Zırhlıların Tarihi : Devlerin Sonunun Başlangıcı (1943)
HMS Warspite Hint Okyanusunda İlerlerken HMS Illustrious'dan Çekilmiş Fotoğrafı |
Ancak Akdeniz’de konuşlu
bir donanma daha vardı. Bu donanma, 2 yıl önce İngilizler’in Operation
Catapult (Katapult Operasyonu) ile Mers El-Kebir’de etkisiz hale
getirdiği Fransız Donanması’ydı. (Bkz. Mers El Kebir Baskını: Operation Catapult)
Operation Torch (Meşale Operasyonu) sırasında USS
Massachusetts (BB-59) ve Jean Bart arasında yaşanan düellonun
ardından, Amerika ve İngiltere tarafından oluşturulmuş olan kuvvetler, Vichy yönetimine
bağlı olan Kuzey Afrika’ya çıkarma yapmışlardı. Bu çıkarmaya General Charles
De Goulle yönetiminde Vichy yönetimine karşı savaşan Özgür Fransa’nın Kuzey
Afrika’daki ordusu da müttefiklere katılarak Akdeniz’deki güç dengelerini alt
üst etmişti. Charles De Goulle kuvvetlerinin müttefikler ile birlikte hareket
etmesinin zırhlılar açısından belli sonuçları da olmadı değil:
Bu katılım neticesinde; ilk
olarak Fransa’nın dev ve modern zırhlıları, Richelieu ve henüz
tamamlanmamış olan Jean Bart, müttefiklerin eline geçti. Diğer bir sonuç
ise Özgür Fransa Ordusunun daha önce yaşanan tatsız olaylara rağmen
müttefiklerin safında yer alarak savaşa girmesiydi. Yukarıda Bahsettiğimiz
tatsız konuya başka yazılarda değinmiş olsam da hatırlatma babında kısaca değinmekte
fayda var:
Operation Torch (Meşale Operasyonu) Sırasında USS Massachusetts (BB-59) İle Girdiği Düello Sonucu Aldığı Hasar |
1940’ta İngilizlerin
Cezayir’deki Mers El-Kebir’de top atışına tutup büyük hasar verdiği
Fransız Donanması’nın orada bulunan zırhlılarından Bretagne patlayarak
batmış, Dunkerque ile Provence karaya oturmuş, Strasbourg
ise Fransa’nın merkezi deniz üssü olan Toulon’a hasarsız kaçmayı
başarabilmişti. Toulon, aynı zamanda Fransa’nın kruvazör kuvvetlerini
bulundurduğu yerdi. Algerie gibi kruvazörler bu limanda bulunmaktaydı.
İlerleyen zamanda Toulon limanında bulunan gemiler Mers-El Kebir’de bulunan
Provence ve Dunkerque’e eşlik ederek onları da Toulon’a getirmişti. (bkz. Dunkerque Sınıfı Muharebe Gemileri)
Her ne kadar Kuzey
Afrika’daki Fransız birlikleri müttefiklere katılmış olsalar da İkiye bölünmüş
Fransa’nın Alman işgali altında olmayan kısmı, her şeye rağmen
tarafsızlığını sürdürmeye devam etti. Bu tarafsızlığını sürdüren kısım donanmalarını
Toulon’da toplamışlar, Dunkerque ile Provence’i tamir etmişler ve Strasbourg
ile beraberindeki 10 kadar kruvazörü pasif durumda tutmaya devam ediyorlardı.
Aslında bu grup o sırada müttefiklere katılmak istiyorlardı. Ancak bir taraftan
Almanya, diğer taraftan da Hitler’in müttefiki Mussolini İtalya’sı tarafından
çevrili olduklarından korkuları, isteklerinden daha büyüktü. Bu durum, Mers El-Kebir
bombardımanının yaşandığı 1940 yazından, 1942 sonbaharına kadar 2,5 yıl
sürecekti. Ta ki, yukarda bahsettiğim olayda Amerika ve İngiltere, USS
Massachusetts eşliğinde Kuzey Afrika’ya çıkana dek…
Richelieu ve Jean Bart’ın
Amerikalıların eline geçtiğini öğrendiği an, Hitler 1 saniye bile düşünmeden,
Toulon’daki Fransız Donanması’na el konulması emrini verdi. Almanlara göre
Fransızlar, ateşkes anlaşmasına ihanet etmişti. Bu ihanetin cezası ise Fransa’nın
tamamen işgal edilmesi olacaktı. Almanlar hiç beklemeden harekete geçerek
Fransızların cezasını kesmek için harekete geçtiler. ‘’Lila Operasyonu’’
adı verilen operasyon ile tüm Fransa işgal edilecek ve bu operasyonun son
aşaması olarak, Toulon şehrinde demirli bulunan Fransız Donanması’nın 3
zırhlısı ile limanda bulunan diğer savaş gemilerine el konularak müttefiklere
karşı kullanılacaktı.
