazesine Japon kruvazörü
Akitsushima'nın subay ve mürettebatının refakatinde Ruslara teslim edildi.
Amiral düzenlenen tören ile Port Arthur'un askeri mezarlığına defnedildi.
Böylelikle hayatını denize ve denizciliğe adamış olan bu subayın yine hayatı
denizde son bulmuş oldu.
Amiral Makarov'un Ölümünü Resmeden Bir Portre |
Amiral Makarov Adına Kronstadt Şehrinde Dikilmiş Anıt. Ayrıca doğduğu şehir Mykolayiv şehri ile Vladivostok şehrinde de Makarov'un anıtı bulunmaktadır. |
STRATJİST OLARAK STEPAN OSİPOVİCH MAKAROV
Stepan Osipovich Makarov, dönemin Çarlık Donanması içinde
tartışmasız en yenilikçi fikirlere sahip ve deniz harp tarihine oldukça aşina
yetenekli subaylardan birisiydi. Nitekim yüzyılın diğer taktik düşünürleri
arasında, en az çağdaşları kadar modern, somut ve uygulanabilir açılımlar sunan
Makarov onlar arasında kendine bir yer bulmayı başaracaktı.
Amiral Makarov’un ortaya attığı teoriler/doktrinler,
dönemin deniz stratejilerinde otorite sayılan Alfred Thayer Mahan’ın
deniz hakimiyet doktrinine karşı önemli taktik açılımlar sunuyordu. Örneğin,
Mahan’ın doktrininde deniz strateji prensiplerinin değişmeyeceği yönündeki
görüşünün aksine Amiral Makarov, teknolojik gelişmelerin deniz savaşları
üzerinde büyük etkisi olduğuna işaret etmekteydi. Makarov’a göre, Nelson
dönemine özgü kemikleşmiş, filo düzeyinde muharebe gemisini esas kabul eden
stratejik bakış açısı yerine koşullara göre mevcut teknoloji ve silahların en
verimli şekilde seferber edildiği, manevraya yönelik strateji ve buna mukabil
taktik yaklaşımlar esas kabul edilmeliydi. Nitekim, Yelken Devri stratejik
anlayışının zirvesi kabul edilen Nelson dönemini, çağdaşı teorisyenlerden
oldukça farklı değerlendiren Makarov, Nelson’ın zaferlerinin arkasında yatan
nedenler üzerine odaklanmıştı. Bunlar arasında en göze çarpanı ona göre,
daha üst düzeyde savaşa hazırlık anlamında eğitim ve disiplini ön
planda tutan ve Nelson’ın enerjik karakteriyle bütünleşmiş liderlik vasfının
yarattığı “birlik duygusu” (esprit de corps) yaklaşımıydı.
Makarov’a göre, Nelson hiçbir şekilde taktiğe yönelik temel prensipleri göz
ardı etmemiş ve bunu beklenmedik metotlar kullanarak düşmanına karşı ezici bir
üstünlüğe dönüştürmüştü. Bu tespiti ışığında Makarov’un iddiası, bölgesinde
dikkate değer bir deniz gücü olunabilmesi için yapması gerekenin, Nelson
döneminde temellendirilen taktik uygulamaları, etkili liderlik ve komuta
yapısıyla harmanlayarak çağdaş silah ve gemi platformlarının elverdiği ölçüde
geliştirebilmek olduğuydu. Yukarıda saydığımız prensipleri biraz daha
irdelediğimizde ise günümüze kadar süregelen bazı askeri yaklaşımları içinde
barındırdığını görebiliriz. Modern askeri anlayışta askeri birliklerin eğitim
ve disiplinine verilen önem aşikardır. Bu disiplin ve eğitim altında yaşayan
askerler birlik duygusunun, arkadaşlığın/kardeşliğin ve çeşitli toplum
katmanları ile birlikte yaşamanın öğrenildiği bir ortamda kendilerini bulurlar.
En azından askerlik görevini icra etmiş olan okuyucuların bu noktada ne demek
istediğimi anlayacağını zannediyorum. Diğer taraftan askerliği meslek
olarak icra edenler ise yukarıda zikrettiğim durumları daha erken yaşlardan
itibaren öğrenmeye ve görevli oldukları birliklerde bu öğrendiklerini tatbik
etmeye başlarlar. Dolayısıyla oluşan bu durum günümüzde askeri birliklerin
içerisinde sonu olmayan bir döngü olarak devam etmektedir.