O güne kadar pasif kalıp,
aslında teknolojik olarak son derece modern ve güçlü zırhlıları, kruvazörleri ve
destroyerleri olan Fransa, 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın denizlerdeki kaderini
belirleyen çok büyük bir hamle yaptı.
Fransızlar işgal
edilmelerine rağmen Almanlarla yaptıkları “tarafsızlık” anlaşmasına
sadakatle uymuşlar, bu sadakatlerine güvenmeyen İngilizlerin Mer El-Kebir’deki
hain baskınlarına karşın onurlu bir şekilde karşılık vermişler ve onurlarından
taviz vermeyerek “her şeye rağmen” dik durmaya devam etmişlerdi.
İkinci Dünya Savaşı
denizcilik tarihine baktığınızda, Fransızların güçlü donanmalarına ve
gemilerinin potansiyeline rağmen, hiçbir askeri hamlede bulunmadığını
görürsünüz. Fransız donanmasının; “Fransız zırhlıları şu gemiyle savaştı.”
veya “Fransız donanması şurayı bombaladı.” diyeceğiniz bir olayı
yoktur. Savaş boyunca Fransız Donanması’nın yaptığı tek büyük hamlenin,
yapabilecekleri en son ve en büyük hamle olmalıydı. Ve bu hamle Avrupa’da
denizde devam eden çatışmaların kaderini çizecekti.
Almanlar 27 Kasım 1942
gecesi sabah saat 4:00 sıralarında, 7 Panzer Bölüğü ile Toulon’a
girdiler. Ancak üs çok büyük olduğu için cephanelikler arasında kaybolarak 1
saat kaybettiler. Tabi bu sırada Fransız donanma yetkilileri işgal haberini
almış ve bu işgal neticesinde donanmalarını Almanlara kaptırmaya hiç de niyetli
değillerdi.
Fransızların Almanlarla
yaptığı ateşkes anlaşmasının kurallarından biri de limanda bekletilen savaş
gemilerinin depolarının boş tutulmasıydı. Ancak Almanların işgal etme
olasılığını göz ardı etmeyen Fransızlar, azar azar ve gizli gizli bu depoları
doldurmuşlardı ve her an bir “kaçış” için hazırlıklar yapıyorlardı.
Ancak bu hazırlıklarda bir sıkıntı vardı, Fransız deniz subaylarının yarısı,
hala İngilizlerin Mers El-Kebir’deki bombardımanı ve Amerika’nın Kuzey
Afrika’yı işgalini gururlarına yediremiyorlardı. Dolayısıyla müttefik tarafına
geçme fikrinden nefret ediyorlardı. Ortada açık bir kin durumu vardı.
Toulon’daki Fransız donanmasının başındaki Amiral Jean de Laborde’da
bunlardan biriydi ve donanmasının kesinlikle ne Alman ne de İngiliz ne de
Amerikalıların eline geçmesi taraftarı değildi. Bundan ötürü de Kuzey
Afrika’da Amerikan tarafına geçmiş olan Amiral François Darlan ile ters
düşmüştü. Bir taraf “Gel müttefiklere katılalım savaşı beraber kazanalım.”
derken diğeri, “Ben düşmanla iş birliğine girmem.” diye diretiyordu.
Toulon’a girip liman
girişini ararken 1 saatten fazla süre kaybeden Almanlar, girmek istedikleri
liman girişindeki bekçinin “Evraklarınızı gösterin.” gibi
saçma sapan talepleri yüzünden de vakit kaybedince Amiral Laborde, tüm bu
sürede gemilerin kendilerini batırmaları emrini vererek hazırlıklarını
tamamlamalarını sağlamıştı.
Sabah saat 5:30’da
Almanlar en nihayetinde limana makinalı tüfekler ve mekanize araçlarla
girdiklerinde, Fransız denizcileri gemileri boşaltmış ve tüm iskele bir insan
denizine dönüşmüştü. Almanlar panik ve aceleyle tüm gemilere çıkmak için
koştukları an, sancak gemisi Strasbourg’dan tek kelimelik bir emir, 3 kez
tekrarlandı: “l’ouest!, l’ouest!, l’ouest! / Batın!, Batın!, Batın!”
Almanlar Fransızları
durdurmaya çalışırken karşılıklı bir ateş başladı: Alman tanklarına Fransız
zırhlı ve kruvazörleri yanıt vermeye kalkınca Almanlar anlaşarak bu faciayı
durdurmak istedi. Ancak artık çok geçti: Açılan vanalar ve patlamalar eşliğinde
ilk önce güzeller güzeli zırhlı Strasbourg, olduğu yerde suya gömülerek zemine
oturdu. Strasbourg’un tüm makine dairesi havaya uçurulmuştu ve artık onarılması
bile imkansızdı. Strasbourg sadece 10 dakika içinde suya gömülü bir
hurdaya döndü.
Almanlar'ın Gözünün Önünde Kendini İmha Eden Colbert Zırhlısı |
O an kuru havuzda
bekleyen Dunkerque’ün kaptanı ilk önce gemisini batırmak istemedi. Ancak diğerlerinin
yaptığı fedakarlıkları görünce, La Galissonniere kruvazörünün kaptanı
tarafından ikna edildi. Strasbourg’un kardeşi Dunkerque’de, aynı
fedakarlığı yaparak tüm makina dairesini imha ederek büyük bir patlamayla
olduğu yerde infilak etti ve dibe oturdu. Fransızların en son ve teknoloji
olarak eski zırhlısı Provence de aynı hamleyi yapıp battı.
Dunkerque Kendini İmha Ettikten Sonraki Hali |
Savaş boyunca hiçbir
şey yapmayan Fransızlar, Toulon’da savaşın devamını şekillendirecek en büyük
hamlelerden birine imza atmışlardı. Almanya, Fransız donanmasının kuvvetinden mahrum kalmıştı ve “yumuşak
karın” diyebileceğimiz Akdeniz kıyılarından işgale açık hale gelmişti.
İtalya, zaten tek başına Almanya’yı savunabilecek deniz gücüne sahip değildi.
Fransız zırhlıları hiçbir savaşta yer almamalarına rağmen, sadece kendilerini
feda etmeleriyle 2. Dünya Savaşı’nda kalıcı bir iz bıraktılar. Bu olaya farklı bir bakış açısından bakacak olursak; 1. Dünya Savaşının bitmesiyle 1919 senesinde Alman Donanmasının Scapa Flow'a götürülerek müttefik kuvvetler tarafından alıkonulması sırasında kendini imha etmesi olayının aynısı bu kez Almanların başına geldiği sonucu çıkartılabilir. Ancak yazının
başında bahsettiğimiz ve Amerikalıların tarafına geçen Richelieu kendini feda
etme yöntemini uygulamamış ve savaşın ilerleyen safhasında Fransızların 2.
Dünya Savaşı’ndaki tek aktif zırhlısı olarak gururla onları temsil etmiştir.
Scharnhorst (Sağda) ve Tirpitz (Solda) Norveç Harekatı (Operation Sizilien) Sırasında Yan Yana |
Fransız Donanması’nın da
ortadan kalkmasıyla, müttefikler için Avrupa’da denizde kala kala sadece 2
tehlike kalmıştı: Scharnhorst ve Tirpitz. Dolayısıyla da
İngiltere, zırhlılarını hızla Japonların son derece aktif olup; Amerika’ya kan kusturduğu
Hint ve Pasifik Okyanuslarına kaydırmaya başladı.
Guadalcanal Muharebeleri Sırasında Kirishima ve Hiei Ana Bataryalarını Ateşlerken |
Yine de Amerika, 1943
başında Guadalcanal’da büyük hasar gören USS South Dakota (BB-57) ile
kardeşi USS Alabama’yı (BB-60) Kuzey Atlantik Okyanusu’na,
İngiliz zırhlısı 5. George ile birlikte konvoy korumasına gönderdi. Kuzey
Afrika operasyonunu başarıyla tamamlayan USS Massachusetts ise, Guadalcanal’da
destan yazan USS North Carolina ile USS Washington ikilisine
katılmış olan kardeşi USS Indiana’yla dev bir zırhlı gücü meydana
getirmek üzere 1943 yılının Mart ayında Tahiti’de buluşacaktı. Kısaca, Amerikan
donanmasının tüm modern zırhlıları Amerika’dan son derece uzakta
görevlendirilmişti.