Carl von Clausewitz |
Makarov’un teorisinin temelinde Sanayi Devrimi sonrası
ortaya çıkan yeni silah teknolojilerinin deniz harpleri ve stratejileri üzerine
şekillendiği görülebilir. Bu teknolojik gelişimle birlikte taktik boyutta
başarıyı getiren bir başka faktörün ise personelin kalitesinin de bulunduğuna
dikkat çekmiştir. Personelin kalitesinin artması için ise devamlı eğitim ve
tatbikatların yapılma gerekliliğidir. Bununla birlikte askeri birliklerin gerçek
anlamda etkili olabilmesi için personelinin iyi bir şekilde
teşkilatlandırılması şarttır. Ayrıca, deniz savaşlarında personelin maneviyatı
kara savaşlarına nazaran çok daha belirleyici bir öneme sahiptir. Bu kanaatine
destek mahiyetinde Napoleon, Nelson ve Clausewitz’in görüşlerinden de
etkilendiği bilinen Makarov, savaşa hazırlık aşamasında personelin öncelikli
görevinin barış zamanında uzun seyirlere çıkmak olduğu düşüncesindedir.
Denizciliğe yönelik talim ve tecrübeleri artan personelin kendi gemi ve
silahlarını yeterince tanıma fırsatı bulması, savaş zamanı işlerini oldukça
kolaylaştıran bir etmen olacağına inanmaktaydı. Özellikle Carl von
Clausewitz’in teori ve fikirlerinden oldukça etkilenmiş gözüken Makarov, makalelerinde
Prusyalı yazarın yayınladığı yazılara atıflarda bulunmuştur. Clausewitz’in
cesaret ve inisiyatif kullanma ile ilgili girişimci fikirlerinin fazlasıyla
tesiri altında kalan Makarov, “Şerefli Ölüm” şeklinin bir askerin
kendi ulusunun bekası için “varlık sebebi” olduğunu ileri sürmüştür.
MAKAROV’UN OSMANLI-RUS SAVAŞI’NDAKİ ROLÜ
Deniz savaşı üzerine farklı ve yaratıcı fikirleriyle Çarlık
Donanmasında terfi merdivenlerini hızla tırmanan Makarov, Çarlık Donanması’nın
muharebe gemisi programlarını iptal etme düşüncesi olmamasına rağmen, çağın en
önemli keşiflerinden biri olarak gördüğü torpido silahını atabilecek
torpidobotlara ve onlara destek unsuru olarak manevra kabiliyeti yüksek, hafif
zırhlı, ağır toplarla donatılmış kruvazörlere büyük önem atfetmişti. Çünkü
torpidobotların yarattığı yüksek risk unsuru, düşmana karşı kararlı bir
ablukanın yürütülmesi ve deniz hakimiyetini sağlamaya yönelik stratejik
anlayışı sarsmıştı. Bunun yanı sıra, torpidonun yarattığı psikolojik etki
yelken devrinden miras kalmış birçok taktiksel yaklaşımın uygulanabilirliğini
büyük ölçüde sorgulanır hale getirmişti. Modern deniz savaşının önemli
yönlerini iyi tahlil eden Makarov, torpido ile donatılmış, yüksek sürat ve
manevra avantajına sahip torpidobotların, hantal muharebe gemilerine karşı
bilhassa gece icra edilecek vurkaç harekatları için biçilmiş kaftan
olduğuna inanıyordu. Karadaki “küçük savaş” ya da daha bildik
adıyla ‘’gerilla harbine’’ benzer bir şekilde, yüksek manevra
hızına sahip cüretkar taarruzlar silsilesi düşman filosunun dengesini bozarak
harekat yarıçapını kısıtlamak dışında uyguladığı ablukanın da
sürdürülebilirliğini kuşkulu hale getirecekti. Bu tarz bir harekat tipinin
geleneksel Rus denizci karakterine uygun olması da, Makarov’un bu tercihini
yaparken hesaba kattığı bir diğer etken olmuştu. Torpido taarruzu yaklaşımı
ile Gerilla Harbi arasında oldukça yakın benzerlikler kuran Makarov,
organizasyondan yoksun Rus denizci karakteriyle örtüşen ve gerilla prensipleriyle
yoğrulmuş bir harekat şeklinin üstün düşman deniz gücüne karşı etkili olmanın
yegane yolu olarak görmekteydi. Modern deniz harp doktrininde de Gerilla
Harbi (Guerilla Warfare) rakibin deniz erişimini engellemeye
(sea denial) yönelik başvurulan faaliyetler olarak da
tanımlanmaktadır.