Amerika, 1938’de o
sıralar inşasına yeni başladığı North Carolina ve South Dakota
sınıfı zırhlıların bu tehdit unsurlarına karşı koymak için yeterince hızlı
olmadığının bilincindeydi. Dolayısıyla donanma yetkilileri yeni bir savaş
gemisi tasarlamaya kararı aldılar.
16 inch 406 mm Mark 7 Topu USS New Jersey (BB-62) |
IJN Kongo |
Amerika bu yeni
tasarlanan gemilerden ilk başta 4, daha sonradan 2 tane daha üretmeye karar
verdi ve doğrudan inşa aşamasına giriştiler. 4 yıl süren inşa aşaması gizlilik
içinde yürütüldü ve İngiltere hariç hiçbir ülke, bu yeni devlerin varlığından
haberdar olmadı. Ta ki 22 Şubat 1943’te bu yeni gemilerden ilki olan USS
Iowa (BB-61), hizmete girene kadar.
USS Iowa (BB-61) |
Yamato ve Musashi’yi
gizlice inşa etmiş olan Japonlar, Amerika’nın da kendi dev zırhlılarını
ortaya çıkarmasıyla iyice bir “Son Savaş” fikrine kendilerini
kaptırmışlardı. Tıpkı 1905’te Tsushima Deniz Muharebesi’ndeki gibi bir savaş
ile kendi devlerini Amerika’nın devleri ile karşılaştıracak ve yine galip
çıkacaklarına inanıyorlardı.
Ancak Amerika’nın gizlediği
ve kimsenin haberdar olmadığı başka sürprizleri de bulunmaktaydı
Pearl Harbor’da,
Amerika’nın birçok “standart zırhlı”sının battıktan sonra, battıkları
yerde önce suda yükseltilip sonra da anakaraya kadar yüzdürülüp tamire alınmıştı.
Bunların 4 tanesi çok ağır hasar almıştı ve bunlardan biri olan USS Oklahoma
(BB-37), kurtarılamayacak kadar kötü durumdaydı. Ancak diğer 3 zırhlıyı,
Amerikalıların kendileri dahil hiç kimsenin tahmin dahi edemeyeceği bir kader
bekliyordu.
Amerikan Donanması geri
kalan 3 zırhlıyı önce Pearl harbor’un olduğu Hawaii’den Anakara Amerika’sına
geri getirdi ve denizcilik tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir yenileme,
yükseltme ve güncelleme operasyonuna girişmişlerdi. 1942 yazında başlayan ve
yaklaşık 10 ay süren bu operasyon sonucunda bu 3 gemi yeniden suya
indirildiklerinde, eski hallerinden eser kalmamıştı. Her 3 zırhlının da tüm üst
güverteleri tamamen kesilerek değiştirilmiş ve o anki en modern Amerikan
zırhlıları olan South Dakota’ların üst güverteleri bunlara da inşa edilerek
North Carolina’nın ikincil silahlarıyla hava savunması da monte edilmişti.
Ancak tekneleri kısa olduğu için bu kadar yükü kaldırabilmek için
genişletilmiş, sonuç olarak da Panama Kanalı’ndan geçemeyecek kadar genişledikleri
için sadece Pasifik Okyanusu’nda operasyon yapabilecek hale gelmişlerdi. Bu
yenilenen gemiler ise USS Tennessee, kardeşi USS California ve USS
West Virginia gemileriydi. Bu gemilerin eski hallerinden neredeyse eser
kalmamış ve tamamen farklı siluetlere bürünerek tam bir canavara dönüşmüşlerdi.
7 Mayıs 1943, Amerikan Donanması’nın yenilenerek dirilişinin
simgesi olan USS Tennessee zırhlısının yeniden suya indiği tarih oldu.
Amerika’nın yeniden doğan bu 3 zırhlısı, 2. Dünya Savaşı’nın ilerleyen
dönemlerinde, dünya tarihinin en ironik ve anlamlı savaşlarından birini yapacak
ve adlarını tarihe altın harflerle yazdıracaklardı.
USS Tennessee (BB-43) Eski Hali (Arkadaki Model) ve Yeni Hali (Öndeki Model) Değişim Gerçekten Muazzam |
Amerika’da işler böyle yolunda
giderken, Japonya ise, başına gelebilecek en büyük şanssızlıklardan biriyle
sarsıldı.
Guadalcanal’dan çekilen
Japonya, Amerika’nın aşırı düzeyde artan hava gücüne karşı önlem almaya
başlamıştı. Bu önlemlerden biri de zırhlılarına yeni hava savunması monte
etmekti ve bu proje kapsamında Mutsu ve Nagato zırhlıları Japon
İmparatorluk Donanması’nın merkezi olan Hashirajima Deniz Üssü’ne
dönmüştü.
8 Haziran 1943 günü, demirli olduğu limanda tam Nagato ile yer
değiştirmek için hareket ettikten hemen sonra, Mutsu’nun 3. Taret cephaneliği
havaya uçtu, hemen ardından 4. Tareti de infilak etti ve gemi ikiye kırıldı. Ön
gövde 10 dakika içinde ters dönüp içinde 1100 kişiyle birlikte batarak onlara
mezar oldu. Arka gövde ise yanarak 12 saat kadar su üstünde kaldı ve daha sonra
o bölümde battı.
Mutsu'nun Havaya Uçmuş Ana Tareti |
Bu patlama, Japon
İmparatorluk donanmasının o döneme kadar yaşadığı en büyük facialardan biriydi
ve bu facianın büyüklüğüne rağmen, Japon hükümeti tarafından uzunca bir süre
sır olarak saklandı. Amerikalılar, Mutsu’nun battığını ancak 1 yıl sonra,
esir aldıkları ve olay anında orda bulunmuş olan Japon askerlerinden
öğreneceklerdi.
Bu yolculuk sırasında her
şey yolunda giderken, saat 14:00 civarında ufukta çift motorlu Alman Dornier
Do 217 Bombardıman uçakları belirdi. Bunların bombardıman için geldikleri
belliydi. Ancak ortada bir gariplik vardı. Bu uçaklar, bir bombardıman için çok
yüksek bir irtifada uçuyorlardı. O kadar yükseklikten atacakları bir
bombanın isabet ihtimali, net olarak imkansızdı. Bulundukları irtifadan bomba
isabeti tutturmaları da imkansızdı.
Dornier Do 217 Bombardıman Uçakları |
İşte herkes şaşkınlıkla
uçakları izleyip tam da yukarıda zikrettiğimiz düşüncelere kapılmışken, Alman
Bombardıman uçaklarının her biri, taşıdıkları tek ve kocaman bombayı bomba
kapaklarını açarak bırakmaya başladı. Bu durum normal bir bombardıman için
gerçekten garipti. Öncelikle, standart bombardıman tekniğinin aksine, uçaklar
pike yapmak için alçalmamıştı ve bombalarını bıraktıktan sonra da uzaklaşmak
yerine oldukları yerde yavaşça dönüyorlardı…
Fritz-X Şeması |
Söz konusu bombalar,
Almanların son teknolojisi olan ve atıldığı uçaktan Radyo sinyalleriyle uzaktan
kumanda edilerek yönlendirilen, 4 kanatlı Fritz-X bombalarıydı. Kısaca
hedefi bulan bombanın kendisi değil, o bombayı kontrol eden bir insan idi.