Makarov’daki torpido taarruzu fikrinin altyapısı, Amerikan
İç Savaşı’nda Kuzey Ordusu’na nazaran daha güçsüz bir donanmaya sahip olan
Konfederasyon ordusunun elde ettiği birtakım “tesadüfi”
başarılara dayanıyordu. Makarov’a göre, Amerikan İç Savaşı torpidonun daha
etkili kullanımına yönelik bir tekne türünün ortaya çıkışında hiçbir fayda
sağlamamıştı. Ancak Konfederasyonu’nun Kuzey ablukasını kırmaya yönelik
giriştiği torpido taarruzları, bu tip harekatların gece icra edildiğinde başarı
yüzdesinin dikkate değer ölçüde arttırmıştı. Makarov’un deniz harp
doktrininin arka planını oluşturan bu gece torpido taarruzları, onun tarafından
ilk kez 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, namı diğer 93 Harbi’nde hayata sokuldu
ve Rus amirale başarı ile birlikte tecrübeler kazandırdı.
Aslında savaş öncesi Osmanlı ve Rus donanmalarının nitelik
ve nicelik yönünden bir kıyaslaması yapıldığında, Rus tarafının aleyhine bir
durum olduğu aşikardı. Kırım Savaşı’ndan sonra Paris Antlaşması’nın belirlediği
uluslararası yasalar gereğince Karadeniz askerden arındırılmış ve Rus Çarlık
Donanması bu bölgede muharebe filosundan yoksun bırakılmıştı. Bunun tam aksine Osmanlı
Donanması ise birçoğu Sultan Abdülaziz döneminde alınmış 43 adet büyük ve küçük
nakliye gemisi, 15 adet küçük uskurlu ve yandan çarklı karakol gemisi, 6 adet
zırhlı firkateyn, 8 adet zırhlı korvet ve monitör, 7 adet nehir gambota sahipti.
93 Harbi başladığında Karadeniz’deki deniz üstünlüğünün
kendi lehinde olduğunun bilincinde olan Osmanlı Donanma yetkilileri, donanmayı
Karadeniz, Akdeniz ve Tuna olmak üzere üç ana filoya bölerek teşkilatlandırmıştı.
Bilhassa Karadeniz Filosu’nun öncelikli görevi, düşman sahillerini abluka
altına alarak Rus ticaret ve muharip gemilerinin abluka haricine çıkmasını
engellemekti. Aslında Osmanlı Donanması’nın Karadeniz’de Rusya’ya karşı
uyguladığı “Deniz Ablukası” (Naval Blockade), 18.
ve 19. yüzyıllarda daha güçlü deniz gücüne sahip tarafın uyguladığı geleneksel
bir stratejiydi. Bu stratejinin temelinde, deniz hakimiyetini sağlamak adına
düşman muharebe ve ticaret filolarının açık denize açılmasını engelleme ve
düşman gemilerinin mümkün mertebe limanlarda hareketsiz bırakılması
yatmaktaydı. Bu durumda Rusya’nın kendisinden daha üstün, konvansiyonel deniz
gücüne sahip Osmanlı donanmasına karşı alışılmışın dışında bir mücadele vermesi
gerekiyordu. Durumun fazlasıyla farkında olan Rus Çarlık Donanma kurmayları,
eldeki tüm imkanları seferber ederek üç temel operatif yaklaşımı ihtiva eden
etkili bir savunma doktrini ortaya koymaya çabaladılar.
İlk planda, Osmanlı Filosu’nun kıyıdan icra edeceği
taarruzlara karşı Rus Karadeniz Filosu önemli liman ve körfezlere 500 mayın
döktü. Ayrıca kıyı savunmasını yüzer batarya ve kıyı topçusundan kurulu bir “pasif
savunma” düzeninde teşkil etti. İkincisi ise, Karadeniz Filosu’nun
zayıflığını takviye maksatlı, Baltık Donanması’ndaki ekseriyetle İngiliz Thornycroft
firması ürünü az su çeken hafif torpidobotlar Rus Ordusu’nun Tuna Nehri’ni
geçişinden önce nehri mayınlamak ve gerektiğinde torpido taarruzuyla Osmanlı
zırhlı gambot ve monitörlerinin (nehirde kullanılan savaş gemilerine verilen
isim) müdahalesini önlemek üzere bir tertiplenme içine girdi. Son olarak,
bizzat Yüzbaşı Makarov tarafından komuta edilecek, daha çok torpidobot ve bunun
dışında torpido ve 150 mm çapında Krupp toplarıyla teçhiz edilmiş, kruvazör
harbi icra edebilecek deniz nakliyatında kullanılan vapurların uygulamaya
koyacağı “aktif savunma” önlemleri devreye sokuldu.
Makarov tarafından “saldırgan savunma” olarak
adlandırılan bu anlayış, yeterli donanıma sahip olmayan Rus Donanması’na
yaratıcı çözümler sunuyordu. Bu konseptin temelinde yüksek taarruz kabiliyeti
ve yüksek risk ihtiva eden “asimetrik” torpido harekatı yer almaktaydı.
Bunun dışında, düşman filosunun intikal güzergahlarının ve kıyı hattı boyunca
önemli limanlarının mayınlanmasına yönelik faaliyetler de savunmanın bir diğer
ayağını teşkil etmekteydi. Bu anlayış, 93 Harbi sırasında aslında donanımlı haldeki
Osmanlı Donanması’nın Karadeniz’de idame ettirdiği ablukayı çarpıcı biçimde
zora soktu ve bu donanmanın harekatını sınırladı.
Johann Luppis |
Makarov’un en önemli silahı ise yeni yeni sahalara inen
kendinden tahrikli torpidoydu. Aslında Whitehead torpidolarının geliştirilmesi
1864 yılına kadar dayanıyordu, 1864 yılında bir Avusturyalı denizci Yüzbaşı Johann
Luppis’in hali hazırda donanmalarda kullanılan torpidoların tasarımını
geliştirmesi ile kendinden tahrikli torpidonun temel tasarımı tamamlanmış oldu.
Luppis’in tasarımı, suyun üstünde mekanik hareketle ilerleyen bir torpidoyken,
Whitehead ise sıkıştırılmış havayla hareket eden ve hidrostatik derinlik regülatörü
sayesinde suyun altında ve doğru derinlikte seyredebilen bir torpidoyu
geliştirmişti. Robert Whitehead’in torpidoları, o dönem birçok donanma
tarafından benimsendi ve hatta bu donanmalar, “Whitehead” lisansıyla
kendi torpidolarını bile imal etmişti. 1870 yılında İngiltere, 1872’de Fransa,
bir yıl sonra İtalya ile Almanya ve 1876’da ise bilhassa Rusya,
Whitehead torpidolarının müşterileri arasına girdiler. Whitehead Torpidolarını Osmanlı
ablukasını kırmakta ana silah olarak benimseyen Makarov, Batum ve Sünne
limanlarında konuşlanan Osmanlı zırhlılarına karşı cesurca torpido taarruzları
icra ederek, deniz savaşının taktik boyutuna önemli katkılar
sağlayacak girişimlerin fikir babalığını yaptı. Kendi komutasında, Whitehead
torpidosuyla donatılmış dört torpidobotu taarruz edilecek bölgeye taşımakla
görevli, Velikit Knyaz Konstantin silahlı vapuruyla
Osmanlı gemilerine karşı birçok defa torpido taarruzuna teşebbüs etti.
Velikit Knyaz Konstantin |
25 Mayıs 1877’de Baltık’tan
demiryolu ile getirilen Seren Torpidosuyla Donatılmış Tsarevna,
Xenia, Tsarevitch, Djigit adlı
torpidobotlardan oluşan Rus nehir gücünün, Tuna’da Maçin limanı önünde demirli
bulunan Feth-ül İslam ve Seyfi zırhlı
monitörlerine karşı giriştikleri hücum, tarihteki ilk geniş çaplı torpidobot
taarruzu oldu. Ancak bu saldırıyı
dünyada bir gemiye hasar vererek batırmış ilk torpido saldırısı olarak
göremeyiz. Çünkü Seren torpidoları kendinden tahrikli sisteme sahip değildir.