Littorio’nın bu ürkütücü
durumdan kurtulmasındaki şansı, Roma’da yoktu. Almanlar özellikle lider gemi
olan Roma’yı, filo komutanı içinde olduğu için hedef almışlardı. İlk isabet
Roma’nın sağ arka güvertesine gelerek gövdenin altında delik açtı ve
geminin tüm elektrik sistemlerini ve onunla çalışan tüm makinaları devre dışı
bıraktı. Sadece tek bir bombayla Roma 12 knot hıza düşmüş ve tüm
elektrik ve iletişim sistemleri çökmüştü. Diğer zırhlılar hızla manevra yapıp
uzaklaşırken geride kalan Roma, Alman uçakları için birdenbire atış talimi
yapılabilecek bir hedef haline gelmişti. Saat 15:50’de, ikinci bir bomba
Roma’nın 2. Taretinin sağ tarafından gemiye girdi ve başlattığı yangın sonucunda
Roma’nın 2. Taret cephaneliği infilak ederek patladı. Patlama o kadar
şiddetliydi ki taretin kendisi bile havaya fırladı. Bu patlamayla aynı zamanda
geminin tüm komuta kulesi de yok oldu ve geminin hem kaptanı hem de filo komutanı
öldü. Sadece 20 dakika sonra yani 16:10’da Avrupa’nın gelmiş geçmiş en
güzel zırhlısı olarak niteleyebileceğimi Roma, 1850 denizcisinden 1250’siyle
beraber önce suda ters döndü, daha sonra ise ikiye bölünerek kırıldı ve battı…
Guadalcanal’ı Japonlardan
6 ayın sonunda ancak temizleyebilen Amerikan Donanması, hücuma kalkmıştı ve bu
hücumun merkezine, en modern zırhlılarının 6 tanesini yerleştirmişti.
Her ne kadar tarih
kitaplarında çok detaylı yer almasa da Pasifik Okyanusu’ndaki Nauru Adası
yaşayanları, 9 Aralık 1943 günü, 2. Dünya Savaşında görülebilmiş olan
en büyük zırhlı aksiyonuna şahit oldu.
Nauru Adası coğrafi
olarak askeri bir üs için olabilecek en kötü yapıya sahipti. Ada
yuvarlak bir şapka şeklindeydi ve doğal bir limana sahip değildi, her tarafı
kumsaldı. Daha da kötüsü, ada bir volkandı ve mağaralar sistemiyle doluydu.
Adadaki bir kumsal olan tek küçük düzlük, Japonlar tarafından bir havaalanına
çevrilip üs haline getirilmişti.
İşte bu üs, sorunun
kendisiydi. Amerikalılar üssü görmezden gelemezdi çünkü çok yakındaki Tarawa’daki
Amerikan üssünün dibinde sayılırdı ve Naruru’dan kalkacak japon uçakları
Amerikan üssüne ciddi hasarlar verebilirdi. Peki Amerikalılar ne yaptı? Donanma
başka bir operasyona giderken yol üstündeki bu adaya tamı tamına 6 modern
zırhlılarının tümüyle, Pasifik Cephesinin en büyük bombardımanını yaptı. USS
North Carolina, Washington, South Dakota, Indiana, Massachusetts
ve Alabama, bir sıra halinde dizilip Nauru Adası’na tarihin gelmiş geçmiş
en büyük zırhlı bombardımanını yaparak adayı tabiri caizse bombalarıyla dümdüz
ettiler.
Amerikan Zırhlıları Nauru Adasını Bombalarken Çekilmiş Bir Fotoğraf |
1943’in ilk yarısında
Amerika USS South Dakota ve USS Alabama zırhlılarını İngiliz Donanması’na
destek için Kuzey Denizi’ne göndermiş ve tam 6 ay Tirpitz’i tuzağa düşürüp
limandan ayrılmasını sağlayarak batırmak için uğraşmışlardı.
Almanlar Bismarck’ın
ardından Tirpitz’i de kaybetmemek için doğaüstü bir uğraş veriyorlardı. Tirpitz
Norveç fiyordlarının arasında saklanıyor, ancak en beklenmedik ve sürpriz zamanlamalarla
ortaya çıkarak kendine batırabileceği avlar arıyordu. Bu duruma karşılık
İngiliz ve Amerikalılar fazlasıyla önlemlerini almıştı ve Almanlar, bir zırhlı
çarpışmasından özellikle kaçınıyorlardı. Buna ek olarak 22 Eylül 1943’te
Tirpitz’in İngilizler tarafından 2 mini denizaltı ile sabote edilmesi, Almanlar
için bardağı taşıran son damla olmuştu. Tirpitz artık göreve çıkarılamayacaktı
ve Norveç’teki Alman Deniz gücü geriye kalan tek zırhlıdan meydana gelmişti.
Geriye kalan bu zırhlı
ise Scharnhorst idi.
Çünkü Tirpitz’e
gösterilen özen, Scharnhorst için gerekli değildi. Scharnhorst, çok hızlı,
manevra kabiliyeti yüksek bir zırhlıydı. İngilizler, konvoylarla Ruslara
silah, ekipman ve gıda desteği sağlıyordu ve bu durum giderek Almanları 2
cephede kıskaç altına alıyor ve bu konvoylarda “olur da tirpitz çıkar da
savaşırız” diye koruma amaçlı bulundurulan zırhlıların hiçbiri,
Scharnhorst kadar hızlı değildi. Kısaca saldırı sonrası bir tehdit hissettiği anda
Scharnhorst, hızı sayesinde hemen arkasını dönüp kaçabilirdi. Dolayısıyla da
Almanlar, bu zırhlıyla İngiliz konvoylarını taciz etmekte beis görmediler ve
operasyonlara başladılar.
Ancak Almanların hesaba
katmadığı bir şey vardı… hesaba katılmayan şey ise İngiliz Kraliyet
Donanması’nın yeni komutanı, Amiral Bruce Fraser idi.
Sir Bruce Fraser,
sakin, yumuşak sesli, stratejik düşünen ve mürettebatı tarafından çok sevilen bir
komutandı. Kendisi zaten uzun
süredir Scharnhorst’u devre dışı bırakmak için planlar yapıyordu. Ve bu planlar
dahilinde başarıya ulaşması için geriye kalan tek hamle, Scharnhorst’u
saklandığı limandan çıkarmaktı. Bunu da Rusya’ya giden bir konvoyu normal
rotasının çok kuzeyinden geçirerek yaptı.
Amiral Bruce Fraser |
Amiral Erich Bey |
Aslında Schanhorst’un bu
beklenmedik durumu tam da Sir Bruce Fraser’in istediği, umduğu ve beklediği andı. Kısaca Bismarc’da olduğu gibi Schanhorst’da
seçimini yapmış ve eceline doğru yol alıyordu.
Bu dönemde İngiliz gücü Kuzey
Denizinde 2 kuvvete bölünmüş şekilde bulunuyordu.
Yalnız kalan Scharnhorst,
ilk olarak kruvazörler HMS Belfast, HMS Norfolk ve HMS
Sheffield’ı bünyesinde bulunduran 1. Kuvvet ile karşılaştı. Tıpkı
Bismarck’ın dümenine gelen torpido gibi, tarihin en büyük şanssızlıklarından
biri de o an Scharnhorst’un başına geldi. Bu şansızlığı anlatmaya başlayarak
olayların bundan sonraki seyrine geçebiliriz.
HMS Belfast’ın toplarıyla
attığı ilk salvoda ki top mermilerinden birisi, Scharnhorst’un radarına isabet
ederek geminin nişan sistemlerini tamamen devre dışı bıraktı. Zaten kararmış
olan havada Scharnhorst’un topçuları, artık sadece dürbünle ufukta
görebildikleri atışların ışıklarını hedef alarak ateş ediyorlardı. Bu durumdaki asıl sıkıntı ise İngiliz
kruvazörlerinden ikisinin ışık bırakmayan patlayıcı kullanmasıydı. Taretleri ışık
saçan tek kruvazör olan HMS Norfolk ise bu durumda en dezavantajlı olan
gemiydi ve gemi Scharnhorst’un topları tarafından dövülmeye başlamıştı. Ancak
Erich Bey, burada bir hata daha yaparak atış yaptığı geminin zırhlı olduğunu
farz ederek, bu çatışmadan zararlı çıkacağını öngördü ve çatışmadan mümkün
olduğu kadarıyla uzaklaşmaya gayret etmeye başladı. Erich Bey’ın amacı, zaten
tarihin gemi topuyla en uzak isabetini yapmış olan Scharnhorst ile maksimum
mesafeyi koruyup riske girmeden savaşmak ve gerekirse kaçmaktı.
HMS Duke Of York |
Askeri denizcilik
tarihinin en görkemli sahnelerinden biri, işte tam da bu noktada, birkaç saat
kaçan Scharnhorst’u, HMS Duke of York, kendi radarında saptadığında yaşandı.
Scharnhorst, o ana kadar kendisini takip eden kruvazörlerden HMS Norfolk’a
büyük bir zarar vermişti. Ancak yaklaşan tehlikenin farkında olmadan, tek
başına yiğitçe savaşmaya çalışıyordu.