Diğer adı Spar Torpedo olan bu torpidolar Amerikan İç
Savaşı’nda Güneyli mühendis E. C. Singer tarafından tasarlanan ilk
torpido türlerinden birisidir. Bir geminin pruvasına sabitlenmiş uzun bir
direğin ucuna bağlı yüksek oranda patlayıcının, düşman gemisine saplamak
suretiyle ateşlenmesi esasına dayalı bir torpido olan bu silahlar oldukça ilkel
bir yapıya sahipti. Dolayısıyla Whitehead torpidoları kendinden tahrikli ve
sualtında ilerlemesinden dolayı bir milat olarak kabul edilebilir. Çünkü
Whitehead torpidoları Dünya savaşlarında ve günümüzde kullanılan torpidoların
atasıdır. Whitehead torpidosu ile günümüz torpidolarının işleyiş şekli çok az
evrilmiş ve kullanım alanları aynı kalmıştır.
Feth-ül İslam Monitorü |
Spar Torpedo |
Torpido taarruzu için ideal bir zamanda, yani görüşün düşük
olduğu karanlık ve yağmurlu bir havada taarruza girişen Tsarevitch,
fark edilmeden 400 tonluk Seyfi’nin kıç tarafında seren
torpidosunu infilak ettirmeyi başardı. Kısa bir süre sonra Xenia’nın
taret bölümünü hedef alarak infilak ettirdiği ikinci torpidonun ardından Seyfi
15 dakika gibi kısa bir sürede sulara gömüldü. Çarlık donanmasının
uyguladığı ani ve sürpriz saldırı üzerine Osmanlı nehir filotillası
faaliyetlerini kısıtlanmakla kalmamış, Osmanlı donanma komutanlarını da ciddi
bir endişeye sevk etmişti. Ayrıca, gece icra edilen bu taarruzların önüne geçme
maksatlı olarak barış anlaşması yapılana kadar gemilerin geceleri boğaz ve
limanlara sokulmaması kararı alınmıştı.
Makarov, abluka görevi icra eden Osmanlı Filosu’nun
ekseriyetle stratejik limanlarda demirli bulunmasını, baskın şeklinde torpido
taarruzu için önemli bir avantaj olarak görmekteydi. Bunun için Mayıs ayı
içinde iki defa Batum ve Sulina limanlarında bulunan Osmanlı
gemilerine taarruz edildiyse de başarılı bir sonuç elde edilemedi. Ancak, 25
Ocak 1878’de Whitehead torpidosu ile teçhiz edilmiş Makarov komutasındaki Çesme
(Tchesme) ve Sinop (Sinope)
torpidobotlarının Batum Limanı’nda demirli bulunan Osmanlı zırhlılarına karşı
giriştiği üçüncü taarruzda, 73 metre gibi oldukça kısa mesafeden
attıkları torpidolardan biri 2000 tonluk uskurlu bir ahşap gambot olan İntibah’a
isabet etti. Bunun sonucunda gemi iki dakikadan kısa bir sürede, 23
mürettebatıyla birlikte sulara gömüldü.
İntibah'ın Batırılışını Gösteren Portre |
Makarov’un bu başarılı torpido taarruzu Karadeniz’deki
Osmanlı deniz hakimiyeti üzerinde ciddi bir etki yaratmadıysa da torpidonun
pratikte ne denli etkili bir silah olduğunun dönemin askeri gözlemcileri
tarafından yakından takip edilmesini sağladı. İntibah gambotu
deniz harp tarihi literatürüne kendinden tahrikli torpidoyla batırılan ilk
muharip gemi olarak girerken, gözü pek Çarlık donanma Yüzbaşısı Makarov bunu
başaran ilk komutan olarak dünya tarihine adını yazdırdı ve bu başarısı tüm
dünyada büyük yankı uyandırdı.
93 HARBİ SONUNDA ALINAN DERSLER
Geriye bakıldığında 93 Harbi’nin doğurduğu en önemli
sonuçlardan biri, torpidoyu hedefe göndermek için en ideal platformun, hafif
tonajlı, buhar gücüyle hareket eden, manevra kabiliyeti yüksek unsurlar
olduğunun anlaşılmasıydı. Daha sonra torpidobot olarak adlandırılacak bu küçük
botların yelken döneminde hiçbir geminin sahip olmadığı bir kudrette düşman
üzerinde tahrip edici etkiye sahip olması, torpidobotların tüm denizci ülkeler
tarafından tercih edilmesini sağlayacaktı.
Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından Makarov’un savaş boyunca
giriştiği torpido taarruzlarından önemli dersler çıkarmıştır. Bilhassa iyi
eğitim görmüş subaylar tarafından kumanda edilen personelin, torpido gibi
modern bir silahla en elverişsiz şartlarda bile hatırı sayılır ölçüde bir başarı
kaydetmesi dikkatleri çekmeye yetmişti. Aynı şekilde birkaç torpidobottan oluşan
filotillanın da koordineli taarruzunun ne denli etkili olduğu savaş boyunca
tecrübe edilmişti. Alınan dersler ışığında ortaya çıkan fikirler, Makarov’un
torpidonun etkin kullanımına yönelik taktik bir kuram geliştirmesinde önemli
katkılar sağladı. Torpidoyu modern deniz savaşının en önemli unsurlarından biri
olarak değerlendiren Makarov, torpido atış teknikleri, uzak mesafeden ve sığ
sularda torpido kullanımı, torpidoya karşı korunma ve bunun için gerekli
sakınma manevralarından detaylı bir şekilde makalelerinde söz etmiş ve Makarov’un
bu makaleleri ilerleyen yıllarda tüm donanmalar için bir kılavuz görevi
görmüştür. Makarov’a göre, mühimmat ve buna bağlı silah teknolojisi oldukça
hızla bir şekilde gelişiyor ve buna paralel olarak ateş gücü, doldurma hızı,
hassasiyet ve balistik etkinlik açısından önemli ilerlemeler vuku buluyordu. Bu
doğrultuda Makarov, ana muharebe gemilerindeki yüksek kalibreli toplar, seri
ateşli hafif silahlar ve bu silahlarda kullanılan muhtelif mühimmatın hedefe
dönük kullanımı ile ilgili bir takım tespitlere de yer vermiştir. Dolaysıyla bir
donanmanın ana muharebe gücünün sadece torpidobot veya muhriplerden değil zırhlı
gibi ağır unsurlardan da oluşması gerektiği kanaati çıkartılabilir. Özellikle 2.
Dünya savaşı sırasında yaşanan deniz muharebelerinde bu ana muharebe gücünde
torpidobotlar veya muhripler ağır silahlarla donatılmış muharip gemilere atış
ve daha geniş manevra kabiliyeti sunarken, düşman unsurlara ise torpido
saldırıları ile karşıda bulunan gemilerin harekat dengesini bozma ve batırma
görevlerini üstlenmiş, bir bakıma küçük caydırıcı unsurlar olmuşlardır.