HMS Duke of York
radarında saptama yapar yapmaz, Bruce Fraser’in emriyle, HMS Belfast’ın
ateşlediği aydınlatma fişekleri gökyüzünde patlayarak geceyi bir anda gündüze
çevirdi. Scharnhorst mürettebatı, bu aydınlatma fişekleri sayesinde talim
tahtası olacak şekilde ortada kaldıklarını anladı. Zaten toplarını hedefe
kilitlemiş olan HMS Duke of York aydınlatma fişeklerinin yardımı ile toplarının
tamamını dev bir gürültüyle tarihin en ağır salvolarından birini ateşledi.
Tıpkı USS Washington’un Kirishima’ya yaptığı gibi, HMS Duke of York’da top
atışıyla ayı şekilde rakibini dövmeye başlamıştı.
“Son mermimize
kadar savaşacağız!” yazacaktı.
Bu mesaj sonrası bir anda
kendisini kovalayan destroyerlerden HMS Savage ve HMS Saumarez’e
ateş etmek için dönen Scharnhorst, diğer taraftan da kendini HMS Scorpion
ve Stord destroyerlerinin torpido saldırısına açık bırakmıştı. İki taraftan
ikişer destroyerin kıskaç torpido saldırısına maruz kalan Scharnhorst, bu
saldırı sonrası 4 torpido tarafından vuruldu. Ama ağabeyi Bismarc gibi batmadan
savaşmaya devam etti. Fakat bu saldırı sonrası geminin hızı yine 10 knot’a
düşmüştü ve artık yalpalayarak ilerleyebiliyordu. Scharnhost’un ana topları
devre dışı kalmasına rağmen, ikincil silahlarıyla kendisine karşı torpido
saldırısında bulunan destroyerlere çok büyük hasar vermeye devam ediyordu.
Scharnhorst, kendisinden
belki de 6-7 kat fazla güçte bir düşman grubuna karşı tek başına savaşmış olmasına,
20’ye yakın torpido ve yüzlerce top mermi tarafından vurulmasına rağmen, tıpkı
büyük abisi Bismarck gibi inatla savaşmaya devam etmiş ve batmamış, batmak
istememişti. Bundan dolayı savaşın hemen sonunda, Amiral Bruce Fraser, tüm
askerlerine seslenerek Scharnhorst’a saygı duruşunda bulunulması emrini vermiş
ve bu saygı duruşu sorasında mürettebatına;
“Eğer ki bir gün,
içinizden herhangi biriniz, olur da kendinizden sayıca çok daha üstün ve güçlü
bir düşmana karşı bir gemiye liderlik etme durumunda kalırsa, tıpkı
Scharnhorst’un bugün savaştığı gibi savaşmalısınız!” demiştir.
1942 sonu ile 1943 sonu
arasında geçen bu 1 yıllık süreçte, Fransız ve İtalyan donanmalarının savaştan
çekilmesine tanık olunmuş, 1943’ün tam da Noel gecesi olan 26 Aralık’ta
Scharnhorst’un batmasıyla Avrupa’da bir devir kapanmıştı. Scharnhorst’un batması,
artık en güçlü zırhlının bile, hava desteği olmaksızın limanın 2 kilometre
dışına dahi çıkamayacağı gerçeğinin pekiştiği olay oldu. Bu durumdan ötürü
Almanların elde kalan son zırhlı olan Tirpitz, Norveç’te tek başına
kaldığı 1944 başından itibaren, Bismarck ve Scharnhorst’un açık denizlerde tek başlarına
verdiği hayatta kalma ve varoluş mücadelesini, onların aksine, saklandığı
yerden devam ettirmek mecburiyetinde kalacaktı.
Pasifik’te ise durum tam
tersi şekilde ilerliyor ve Amerikalıların, muazzam hava savunması desteği ile
donattığı, uçak gemilerine gardiyanlık ve sahil bombalama gibi yan görevlerle
fonksiyonlarına çeşitlilik katıp maksimum verim almaya başladığı zırhlılarına 4
tane de Iowa sınıfı yeni ve modern zırhlı katılacak, küllerinden yeniden
diriltilen USS Tennessee gibi eski zırhlılar, Pearl Harbor’un intikamını
alırcasına, denizlerin son dev zırhlı çarpışmasına doğru yola çıkacaklardı.
Bu hikaye ise sonraki
yazılarımızda siz saygıdeğer okuyucularla buluşacaktır.
0 Yorumlar