Savaş sonrasında farklı alanlarda çalışmalarını sürdüren
Makarov, İstanbul’un deniz yoluyla ele geçirilmesi şeklinde Rus harp planlarına
da katkı sağlamaktan geri durmadı. Esasen 93 Harbi tecrübesi Rus
Genelkurmayı’na, ordunun İstanbul’a kara yoluyla gitmesinin hem zaman aldığını
hem de çok daha maliyetli olabildiğini açıkça göstermişti. Bu yüzden 1880’lerin
başlarında İstanbul’un, bilhassa da Boğazların zaptı üzerinde detaylı bir plan
üzerinde çalışılmaya başlanmıştı. Ne var ki, İstanbul Boğazı’na bir çıkarma
yapabilmek için güçlü bir donanmaya ihtiyaç duyulması 1881 yılından itibaren
zırhlı muharebe gemisi ve büyük nakliye gemilerinden müteşekkil, geniş çaplı
bir donanma programının hayata geçirilmesi gerekiyordu. Makarov’un albay
rütbesi almasını sağlayan görevi, resmi olarak İstanbul Boğazı ile ilgili
hidrografik araştırma yapmak ve bölgedeki farklı yöndeki akıntıları
incelemekti. Ancak ondan beklenen bir diğer gizli görevi daha vardı: Boğaza
yapılacak muhtemel taarruzda seyir şartlarını incelemek dışında mayın döşenecek
ve çıkarma yapılabilecek mevkilerin tespiti…
Rus Genelkurmayı’nın İstanbul’a karşı tasarladığı işgal
planı Osmanlı tarafında derin bir endişeye yol açtı. Osmanlı askeri
yetkilileri, Karadeniz’den gelebilecek Rus tehdidine karşı Boğazların ve İstanbul’un
müdafaasının hayati öneme sahip bir mesele olduğu konusunda görüş birliği
içindeydiler. Rusya’nın Karadeniz’deki donanmasını kayda değer ölçüde takviye
etmesi, Osmanlı Devleti’ni Boğazların güvenliğini arttırmaya yönelik birtakım
tedbirler almaya sevk ediyordu. Bu tedbirlerin başında ise kıyılara
konuşlandırılacak mayınlar, torpido istasyonları ve Boğaz girişine desteği
sağlamak üzere konuşlandırılan kıyı istihkamları bulunmaktaydı. İstanbul’un
işgale edilmesi ile ilgili endişe ve hazırlıklar ise 1. Dünya savaşının sonuna
kadar sürecekti.
SONUÇ
Stepan Osipovich Makarov çalışmaları ve başarılarıyla Çarlık
Donanmasında olduğu kadar dünyadaki diğer donanmalar tarafından da takip edilen
bir isim olmuştur. 1904-1905 yılları arasında yaşanan Rus-Japon Savaşı
sırasında gemisinin, tam da kendi doktrininin esas unsuru olan bir mayına
çarparak, batması sonucunda trajik şekilde hayatını kaybeden Makarov, günümüzde
de deniz strateji ve taktikleri üzerine sayılı isimlerden biri olma özelliğini
korumaktadır. Keza Makarov’un ortaya attığı taktiksel doktrinler hali hazırda
torpido ile atış yapabilen tüm unsurların temel eğitim çalışmalarında
işlenmektedir.
Taktik taarruzu deniz savaşlarının temel ilkesi olarak
gören Makarov, 93 Harbi sırasında hazırladığı operatif planlamanın da esasını,
pasif bir savunmanın aktif taarruza dönüştürülmesi fikrine dayandırmıştı. Bu
tertiplenme için esas görülen silahların başında torpido gelmekteydi. 93 Harbi
boyunca bilhassa gece vakti ve baskın şeklinde yapılan vurkaç harekatları,
torpidonun eş güdümlü komuta altında hatırı sayılır bir taktik yeterliliğe sahip
olduğunu kanıtlamıştır. Bunun dışında Rus limanlarında ve düşmanın intikal
hatları üzerinde deniz mayınlarından etkin bir şekilde istifade edilmesi, Rus
Donanması’na üstün deniz gücüne elinde bulunduran Osmanlı Donanması’na karşı taktik
avantaj sağlamıştır. Gerçekten de Makarov önderliğinde Rusların torpido ve
deniz mayınlarını hem taarruzi hem de müdafaa maksatlarıyla kullanmaları,
Osmanlı Karadeniz Filosu’nun düşman sahillerini ablukaya alma ve diğer devletlere
ait ticaret gemilerinin limanlara girişine mani olmak gibi kritik manevraları
gerçekleştirmesine engel olmuştur. Böylece, savaş boyunca Osmanlı filosunun
Rusların can damarı sayılan Sivastopol ve Odessa limanlarına taarruz
girişimi de engellenmiş oldu.
Savaş sonrasında başta Sultan Abdülhamid olmak üzere
Osmanlı donanma yetkilileri Makarov’un teorilerini kendi jeopolitik
ihtiyaçlarına göre uyarlayarak, torpido ve mayın harbi üzerine kurulu bir kıyı
savunma stratejisi geliştirmeye çabalamıştır. Bu bağlamda, denizaltından ilk
ateşlenen torpido bu gelişmeler doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. 1888 yılında
Abdulhamit isimli denizaltı Sarayburnu önlerinden dalarak akıntıya karşı
ilerlemiş ve Üsküdar önlerinde demirlemiş boş bir gemiyi torpidosunu atıp
batırararak yabancı devlet temsilcilerine gösteride bulunmuştur. Böylece
Abdülhamid, "hedefe su altında torpido atan ilk denizaltı"
olarak tarihe geçmiştir.
Makarov’un 93 Harbi’ndeki torpido taarruzu tecrübeleriyle
doktrinleşen fikirlerinden ilham alan ve Fransa’da hayat bulan Jeune Ecole
Stratejisi’ne dört elle sarıldıkları görülmektedir. Yeni bir anlayışı temsil
eden Jeune Ecole stratejisinin temeli, yetenekli ve daha büyük savaş gemisi
filosu ile mücadele için iyi donanımlı, küçük birimlerin savunmaya yönelik
kullanılması görüşüne dayanmaktaydı. Her iki tarafı keskin bir bıçağı andıracak
şekilde bir tarafıyla torpidobot filotillalarıyla kıyıların düşman muharebe
gemilerine karşı savunulmasına ilişkin prensip ön plana çıkarılırken, diğer
tarafıyla da rakibinin yumuşak karnı sayılan açık deniz ticaret filolarına
karşı “ticaret harbi” yöntemiyle İngiltere’nin kolonyal gücünü dize getirmek
amaçlanmaktaydı. Başta Jeune Ecole’ün fikir babası olan Amiral Theophile
Aube olmak üzere birçok askeri gözlemci Makarov’un başarılarından bir hayli
etkilenmiştir. Hatta önde gelen Fransız deniz düşünürleri, “anti-İngiliz”
bir ekolün yaratılması bağlamında 93 Harbi’ndeki güçlü Osmanlı Donanması’nı
Avrupa’daki konvansiyonel donanma üstünlüğünü elinde bulunduran İngiltere
örneği ile ironik olarak bağdaştırmışlardı. Başka bir deyişle, 93 Harbi
sırasında Makarov’un Karadeniz’de deniz hakimiyetini elinde bulunduran Osmanlı Donanmasına
karşı torpido ile esnek bir savunma düzeni üzerine kurulu teorisi, Jeune
Ecole’e mensup askeri düşünce çevresine esin kaynağı olmuştu.
Amiral Theophile Aube |
Ancak Jeune Ecole
stratejisi 1. Dünya savaşı ile 2. Dünya savaşı arasında bulunan dönemde Fransızların
başını bir hayli ağrıtacaktı. Çünkü diğer donanmalara göre Fransız donanması
ağır vurucu güce sahip kruvazör ve zırhlılara çok ehemmiyet vermediği için
zayıf bir görünüm çizecekti. Keza Fransızların oluşturduğu hafif ve üstün
hareket kabiliyetine sahip unsurların etkinliği de ayrı bir tartışma konusudur.
Çünkü bu unsurlara yerleştirilecek topların kalibresinin küçük olmasından dolayı
düşman savaş gemilerine karşı ateş gücün olarak oldukça zayıf kalırken,
ellerinde sadece torpido gibi saldırı aracı kalmaktaydı. Torpidoların ise top
mermilerine göre isabet oranı bir hayli azdı. Tabi ki torpido isabeti almış
düşman unsuru ağır hasar alıyordu. Ancak bir donanmanın torpido isabeti sağlayabilmesi
için sürpriz unsuru ile birlikte ortamın uygun olması gerekiyor.
Sonuç olarak; günümüzde torpido taşıyan muharip unsurlar
(denizaltı veya fırkateyn) donanmaların olmazsa olmazıyken, torpido donanmaların
en büyük saldırı silahlarından birisini oluşturmaktadır. Torpido günümüzde daha
sık kullanılan seyir füzeleri gibi tüm donanların caydırıcı unsurlarından
birisidir. Bu silahların kullanım şekli ile ilgili iyi eğitilmiş personel sayesinde
bu caydırıcılık bir kat daha artmaktadır. Bu eğitimlerin temelini ve taktiksel
kullanım şekilleri ile ilgili ilkeleri ilk olarak Stepan Osipovich Makarov ortaya
atmış ve hali hazırda kendisinin hazırladığı bu doktrinsel yaklaşım
donanmaların temel eğitimlerinde kullanılmaktadır.
0 Yorumlar